Tarihçe-i hayat dersleri 8.70.emirdağ hayatı(devamı)

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 13.4.RİSALE-İ NUR VE HARİÇ MEMLEKETLER(DEVAMI)
M. Sabir İhsanoğlu’nun, Türkiye’de İslamî inkişaf münasebetiyle memnuniyetini izhar eden bir mektubu
[SUP]2[/SUP]اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ [SUP]1[/SUP]بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık, muhterem kardeşlerimiz,
Dört adet mühim mektubunuzu, fotoğrafları ve Hazret-i Üstadın Sözler adlı eserini aldım. O kadar memnun oldum ki, beyan edemem. Mektubunuzda okudum ki, Türkiye’de Risale-i Nur ve İslâmiyet inkişaf ediyormuş; buna çok memnun oldum. Maalesef, eski hükûmet Üstada karşı muarız idi ve ona çok zulümler etti. Lâkin hakiki Müslüman olan bu Menderes, İslâmiyeti baskıdan kurtardı. Var olsun. İnşaallah Türkiye, yakında eski yüksek makamını alacaktır. Üstad ve Risale-i Nur’u neşredenler gibi mühim din adamları Türkiye’de vardır; hükûmetiniz niçin bunları İslâmî toplantıya göndermiyor? Salâhiyetli adamlar Türkiye’de çoktur. Kanaatim şudur ki, Üstad gibi âlim dünyada yoktur. Memleketimizden, Hazret-i Üstad gibi bir âlim çıkmadı. Maalesef ki, Kızıl Rusya ve kâfir Çin’den çok âlimler geliyorlar ve konferanslar vererek, gençleri yavaş yavaş fikren zehirlemektedirler. Eğer Türk milleti büyük Türk âlimleri gönderirse, Pakistan’da ve bütün İslâm dünyasında büyük tesirleri olacaktır.
Biz Pakistanlılar, Türkiye’yi İslâm dünyasının lideri olarak görmekteyiz.
Türkiye, İslâm dünyasının garbî kalesidir. Türkiye’siz, ittihad-ı İslâm mümkün değildir. Size, Üstada dair makalelerimi gönderdim. Üstada dair makalemi ve “Şarkî Türkistan’da Çin Emperyalizmi” adlı makalemi neşrettim.
Pakistan’da ne Türkçe okulu, ne kütüphanesi, ne çalışkan adamları ve sefaretinizde de Urduca bilen adam yoktur. Onlar Pakistan’ın gençleriyle temasta değildirler; Urduca neşriyatları da yoktur. Eğer bazıları onları davet etseler, iştirak etmiyorlar. Pres Ateşeliğinizde dine dair malûmat ve kitap da yoktur.
Geçen günlerde, Lâhor’da bir İslâmî müzakere oldu. Türkiye’den meşhur zatlar gelmedi. Ankara Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Dr. Rehber (Pakistanlıdır) İslâmiyetin aleyhinde konuştu. Bütün İslâmî dünya onu lânetlediler…

Lâkin avam gazetelerde okuyup onu Türk bildiler ve çok hayret ettiler. Bu adam, dini ve Türkleri tahkir etti. Sebilürreşad’a yazıyorum.
Hazret-i Üstadın müstakil adresi nedir? Hazret-i Üstada bir adet Kur’ân-ı Kerîm ve onun hakkında makaleler neşrolunan mecmuaları takdim etmek istiyorum. Hakkınızda çok makaleler yazdım. Onları toplayıp kitap şeklinde basacağım.
Her zaman Pakistan’ın mühim zatları Hazret-i Üstada ve sıhhatine dair malûmat sormaktadırlar. Bizler, buradaki Nur talebeleriyle, Hazret-i Üstadı buraya davet ederiz.

Elbâki Hüve’l-Bâki
Kardeşiniz
M. Sabir İhsanoğlu


Pakistan’ın en büyük mecmuası “Students’ Voice”da İslâm Kongresi Reisi “Zafer Afaq Ansar”ın “İslâmın Büyük Rönesansı” adlı makalesinde Risale-i Nur’un muhterem ve muazzez müellifinden şöyle bahsediyor:
Bu hareketlerin asıl merkezini, Said Nursî’nin fazla miktarda talebesi bulunan üniversite ve kültür yerleri teşkil eder. Bu talebeler, Risale-i Nur talebeleri adını alır. “Bu gençler: Biz Kur’ân’ı kendimize düstur seçtik. Bizim gayemiz, zevki Allah’ın yolunda aramak ve İslâmiyeti bütün dünyaya yaymaktır.
Siyonizm, komünizm, Allahsızlık gibi İslâmiyete zıt olan cereyanlara karşı mücadele etmektir.
İslâmiyeti, bütün Türk gençliğinin tam mânâsıyla benimsemesine çalışmaktır.
Türkiye’yi, her türlü tehlikeye karşı müdafaa etmektir.
Irkî ve kavmî ayrılıkları bertaraf ederek, İslâm birliğini meydana getirmektir.”
Hazret-i Üstad Nursî tarafından yazılan ve 130 kitap ve risaleden ibaret olan Risale-i Nur Külliyatı bu talebeler tarafından yayılmaktadır.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
[SUP]2[/SUP] : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.


Lügatler
âlim : ilim sahibi
aziz : çok değerli, izzetli
fikren : düşünce olarak
Garbî : Batıya ait
hakiki : gerçek, doğru
inkişaf : açılma, gelişme
inşaallah : Allah izin verirse
iştirak : katılma
ittihad-ı İslâm : İslâm birliği
izhar : gösterme
kâfir : Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin şeylerden birini inkâr eden kimse
lâkin : ama, fakat
lânetleme : bedduâ etme
malûmat : bilgi
muarız : karşı, karşıt, muhalif
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
müzakere : karşılıklı fikir söyleme, danışıp görüşme
neşr : yayma, yayımlama
neşriyat : yayın
Pres Ateşeliği : bir ülkenin yabancı ülkede kendini temsil için açtığı büyükelçilik bünyesinde bulunan Basın Ateşeliği
salâhiyet : yetki
sefaret : elçilik
sıddık : çok doğru ve gönülden bağlı



 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 13.7.RİSALE-İ NUR VE HARİÇ MEMLEKETLER(DEVAMI)
Medine-i Münevvere’de bulunan ve Nur’un hakikatini tam anlayan ve İslâmiyete hizmet eden bir zâtın mektubudur.
Gönüller fâtihi, pek muhterem ve mükerrem Üstadımız Hazretleri,
Mübarek ellerinizden öper, bütün aziz ve sadakatli talebelerinizle beraber sıhhat ve selâmette daim olmanızı bârigâh-ı Kibriyâdan niyaz eylerim.
Müslümanlar için en büyük bir bayram diye ancak vasıflandırılabilen beraatiniz, bütün Nurcuları şâd ve handan eylediği gibi, bendenizi de dünyalar kadar memnun ve mesrur eylemiştir. Nasıl memnun etmesin ki, sizin eserlerinizle birlikte beraatiniz demek, ruhun maddiyata, nurun zulmete, imânın küfre, hakkın bâtıla, tevhidin şirke ve irfanın cehle galip gelmesi demektir.
Yıllardan beri önüne sıradağlar gibi engeller, korkunç uçurumlar gibi mâniler konulan “Nur çağlayanı”, en sonunda mu’cizevî bir şekilde bütün sedleri yıkmış, mânileri aşmış, nur ile bütün zulmetleri târümar eylemiştir.
“Mu’cizevî harikalarla doğan İlâhî tecellîlerin vasfında kalemler kırılır, fikirler gürülder, ilhamlar yanar, kül olur” derlerdi. Hakikaten bendeniz, şimdi bu müstesna zaferin karşısında aynı aczi bütün varlığımla hissediyorum. Zira tefekkür ve ilhamıma nihayetsiz bir ufuk açılıyor. Cihan, muhteşem bir “Nur mâbedini” andırıyor. Civarımdaki herşey, her yer derin vecd ve istiğraklarla gaşyolmuş bir halde... Her zerrede, [SUP]1[/SUP]
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ sırr-ı Sübhânîsi tecelli ediyor...
Binaenaleyh bilmiyorum, bu mes’ut hadiseyi şanlı bir zafer, şahane bir fetih, İlâhî bir kurtuluş, cihanşümul bir bayram diye mi vasıflandırayım? Zira kudsî
dâvânın kazanmış olduğu bu İlâhî zafer, bütün İslâm ve insanlık dünyasındaki mücahitlerin azimlerine kuvvet, ruhlarına can, imânlarına hız ve heyecan vermiştir.
Evet, azim ve imanları, aşk ve emelleri henüz kemale ermemiş olan birçok Müslümanlar, maalesef acıklı bir yeis içinde idiler. Böyle bir zaferin tahakkukunu, hayal ve muhal görüyorlardı. Fakat bütün feyiz ve nurunu insanlığı tenvir ve irşad için İlâhî bir güneş halinde Arş-ı Âzamın pürnur ufuklarından inen Kur’ân-ı Kerîmden alan Nur neşriyatı, durgun gölleri andıran gönülleri deryalar gibi coşturmuş, kasvet ve hicran yıllarının ümit ve emellere vurduğu müthiş zincirleri kırmıştır. O nur kaynağından fışkıran o serapa feyiz ve hikmetler saçan eserler, hislerin, fikirlerin ve bilhassa alevler içinde yanan ruh ve vicdanların ezelî ve ebedî ihtiyaçlarına cevap verdiği gibi, onları dalga dalga boğucu karanlıklar muhitinden, ter temiz ve pırıl pırıl nur ufuklarına çıkarmıştır.
Yıllarca devam eden uzun bir sükût, derin bir gaflet ve boğucu bir zulmetten sonra İlâhî bir güneş halinde parlayan bu kudsî zafer, nur için yol aramakta olan perişan beşeriyetin yakın bir gelecekte uyanacağını müjdelemektedir. Çünkü, din ihtiyacı sırf Müslümanların değil, bil’umum insanların ezelî ve ebedî ihtiyacıdır.
Bugün bedbaht insanlık, din nimetinden mahrum olmanın sürekli hicran ve felâketlerini bağrı yanarak çekmektedir. Bu acıklı buhranın korkunç neticesidir ki, çeyrek asır zarfında iki büyük harbe girmiş ve üçüncüsünün de kapısını çalmak çılgınlığını göstermektedir.
Artık bütün insanları kardeş yaparak yemyeşil cennetlerin nurlu ufuklarından esen refah ve saadet, huzur ve âsâyiş rüzgârıyla dalgalanan âlem-şümûl bir bayrak altında toplayacak olan yegâne kuvvet, İslâmdır. Zira beşeriyetin bugünkü hali, tıpkı İslâmdan evvelki insan cemiyetlerinin acıklı halidir. Bunun için insanlığı o günkü ebedî felâketten kurtaran İslâm, bugün de kurtarabilir…
Evet, milyonların, milyarların kalbinde asırlardan beri kanamakta olan o derin yarayı saracak yegâne müşfik el, İslâmdır. Her ne kadar ufuklarda zaman zaman bazı uydurma ışıklar görülüyorsa da, müstakbel, bütün nur ve feyzini güneşlerden değil, bizzat Rabbü’l-Âlemînden alan ezelî ve ebedî yıldızındır. O yıldız, dünyalar durdukça duracak ve onu söndürmek isteyenleri yerden yere vuracaktır.

Cihan-kıymet Üstadım,
Malûm-u fâzılâneleridir ki, son günlerde mukaddes dâvâya hizmet eden bazı tenvir ve irşad hareketleri doğmuş, fakat maalesef hiçbirisi Risale-i Nur Külliyatının gördüğü mühim işi görememiş ve ihraz ettiği İlâhî zaferi kazanamamıştır. Zira bu yol, peygamberlerin, velilerin, âriflerin, salihlerin ve bilhassa cânını cânana seve seve fedâ eden ve sayısı milyonlara sığmayan kahraman şehitlerin mukaddes yoludur. Artık bu çetin yolda yürümek isteyenler, her an karşılarına dikilecek olan müthiş mâniaları daima göz önünde tutmaları lâzımdır. Evet, bu yolda yürüyecek olanların, sizdeki sarsılmak bilmeyen imanla, yüksek ve İlâhî irfanla ve bilhassa harikulâde ihlâs ve feragatle mücehhez olmaları gerektir. Çünkü, bu mühim vâdide Nur dâvâsının takip ettiği tebliğ, tenvir ve irşad usulü bambaşka hususiyetler taşımaktadır. Artık insanın his ve fikrine, ruh ve vicdanına bambaşka ufuklar açacak olan bu derin bahsi, dua buyurun da, müstakil ve mufassal bir eserde aziz ve gönüldaşlarımıza arz etmek şerefine nâil olayım. Çünkü, bu nurlu bahis o kadar derin ve o derece mühimdir ki, böyle birkaç sahifelik mektup ve makalelerle asla ifade edilemez.
İman ve Kur’ân nuru ile ter temiz gönlünü fethettiğiniz gençlik, İlâhî zaferinizin en parlak delilini teşkil eden en mühim varlık ve en kıymetli cevherdir. “Nurdan Sesler”in hemen her mısraında, asîl ve şuurlu ruhuna hitap ettiğim tertemiz gençlik, işte bu hak ve hakikatın bağrı yanık âşığı olan gençliktir.
Nurlu dâvânın kazanmış olduğu bu son zaferin verdiği bütün vecdle dolu bir ilhamla yazdığım şu manzumeyi (*) takdim ediyorum. Kabulünü rica ve istirham eylerim.
Tekrar tekrar ellerinizden öper, kıymetli dualarınızı beklerim, pek muhterem Üstadım Hazretleri.

Mânevi evlâtlarınızdan
Ali Ulvi

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
(*) : (*) “Gönüller Fatihi Büyük Üstada” başlıklı olan bu manzume, Mektubat’ın ve İhlâs Risalelerinin âhirindedir.

Lügatler :
acz : acizlik, güçsüzlük
âlem-şümûl : dünya çapında, evrensel
ârif : ilim ve irfan sahibi, bilgide ileri olan
Arş-ı Âzam : Cenâb-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin en geniş, en azam şekilde tecelli ettiği yer

arz etmek : söylemek, ifade etmek
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, düzenlilik, güvenlik
asır : yüzyıl
azim : gayret, kararlı olma
aziz : çok değerli, izzetli

bahis : konu
bârigâh-ı Kibriyâ : Cenâb-ı Hakkın sonsuz büyüklüğünün tecellî ettiği yüceler yücesi makam
bâtıl : İslâmiyete göre doğru olmayan, hak olmayan

bedbaht : kötü bahtlı, talihsiz
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması

beşeriyet : insanlık
bil’umum : bütün, genel olarak
bilhassa : özellikle
binaenaleyh : bundan dolayı

buhran : bunalım, zor durum
cânan : sevgili
cehl : cahillik, bilgisizlik

cemiyet : topluluk
cevher : maden; öz
cihan : dünya

cihan-kıymet : dünya değerinde
cihanşümul : dünya çapında, evrensel

derya : deniz
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
emel : arzu, istek
ezelî : başlangıcı olmayan, sonsuz

feragat : fedakarlık, hakkından vazgeçme
fethetme : bir yeri veya bölgeyi ele geçirme
fetih : açma; bir beldeyi fethetme

feyiz : bolluk, bereket, lütuf
gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
galip gelmek : üstün gelmek
gaşyolunmak : kendinden geçmek

hak : doğru, gerçek
hakikat : asıl, esas, gerçek
hakikaten : gerçekten

hicran : keder, büyük üzüntü
hikmet : fayda, yarar
hususiyet : özellik
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
ihraz etmek : hedeflenen bir şeyi kazanmak, elde etmek
ilham : Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ
irfan : bilgi, kültür; anlayış

irşad : doğru yolu gösterme
istiğrak : Allah aşkıyla kendinden geçme hâli

istirham eylemek : rica etmek
kasvet : sıkıntı
kemâl : kusursuzluk, mükemmellik
kudsî : yüce, kutsal
küfür : inkâr, hakkı kabul etmeme
mâbed : ibadet edilen yer
maddiyat : maddi şeyler

malûm-u fâzılâneleri : “faziletli şahsiyetlerinizce bilinen” anlamında Üstada yönelik bir saygı ifadesi
manzume : vezinli ve kafiyeli söz, şiir
mes’ut : mutlu
mesrur eylemek : sevinçli, mutlu etmek
mu’cizevî : bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz ve hayrette bırakır şekilde

mufassal : ayrıntılı
muhal : imkânsız
muhit : çevre, bölge
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer

mukaddes : kutsal, yüce
mücahit : cihad eden, din uğrunda çaba harcayan kimse

mücehhez : donanmış
mükerrem : ikram edilen, saygı gösterilen

müstakbel : gelecek
müstakil : bağımsız, başlı başına
müstesna : benzeri olmayan, sıradışı

müşfik : şefkatli
nâil olmak : ulaşmak, erişmek
neşriyat : yayın, yayma
nihayetsiz : sınırsız, sonsuz
niyaz eylemek : dua etmek, yalvarıp yakarmak

Nurdan Sesler : Ali Ulvi Kurucu tarafından yazılan bir şiirin başlığı
pürnur : nur dolu, nurlu
Rabbü’l-Âlemîn : âlemlerin Rabbi olan Allah
saadet : mutluluk
sadakat : bağlılık, doğruluk

salih : dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu
sed : engel
selâmet : esenlik, güven

serapa : tepeden tırnağa, baştan başa
sıhhat : sağlık
sırr-ı Sübhânî : her türlü eksiklikten, kusur ve çirkinlikten yüce olan Allah’a ait sır

sükût : sessiz kalma, susma
şâd ve handan eylemek : memnun ve mutlu etmek
şirk : Allah’a ortak koşma

şuurlu : bilinçli
tahakkuk : gerçekleşme

takdim etmek : sunmak
târümar eylemek : dağınık, perişan etmek

tebliğ : bildirme, ulaştırma
tecellî : görünme, yansıma
tefekkür : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme

tenvir : aydınlatma, nurlandırma
teşkil eden : oluşturan
tevhid : birleme, her şeyin bir olan Allah’a ait olması
vasfetme : bir şeyin özelliklerini ifade etme
vasıflandırmak : nitelendirmek
vecd : kendini kaybedercesine İlâhî aşka dalma, coşku hâli

veli : Allah dostu
yegâne : tek, eşsiz
yeis : ümitsizlik
zarfında : içinde
zerre : atom, maddenin en küçük parçası
zulmet : karanlık


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 13.8.RİSALE-İ NUR VE HARİÇ MEMLEKETLER(DEVAMI)
Risale-i Nur’dan Gençlik Rehberi’nin İstanbul Mahkemesinde beraati münasebetiyle Bağdat’tan gelen tebrik telgrafı

Sebilürreşad mecmuasına,
İstanbul
Büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretlerinin beraat kararı, bizleri sonsuz bir sevinç içerisinde bıraktı. Bu sevincimize vesile olan bu âdil hükme istinaden, Türk Mahkemesine ve fahrî avukatlarına teşekkürlerimizi, Üstad ve kardeşlerimize tebriklerimizi mecmuanız vasıtasıya bildiririz.

Irak
Emced Zuhavi

***
Pakistan’daki Nur talebelerinin Üstad Said Nursî’den istedikleri mesaj münasebetiyle, Irak’taki bir Nur talebesinin gönderdiği mektup
Bundan birkaç gün evvel, Pakistan’da talebeler konferansı vardı. Hazret-i Üstaddan bir mesaj istemişlerdi ve bunun tarihî bir tesiri olacaktı. Haber aldık ki, Salih, Nur talebeleri namına bir mesaj göndermiş. Sizlere de yazmışlar ki, acele Hazret-i Üstada bildirirsiniz. Konferansta, Hazret-i Üstad ve Nurlar çok methedilmiş. Komünistler tarafından itirazlar yapılmış. Fakat reis hepsini reddetmiş. Hazret-i Üstadın fotoğrafları teşhir edilmiş. Yakında Nur ve Nura ait uzun ve resimli bir yazı ile bir mecmua çıkaracaklarmış. Sonsuz selâm ve dualar.
Ahmet Ramazan
***
(Bağdat’ta çıkan “Ed-Difa gazetesi”nin muharriri İsa Abdülkadir’in Arabî makalesinin tercümesi.)
Bağdat’ta çıkan Arabî Ed-Difa gazetesi Risale-i Nur talebelerinden bahisle diyor ki:
Türkiye’deki Nur talebelerinin İhvan-ı Müslimîn cemiyeti ile alâkaları nedir, ne münasebeti var? Hem farkları nedir? Türkiye’deki Nur talebeleri, Mısır’da ve bilâd-ı Arapta İhvan-ı Müslimîn namında ittihad-ı İslâma çalışan cemiyetler gibi müstakil cemiyet midirler? Ve onlar da onlardan mıdır? Ben de cevap veriyorum ki:
Nur talebelerinin ve İhvan-ı Müslimîn Cemiyetinin gerçi maksatları, hakaik-i Kur’âniye ve imaniyeye hizmet ve ittihad-ı İslâm dairesinde Müslümanların saadet-i dünyeviye ve uhreviyelerine hizmet etmektir; fakat Nur talebelerinin beş altı cihetle farkları var:
Birinci fark: Nur talebeleri siyasetle iştigal etmez, siyasetten kaçıyorlar. Eğer siyasete mecbur olsalar, siyaseti dine âlet yapıyorlar, tâ ki siyaseti dinsizliğe âlet edenlere karşı dinin kudsiyetini göstersinler. Siyasî bir cemiyetleri asla mevcut değil.
İhvan-ı Müslimîn ise, memleket ve vaziyet sebebiyle siyasetle, din lehinde iştigal ediyorlar ve siyasî cemiyet de teşkil ediyorlar.
İkinci fark: Nurcular, Üstadlarıyla içtima etmiyorlar ve etmeye de mecbur değiller. Kendilerini Üstadlarıyla içtimaa mecburiyet hissetmiyorlar. Ders almak için beraber bulunmaya lüzum görmüyorlar. Belki koca bir memleket bir dershane hükmünde, Risale-i Nur kitapları onların eline geçmekle, üstad yerine onlara bir ders verir. Herbir risale, bir Said hükmüne geçer.
Hem ellerinden geldiği kadar ücretsiz istinsah ederler. Muhtaçlara mukabelesiz [SUP]1[/SUP] veriyorlar ki, okusunlar ve dinlesinler. Bu suretle büyük bir memleket bir medrese hükmünde oluyor.
İhvan-ı Müslimîn ise, umumî merkezlerinde mürşid ve reisleriyle görüşmek ve emirler ve dersler almak için ziyaretine giderler. Ve o umumî cemiyetin şubelerinde
de o büyük üstadla ve naibleriyle ve vekilleri hükmündeki zatlarla yine görüşürler, ders alırlar, emir alırlar.
Hem umumî merkezlerinde çıkan ceride ve mecellelerin fiyatını verip, alıp, onlardan ders alıyorlar.
Üçüncü fark: Nur talebeleri, aynen, âli bir medresenin ve bir üniversite darülfünununun talebeleri gibi, ilmî muhabere vasıtasıyla ders alıyorlar. Büyük bir vilâyet bir medrese hükmüne geçer. Birbirlerini görmedikleri, tanımadıkları ve uzak oldukları halde birbirine ders veriyorlar ve beraber ders okuyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise, memleketleri ve vaziyetleri iktizasıyla mecelleleri ve kitapları çıkarıyorlar, aktar-ı âleme neşrediyorlar; onunla birbirini tanıyıp ders alıyorlar.
Dördüncü fark: Nur talebeleri, bu zamanda ve bugünde ekser bilâd-ı İslâmiyede intişar etmişler ve çoklukla vardırlar. Bu intişarlarında ayrı ayrı hükûmetlerde bulundukları halde hükûmetlerden izin almaya muhtaç olmuyorlar ki, tecemmu’ edip toplansınlar ve çalışsınlar. Çünkü, meslekleri siyaset ve cemiyet olmadığından hükûmetlerden izin almaya kendilerini mecbur bilmiyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise, vaziyetleri itibarıyla siyasete temas etmeye ve cemiyet teşkiline ve şubeler ve merkezler açmaya muhtaç bulunduklarından, bulundukları yerlerdeki hükûmetten icazet ve ruhsat almaya muhtaçtırlar. Ve Nurcular gibi bilinmiyor değiller. Ve bu esas üzerine, kendilerine umumî merkezleri olan Mısır’da, Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de, Ürdün’de, Sudan’da, Mağrib’de ve Bağdat’ta çok şubeler açmışlar.
Beşinci fark: Nur talebeleri içinde çok muhtelif tabakalar var. Yedi sekiz yaşındaki, camilerde Kur’ân okumak için elifbâyı ders almakta olan çocuklardan tut, tâ seksen, doksan yaşındaki ihtiyarlara varıncaya kadar kadın erkek, hem bir köylü, hammal adamdan tut, tâ büyük bir vekile kadar ve bir neferden büyük bir kumandana kadar taifeler Nurcularda var. Bütün Nurcuların bu çok taifelerinin umumen bütün maksatları, Kur’ân-ı Mecîdin hidayetinden ve hakaik-i imaniye ile nurlanmaktan ibarettir. Bütün çalışmaları ilim ve irfan ve hakaik-i imaniyeyi neşretmektir. Bundan başka birşeyle iştigal ettikleri bilinmiyor. Yirmi sekiz seneden beri dehşetli mahkemeler dessas ve kıskanç muarızlar, bu kudsî hizmetten başka onlarda bir maksat bulamadıkları için onları mahkûm edemiyorlar ve dağıtamıyorlar. Ve Nurcular, müşterileri ve kendilerine taraftarları aramaya kendilerini mecbur bilmiyorlar. “Vazifemiz hizmettir, müşterileri aramayız. Onlar gelsinler bizi arasınlar, bulsunlar” diyorlar. Kemiyete ehemmiyet vermiyorlar. Hakikî ihlâsı taşıyan bir adamı, yüz adama tercih ediyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise: Gerçi onlar da Nurcular gibi ulûm-u İslâmiye ve marifet-i İslâmiye ve hakaik-i imaniyeye temessük etmek için insanları teşvik ve sevk ediyorlar; fakat vaziyet, memleket ve siyasete temas iktizasıyla, ziyadeleşmeye ve kemiyete ehemmiyet veriyorlar, taraftarları arıyorlar.
Altıncı fark: Hakikî ihlâslı Nurcular, menfaat-i maddiyeye ehemmiyet vermedikleri gibi, bir kısmı, âzamî iktisat ve kanaatle ve fakirü’l-hal olmalarıyla beraber, sabır ve insanlardan istiğna ile ve hizmet-i Kur’âniyede hakikî bir ihlâs ve fedakârlıkla; ve çok kesretli ve şiddetli ehl-i dalâlete karşı mağlûp olmamak için ve muhtaçları hakikate ve ihlâsa dâvet etmekte bir şüphe bırakmamak için ve rızâ-yı İlâhîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbirşeye âlet etmemek için, bir cihette hayat-ı içtimaiye fâidelerinden çekiniyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise: Onlar da hakikaten maksat itibarıyla aynı mahiyette oldukları halde, mekân ve mevzu ve bazı esbap sebebiyle, Nur talebeleri gibi dünyayı terk edemiyorlar. Azamî fedakârlığa kendilerini mecbur bilmiyorlar.

İsa Abdülkadir

Lügatler :
aktar-ı âlem : âlemin dört bir tarafı
âli : yüce

Arabî : Arapça
âzamî : en fazla, en büyük
bilâd-ı Arap : Arap beldeleri, ülkeleri
bilâd-ı İslâmiye : İslâm beldeleri, ülkeleri
cemiyet : topluluk
ceride : gazete

cihet : taraf, yön
darülfünun : üniversite
dessas : hilebaz, aldatıcı

ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar
ekser : pek çok
esas : temel

esbap : sebepler
fakirü’l-hal : muhtaç durumda olma
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri

hakaik-i Kur’âniye ve imaniye : Kur’ân ve iman hakikatleri, gerçekleri
hakikat : doğru ve gerçek
hakikaten : gerçekten
hakikî : asıl, gerçek
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
hidayet : doğru yola erdirme

hizmet-i kudsiye : kutsal hizmet
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hakikatlerini yayma görevi
hükmüne geçmek : benzer bir şeyle aynı hükmü almak
icazet : izin

içtima : bir araya gelme, toplanma
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
iktisat : tutumluluk
iktiza : gereklilik
iktizasıyla : gereğiyle
ilmî : ilimle ilgili
intişar : yayılma
irfan : bilgi, anlayış

istiğna : ihtiyaç duymama, kaçınma
istinsah etmek : el ile yazarak çoğaltmak
iştigal etmek : meşgul olmak

itibarıyla : bakımından
ittihad-ı İslâm : İslâm birliği ülkeleri

kanaat : yetinme
kemiyet : sayıca çokluk, nicelik
kesret : çokluk
kudsî : kutsal

kudsiyet : kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık
Kur’ân-ı Mecîd : her şeyin üstünde şeref sahibi olan ve takdis ve senâlara lâyık olan Kur’ân

mahiyet : temel nitelik, özellik
malûmat : bilgiler
marifet-i İslâmiye : İslâmiyeti bilme ve tanıma
mecburiyet : zorunluluk
mecelle : dergi

menfaat-i maddiye : maddî fayda
meslek : takip edilen yol, yöntem
muarız : karşı gelen, karşıt
muhabere : haberleşme

muharrir : yazar, gazete yazarı
muhtelif : çeşitli

mukabelesiz : karşılıksız
münasebet : bağlantı, ilişki
mürşid : doğru yol gösteren
müstakil : bağımsız, başlı başına
naib : vekil, birinin yerine geçen
nefer : asker, er

neşir : yayılma
neşretmek : yaymak
nurlanmak : aydınlanmak

rızâ-yı İlâhî : Allah’ın rızası
risale : küçük kitapçık; Risale-i Nur’da yer alan herbir bölüm
ruhsat : izin

saadet-i dünyeviye ve uhreviye : dünya ve âhiret hayatı mutluluğu
Said : Bediüzzaman Said Nursî

sevk etmek : göndermek, yönlendirmek
taife : grup, topluluk
tecemmu’ etme : birikme, toplanma

temas : dokunma, bahsetme
temessük etmek : sıkıca sarılmak
teşkil : oluşturma, meydana getirme

teşvik etmek : şevklendirmek, isteklendirmek
ulûm-u İslâmiye : İslâm ilimleri
umumen : bütünüyle
umumî : genele ait
vaziyet : durum, hâl
vekil : Bakan


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 13.9.RİSALE-İ NUR VE HARİÇ MEMLEKETLER(DEVAMI)
Bağdat’ta çıkan, ehemmiyetli, siyasî bir ceride olan Ed-Difa gazetesinin muharriri İsa Abdülkadir diyor ki:

Nur talebelerinin mürşidi olan Bediüzzaman Said Nursî hakkında Ed-Difa gazetesini okuyanlar benden soruyorlar. “Türkiye’deki Nur talebelerinden ve Üstadları olan Said Nursî’den bize malûmat ver” diyorlar. Ben de bunlar hakkında kısa bir cevap vereceğim. Çünkü, Üstadın, Nurun ve Nur talebelerinin Araplarda hakkı olduğu için, Araplar onlardan ciddî bahsetsinler. Zira, İslâmiyetin madde-i esasiyesi olan Araplar Risale-i Nur’dan ziyadesiyle fâide görmeye başlamışlar.

Bu Nur talebeleri, Risale-i Nur’la hem Türkiye’de, hem bilâd-ı Arabda komünistliğe karşı muhkem bir sed te’sis ediyorlar.

..................

Bu yazı Demokratlar çıkmadan evvelki zamana bakar; onun için, Nur Talebelerinin adedi hakkında müddeiumuminin dediği gibi, yalnız beş yüz bin değil, belki şimdi Türkiye’de milyonları aşmış bulunuyor ve her gün de ziyadeleşiyor…

Risale-i Nur ise, öyle geniş bir mikyasla intişar ediyor ki, değil yalnız Türkiye’de ve bilâd-ı İslâmiyede, hattâ ecnebîlerde de iştiyakla istenilir oluyor. Ve Nurun talebelerinin şevklerini hiçbir şey kıramıyor.

İşte, Nur talebeleriyle Nur risaleleri ve onların bu büyük hizmet-i Kur’âniyeleri Demokrat Hükûmetinin bir büyük hasenesidir ki, mübarek âlem-i İslâmdaki hareket-i İslâmiye bu hükûmet-i demokrasiyeyi takdir ve tahsinle karşılıyor. Bütün Irak ahali-i Müslimesi ki, Arap, Türk, Kürt, İran, bu İslâmî hizmeti ve kudsî mücahedeyi kemâl-i ferahla karşılıyorlar. Ve Türkiye’deki Türk kardeşlerimiz, garbın yanlış tesiratlarına karşı bunlarla mukavemet gösteriyorlar kanaatindedirler.

İsa Abdülkadir
***
Gençlik Rehberi’nin beraati münasebetiyle Camiü’l-Ezher Üniversitesi Türk talebelerinin tebrik mektubu
Mektup: Kahire’den 13.4.1952

Muhterem Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine,

Kalblerdeki imanı nurlandıran ve umumî nizamın direği, âhiret yolunun hakiki pusulası olan ve ilhamını Kur’ân-ı Kerîmden alan eserlerinizden Gençlik Rehberi adlı risaleniz suç teşkil ettiği iddiasıyla devam eden mahkemenizin beraat kararını ölçülmez sevinçlerimizle öğrendik. Siz mübarek Üstadımızı ve Demokrat Türk adliyesinin âdil hâkimlerini candan tebrik ediyoruz.

Hayatını İslâmiyetin sıhhati için vakfeden, Türk milletine hizmet etmeyi şeref addeden, asrımızda eşine tesadüf edilmeyen bir din mücahidi bulunan Üstadımız! Size, âlem-i İslâm ve insaniyet müteşekkirdir. Bizler, ufak bir zerresini ifade için, hürmetlerimizi, teşekkürlerimizi bildiriyor, mübarek dualarınızı talep ediyoruz. Allah sizden ve sizi sevenlerden razı olsun.

Camiü’l-Ezher (Üniversitesi) Türk talebeleri namına

Hacı Ali Kılıncalp


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 13.10.RİSALE-İ NUR VE HARİÇ MEMLEKETLER(DEVAMI)
İran’lı bir Nur talebesinin Üstad Bediüzzaman Hazretlerine bir mektubu

“Türkiye Cumhuriyetine tâbi Isparta’nın Barla nahiyesinde mukim pek muhterem, faziletmeab Bediüzzaman Hazretlerine takdim olunur.”

Pek muhterem, faziletmeap, Üstad-ı muhterem Bediüzzaman Hazretlerine,

Herşeyden evvel selâm ve hürmet-i mahsusumu takdim, sıhhat ve afiyette devamınızı Cenab-ı Kadîr-i Mutlak Hazretlerinden temenni ve niyaz eylerim. Lütfen ahvâl-i âcizânem istifsar buyurulursa, lehülhamd velminne, vücud-u fânim, baki İran’da, Rizaiye vilâyetine tâbi Mergivar mahallinde Dize karyesinde imrar-ı hayat etmekte olduğumu arz eylerim.

Bu geçen kırk yıl zarfındaki inkılâb-ı zaman dolayısıyla müstağrak olarak uzaklara düşmüş bulunmaklığım hasebiyle, sıhhat ve afiyetinizden bîhaber kalmış, daima vücud-u muhtereminizi soruşturmak, birinci emel ve arzularımdan idi. Cenâb-ı Hak Hazretlerine çok şükür, bugünlerde muhterem kardeşimiz Subay Tayyip İranlı vasıtasıyla sıhhat haberlerinizi aldığımdan son derece memnun ve mütehassis oldum. Kadîr-i Zülcelâl din-i Mübin-i İslâmın hizmet ve saadeti için sizi pek çok zaman lütuf ve himayesinde masun ve mahfuz buyursun. Âmin.

Kıymettar telifatınızdan Nur’un İlk Kapısı, Asâ-yı Mûsa, Rehberü’ş-Şebab ve diğer kitaplarınızın birçoğu, muhterem kardeşimiz vasıtasıyla elime geçti ve son derece memnun oldum. İnşaallah, bunlardan behreyab oluruz. Bu ilk mektubum olmak dolayısıyla fazla tasdî’den içtinapla hatime verir, sıhhat ve afiyetinize mübeşşer, sıhhat ve vücud-u muhtereminizin devamını Hâlık-ı Mutlaktan niyaz eylerim.

Lütufnamenizi alacağıma ümitvar, hazretlerinden temenni ve niyaz eylerim efendim.

Merhum Seyyid Abdülkadirzâde, muhibbiniz

Seyyid Abdullah

***
Suriyeli küçük bir Nur talebesinin Üstad Bediüzzaman Hazretlerine gönderdiği mektup

22 Şevval 1373

Fahrü’l-İslâm Üstad-ı Âzam Bediüzzaman Hazretlerine,

Kemal-i ihtiramla hâk-i pâ-yi zât-ı âlilerinize yüzümü ve gözümü sürerek öperim. Altı yaşındayım, Ramazan-ı Şerifin yirmi altıncı gününde Kur’ân-ı Kerîmi hatmettim. Suriye’de en küçük bir Nur talebesiyim. Arkadaşlarımdan on bir talebe daha Kur’ân-ı Kerîmi hatmettiler. Hepimiz namaz kılıyoruz. Bu mektupla fotoğrafımı Urfa Nur talebeleri vasıtasıyla zât-ı maâl-i sıfat-ı âlilerinize gönderiyorum. Çok rica ederim, mübarek hatt-ı şerîfinizle fotoğrafın arka tarafına bana bir-iki cümle dua yazınız, tekrar fotoğrafımı iade buyurmanızı rica ederim. Pederim Abdülhâdi, hak-i pâ-yi âlilerinizden öper, dualarınızı talep eder.

Suriye Derbasiye nahiyesine tâbi

Âliye köyünde Nur talebelerinden

Hüseyin Abdülhadi

***
Risale-i Nur âlem-i İslâmda olduğu gibi, Avrupa’da da hüsn-ü kabule mazhar olmuştur. Risale-i Nur’un hüsn-ü kabule mazhariyetine nümune olarak Finlandiya’daki “Tampereen İslâmilaisen Sevrakume İmamı Habiburrahman Şakir”in iki mektubunu derc ediyoruz.
İmam Habibur Rahman Shakir
الامام حبيب الرحمن شاكر،
(Tampereen İslamilaisen seurakunnan imaami)
امام المحلة الاسلامية في تامبري،
Adres: Tampere – Finland
Vellamonkatu 21

القائم بتبليغ الدعوة الاسلامية بفيلانده.

Pek muhterem kardeşim,
وَعَلَيْكُمُ السَّلاَمُ وَرَحَمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتَهُ

Hediye olarak gönderdiğiniz pek kıymetli eser, yani el-Mesneviyyü’l-Arabî min Risaleti’n-Nur isimli kitabı aldım. Bu münasebetle, cenabınıza teşekkürlerimi bildiriyorum. Allah-ı Kerîm, her dileğinizi atâ eylesin diye dua ediyorum.

Benim için bu kıymetli hediyeniz çok müfid olacak ve benim tebliğ işlerimde daha yardım edecektir, inşaallah. Size de daima ecir ve sevabı erişip duracağında, sadaka-i câriye kabilinden olacağında elbette şüphe yoktur.

Kitabın müellifi Said Nursî Hazretlerini de bize tanıtmanızı rica ederim. Hürmet ve selâmlarımla.

Habiburrahman Şakir

Lügatler :
ahvâl-i âcizâne : bir tevazu ifadesi olarak “Allah’ın âciz ve zavallı bir kulu olarak sağlık durumum, halim” mânâsında bir ifade
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
Allah-ı Kerîm : sınırsız ikram, lütuf, ihsan ve cömertlik sahibi Allah
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
arz etme : söyleme, ifade etme
Asâ-yı Mûsa : Mûsâ’nın (a.s.) Asâsı anlamına gelen Risale-i Nur Külliyatı’nda yer alan bir eser

atâ eyleme : bağışlama, ihsan etme
baki : kalan, devam eden
behreyab olma : pay sahibi olma, hisse alma
bîhaber : habersiz
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Cenâb-ı Kadîr-i Mutlak : nihayetsiz kuvvet ve kudret sahibi, şeref ve azamet sahibi olan Cenâb-ı Allah cenap
: taraf, yön; büyüklük ve hürmet maksadıyla söylenen saygı ifadesi
derc etme : yerleştirme
din-i Mübin-i İslâm : hak ve hakikati açıklayan İslâm dini

ecir : sevap, iyilik
el-Mesneviyyü’l-Arabî min Risaleti’n-Nur : Risale-i Nur Külliyatı’nda yer alan Arapça olarak kaleme alınan Mesnevî-i Nuriye adlı eser
emel : arzu, istek

Fahrü’l-İslâm : İslâm dünyasının iftihar vesilesi, övünç kaynağı
faziletmeab : çok faziletli, erdemli, üstün özelliklere sahip

hâk-i pâ-yi âlileriniz : mübarek ve yüce zatınızın ayağının tozu, toprağı
hâk-i pâ-yi zât-ı âlileriniz : mübarek ve yüce zâtınızın ayağının tozu, toprağı
Hâlık-ı Mutlak : bütün kâinatın sınırsız güç ve kudretiyle mutlak yaratıcısı olan Allah
hasebiyle : dolayısıyla, itibariyle

hâtime : sonuç
hatmetme : tamamlama, bitirme
hatt-ı şerîfiniz : şerefli yazınız, kendi mübarek hattınız, el yazınız
hazret : saygıdeğer (saygı ve yüceltme maksadıyla kullanılan bir ifade)
himaye : koruma
hürmet-i mahsus : özel saygı ve hürmet

hüsn-ü kabul : güzel bulunma, iyi şekilde kabul edilme; güzel karşılanma
içtinab : kaçınma, çekinme
imrar-ı hayat etme : hayat sürme, yaşama
inkılâb-ı zaman : zamanın değişimi; yönetimdeki değişim süreci
inşaallah : Allah izin verirse

İslâmilaisen Sevrakume : Müslüman mahallesi, Müslümanların oturduğu bölge, yer
istifsar buyurulma : sorulma, bir durum hakkında açıklama istenme

kabil : tür, benzer, gibi
Kadîr-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve kudreti her şeyi kuşatan Allah
karye : köy

kemâl-i ihtiram : kusursuz ve mükemmel saygı, hürmet
kıymettar : kıymetli, değerli
lehülhamd ve’l-minne : ezelden ebede her türlü hamd ve minnet Allah’a mahsustur
lütuf : iyilik, ihsan

lütufname : hoş, güzel yazı, mektup; bir saygı ve hürmet ifadesi olarak saygın bir zatın cevap olarak yazmış olduğu yazıya verilen isim
mahal : yer, mekân
masun ve mahfuz buyursun : sağlam bir şekilde korusun ve muhafaza etsin

mazhar : erişme, nail olma
mazhariyet : bir nimete nail olma, erişme
muhib : seven, dost
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
mukim : ikamet eden, oturan

mübeşşer : müjdelenmiş, kendisine müjdeli haber verilmiş
müellif : telif eden, kitap yazan
müfid : faydalı, yararlı
müstağrak : dalmış, bir şeyle meşgul olup dalma
mütehassis olma : duygulanma, hislenme
nahiye : bucak
niyaz : dua, yalvarıp yakarma
Nur’un İlk Kapısı : Üstad Bediüzzaman tarafından “Risale-i Nur’un bir fihristesi, bir listesi ve bir çekirdeği” olarak isimlendirilen ve 1925 yılında sürgün edildiği Burdur’da yazılan bir eser

nümune : örnek, misal
peder : baba
Ramazan-ı Şerif : şerefli Ramazan ayı
Rehberü’ş-Şebab : Gençlik Rehberi; gençlere hak ve doğru yolu göstermek ve onları inançsızlık tehlikelerinden korumak için Risale-i Nur’dan derlenen bir eser
saadet : mutluluk

sadaka-i câriye : sürekli hayra sebep olan ve sevabı öldükten sonra da yazılmaya devam eden sadaka
Şevval : Hicrî ayların onuncusu
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
tâbi : bağlı
takdim : sunma

tasdî : baş ağrıtma, rahatsız etme
tebliğ : bildirme, ulaştırma
telifat : telifler; yazılmış eserler
temenni : dileme, isteme

ümitvar : ümitli
Üstad-ı Âzam : en büyük Üstad
Üstad-ı muhterem : muhterem, saygıdeğer Üstad; Bediüzzaman Said Nursî
vilâyet : il
vücud-u fâni : geçici, ölümlü varlık, beden
vücud-u muhterem : saygıdeğer ve hürmete lâyık varlık; değerli şahsiyet
zarfında : içinde

zât-ı maâl-i sıfat-ı âli : yüksek vasıf ve niteliklerin sahibi olan şerefli, yüce zât





--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 13.11.RİSALE-İ NUR VE HARİÇ MEMLEKETLER(DEVAMI)
Risale-i Nur’un Avrupa’daki intişarı ve hüsn-ü kabule mazhariyetine nümune olarak Findandiya’daki Nur talebesi Habiburrahman Şakir’den gelen diğer bir mektup.
Vellamonkatu 21

12/2/1958


Çok muhterem kardeşlerim,
وَعَلَيْكُمُ السَّلاَمُ وَرَحَمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتَهُ

Göndermiş olduğunuz inayetnamenizi ve dört tane risale İhlâs, Zeylü’l-Hubab, “Risale-i Nur hakkında Müellifine gönderilen bir mektup”, “Risale-i Nur Hakkında Verilen Konferans”ları aldım. Teşekkürlerimi takdim ederim efendim.

Evet, büyük Üstad Said Nursî Hazretleri, zamanımızın büyük dâhilerinden ve Allah’ın en büyük sevgili bendelerinden olduğunda asla şüphemiz yoktur. Belki, bu zata 14. asrın müceddidlerinden deyip itikad etsek bile mübalâğa etmiş olmayacağız. Hamdler olsun Allah Hazretlerine ki, Türk Milleti hazinelerinden zuhur etmiş bu cevheri, inkılâp dolaganlarında gark olup zayi olmasından zamanımıza kadar sakladı; asrımızı, bu zatın vücudu ile ziynetledi. Mûsâ Peygamberi Firavunun eteğinde beslediği gibi, bu zat-ı mübareki de dinsiz zalimler meyanında cefalar içinde besledi. Geleceklerde de selâmetlikle uzun seneler yaşamasını bir Allah’tan temenni ederiz. Üstad Bediüzzaman hakkında bizim akidemiz budur.

Mümkün olursa, bizim tarafımızdan huzurlarına arz-ı ihlâsımızı, gaibane muhabbetimizi bildirseniz ve özünden bizim için hayır dualarını vekâleten rica etseniz diye ricada kalıyoruz. Hürmet ve selâmlarla.

Muhlis dinî, millî kardeşiniz

Habiburrahman Şakir

***
Sorbon Üniversitesi İslâm ve Roma Mukayeseli Hukuk Kürsüsü Profesörü ve Paris İslâm Kültür Merkezi Fahrî Başkanının Üstad Bediüzzaman Hazretlerine Yazdığı Mektup
21 Cemaziyelahir 1377

İslâmbol


Allah Yolunda Mücahid Muhterem Hazret-i Üstad,

Allah size uzun ömür ihsan eylesin. Göndermiş olduğunuz kıymetli hediyeniz olan kitabınızı ve selâmınızı alarak teşekkür ettim. Allah size selâmet versin. Kıymetli yüksek eserlerinizden istifadeye muvaffak kılsın.

Eskiden beri sizin yüksek vasıflarınızı ve büyük mücahedenizi işitirdim ve daima da işitmekteyim. Allah, birbirinden uzak olanları kavuşturucudur. Bizleri, sevgi ve rızasını kazanmakta muvaffak kılsın. Bu fakir ve zelil kul, yüksek ve aziz olan siz Kur’ân hâdimine teşekkürlerini arz eder.

Dr. Muhammed Hamidullah

Washington’daki İslâm Cemiyetinin ve İslâm Kültür Merkezinin Genel Sekreteri Dr. Muhammed Habilullah’tan, Irak’taki Nur talebesi Ahmed Ramazan’a gelen mektup.

Washington İslâm Kültür Merkezine hediye etmek lûtfunda bulunduğunuz Bediüzzaman Said Nursî’nin Hutbetü’ş-Şamiye ve Risale-i Nur Mizanları adlı kitaplara mukabil halis teşekkürlerimin kabulünü rica ederim.

Tekrar tekrar teşekkürlerimi arz eder, iyi ve saadetli günler dilerim.

İslâm Kültür Merkezi Genel Sekreteri el-Muhlis

Dr. Muhammed Habilullah


Lügatler :
akide : inanç
arz etme : söyleme, ifade etme
arz-ı ihlâs : samimiyeti ve içtenliğini sunma

aziz : çok değerli, izzetli, saygın
bende : hizmetkâr, hizmetçi, kul
cefa : eziyet, sıkıntı

Cemaziyelahir : Hicrî takvime göre altıncı aya verilen isim
cevher : maden, kıymetli taş
dâhi : dehâ sahibi, üstün zekâ ve hikmet sahibi
dolagan : dolap, dehliz

fakir : muhtaç, yoksul anlamına gelen ve tevazu için kullanılan bir ifade
gaibane : görmeyerek, gaybî olarak
gark olma : boğulma

hâdim : hizmetçi, hizmet eden
halis : katıksız, saf
hamd : minnet, övgü ve şükür

Hazret-i Üstad : Bediüzzaman Said Nursî
Hutbetü’ş-Şamiye : Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin 1909 yılında Şâm Emevi Camii’nde irad ettiği, İslâm dünyasının maddî ve manevî hastalık, geri kalma gibi sebep ve çarelerini anlattığı bir hutbeyi içeren kitap
hüsn-ü kabul : güzel bulunma, iyi şekilde karşılanıp kabul edilme
İhlâs Risalesi : Lem’alar isimli eserde yer alan Yirmi Birinci Lem’a

ihsan eyleme : ikram etme, bağışlama
inâyetname : Allah’ın yardım ve inayetine mazhar olmaya, Kur’ân ve iman hakikatlerini anlamaya vesile olacak mektup, yazı
inkılâp : değişim, dönüşüm
intişar : yayılma
itikad etme : kabul edip inanma

lûtf : iyilik, bağış
mazhariyet : bir nimete nail olma, erişme
meyan : ara
muhabbet : sevgi
muhlis : samimi, ihlâslı, içten
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer

mukabil : karşılık
muvaffak kılmak : yardım ederek başarılı olmayı sağlamak
mübalâğa etme : abartma, aşırı gitme

mücahede : cihad etme, din uğrunda çaba harcama
mücahid : cihad eden, din uğrunda çaba harcayan
müceddid : yenileyici; sahih hadis ile her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren Peygamber vârisi olan büyük âlim ve velî zât
müellif : telif eden, kitap yazan
nümune : örnek, misal
risale : kitap, mektup; Risale-i Nur’dan her bir bölüm

Risale-i Nur Mizanları : Risale-i Nur ölçüleri; Risale-i Nur içinde iman ve küfür meselelerine dair karşılaştırma ve değerlendirmelerin yapıldığı konulardan derlenen İman ve Küfür Muvazeneleri isimli eser
saadetli : mutlu
selâmet : esenlik, güven
takdim : sunma
temenni : dileme, isteme
vekâleten : vekil olarak
vücud : varlık, beden
zât-ı mübarek : mübarek, hayırlı zât
zayi olma : kaybolup gitme

zelil : aşağı, seviyesi düşük anlamına gelen ve tevazu için kullanılan bir söz
Zeylü’l-Hubab : Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer alan bir bölüm
ziynet : süs
zuhur : ortaya çıkma, görünme


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 13.12.RİSALE-İ NUR VE HARİÇ MEMLEKETLER(DEVAMI)
Yunanistan’da Risale-i Nur’un neşriyatını yapan ve yüzlerce Nur talebesi yetiştiren bir zatın Türkiye’deki Nurcu kardeşlerine yazdığı mektup.

Din ve imana hâdim (hizmet edici), şirk ve küfrü hâdim (yıkıcı) pek aziz kardeşlerim Abdullah, Hüsnü, Abdülkadir, Mehmed ve Süleyman Nurdaşlarım,

Evvelâ: Pek samimî ve hâlisane yazılan mektubunuzu alarak derecesiz memnun oldum. Muhlis beyanlarınız ve derunî tebrikleriniz, hep coşkun dinî aşkınızdan ve has nura müstağrak ruhunuzdan doğma olduğundan, o Nurun elektrizasyonuyla münevver kalbleri tehyic ve temevvüce düşürmemek mümkün değildir. Onun için, selâm ve muhabbetlerinize mukabil selâm ve meveddetlerimiz bîpâyan olduğu gibi, bu rabıta ve iştiyakla da sizleri kucaklar ve İslâmî hasret ve saffetle gözlerinizden öperim.

Saniyen: Gönderilmesine lûtfettiğiniz Hutbe-i Şamiye, Şekvâ ve sair mahkeme kararı ile mektuplar melfufatını alarak fevkalhad memnun oldum. Bunun cevabını vermek üzere iken, Kerkük’ten Ahmed Ramazan kardeşimizden gönderilen Sözler mecmuasını aldım. Onun içinde bînihaye tahassüslerle meşhun-u mesâr oldum. Ona da şimdi sizinle beraber teşekkür babında mektup yazıyorum. Bu memnuniyet ve teşekkürlere dahi cemaatimizin bütün efradı iştirak ederek hepinizi selâmlar ve aziz Nurdaşlarıyla kardaşlanırlar…

Gerek ben ve gerekse bütün ihvanımız Üstad Hazretlerine bağlılığı şöyle telâkki ediyoruz: Âfak ve enfüsten müstedlel âyât-ı bînihâyeyi en iyi tefsir edecek bir insan-ı kâmile her asır muhtaçtır. Asrımızda şark ve garpta fâzıl ve muktedir çok ulema yok değildir; fakat fâni menfaatlerden mütecerrid, sırf nur-u Bâkî ile
mütenevvir ve mütelezziz gavs-ı ferid makamında en ziyade bir mutemede ihtiyaç vardır. Bu evsaf-ı mebhuse ile Üstad-ı Kebir muttasıf olduğundan zamanımızın kutbu mesabesindedir. Ona tebaiyet, tam uyulmaya lâyık bir muktedâbihe iktida mânâsındadır. Zamanın müceddidi imam-ı kübrâsı fetrete uğradığına göre, böyle bir mürşid-i âzama merbutiyet vâcip derecesine varmıştır. İşte bu sâika, bizi ve onları düşünmeye bile sevk etmeden Üstad-ı Kebire raptediyor. Bunu yapan, onlardaki iman bağının, kedisinde mevcut bulunan nur-u aslînin, nur kaynağının merkez sıkletindeki cazibe kuvvetine incizap ve incilâbıdır. Bunlar, bu eserleri şimdi mütalâa ve müzakere etmekle, tahsilleri az zamanda bazısının derhal husuliye münkalib olmaktadır. Yani, derhal Nur mevzuunu idrak kabiliyetiyle mütefeyyiz oluyorlar.
[SUP]2[/SUP]هٰذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبِّى
[SUP]1[/SUP]هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى


Onun için, fazl ve rahmetine karşı ne kadar hamd ü senâ edilse azdır…

Bu hizmette muvaffak olmak için, sizin bin bir müşkülâtla ikazkâr ve irşadkâr hareketleriniz gibi yıkılmaz ve sarsılmaz azim ve metanetler lâzımdır. İnşaallah, her ufukta, her kuturda böyle çalışması İslâmiyetin halâs-ı umumisini mucip ve müntic olacaktır.

Hafız Ali
[h=3]Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :[/h] [SUP]1[/SUP] : Bu Rabbimin bir ihsanıdır.
[SUP]2[/SUP] : Bu Rabbimden gelen bir rahmettir.


Lügatler :
afak : ufuklar; dış dünya, gözle görülen âlemler
âyât-ı bînihâye : nihayetsiz âyetler, sonsuz deliller
aziz : çok değerli, izzetli
bînihaye : nihâyetsiz, sonsuz
bîpâyan : sonsuz, tükenmez

cazibe : çekim gücü
derunî : içle ilgili, içten
efrad : fertler, bireyler
elektrizasyon : elektrik vererek aydınlatma
enfüs : nefisler, ruhlar; kişinin kendi iç âlemleri, kalp ve ruh dünyaları

evsaf-ı mebhuse : sözü edilen, bahsi geçen vasıflar, nitelik ve özellikler
fâni : geçici olan, ölümlü
fâzıl : faziletli, değerli

fazl : ihsan, lütuf, yardım
fetret : ara, duraklama
fevkalhad : haddin, sınırın üstünde
Garp : Batı

gavs-ı ferid : eşsiz, eşi olmayan gavs; velilerin başında bulunan en büyük veli
hâdim : hizmetçi, hizmetkâr

halâs-ı umumi : umumî, genel kurtuluş
hâlisane : samimî, içten bir şekilde

hamd ü senâ : şükretme ve övme
has : özel

husul : meydana gelme, olma
Hutbetü’ş-Şamiye : Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin 1909 yılında Şâm Emevi Camii’nde verdiği İslâm dünyasının maddî ve manevî hastalığı, geri kalması gibi meselelerin sebep ve çarelerini anlattığı bir hutbeyi içeren kitap

idrak : anlayış, kavrayış
ihvan : kardeşler

ikâzkâr : uyarıcı, dikkat çeken
iktida : uyma
imam-ı kübrâ : büyük imam
incilâb : celb edilme, çekilme
incizap : bir şeyin çekiciliğine kapılma
insan-ı kâmil : mükemmel, faziletli ve olgun insan

inşaallah : Allah izin verirse
irşadkâr : irşad eden, doğru ve hak yolu gösteren
iştirak : katılma
iştiyak : çok kuvvetli arzu ve istek

kabiliyet : yetenek
kutup : önder, rehber
kutur : çap
küfr : inançsızlık, inkâr
lûtfetme : ikram etme, sunma
mecmua : kitap
melfufat : ilişik yazılar; kağıt, mektup ve sair evrak
menfaat : yarar, fayda

merbutiyet : bağlı olma, bağlılık
mesabe : derece, konum
meşhun-u mesâr olma : sevinçle dolma, mutlu olma

metanet : sağlamlık, kararlılık
meveddet : sevgi, muhabbet

mevzu : bahis, konu
mucip : birşeyi gerekli kılan, gerektiren
muhabbet : sevgi
muhlis : samimi, ihlâslı, içten
mukabil : karşılık

muktedâbih : kendisine uyulan, örnek alınan imam, önder
muktedir : ehliyet sahibi, ilmî açıdan güç ve iktidar sahibi

mutemed : güvenilir
muttasıf : vasıflanmış, nitelenmiş
muvaffak : başarılı
müceddid : yenileyici; sahih hadis ile her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren Peygamber vârisi olan büyük âlim ve velî zât
münevver : aydın, aydınlanmış

münkalib : tersine dönen, değişen
müntic olma : netice verme, sebep olma
mürşid-i âzam : hak ve doğru yolu gösteren en büyük mürşit, rehber
müstağrak : dalmış, kendinden geçmiş
müstedlel : bir delil ile ispat edilmiş, delilli

müşkülât : zorluklar
mütalâa : dikkatle okuma, inceleme
mütecerrid : tecerrüt eden, sıyrılan; dünya işlerinden vazgeçip Allah’a yönelmiş

mütefeyyiz : feyizlenen, feyiz alan, ilim ışığıyla aydınlanan
mütelezziz : lezzet alan, lezzetlenen
mütenevvir : nurlanan, parlayan
müzakere : karşılıklı fikir alışverişi yapma
neşriyat : yayma, yayım

nur-u aslî : asıl nur, gerçek aydınlatıcı nur ve ışık
nur-u Bâkî : Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden ve dilediği varlığa bekâ veren, onları sonsuz ve kalıcı hale getiren Allah’ın nuru
rabıta : bağ, alâka

raptetmek : bağlamak
saffet : safilik, halislik

sâika : sevk edici, sebep, gerekçe
sair : diğer, başka
saniyen : ikinci olarak

sevk etme : yöneltme
sıklet : ağırlık
Şark : Doğu
şirk : Allah’a ortak koşma
tahassüs : hislenme, duygulanma

tahsil : ilim öğrenme
tebaiyet : tabi olma, uyma
tefsir : açıklama, yorumlama
tehyic : heyecanlandırma, harekete geçirme
telâkki : anlama, kabul etme
temevvüc : dalgalanma
ulema : âlimler

Üstad-ı Kebir : Büyük Üstad; Bediüzzaman Said Nursî
vâcip : zorunlu




 
Üst