Tarihçe-i hayat dersleri 8.70.emirdağ hayatı(devamı)

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
8.70.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Yedincisi:
Bu sırada, dahilde, o kadar dahilî-haricî heyecanlı parti cereyanları varken ve bundan tam istifade etmek, yani mahdut birkaç arkadaşına bedel binler diplomatları kendisine tarafdar kazanmak için zemin hazırken, sırf siyasete karışmamak ve ihlâsına zarar vermemek ve hükûmetin nazarını kendine celb etmemek ve dünya ile meşgul olmamak için, arkadaşlarına yazıp, “Sakın cereyanlara kapılmayınız, siyasete girmeyiniz, âsâyişe dokunmayınız” dediği ve iki cereyan bu çekinmesinden ona zarar verdikleri, eskisi evhamından, yenisi de “Bize yardım etmiyor” diye ona çok sıkıntı verdikleri halde, ehl-i dünyanın dünyalarına hiç karışmayıp kendi âhiretiyle meşgul olan bir biçarenin, âhiret meşguliyetine bu kadar ilişmeye hangi kanun müsaade ediyor?

Bu vatana, millete ve ahlâka çok zararlı olan dinsizlerin kitaplarının intişarına ve komünistlerin neşriyatlarına serbestiyet kanunu ile ilişilmediği halde, üç mahkeme medâr-ı mes’uliyet olacak, içinde hiçbir maddeyi bulmayan, millet ve vatanın hayat-ı içtimaiyesini ve ahlâkını ve âsâyişini temine yirmi seneden beri çalışan ve bu milletin hakikî nokta-i istinadı olan âlem-i İslâmın uhuvvetini ve bu millete dostluğunu iade ve takviyesine tesirli bir surette çabalayan ve Diyanet Riyasetinin uleması tenkit niyetiyle, Dahiliye Vekilinin emriyle üç ay tetkikten sonra tenkit etmeyerek tam kıymetini takdir edip, “kıymettar eser” diye Diyanet kütüphanesine konulan Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ gibi Nur eczalarını evrak ı muzırra gibi toplayıp mahkeme eline vermeye acaba hiçbir kanun, hiçbir vicdan, hiçbir insaf, müsaade eder mi?

Sekizincisi: Yirmi sene sıkıntılı ve sebepsiz bir nefiyden sonra serbestiyet verildiği vakit, binler akraba ve ahbabı bulunan doğduğu memleketine gitmeyerek gurbeti, kimsesizliği tercih edip—tâ ki dünyaya ve hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete temas etmesin—ve çok sevaplı olan camideki cemaatin hayrını bırakıp, odasında yalnız oturmasını tercih eden, yani halkın hürmetinden çekinmek gibi bir hâlet-i ruhiyeyi taşıyan ve yirmi sene hayatının şehadetiyle, yüz binler kıymettar Türk zatların tasdikiyle, bir dindar müttakî Türkü, lâkayt çok Kürtlere tercih eden, hattâ mahkemede Hâfız Ali gibi kuvvetli imanı bulunan Türk kardeşlerini yüz Kürde değiştirmediğini ispat eden ve hürmet ve ihtiram görmemek için zaruret olmadan halklarla görüşmeyen ve camie gitmeyen ve kırk seneden beri bütün kuvvetiyle ve âsârıyla İslâmiyetin uhuvvetine ve Müslümanların birbirine muhabbetine çalışan ve şedid düşmanına karşı menfî hareket etmeyen ve hattâ onunla meşgul olmayarak, bedduayı dahi etmeyen bir adam hakkında, resmî lisanla ihanet için bir propaganda yapmak, dostlarını ürkütmek için “O Kürttür, siz Türksünüz; o Şâfiîdir, siz Hanefîsiniz” deyip halkları ürkütüp, ondan çekindirmeyi hangi maslahat, hangi kanun müsaade eder?

Dokuzuncusu: Çok mühimdir, kuvvetlidir. Fakat siyasete temas ettiği için sükût ediyorum.

Onuncusu: Bu da hiçbir kanun müsaade etmediği ve hiçbir maslahat bulunmadığı halde sırf mânâsız evhamdan ve bir habbeyi kubbeler yapmaktan ibaret hiçbir kanuna girmeyen bir taarruzdur. Buna da mesleğimizce bakamadığımız siyasete temas etmemek için sükût ederek böylece on vecihle kanunsuz muamelelere karşı yalnız [SUP]1[/SUP] حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ deriz. Said Nursî
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1
: “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
[SUP] Lügatler :
[/SUP]
ahbab
: dostlar, sevilenler
âsâr : eserler
bayraktar : bayrak taşıyan, temsilci
ecza : cüzler, parçalar
evham : kuruntular, şüpheler
evrak-ı muzırra : zararlı evraklar, yayınlar
habbeyi kubbe yapmak : küçük bir meseleyi abartarak olduğundan büyük göstermek
hakikî : asıl, gerçek
hâlet-i ruhiye : ruh hâli
hayat-ı içtimaiye ve siyaset : sosyal ve siyasî hayat
ihanet : haksız yere hakaret etme, aşağılama
ihtiram görmek : hürmet edilmek, saygı gösterilmek
insaf : merhamet ve adâlet dâiresinde hareket, vicdan
lâkayt : dinin emirlerine uymada titiz olmayan, umursamaz
maslahat : fayda, gaye
menfî : olumsuz, yıkıcı
muamele : davranış
müttakî : Allah’tan korkup Onun emir ve yasaklarına titizlikle uyan
nefiy : sürgün
propaganda : bir düşünceyi başkalarına tanıtma, benimsetme ve yayma amacıyla söz, yazı gibi yollarla gerçekleştirilen çalışma
suret : şekil
sükût etmek : sessiz kalmak, susmak
şedid : şiddetli
şehadet : şahit olma, tanık olma
taarruz : saldırı
takdir etmek : değer verme, kıymet bilmek, değerlendirmek
takviye : kuvvetlendirme
tasdik : doğrulama, onaylama
temas etmek : dokunmak, değmek; bahsetmek
tenkit : eleştiri
tetkik : inceleme, araştırma
ulema : âlimler
vecih : yön
zaruret : zorunluluk, mecburiyet
Zülfikar : Risale-i Nur’dan, Kur’ân’ın mu’cizeliğine ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mu’cizelerine dair bahislerin toplandığı bir eser
[SUP]  
[/SUP]
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
8.71.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
[SUP] 1
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, sıddık kardeşlerim,
[/SUP]

Evvelâ: Nurun ehemmiyetli mecmualarını Mekke-i Mükerremeye götürüp gayet büyük bir Hindli âlim Ahmed Ali Şimşirî’ye teslim edip, hem Hintçe tercüme etmeye ve hem de Hind’e de göndermeye teminat alan Nur’un ehemmiyetli kahramanlarından kardeşimiz Hâfız Mustafa’ya binler bârekâllah ve mâşaallah ve es’adekâllah deriz. Medresetü’z-Zehra, Mekke-i Mükerremedeki o büyük zâtla muhabere etsin.
Saniyen: Bu defaki hâdisede, bir habbeyi, evham yüzünden çok kubbeler yaptıklarını öğrendik. Bir emaresi de şudur:
Dâhiliye Vekilinin emriyle gece içinde Afyon Vâlisi, Emniyet Müdürüyle buraya gelip gecede menzilimi basmak istemişler. Müdde-i Umumî muvafakat etmediğinden, sabaha kadar bekleyip, en ziyade aleyhimizde bulunan iki adamı tayin edip, kilidimi kırıp füc’eten baskın vermeleri; hem aynı gün (HAŞİYE) faytonla çıktığım vakit, burada emsali vuku bulmayan bir şekilde beş tayyare pek aşağıda uçup benim faytonumu bildikleri için etrafımda iki üç defa dönmeleri, ikinci gün başka bir tarafa, çok görünmeyen gizli bir dere tarafına faytonla giderken, aşağıda uçan beş tayyarenin birşey arıyor gibi döndüklerini gördük, anladık ki, bizi arıyorlar. Yine aynen evvelki gün gibi, o beş tayyare etrafımızda, kasaba üstünde gezip, odamıza girdiğimiz zaman onların da gitmeleri kuvvetli bir emaredir ki, bir habbe yüz kubbe yapılmış. Burada böyle mânâsız, evham yüzünden bana eziyet verilmesi ve Medresetü’z-Zehranın kahramanlarına buraya nisbeten bu üç senede on dereceden yalnız bir derece eziyet verilmek cihetiyle, Isparta hükûmetine ve adliyesine teşekkürümü ve minnettarlığımı ve onların verdiği eziyetleri de helâl ettiğimi bildirirsiniz. Said Nursî
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1
: Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
(HAŞİYE) : Evet, buradaki Nur şakirtleri namına tasdik ediyoruz, hâdise aynen vuku buldu. Evet Terzi Mustafa Evet İsmail Evet Mustafa Evet Hizmetkârı Nuri Evet Hayri Evet Halil
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
8.72.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Heyet-i Vekileye ve milletvekilleri riyasetine cüz’î, fakat ehemmiyetli bir maruzatımdır


Otuz seneden beri hayat-ı siyasiyeden çekildiğim halde, bu sırada bir defaya mahsus olarak, vatanî ve millî ve âsâyişî bir meseleyi beyan ediyorum. Şöyle ki:

Çok emârelerle kat’î kanaatimiz geldi ki, anarşilik hesabına bana ve bu Emirdağı kasabasına ve dolayısıyla bu vatana bir suikast var ki, bir habbeyi kubbeler ve bir sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmayan bir hâdiseyi dağ gibi gösterip, sükûnete muhtaç olan bu vatanda beni bahane edip, anarşilik hesabına ve bir ecnebî plânıyla bize, yani biçare vatandaşlarımızı idam-ı ebedîden ve şübehat-ı uhreviyeden kurtarmaya çalışan Nur şakirtlerine, bütün bütün kanunsuz ve keyfî hücum edildi. Pek zahir bir garaz ile, evham yüzünden, baruta ateş atmak gibi, bu vatana ve âsâyişe beni bahane edip suikast edildi. Şöyle ki:

Üç mahkeme, yirmi senelik mektuplarımı ve kitaplarımı ve hallerimi inceden inceye tetkikten sonra bize ve kitaplarıma beraat verdiği halde; ve üç seneden beri telifatı terk ettiğim ve haftada ancak bir mektup yazabildiğim ve mecbur olmadan herbiri bir gün nöbetle zarurî hizmetimi yapan üç-dört terzi çırağından başka kimseyi kabul etmediğim halde; ve serbestiyet verildiği ve memleketime gitmediğim halde, hiç ömrümde görmediğim bir tarzda ve resmî bir surette beni hiddete getirip bir hâdise çıkarmak için, tahkir ve ihanet kastıyla, kanunsuz ve garazla, beni taharri ile kapımın kilidini kırıp, Kur’ân’ımı ve Arabî levhalarımı evrak-ı muzırra gibi alıp götürmekle beraber, adliyenin mühim bir memuru, resmen buradaki memurlara âmirâne demiş ki: “Said’i iki jandarma ile teşhir suretinde çıkarıp, zorla başına şapka giydirip öylece ifadeye getirmeliydiniz. Hem ona yanaşanları tutunuz” diye, ehemmiyetli bir mecliste ve ayn-ı hakikat olan ifademi okudukları vakit söylemiş. Bunda şek ve şüphe kalmadı ki, beni tahkir ve ihanet edip, hiddete getirip, âsâyişi bozmak garazı tâkip ediliyor.
Lügatler :
âmirâne
: emrederek
Arabî : Arapça
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunma durumu, güvenlik
ayn-ı hakikat : hakikatin, gerçeğin kendisi
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
beyan etme : açıklama, izah etme
biçare : çaresiz
cüz’î : küçük, ferdî
ecnebî : yabancı
emâre : alâmet, belirti
evham : kuruntular, şüpheler
evrak-ı muzırra : zararlı evraklar, yayınlar
garaz : kötü kasıt
habbeyi kubbe yapmak : küçük meseleleri abartarak olduğundan büyük göstermek
hâdise : olay
hayat-ı siyasiye : siyaset hayatı
Heyet-i Vekile : vekiller heyeti; Bakanlar Kurulu
hiddet : öfke
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuza kadar yok oluş
ihanet : haksız yere hakaret etme, aşağılama
kanaati gelme : razı olma, inanma
kast : amaç, hedef
kat’î : kesin bir şekilde
levha : yazılı şey; tablo
mahsus : has, özel
maruzat : bilgi veya dilak erz etme, arz edilen şeyler
meclis : topluluk
riyaset : başkanlık
serbestiyet : serbestlik
suikast : kötü niyet, kötü niyetle iş yapma, zarar verme
suret : biçim, görünüş
sükûnet : durgunluk, rahatlık
şakirt : öğrenci, talebe
şek : şüphe
şübehat-ı uhreviye : âhiretle ilgili şüpheler
taharrî : araştırma, inceleme
tahkir : aşağılama, hakaret etme
telifat : yazılmış kitaplar, eserler
teşhir : sergileme
tetkik : inceleme, araştırma
zahir : açık, görünen
zarurî : zorunlu
 
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
8.73.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, binler haysiyet ve şerefimi bu vatandaki biçarelerin istirahatine ve onlardan belâların def’ine feda etmek için bana bir hâlet-i ruhiyeyi ihsan eylemiş ki, ben de, onların yaptığı ve niyetinde bulundukları tahkirat ve ihanetlere karşı tahammüle karar vermişim. Bu milletin âsâyişine, hususan mâsum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve biçare hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlerine ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım…

İşte, sinek kanadını dağ gibi yaptıklarının bir emâresi şu ki: Benim gibi gurbette, hasta, ihtiyar, zaif, tek başına bulunan bir adam için, on gün zarfında beş defa Afyon Valisi ve Emniyet Müdürü ve iki defa Afyon Müddeiumumîsi benim için buraya gelmesi ve iki günde, herbir günde beş tayyare benim gezdiğim yerlerde beni nezaret altına alması ve beş polis hafiyesinin burada bana tarassut edenlere ilâve edilip, ahvâlimi tecessüs etmek için gönderilmesi ve postahanelere, bana ait mektupların müsaderesi için resmen emir verilmesi gösteriyor ki, Şeyh Said ve Menemen hâdisesinin on misli bir hâdiseyi evhamla düşünmüşler, habbeyi kubbe söylemişler ki, böyle bir vaziyet alıyorlar. Benim eski hayatımı zannedip, ihanetle hiddete gelecek tahmin etmişler. Bilâkis aldandılar. Biz, bütün kuvvetimizle anarşiliğe bir sedd-i Zülkarneyn gibi, bir sedd-i Kur’ânî tesisine çalışıyoruz. Bize ilişenler, anarşilik ve belki komünistliğe zemin ihzar ediyorlar.
Evet, eğer eski hayatım gibi, izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için hiçbir hakareti kabul etmemek olsaydı ve vazife-i hakikiyesi, sırf âhiret ve ölümün idam-ı ebedîsinden Müslümanları kurtarmak vazifesi olmasaydı ve bana ilişenler gibi sırf dünyaya ve menfî siyasete çalışmak olsaydı, on Menemen, on Şeyh Said hâdisesi gibi bir hâdiseye, o anarşilik hesabına çalışanlar sebebiyet vereceklerdi.
Hem, üç mahkeme ve yirmi senede kaç vilâyetin zabıtaları, kıyafetime kanunca ilişmedikleri ve mâzuriyetim ve inzivama binaen, tebdil-i kıyafetime hiçbir ihtar olmadığı halde, böyle keyfî, kanunsuz, cebren ahâli içinde başıma şapkayı giydirmeye çalışmak, kırk seneden beri bu vatanda, hususan iman-ı tahkikî dersinde kardeşâne alâkadar olan yüz binler adam, pek büyük bir heyecan içinde zemini hiddete getirip, emsalsiz ağlamaya vesile olacaktı.
Zaten ecnebî parmağıyla, güya hakkımda teveccüh-ü âmmeyi kırmak fikriyle damarlarıma dokunacak kanunsuz muamelelerin mezkûr maksat için yapıldığına, çok emârelerle kat’î kanaatimiz geldi. Fakat Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, benim gibi kabir kapısında, alâkasız, dünyadan usanmış, hürmetten, teveccüh-ü âmmeden kaçmış ve şân u şeref ve hodfuruşluk gibi riyakârlıklara hiçbir meyli kalmamış bir vaziyette iken, bunların bana karşı kanunsuz ihanetlerinin hiçbir ehemmiyeti kalmadı; Cenâb-ı Hakka havale ediyorum. Bana lüzumsuz evham yüzünden eziyet edenlerin yakında ölümle idam-ı ebediyeye giriftar olacaklarını düşünüp, hakikaten acıyorum. Yâ Rabbî, onların imanını Risale-i Nur’la kurtar! İdam-ı ebedîden, sırr-ı Kur’ân’la terhis tezkeresine çevir! Ben de onlara hakkımı helâl ediyorum.
Said Nursi
Bediüzzaman Said Nursî’nin ders ve irşadıyla hakikate ulaşan ve Nur hizmetinde çok kıymettar ve yüksek hizmetleri sebkat eden kahraman ve halis bir talebenin, Üstadın mâhiyetini tarif eden ayn-ı hakikat bir ifadesidir.

Bugünde, mele-i âlânın arzda medar-ı süruru,
Bugünde, sekene-i arzın mele-i âlâda medar-ı iftiharı,
Bugünde, Habibullahın medar-ı nazarı,
Bugünde, Müslümanlığın sertacı,

Bugünde, hak tariklerin şahı,
Bugünde, hakikatlerin imamı,
Hem bugünde mahbub-u Hüdâ,
Hem bugünde allâme-i asır.

Hem bugünde zulmetin nuru,
Hem bütün günlerde serdar-ı hidayet,
Hem Molla Saidü’n-Nursî.
Hem Bediüzzaman el-Fahrüddevranî...
Hüsrev
Lügatler :
âhiret
: öteki dünya; öldükten sonraki ebedî hayat
ahvâl : haller, durumlar alâkadar
: alâkalı, ilgili allâme-i asır
: asrın en büyük âlimi
arz : dünya
ayn-ı hakikat : gerçeğin ta kendisi Bediüzzaman el-Fahrüddevranî
: asrın iftihar vesilesi ve zamanın eşsiz güzelliği
biçare : çaresiz
bilâkis : aksine, tersine
binaen : dayanarak cebren
: zorla
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
def' : uzaklaştırma ecnebî
: yabancı
emâre : alâmet, işaret, nişan, iz, ipucu, belirti emsalsiz
: benzersiz
evham : kuruntular, şüpheler
giriftar olma : tutulma, yakalanma
güya : sanki
habbeyi kubbe yapmak : küçük meseleleri abartarak olduğundan büyük göstermek Habibullah
: Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)
hâdise : olay
hadsiz : sayısız, sınırsız
hafiye : gizli çalışan, casus hak tarik
: doğru yol
hakikat : gerçek, doğru
hâlet-i ruhiye : ruh hâli, psikolojik durum hâlis
: samimi, içten
havale etme : gönderme, bırakma
haysiyet : itibar, şeref hiddete getirme
: kızdırma
hodfuruşluk : kendini beyendirmeye çalışma
hususan : bilhassa, özellikle
hürmet : saygı
idam-ı ebediye : bütün sevdiklerinden sonsuza dek ayrılış; dönmemek üzere sonsuz yok oluş
ihanet : haksız yere hakaret edip aşağılamak
ihsan eyleme : bağışlama, ikram etme, verme ihtar
: hatırlatma, ikaz
ihzar : hazırlama iman-ı tahkikî
: sağlam, sarsılmaz bir iman
inziva : yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmama irşad
: doğru yolu gösterme
istirahat : rahat etme
izzet-i ilmiye : ilmin izzeti; ilmin gerektirdiği vakar, ağırbaşlılık kanaati gelme
: razı olma, inanma
kardeşâne : kardeşcesine, kardeş gibi
kat'î : kesin bir şekilde
keyfî : isteğe, arzuya göre kıymettar
: kıymetli, değerli mahbub-u Hüdâ
: Allah’ın sevgilisi
mâhiyet : nitelik, özellik, iç yüz
maksat : amaç, gaye
mâsum : günahsız, suçsuz
mâzuriyet : mazur olma, özürlülük medar-ı iftihar
: övünç kaynağı
medar-ı nazar : bakışları üzerinde toplayan
medar-ı sürur : sevinç ve neşe vesilesi
mele-i âlâ : melekler âlemi, en yüce meclis
menfî : olumsuz meyil
: arzu, istek
mezkûr : adı geçen
misil : kat, derece Molla Saidü’n-Nursî
: Bediüzzaman Said Nursî
muamele : davranış, iş
muhafaza etmek : korumak
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
müdde-i umûmî : savcı
müsadere : toplama, el koyma
nezaret : gözetim riyakârlık
: gösteriş
saadet : mutluluk
sebebiyet verme : neden olma sebkat
: geçme, ilerleme
sedd-i Kur’ânî : Kur’ân’ın yıkılmaz seddi, kalesi sekene-i arz : dünyalılar, yeryüzü sakinleri
serdar-ı hidayet : doğru yol kumandanı
sertac : baş tacı
sırr-ı Kur'ân : Kur’ân’ın sırrı
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tahammül : dayanma, katlanma
tahkirat : hakaret etmeler, hor görmeler, küçük görmeler
tarassut : gözetleme
tayyare : uçak
tebdil-i kıyafet : kıyafet değişikliği
tecessüs etmek : casusluk yapmak, gizlice araştırmak terhis tezkeresi
: görevin sona erdiğini gösteren belge
teveccüh-ü âmme : herkesin ilgisi ve sevgisi
uhrevî : âhirete ait
vazife-i hakiki : asıl, gerçek vazife
vaziyet : durum, hâl
vesile : sebep, aracı
vilâyet : il yâ Rabbî
: ey Rabbim; ey herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ım
zabıta : polis
zemin : uygun ortam; yer, dünya zulmet
: karanlık
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Erhan Patlak
ayrıntılar 07:57 (1 saat önce)

TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
8.74.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Merhum Hasan Feyzi’nin Risale-i Nur Hakkındaki Manzumesi
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

[SUP]1[/SUP]
وَمَاۤ اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
âyetinin veraset-i Ahmediye (a.s.m.) cihetinde, mânâ-yı işarî noktasında, bu asırda o Rahmeten li’l-Âlemînin bir ayinesi ve hakikat-i Kur’âniyenin bir hakikî tefsiri olan Risale-i Nur, o küllî rahmetin bir cilvesi, bir nümunesi olmasından, hakikat-i Muhammediyenin (a.s.m.) bir kısım evsafı, mânâ-yı mecâzî ile cüz’î bir vârisine verilebilir diye, bu parlak kasideye ilişmedim.

Yalnız hakikat-i Ahmediye (a.s.m.) âyinesinin farkına işareten bazı kelimeler ilâve edildi.

Said Nursî

Huzur bulur bugün seninle âlem,
Ey bu asırda rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!
Sürur bulur bugün seninle âdem,
Ey bir rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Bu hasta gönüller çoktan perişan,
Varsa sende eğer Lokman’dan nişan,
Bir şifa sun, gel, ey mahbub-u zişan,
Ey cilve-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Gelmez mi sonu bu uzun hicenin,
Geçmez mi gamı bu yaslı gecenin?
Zâri arttı, sabrı bitti nicenin,
Ey cilve-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Fahr-i Âlem, Arştan bu yere indi,
Şâh-ı Velâyet gelip Düldül’e bindi,
Zülfikar’a bugün, artık nur dendi,
Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Dertlere dermansın, mahbub-u cansın,
Hem câmiü’l-esmâ ve’l-Kur’ân’sın,
Hem de nur-u Haktan bize ihsansın,
Ey bir rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Bu âlemde madde değil, bir özsün,
Her zerreden bakan bütün bir gözsün,
Kâinatı hayran eden bütün bir yüzsün,
Ey misal-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Çünkü sensin bu asırda Rahmeten li’l-Âleminin cilvesi,
Çünkü sensin şimdi Şefiü’l-Müznibînin vârisi.
“Ağisnâ yâ Gıyâse’l-Müstağîsîn” bir duası,
Ey şule-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Şifa bulsun şimdi biraz yaramız,
Revaç bulsun geçmez olan paramız,
Saç nurunu, aka dönsün karamız,
Ey ziya-yı rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Meylimiz yok yalancı bir dünyaya,
Son verdik biz bid’alara, riyaya,
Kapılmayız öyle kuru hülyaya,
Ey bir hakikat-ı rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : “Seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik.” Enbiyâ Sûresi, 21:107.

Lügatler :
âdem : insanlık
“Ağisnâ yâ Gıyâse’l-Müstağîsîn” : “Bize yardım eyle ey yardım isteyenleri yardımsız bırakmayan" mânâsına gelen bir dua cümlesi
âlem : dünya, evren
Arş : göğün en yüksek katı; Cenâb-ı Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin tecellî ettiği yer

asır : yüzyıl
bid’a : aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan ve dine zarar verici yeni âdet ve uygulamalar
câmiü’l-esmâ ve’l-Kur’ân : Allah’ın isimlerini ve Kur’ân’ın özelliklerini üzerinde toplayan
cilve : görüntü, yansıma

cilve-i rahmet-i âlem : Cenâb-ı Allah'ın bütün âlemleri kuşatan rahmetinin yansıması
cüz’î : sınırlı, küçük
derman : ilâç
Düldül : Hz. Muhammed (a.s.m.) tarafından Hz. Ali’ye hediye edilen binek hayvanının ismi

evsaf : vasıflar, özellikler
Fahr-i Âlem : bütün varlık âleminin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m.)

gam : sıkıntı, üzüntü
hakikat-i Ahmediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) risalet yönünün gerçek mahiyeti
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân hakikati, özü, gerçek mânâsı
hakikat-i Muhammediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hakikati, mânevî şahsiyeti
hakikî : asıl, gerçek
ihsan : bağış, ikram, lütuf

kaside : büyük kimseleri veya herhangi bir şeyi öven bir manzum eser
küllî : büyük, geniş
mahbub-u can : bütün insanların ve derece olarak yüksek makamlarda olan zâtların sevgilisi

mahbub-u zişan : şanlı sevgili; Risale-i Nur
mânâ-yı işarî : bir ifadede farklı bir mânâya yönelik işarette bulunma
mânâ-yı mecâzî : bir ifadede, kendi mânâsının dışında başka bir mânânın kastedilmesi
meyil : eğilim
misal-i rahmet-i âlem : kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin misali, örneği

nişan : alâmet, işaret
nur-u Hak : Hakkın ta kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah'ın nuru

nümune : örnek
rahmet : merhamet, şefkat, ihsan
Rahmeten li’l-Âlemin : âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (a.s.m.)
rahmet-i âlem : bütün âlemleri kuşatan İlâhî rahmet
revaç bulmak : yaygınlaşmak, genel kabul görmek
riya : gösteriş

sürur : mutluluk, sevinç
Şâh-ı Velâyet : velîlik makamlarının şâhı, lideri; Hz. Ali
Şefiü’l-Müznibînin vârisi : âhiret âleminde günahkârların bağışlanması için şefaatte bulunacak olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mirasçısı
şule-i rahmet-i âlem : kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bir parıltısı

tefsir : açıklama, yorum; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
vâris : mirasçı
veraset-i Ahmediye : Peygamberimizin (a.s.m.) risaleti yani, Allah'ın insanlara elçiliği yönüne varis olma özelliği
zâr : ağlama, inleme
zerre : en küçük madde parçası, atom
ziya-yı rahmet-i âlem : kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bu asrı aydınlatan ışığı
Zülfikar : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Uhud Harbinde Hz. Ali’ye (r.a.) hediye ettiği, ucu iki çatallı kılıç; inkârcılığa karşı keskin bir kılıç hükmünde olan Risale-i Nur




--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.75.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Merhum Hasan Feyzi’nin Risale-i Nur Hakkındaki Manzumesi(Devamı)
Yok bizde cemiyet kurma hülyası,
Yok başka bir yola gitme sevdası,
Olduk ancak nurun dertli şeydâsı,
Ey dertlilere rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Geçmişiz hep medihlerden, senâdan,
Yüz çevirdik servetlerden, gınâdan,
Nur isteriz, geçmeden bu fenadan,
Ey bu asırda rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Âşıkların Arşa çıkan feryadı
Ağlatıyor o pâk ruhlu ecdadı,
Allah için eyle bize imdadı,
Ey muhtaçlara rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Gökler saldı belâ, yer verdi belâ,
Sarstı âfâkı bir acı vaveylâ,
Rahmet et âleme, ey nur-u Mevlâ!
Ey cilve-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Bir yanda sel var, bir yanda kan akar,
Bu belâ ateşi âlemi yakar,
Ağlayan bu beşer hep sana bakar,
Ey nümune-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Çevrildi ateşle bu koca dünya,
Bir cehennem gibi kaynadı derya.
Yetiş imdada ey şâh-ı evliya!
Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Zındıkaya, küfre karşı saldırdın,
Gönüllerden kederleri kaldırdın,
Bizi nurun deryasına daldırdın,
Ey biçarelere rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Kaldıramaz sana asla kimse el,
Bağlıyoruz bizler sana candan bel,
Dünyalara sensin ümit ve emel,
Ey ziya-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Sen ordu kurmazsın erle, uşakla,
Savaşmazsın öyle, topla, bıçakla,
Nurunla şu asrı tutup kucakla,
Ey şimdi rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Bitsin de, bu korkunç tufan-ı şedid,
Açılsın yep yeni bir devr-i mes’ud,
On sekiz bin âlem eylesin hep îd,
Ey ehl-i Kur’ân’a rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Geliyor şu karşıdan gerçi bir zulmet,
Fakat sensin bugün atâ-yı rahmet,
Boğacaksın onu nurunla elbet,
Ey bir rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Kızıl ejder yuvamıza girmesin,
Zehirli eli yakamıza ermesin,
Karşı durup nurun fırsat vermesin,
Ey seyf-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Kara duman üstümüzden dağılsın,
Kızıl alev sönüp âlem ayılsın,
Bu zaferin haşre kadar anılsın,
Ey zülfikar-ı rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

O soydandır nice canlar yakanlar,
O soydandır evler barklar yıkanlar,
O soydandır sana kinle bakanlar.
Ey hüccet-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!


Lügatler :
âfâk : ufuklar
âlem : dünya, evren
Arş : göğün en yüksek katı; Cenab-ı Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin tecelli ettiği yer
asır : yüzyıl
atâ-yı rahmet : rahmet ve merhametin ihsanı, vergisi
belâ : musibet, sıkıntı
beşer : insanlık
biçare : çaresiz, zavallı
cilve-i rahmet-i âlem : bütün âlemleri kuşatan İlâhî rahmetin yansıması
derya : deniz, okyanus

devr-i mes’ud : saadet, mutluluk devri
ecdad : atalar, cedler

ehl-i Kur’ân : Kur’ân ilmiyle uğraşanlar; Kur’ân’a bağlı olan mü’minler
emel : arzu, istek
fena : göçüp gitme, kaybolma
gınâ : zenginlik

haşr : insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanması
hüccet-i rahmet-i âlem : kâinatı kuşatan İlâhî rahmeti gösteren kesin ve güçlü delil
îd : bayram
imdad : yardıma koşma
keder : sıkıntı, üzüntü

kızıl alev : insanlığı inkarcılığa yönelterek dünyada da, âhirette de ateşe atan dinsizlik rejimi
Kızıl Ejder : insanlığı inkarcılığa yönelten dinsizlik rejimi
küfür : inkâr
medih : övgü
nur-u Mevlâ : Cenâb-ı Hakkın nuru
nümune-i rahmet-i âlem : Cenâb-ı Allah'ın kâinatı kuşatan rahmetinin nümunesi, örneği
pâk : temiz
rahmet : İlâhî şefkat ve merhamet
rahmet-i âlem : kâinatı kuşatan İlâhî rahmet
senâ : övme, yüceltme

seyf-i rahmet-i âlem : Cenâb-ı Allah'ın kâinatı kuşatan rahmet kılıcı
şâh-ı evliya : Allah'ın sevgili kulu olan velîlerin reisi, lideri
şeydâ : divane, tutkun

tufan-ı şedid : şiddetli fırtına
uşak : hizmetçi, asker
vaveylâ : feryad, çığlık
zındıka : dinsizlik, inançsızlığı yaşamaya çalışan inkarcılar

ziya-i rahmet-i âlem : kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin aydınlatan ışığı
zulmet : karanlık; inançsızlığın yaygınlaşması
zülfikar-ı rahmet-i âlem : kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bu asırdaki zülfikârı, kılıcı

 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.76.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Merhum Hasan Feyzi’nin Risale-i Nur Hakkındaki Manzumesi(Devamı)
Mâsumların kanlarını içerler,
Ebu Cehl’i, Nemrutları geçerler,
Ölümlerden ölümleri seçerler,
Ey şimdi bir rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Bir mikrop ki, ciğerleri dişliyor,
Kanımızla kendisini besliyor,
Temiz yurdu telvis edip pisliyor,
Ey bir eczahane-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Gazilerin, fatihlerin konağı,
Seyyidlerin, serverlerin otağı,
Bu vatandır, şehitlerin yatağı,
Ey cilve-i rahmet-i âlem Risaletü’n Nur!

O şehidlerin ala dönmüş kefeni,
Miskler kokar, güle benzer bedeni.
Öper melekler de nurlu nâşını,
Ey cilve-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Kur’ân diyor, ölmemiştir, diridir,
Herbirisi Hakkın arslan eridir,
Türbeleri yürekleri titretir,
Ey âyine-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Armağansın çünkü asîl millete,
Düşmeyelim birgün bile zillete,
Götür bizi şanlı büyük devlete,
Ey misal-i rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Eyleyeler nurun ile hep savlet,
Zaferlerle şanlar bulur bu millet,
Şarka, garba ziya salsın bu devlet,
Ey bizlere rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

Nurdan kanadın, hem sağlam kolun var,
Nurdan senin hakka giden yolun var.
Kabul et, bir kemter Feyzi kulun var,
Ey bu asırda rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!

[SUP]1[/SUP]اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ

Üstadım, Efendim Hazretleri,

[SUP]2[/SUP]
وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ âyetinin nurlarından, Nur’un sayesinde alabildiğim bir zerreyi bu şekilde yazdım ve huzur-u irfanınıza sundum. Kabulünü rica eder, selâmlarımızı sunar ve mübarek ellerinizden öperiz.
Bîçare talebeniz

Hasan Feyzi

(Rahmetullahî aleyhi ebeden dâimâ)


Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerine olsun.
[SUP]2[/SUP] : “Seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik.” Enbiyâ Sûresi, 21:107.


Lügatler :
al : kırmızı
asır : yüzyıl
âyine-i rahmet-i âlem : kâinatı kuşatan İlâhî rahmeti yansıtan bir ayna

bîçare : çaresiz, zavallı
cilve-i rahmet-i âlem : Cenâb-ı Allah'ın kâinatı kuşatan rahmetinin görüntüsü
eczahane-i rahmet-i âlem : kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bir neticesi olarak bütün mânevî hastalıkları tedavi edecek ilâçların bulunduğu eczahane
fatih : fetheden
garb : batı
Hak : her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah

hak : doğru, gerçek
huzur-u irfan : çok geniş irfan ve ilim sahibinin yüksek makamı
kemter : eksik, değersiz; “ben” mânasına gelen tevazu sözü
mâsum : günahsız, suçsuz
misal-i rahmet-i âlem : Cenâb-ı Allah'ın kâinatı kuşatan rahmetinin yansıması ve örneği
misk : erkek ceylânın karın derisi altındaki bir bezden çıkarılan güzel kokulu madde
nâş : kefenlenip tabuta konmuş ölü
nümune-i rahmet-i âlem : Cenâb-ı Allah'ın kâinatı kuşatan rahmetinin nümunesi, örneği
rahmet-i âlem : kâinatı kuşatan İlâhî rahmet

rahmetullahî aleyhi ebeden dâimâ : Allah’ın rahmeti sonsuza kadar devamlı onun üzerine olsun
savlet : saldırı, hücum
server : reis, baş
seyyid : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) torunu Hz. Hasan’ın soyundan olan kimse
şark : doğu
telvis etmek : kirletmek
türbe : kabir, büyük bir zât için yapılan mezar

zerre : çok az, küçük bir parça
zillet : alçaklık, aşağılık
ziya salmak : aydınlatmak


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.78.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
(Mekteb-i fünunda ve ulum-u İslâmiyede gayet müdakkik ve kıdemli muallimlerden Hasan Feyzi’nin bir şiiri)
Hazretinize buradan ayrılık söylemiştim

Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak,
Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak.
Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm,
Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak.

Yine göç var diye Mecnuna haber verme sakın!
Yine matem, yine zâri, yine efgan olacak.
Açılan ol gül-ü tevhid, sararıp solsa gerek,
Kapanıp kâbe-i irfan, yine viran olacak.

Haber aldım ki yarın yad olacakmış bize yâr,
Ne büyük yâre ki, kimler buna derman olacak?
Bu büyük derd-i elemden kime şekva edeyim?
İşiten nâlemi, hep ben gibi nâlân olacak.

O şifa-bahş olan envarını sen çeksen eğer,
Bana kim nur verecek, kim bana Lokman olacak?
O temiz pak nefesin, âb-ı hayatı bu çölün,
Onu dûr etme ki her fert ona reyyan olacak.

Hele ol nur-u şerifin kime değmişse eğer,
Küçücük zerre de olsa, meh-i tâbân olacak.
O lütufkâr, o keremkâr eli öptükçe benim
Bu küçük kalb-i hazînim yine handan olacak.

Bab-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem,
Dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak.
Nazarın erse garip başıma ey nur-u Hüdâ,
Bugün artık bu hakir bendede umman olacak,

Bu anasır, yüzüne her ne kadar çekse hicab,
Yine haksın, buna şahit yine Kur’ân olacak.
Kab-ı Kavseynden alıp dersimi bildim ki ayân,
O güzel nur-u bedi’, mânevî sultan olacak.

Sakınıp, Feyzi-i biçareye bahs açma bugün,
Yeni baştan yine şeyda, yine giryan olacak.


Biçare talebeniz

Hasan Feyzi


Lügatler :
âb-ı hayat : hayat suyu
anasır : unsurlar; bir şeyin meydana gelmesine sebep olan temel esaslar, elementler
ayân : aşikâr, açık
bab-ı feyz : bereket kapısı

bahs : söz, konu
bende : köle, kul

biçare : çaresiz
derd-i elem : elem derdi
dûr : uzak
efgan : ızdırap ile haykırma, feryat ile inleme
envar : nurlar, aydınlıklar

Feyzi-i biçare : biçare, çaresiz Feyzi
firkat : ayrılık

giryan : ağlayan
gül-ü tevhid : tevhit gülü (burada her şeyin bir olan Allah’a ait olması güle benzetilmiş

hak : doğru, gerçek
hakir : küçük, ehemmiyetsiz
handan : mesrur, mutlu, gülen, huzurlu
hasret : özleyiş
hazret : saygıdeğer (saygı ve yüceltme maksadıyla kullanılan bir ifade)

hicab : perde
hicran : ayrılık acısı
hüsran : kayıp
ırak : uzak

kâbe-i irfan : irfan kâbesi
Kab-ı Kavseyn : Cenab-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz (a.s.m.) Mirac’da bu makamda bizzat Cenab-ı Hak ile görüşmüştür
kalb-i hazîn : üzülen kalp, hüzünlü gönül
keremkâr : cömertlik ve ikram sahibi
lütufkâr : lütfeden, bağışta bulunan
matem : yas
meh-i tâbân : parlayan ay
mekteb-i fünun ve ulûm-u İslâmiye : fen ve İslâmî ilimler okulu
muallim : öğretmen
müdakkik : dikkatli, inceden inceye araştıran
nâlân : inleme, sızlama
nâle : feryat
nazar : bakış, görüş, düşünce
nezr : adak

nur-u bedi : eşsiz nur
nur-u hidayet : doğru ve hak yolu gösteren nuru
nur-u Hüdâ : hidayet verici olan Allah’ın nuru
nur-u şerif : şerefli nur, ışık
reyyân : suya kanma, doyma
şekvâ : şikayet

şeyda : aşktan aklını yitirmiş, divane
şifa-bahş : şifa veren
umman : derya, büyük deniz
viran : harap
yad : hatırlama, anma
yâr : dost, sevgili
yâre : yara
zâri : ağlayıp sızlanma


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.1.AFYON HAYATI
BEDİÜZZAMAN’IN TEVKİFİ
1947 senesinin son aylarında, Afyon’dan üç sivil polis memuru, güya memleket çapında gizli bir dinî cemiyetin faaliyetine âşinâ olmak için Emirdağına gelmişlerdi. Başta Said Nursî olarak Nur talebelerini tespit etmeye çalışıyorlardı. Sudan bahaneler icat etmeye tevessül ettiler. Bir nümunesi şudur: Bir sivil memur, bir kâğıda yazıyor: “Said’in hizmetçisi buradan Said’e rakı aldı.” Ve rakıcı dükkânında, sarhoş ve aklı yerinde olmayan bir adama bu kâğıdın altına imza atmasını teklif ediyor. O adam diyor:
“Tövbeler olsun, bu yalanı kim imza eder?”
Sonra o kâğıdı imzalatmaya çalışan, fakat muvaffak olamayan memur, aynı gece acip bir hadisede işlediği hatâsının tokadını yiyor. Şöyle ki:
Beraber rakı içtiği adamlarla dere kenarında gezerken, aralarında bir kavga cereyan eder. O bedbaht adama orada bir güzel dayak atıyorlar ve tabancasını da alıyorlar.

Üstad faytonla kıra çıktığı zaman, dört beş gün müddetince beş tayyare Üstadı takip ediyor. Üstad evine girdiği zaman, onlar da Emirdağı’ndan çekiliyorlar. Üstadın sırf imanî, uhrevî hizmet-i Kur’âniyesine yanlış mânâlar verdirerek aleyhte propaganda yapılıyor ve yukarı makamlara yanlış aksettiriliyor.
Risale-i Nur’un teksir makinesiyle intişarı ve Anadolu’da Nurların gittikçe inkişafı karşısında bu imanî hizmeti durdurmak maksadıyla harekete geçen gizli dinsiz komiteler, hükûmete evham verdirerek, aleyhte tahrikât yapıyorlar. Emirdağ, Isparta, Kastamonu, Konya, İnebolu, Safranbolu, Aydın gibi daha birçok vilâyet, kasaba ve köylerdeki Nurcuların evlerinin aranmasına emir veriliyor. Nihayet 1948 senesinin başında (23 Ocak 1948’de), Üstad Said Nursî ve on beş kadar Nur talebesi Emirdağdan alınarak Afyon’a getirilir ve sorgularını müteakip tevkif edilirler. Ve diğer vilâyetlerdeki Nur talebeleri de tevkif edilerek Afyon’a celb ediliyor. Böylece üçüncü medrese-i Yusufiye hayatı başlıyor.

Lügatler :
acip : acayip, tuhaf
âşinâ : bilme, yakından tanıma
bedbaht : kötü bahtlı, talihsiz
celb edilme : çekilme; götürülme
cemiyet : topluluk, örgüt
evham verdirme : şüphe ve kuruntu uyandırma; olmayan bir şeyi varmış gibi görmelerini sağlama
fayton : tek körüklü, dört tekerlekli, atlı binek arabası
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hizmeti
hükûmet : idare, yönetim
icat : yeni ir şey bulma, ortaya koyma; üretme
inkişaf : gelişme, açılıp yayılma
intişar : yayılma
komite : kötü bir maksat için kurulmuş gizli cemiyet, örgüt
medrese-i Yusufiye : Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında olan hapishane
muvaffak : başarılı olma, başarma
müteakip : takip eden
nümune : örnek, misal
tahrikât : tahrikler, kışkırtmalar
tayyare : uçak
teksir makinesi : yazılı kâğıtları çoğaltma makinesi
tevessül : başvurma, sarılma
tevkif : tutuklama
uhrevî : âhirete ait, âhiretle ilgili
Üstad : Bediüzzaman Said Nursî
vilâyet : il





--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.2.AFYON HAYATI(DEVAMI)
BEDİÜZZAMAN’IN AFYON MAHKEMESİ
Bediüzzaman, her girdiği hapisteki hapisleri irşad eder; hapisteki bazı câniler, koyun gibi bir hâl alır. Hapiste dahi tecrid-i mutlak içinde bırakıldığı halde, hapishane bir Nur mektebi vaziyetine girer. Bunun için, girdiği hapishanelere “medrese-i Yusufiye” der. Hattâ Denizli Hapishanesinde bir kısım gençler medrese-i Yusufiyeden ayrılmak istemeyerek, “Bediüzzaman daha burada kalırsa, biz kendimizi suçlu gösterip ceza alacağız, ondan ayrılmayacağız. Risale-i Nur’dan ders alacağız…” demişlerdir.

Denizli Hapsinde Meyve Risalesi isimli eser telif edildikten sonra, hapishanede tesirli bir ıslahat müşahede ediliyor. Bu vaziyet, düşmanları dahi takdire sevk ediyor.

Risale-i Nur’un mahiyetini dikkat ve tefekkürle okuyarak anlayıp tahkikî bir imana sahip olan halis Nur talebeleri, ölümden, hapisten, zindandan ve hiçbir beşerî eza ve cefadan korkmazlar. Mukaddes Kur’ân ve iman hizmetiyle, vatan ve millet ve âlem-i İslâm ve beşeriyetin ebedî kurtuluşuna çalışırken, dinsizlerin duçar ettiği bir zulüm ve musibetle karşılaşırlarsa, asla fütur ve ümitsizliğe düşmezler, hapislere iftihar ve memnuniyetle girerler. Onların tek bir istinad noktaları vardır. O da, sırf rıza-yı İlâhi için, ihlâsla, Kur’ân ve imana hizmetleridir. Mâsum ve mazlumların muhafızı Cenab-ı Haktır. Hiçbir mâniaya ehemmiyet vermeyerek, Risale-i Nur’u okumaya ve neşretmeye, kahraman Üstadları misillü feragatla çalışırlar. Bunun içindir ki, yirmi beş senelik müthiş bir istibdad-ı mutlak içinde Nurlara çalışan Nur talebeleri, iman ve İslâmiyet hizmetinde sarsılmamışlardır. “Zâhirde zararlı gibi görünen şeyler, hakikatte nimettir. Zahmette rahmet vardır. İman hizmeti uğrunda başımıza ne gelse hayırdır. Biz başımıza geleceği düşünmekle mükellef değiliz, hizmet-i Kur’âniye ile mükellefiz.
Lügatler :
âlem-i İslâm
: İslâm dünyası
beşerî : insanla ilgili, insana ait
beşeriyet : insanlık
câni : cinayet işleyen
cefa : sıkıntı, işkence
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
duçar : tutulma, yakalanma
ebedî : sonsuz
eza : eziyet, zulüm
feragat : fedakarlık, özveri, kişisel hakkından vazgeçme
fütur : usanç, ümitsizlik
hakikat : asıl, gerçek, doğru
halis : saf, temiz, samimi
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hizmeti
ıslahat : iyileştirme, düzelme
iftihar : övünç, övünme
ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
irşad : doğru ve hak yolu gösterme
istibdad-ı mutlak : hiçbir hak ve hürriyet tanımayan tam ve sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük
istinad : dayanak
mahiyet : temel esas, asıl nitelik, özellik
mâni : engel
mâsum : günahsız, suçsuz
mazlum : zulme, haksızlığa uğrayan
medrese-i Yusufiye : Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında olan hapishane
mektep : okul
Meyve Risalesi : Risale-i Nur Külliyatında Şuâlar isimli eserde yer alan On Birinci Şuâ
misillü : gibi, benzeri
muhafız : koruyucu, koruyan
mukaddes : yüce, kutsal
mükellef : yükümlü, yerine getirmekten sorumlu
müşahede edilme : gözlemlenme
neşretme : yayma
rahmet : ihsan, bağış
rıza-yı İlâhi : Allah rızası
sevk etmek : yöneltmek
tahkikî : araştırarak ve kesin delillere dayanarak
talebe : öğrenci
tecrid-i mutlak : tam bir yalnızlık; yalnız başına bırakma
tefekkür : etraflıca ve derinlemesine düşünme
telif edilme : yazılma, kaleme alınma
Üstad : Bediüzzaman Said Nursî
vaziyet : durum, hâl
zâhir : görünen, açık
 


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.3.AFYON HAYATI(DEVAMI)
BEDİÜZZAMAN’IN AFYON MAHKEMESİ(DEVAMI)
Biz Rabb-i Rahîmimizin daima inayeti altındayız. Ölsek şehidiz, kalırsak Kur’ân’ın hizmetkârıyız. İslâmiyet düşmanları bizi müebbed dünya hapsine de mahkûm etseler, bizler yine Risale-i Nur’un hizmetindeyiz” diye iman etmişler ve fakat sadece imanla kalmamışlar, bilfiil de amel etmişlerdir, meydandadır.
Bu dindar ve vefakâr millet, Bediüzzaman’ın doğruluk ve büyüklüğünü ve kahramanlığını bilerek ona o derece itimat etmiştir ki, onun aleyhinde ne propaganda yapılırsa yapılsın, inanmıyorlar. Bediüzzaman’a yapılan zulüm ve işkenceleri işittikçe, ona karşı kalblerinde daha ziyade bir sevgi ve bağlılık husule gelmektedir. Ve diyorlar ki: “Bediüzzaman gibi bir din kahramanını ve öyle büyük ve mübarek bir zâtı hapislere koymak, onun eserlerinin serbest okunmasına mani olmak, dini Anadolu’dan kaldırmaya çalışmanın ve İslâmiyeti yıkmaya çabalamanın bir ifadesidir” diye, komünist ve dinsizlerin yaptırdıkları işkence ve zulümlerin düşmanı kesiliyorlar. Bunun için, hükûmet, her işten evvel hükûmet aleyhinde çevrilen bu plânı akîm bırakmak için, Bediüzzaman’ı tamamen serbest bırakması lâzımdır. Yoksa Bediüzzaman ezildikçe, halk, hükûmet aleyhtarı (HAŞİYE) olacaktır. Din, vatan ve milletin selâmeti namına bu hakikati ihbar etmeyi bir vecibe biliyoruz.
Evet, Bediüzzaman, 1944’de Denizli Mahkemesinde beraat ettiği halde, Afyon vilâyetine bağlı Emirdağ kazasında ikamete memur ediliyor. Orada, kendi âhireti ve Risale-i Nur’la meşgul olurken, 1948 senesinde, gizli din düşmanları, yapılan zulümler az geliyormuş gibi aynı nakarat ile “Gizli cemiyet kuruyor, halkı hükûmet aleyhine çeviriyor, ihtiyarladıkça artan enerjisiyle, kuvvetiyle, rejimi yıkmaya çalışıyor. Mustafa Kemal’e İslâm Deccalı, Süfyan diyor” gibi bir sürü bahanelerle, elli Risale-i Nur talebesiyle birlikte Afyon Ağır Ceza Mahkemesine sevk ediliyor ve hapse konuluyor.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
(HAŞİYE) : Bu hakikat 1950 seçimlerinde tamamen tahakkuk etmiş, Bediüzzaman’ı yirmi beş sene bir istibdad-ı mutlak ve eşedd-i zulüm ve müthiş işkenceler içinde bırakan din aleyhtarı eski hükûmet, büyük bir ekseriyet tarafından yıkılmış ve dinimizin üzerindeki zulüm ve istibdadı kaldırmakta olan Demokrat Parti iktidara getirilmiştir.

Lügatler :
akîm bırakma : sonuçsuz bırakma, başarısız kılma
aleyhe çevirme : karşıt olmaya ikna etme
aleyhinde : ona karşı, onun zararına olarak
aleyhtar : karşıt olma, karşıt
amel : uygulama, tatbik etme
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
bilfiil : fiilî olarak, uygulamada
cemiyet : topluluk, örgüt
ekseriyet : çoğunluk
eşedd-i zulüm : zulmün en şiddetlisi
haşiye : dipnot açıklayıcı not
husule gelme : meydana gelme
ihbar : haber verme, bildirme
ikamet : yerleşme, oturma
inayet : lütuf, iyilik, yardım
istibdad : baskı, zulüm, diktatörlük
istibdad-ı mutlak : hiçbir hak ve hürriyet tanımayan tam ve sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük
itimat : güvenme
kaza : ilçe
mani : engel
mübarek : hayırlı, bereketli
müebbed : sonsuz
nakarat : aynı şeyin tekrar tekrar söylenmesi
namına : adına
Rabb-i Rahîm : sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan ve her bir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
selâmet : güven, esenlik
sevk edilme : gönderilme
tahakkuk : gerçekleşme
talebe : öğrenci
vecibe : görev, vazife
vefakâr : vefalı, vefa gösteren
vilâyet : il
ziyade : çok, fazla


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.6.AFYON HAYATI(DEVAMI)
BEDİÜZZAMAN’IN AFYON MAHKEMESİ(DEVAMI)
Yapılan derin ve uzun tahkikat neticesinde, birtek suç delili bulunamıyor. Fakat, ne olduysa oldu, ne yaptılarsa yaptılar. Nihayet, mahkeme, “güya kanaat-i vicdaniye ile”, Bediüzzaman’a yirmi ay ve müdakkik bir âlime on sekiz ay, yirmi iki kişiye de altışar ay hüküm veriyor. Diğerlerini de, “Bunlar Bediüzzaman’ı büyük bir mürşid olarak bilmişler ve içlerindeki derunî boşluğu doldurmak için Risale-i Nur’u okumuşlar” diye beraat veriyor. Hüküm alanları da, “Bediüzzaman’ın kurduğu gizli cemiyete yardım etmişler” diye cezalandırıyor. Hükmü derhal infaz edip hepsini tevkif ediyorlar.
Tabiî, mahkûmiyet kararı hemen temyiz ediliyor. Temyiz Mahkemesi kısa bir zamanda tetkikatını bitirerek, “Madem Bediüzzaman Said Nursî Denizli Mahkemesinde aynı suçtan beraat etmiş. Denizli Mahkemesinin kararı hatâlı da olsa, Temyizin tasdikinden geçen bir dâvâ tekrar taht-ı muhakemeye alınamaz” diye, verilen mahkûmiyet kararını esastan bozuyor. Bunun üzerine yeniden mahkeme başlıyor. Maznunlardan ne istedikleri soruluyor. O, tamamen mâsum olan Nur talebeleri, Temyiz Mahkemesinin kararına uyulmasını istiyorlar. Afyon Mahkemesi, Temyizin kararına uyulup uyulmayacağını uzun uzadıya düşünüyor. Nihayet uyulmasına karar veriyor. Sonra da, noksanların ikmali için çalışmaya başlıyor. Fakat, bu çalışma bir türlü tamamlanmıyor ve muhakeme mütemadiyen tâlik ediliyor. Bediüzzaman ve talebeleri, hüküm kat’iyet kesb etmeden verilen ceza müddetini hapishanede geçirdikten sonra tahliye edilmişlerdir. Yukarıda anlatıldığı veçhile, mahkeme, üç seneden beri uzatılmaktadır. (HAŞİYE)
Milyarlar defa yazıklar olsun ki, vatana, millete ve gençliğimize ve âlem-i İslâma en mukaddes iman hizmetini yapan, beşerin bütün mânevî ihtiyacını karşılayacak derecede harikulâde ve muazzam eserler veren bu dâhi ve misilsiz zat, mahkemelerden mahkemelere sürüklenmede, hapishaelerde çürütülmeye çalışılmaktadır.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
(HAŞİYE)
: Bu Afyon Mahkemesi, sonra iki defa beraat vermiş ve nihayet 1956’da bütün Risale-i Nur Külliyatını ve umum mektupları bilâistisna Bediüzzaman’a iade etmiştir.
Lügatler :
âlem-i İslâm
: İslâm dünyası
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
beşer : insanlık
bilâistisna : istisnasız
câniyane : cânicesine, cinayet yaparcasına
cemiyet : topluluk, örgüt
dâhi : son derece zeki kimse; dehâ ve hikmet sahibi
derunî : derin, büyük, içle ilgili
emsalsiz : benzersiz
harikulâde : olağanüstü, hayranlık verici
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
iade etme : geri verme
ikmal : tamamlama
infaz : bir hükmü yerine getirme
kanaat-i vicdaniye : vicdanî kanaat, vicdana ait fikir
kat’iyet kesb etme : kesinlik kazanma
mahkûmiyet : hükümlülük, tutukluluk
maruz kalma : uğrama, hedef olma, tesiri altında kalma
mâsum : günahsız, suçsuz
maznun : zanlı, sânık
misilsiz : benzersiz, eşsiz
muazzam : azametli, çok büyük
mukaddes : kutsal, yüce
müdakkik : gerçekleri inceden inceye dikkatlice araştıran kimse
müddet : süre
mürşid : irşad eden, doğru ve hak yolu gösteren
mütemadiyen : sürekli olarak
tahkikat : araştırmalar
tahliye edilme : serbest bırakılma
taht-ı muhakemeye alınma : yargı altına alınma, yargılanma
tâlik edilme : sonraya bırakılma, ertelenme
tasdik : onaylama, doğrulama
Temyiz (Mahkemesi) : Yargıtay; alt mahkeme kararlarının doğru verilip verilmediğini incelemekle görevli üst makam
tetkikat : etraflıca araştırmalar, detaylı incelemeler
tevkif : tutuklama
umum : bütün
veçhile : yönle, şekilde
 
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.5.AFYON HAYATI(DEVAMI)
BEDİÜZZAMAN’IN AFYON MAHKEMESİ(DEVAMI)
Bediüzzaman, yirmi senede olduğu gibi, şu üç-dört senede de o kadar emsalsiz bir işkenceye maruz kalmıştır ki, tarihte hiçbir ilim adamına bu kadar câniyane bir suikast yapılmamıştır. Denizli hapsinde bir ayda çektiği sıkıntıyı, Afyon’da bir günde çekmiştir. Kendisine, bütün bütün kanunsuz muameleler yapılmıştır. Hapishanede tam yirmi ay, kışın, çok soğuk olan gayr-ı muntazam bir koğuş içinde yalnız bırakılarak, tecrid-i mutlak içinde imha olmasına intizar edilmiştir. Kışın en şiddetli günlerinde, hapishane pencerelerinin iki milim buz tuttuğu zamanlarda zehir verilmiş, ihtiyar, çok hasta haliyle, aylarca ıztırap çektirilmiştir. Mübarek yatağında, bir taraftan bir tarafa dönemeyecek bir hale geldiği zamanlarda bile, hizmetine, bir talebesi olsun müsaade edilmemiştir. O korkunç şerait altında, kendi kendine ölüp gitmesi beklenmiştir. Hastalığı o kadar şiddetlenmiştir ki, günlerce, birşey yiyememiş ve gıdasız kalmış ve çok zayıf bir vaziyete gelmiştir. Böyle olduğu ve çok sıkı bir tarassut ve tazyikat altında bulundurulduğu halde, Risale-i Nur’un telifinden geri kalmamış, her hapiste olduğu gibi, burada da gizli olarak eser telif etmiştir. Mahpuslar, gizli gizli Risale-i Nur’u elleriyle yazıp çoğaltmışlar ve hapishaneden dışarı da çıkararak neşrini temin etmişlerdir. Bediüzzaman hapiste olduğu günler dahi Risale-i Nur’un neşriyatı durmamış, perde altında yüz binlerce nüshaları eski yazı ile neşretmeye, Nur kahramanı Hüsrev gibi Nur talebeleri muvaffak olmuşlardır.
Hapishanede zehirlenerek ölüm döşeğinde iken, fırsat bulup ziyaretine varabilen bir talebesine şöyle demiştir: “Belki hayatta kalamayacağım. Bütün mevcudiyetim vatan, millet, gençlik ve âlem-i İslâm ve beşerin ebedî refah ve saadeti uğrunda feda olsun. Ölürsem dostlarım intikamımı almasınlar.”
Bediüzzaman’ın hapishaneye gelmesiyle çok müstefid olan hapislerden birisi pencereden selâm verdiği zaman, “Sen Bediüzzaman’a neden selâm verdin? Neden onun penceresine bakıyorsun?” diyerek dayak atılmıştır. Çok mübarek ve çok sevgili Üstadlarının hasta ve çok elîm vaziyetinde gizlice fırsat bulup görüşmeye çalışan talebeleri, yakalandıkları zaman falakalara yatırılarak dayaktan geçirilmiştir. Fakat onlar bu mezalimden asla yılmamışlar, imandan ve izzet-i İslâmiyeden gelen bir salâbetle, o zalimler vurdukça, onlar da her vuruluşlarında “Vur! Vur!” diye bağırmışlardır. “Düşmanın çizmesi boğazımıza bastığı zaman onun yüzüne tükür! Ruhun kurtulsun, cesedin ezilsin” hakikatini matbuat lisanıyla da beyan eden Üstadları Bediüzzaman’a ittiba etmişlerdir.


Lügatler :
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
beşer : insanlık
beyan : açıklama

câniyane : cânicesine, cinayet yaparcasına
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
elîm : acı veren, üzücü

emsalsiz : benzersiz
gayr-ı muntazam : düzensiz
hakikat : asıl, gerçek, doğru
ıztırap : sıkıntı, aşırı elem ve acı
imha olma : yok olma
intizar : bekleme
ittiba : uyma, tabi olma
izzet-i İslâmiye : İslâmın izzeti, şeref ve yüceliği
lisan : dil
mahpus : hapsedilen, hapis yatan, tutuklu
matbuat : basın, medya
mevcudiyet : varlık
mezalim : zulümler, haksızlıklar, eziyet ve işkenceler
muamele : davranış
muvaffak : başarma, başarılı olma
mübarek : hayırlı
müsaade : izin
müstefid : faydalanan, yararlanan
neşir : yayma, yayımlama
neşretme : yayma
neşriyat : yayma, yayım işleri
nüsha : kopya
refah : huzur
saadet : mutluluk
salâbet : dinin emirlerini korumada ve uygulamada ciddiyet ve sağlamlık
suikast : kötü kast; komplo ve tuzak kurma
şerait : şartlar
talebe : öğrenci
tarassut : gözetleme
tazyikat : baskılar, sıkıştırmalar
tecrid-i mutlak : tam bir yalnızlık; yalnız başına bırakma
telif : yazma, kaleme alma
vaziyet : durum, hâl




 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.6.AFYON HAYATI(DEVAMI)
BEDİÜZZAMAN’IN AFYON MAHKEMESİ(DEVAMI)
İşte, böyle türlü türlü işkence ve tazyikatlarla, gerek hapishane dahilinde, gerek haricinde hizmetini dahi yaptırmamaya çalışmışlardır. Dünyada hiçbir kimseye yapılmayan zulüm ve ihanet Bediüzzaman’a yapılmıştır. Nihayet 20 Eylül 1949 günü ceza müddetini hapishanede tamamlayarak tahliye edilmiştir. Bütün hapishanelerde hapisler resmî mesai saatlerinde tahliye edilirken, Afyon hapishanesinde de saat onda âdet iken, Bediüzzaman’ı fevkalâde bir tezahüratla karşılamaya hazırlanan halkın istikbaline mâni olmak için, şafak vakti ile sabah namazı arasında hapishaneden tahliye etmişlerdir.
Bediüzzaman Hazretleri Afyon’da bir müddet ikamet etmiştir. Bu esnada cezasını çektiği ve Temyiz Mahkemesi mahkûmiyet kararını tamamen lehine bozduğu halde, üç polise, kapısı önünde geceli gündüzlü nöbet beklettirilmiştir. Hapisten çıktığına pişman etmişler ve zulüm ve tazyikat devam ettirilmiştir. İki senelik ezici ve eritici bir hapisten çıktığı halde, hastalığını sormak için gelenler dahi yanına bırakılmamıştır. Tarihçe-i hayatında görüldüğü gibi, Rusya’da, Rus kumandanı ona serbestiyet verdiği halde, öz vatanında ve bu mübarek ve muazzez millet-i İslâm için herşeyini feda eden Bediüzzaman’ın bayram ziyaretine gelenler dahi, resmî memurlar tarafından ziyaretten men edilmiştir. Hattâ hizmetçisiyle konuşanlar görülünce, “Sen Bediüzzaman’ın hizmetçisiyle konuştun!” diye tazyikat yapılarak hüviyetleri tespit edilmiştir. Bütün böyle kanunsuzluklar, halkı Bediüzzaman’a bir kat daha yaklaştırmış, eserlerini arayıp bulmak hususunda âdetâ bir kamçı tesiri husule getirmiştir. Bediüzzaman aleyhinde propaganda yapan ve yaptıranlardan ise fersahlarca uzaklaştırmıştır. Bediüzzaman’a olan teveccüh-ü âmme kırılmaya çalışıldıkça, millet ve gençlik, hususan yüksek tahsil gençliğinin hürmet ve bağlılığı artmıştır. Bediüzzaman aleyhtarlığı yapıldıkça, bu bağlar perçinleşmiştir. Menfî propagandalardan maksat, milletin Bediüzzaman’a olan teveccühünü kırarak, şahsını çürütüp, Risale-i Nur’un neşriyatını durdurmaktır. Halbuki Risale-i Nur, müellifin şahsıyla bağlı değildir. Risale-i Nur, Kur’ân’ın malıdır. Risale-i Nur, başka eserlere benzemez. Risale-i Nur, başlı başına hüccet ve burhan hazinesidir, yani bizatihî burhan ve hüccettir.
Lügatler :
âdetâ
: sanki, tıpkı
aleyhinde : ona karşı, onun zararına olarak
aleyhtarlık : aleyhinde olmak, karşıtlık
bizatihî : kendiliğinden, bizzat kendisi
burhan : güçlü ve sarsılmaz kesin delil
dahil : iç
fersahlarca : kilometrelerce
fevkalâde : olağanüstü
hariç : dış
hazret : saygıdeğer (saygı ve yüceltme maksadıyla kullanılan bir ifade)
husule getirme : meydana getirme, oluşturma
hususan : bilhassa, özellikle
hüccet : delil
hüviyet : kimlik
ikamet : oturma, yerleşme
istikbal : karşılama
mahkûmiyet : hükümlülük, tutukluluk
mâni : engel
men edilme : yasaklanma
menfî : olumsuz
millet-i İslâm : İslâm milleti
muazzez : aziz, değerli
mübarek : hayırlı
müddet : süre
müellif : telif eden, yazan
neşriyat : yayma, yayılma
perçinleşme : güçlenme, perçin gibi sağlamlaşma
serbestiyet : serbestlik, özgürlük
şafak vakti : güneş doğmadan az önce beliren aydınlık
tahliye : serbest bırakma
tarihçe-i hayat : hayat hikâyesi
tazyikat : baskılar, sıkıştırmalar
Temyiz Mahkemesi : Yargıtay; alt mahkeme kararlarının doğru verilip verilmediğini incelemekle görevli üst makam
teveccüh : ilgi, yönelme
teveccüh-ü âmme : halkın ilgisi, sevgisi
tezahürat : lehte yapılan gösteri
yüksek tahsil : yüksekokul, üniversite
 


--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.7.AFYON HAYATI(DEVAMI)
BEDİÜZZAMAN’IN AFYON MAHKEMESİ(DEVAMI)
Risale-i Nur’u okuyan, müellifin şahsına bakmaz; doğrudan doğruya eserin içindeki hakikatlere, burhan ve delillere hasr-ı nazar eder. Bu ve daha birçok hakikatlere binaendir ki, Bediüzzaman’ın aleyhinde yapılan çok dehşetli resmî propagandalar dahi akîm kalmıştır. Ve akîm kalmaya da mahkûmdur.

Evet, bu millet-i İslâmiye, vatan ve millete bu derece hadsiz istifade temin eden, Kur’ân ve iman hizmetini görülmemiş bir feragat-i nefisle ve fedakârlıklarla yapan bu büyük müellif ve mütefekkirin, bu derece mahkemelerde sürüklendiğine, milyarlar teessüfler yağdırıyor. Vatan ve milletin maslahatı namına haber veriyoruz ki, bu iş bir an evvel neticelendirilmeli ve muhakemelere son verilmelidir. Zira Bediüzzaman’ın yaptığı Kur’ânî hizmet, İslâm dünyası genişliğinde ve cihanşümul bir çaptadır. Bediüzzaman Said Nursî hakkında takdim ettiğimiz gayet yüksek hakikatler ve gayet âli kıymetler, delilsiz değildir, içinde mübalâğa yoktur. Şüphe edenler, henüz hayatta olan Bediüzzaman’ı yakından tanımakla ve Risale-i Nur’u sebat ve devamla ve niyet-i hâlisane ile okumakla farkına varacaklardır ki, biz bu tarihçe-i hayatta naklettiğimiz hakikatleri ifade ederken, söz ve ifadelerimiz çok sönük olmuştur. Hem kendilerinin, ihlâsla, bizden ziyade idrak edecekleri kanaatleri, bütün beşeriyete ilân etmek iştiyakına da sahip olacaklardır.

Bütün dünya mahkemeleri, gizli din düşmanlarının yaptıkları ithamlara nazaran Bediüzzaman’ı mahkûm etmeye çalışsalar, o mahkemeler delile istinad ettikçe, Bediüzzaman’ı mahkûm edemezler!

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, İslâmiyet düşmanları tarafından zehirlemelerin hastalıklarıyla daimî yatak içersinde gün geçirmekte ve şöyle demektedir. “Kabir kapısını bekliyorum.” Fakat biz Cenab-ı Haktan bütün kudret ve kuvvetimizle dua ve niyaz ediyoruz ki, o büyük din kahramanına daha çok uzun ömürleri lütuf buyursun. Zira o gibi Kur’ân’ın fedai ve muhlis bir hâdimine, o gibi yüksek bir dâhîye, o gibi büyük bir mütefekkire, o gibi bir hakikat kahramanına, o gibi nazirsiz bir İslâm hakîmine, bütün âlem-i İslâm ve bütün cihan muhtaçtır.


Lügatler :
akîm kalma : başarısız ve sonuçsuz kalma
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
âlî : yüce, yüksek
beşeriyet : insanlık
binaen : -dayanarak
burhan : güçlü ve sarsılmaz delil
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cihan : dünya
cihanşümul : evrensel
dâhî : son derece zeki, dehâ ve hikmet sahibi
daimî : devamlı
fedai : fedakâr; canını esirgemeyen, kendini davasına adayan
fedakârlık : varlığını feda edip her türlü sıkıntılara göğüs gererek dâvası uğruna sebat etme
feragat-i nefis : kendi hakkından vazgeçme, özverili olma
hâdim : hizmetçi, hizmet eden
hakîm : her şeyi hikmetle yapan, bilgili, hikmet sahibi âlim zât
hasr-ı nazar : bakış ve dikkati bir şey üzerinde toplama
hazret : saygıdeğer (saygı ve yüceltme maksadıyla kullanılan bir ifade)
idrak : anlama, kavrama
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
istinad etme : dayanma
iştiyak : güçlü arzu, istek
ittiham : suçlama
kudret : güç, iktidar
lütuf buyurma : bağışlama
mahkûm etme : cezaya çarptırma
maslahat : fayda, yarar
millet-i İslâmiye : İslâm milleti
muhakeme : yargılama
muhlis : samimi, ihlâslı
mübalâğa : abartı, aşırılık
müellif : telif eden, yazan
mütefekkir : aydın, düşünür, büyük düşünce ve fikir adamı
nakletme : haber verme, aktarma
nazaran : bakarak, –göre
nazirsiz : benzersiz, eşsiz
niyaz : dua, yalvarıp yakarma
niyet-i hâlisane : samimi niyet; her türlü iş ve hareketlerinde yalnızca Allah rızasını gözetme niyeti
sebat : kararlılık
takdim : sunma
tarihçe-i hayat : hayat hikâyesi
teessüf : üzüntü, acı duyma
ziyade : çok, fazla



 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.8.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Bediüzzaman’ın Emirdağ ve Afyon Hayatını kendi kalemiyle belirten On Beşinci Rica, Lem’alardan alınmış olup, buraya dercedilmiştir...
ONBEŞİNCİ RİCA(HAŞİYE)
Bir zaman Emirdağı’nda ikamete memur ve tek başıma, menzilde adeta bir haps-i münferit ve bana çok ağır gelen tarassutlar ve tahakkümlerle bana işkence vermelerinden, hayattan usandım, hapisten çıktığıma teessüf ettim. Ruh u canımla Denizli hapsini arzuladım ve kabre girmeyi istedim ve “Hapis ve kabir bu tarz-ı hayata müreccahtır” diye, ya hapse veya kabre girmeye karar verirken, inâyet-i İlâhiye imdada yetişti, kalemleri teksir makinesi olan Medresetü’z-Zehrâ şakirtlerinin ellerine yeni çıkan teksir makinesini verdi. Birden, Nurun kıymettar mecmualarından her tanesi, bir kalemle beş yüz nüsha meydana geldi. Fütuhata başlamaları, o sıkıntılı hayatı bana sevdirdi, “Hadsiz şükür olsun” dedirtti.

Bir miktar sonra, Risale-i Nur’un gizli düşmanları, fütuhat-ı Nuriyeyi çekemediler, hükûmeti aleyhimize sevk ettiler. Yine hayat bana ağır gelmeye başladı. Birden inâyet-i Rabbâniye tecellî etti. En ziyade Nurlara muhtaç olan alâkadar memurlar, vazifeleri itibarıyla, müsadere edilen Nur Risalelerini kemâl-i merak ve dikkatle mütalâa ettiler. Fakat Nurlar onların kalblerini kendine taraftar eyledi. Tenkit yerine takdire başlamalarıyla Nur dershanesi çok genişlendi, maddî zararımızdan yüz derece ziyade menfaat verdi, sıkıntılı telâşlarımızı hiçe indirdi.

Sonra, gizli düşman münafıklar, hükûmetin nazar-ı dikkatini benim şahsıma çevirdiler. Eski siyasî hayatımı hatırlattırdılar. Hem adliyeyi, hem maarif dairesini, hem zabıtayı, hem Dahiliye Vekâletini evhamlandırdılar. Partilerin cereyanları ve komünistlerin perdesinde anarşistlerin tahrikâtıyla o evham genişlendi. Bizi tazyik ve tevkif ve ellerine geçen risaleleri müsadereye başladılar. Nur şakirtlerinin faaliyetine tevakkuf geldi. Benim şahsımı çürütmek fikriyle, bir kısım resmî memurlar, hiç kimsenin inanmayacağı isnatlarda bulundular, pek acip iftiraları işâaya çalıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar.

Sonra, pek âdi bahanelerle, zemherîrin en şiddetli soğuk günlerinde beni tevkif ederek, büyük ve gayet soğuk ve iki gün sobasız bir koğuşta, tecrid-i mutlak içinde hapsettiler. Ben küçük odamda günde kaç defa soba yakar ve daima mangalımda ateş varken, zaafiyet ve hastalığımdan zor dayanabilirdim. Şimdi, bu vaziyette, hem soğuktan bir sıtma, hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken, bir inâyet-i İlâhiye ile bir hakikat kalbimde inkişaf etti. Mânen, “Sen hapse medrese-i Yusufiye namı vermişsin. Hem Denizli’de, sıkıntınızdan bin derece ziyade hem ferah, hem mânevî kâr, hem oradaki mahpusların Nurlardan istifadeleri, hem büyük dairelerde Nurların fütuhatı gibi neticeler, size şekvâ yerinde binler şükrettirdi. Herbir saat hapsinizi ve sıkıntınızı on saat ibadet hükmüne getirdi, o fâni saatleri bâkileştirdi. İnşaallah, bu üçüncü medrese-i Yusufiyedeki musibetzedelerin Nurlardan istifadeleri ve teselli bulmaları, senin bu soğuk ve ağır sıkıntını hararetlendirip sevinçlere çevirecek.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
(HAŞİYE) : Nurun telif zamanı üç sene evvel bitmiş olmasından, bu On Beşinci Rica, ileride bir Nurcu tarafından İhtiyarlar Lem’asının tekmiline, telifine mehaz olmak üzere yazıldı.

Lügatler :
acip : hayret verici, tuhaf
âdi : basit, sıradan

alâkadar : alakalı, ilgili
aleyhinde : karşısında
anarşist : anarşizm yanlısı, hiçbir kayıt ve kural tanımayan, kanun ve düzene karşı
bâkileştirmek : sürekli kılmak, kalıcı hale getirmek
cereyan : akım
Dahiliye Vekâleti : İçişleri Bakanlığı
evham : kuruntular, şüpheler
evhamlandırmak : kuşkulandırmak
fâni : gelip geçici, ölümlü
ferah : rahat
fütuhat : fetihler, yayılmalar, zaferler
fütuhat-ı Nuriye : Nur Risalelerinin yayılması

hadsiz : sonsuz
hakikat : gerçek, sır

haps-i münferit : tek başına hapis, hücre hapsi
hiddet : öfke
hükûmet : idare, yönetim
iftira : asılsız suçlama

ikamet : yerleşme
imdada yetişmek : yardım etmek
inâyet-i İlâhiye : Allah’ın yardımı ve gözetmesi
inâyet-i Rabbâniye : bütün varlıkların Rabbi olan Allah’ın inayeti, yardımı
inkişaf etmek : ortaya çıkmak
inşaallah : Allah izin verirse
isnat : dayandırma, suçlama
istifade : yararlanma
işâa : bir haberi yayma, duyurma
itibarıyla : bakımından
kemâl-i merak : merakın son derecesi

kıymettar : değerli
komünist : komünizm yanlısı
maarif dairesi : Millî Eğitim Bakanlığı
mahpus : hapsedilen kişi
mânen : mânevî olarak
mânevî : mânâya ait

mecmua : benzer konularda yazılmış yazıların bir araya getirilmesiyle oluşan eser
medrese-i Yusufiye : Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân’a hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane
menfaat : fayda, yarar

menzil : ev, mekân
musibetzede : musibete uğrayan
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen

müreccah : tercih edilen
müsadere : toplatma, elden alma
mütalâa etmek : okumak, incelemek
nam : ad, isim
nazar-ı dikkat : dikkatli bakış
netice : son, sonuç
Nurlar : Risale-i Nur Külliyatı

nüsha : kopya
risale : Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi

ruh u can : ruh ve can, büyük bir istek
sevk etmek : yönlendirmek
şakirt : öğrenci
şekvâ : şikâyet
şükretmek : teşekkür etmek, Allah’a karşı minnet duymak

şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
tahakküm : zorbalık etmek, baskı yapmak
tahrikât : tahrikler, kışkırtmalar
takdir : birşeyin değerini anlama ve ilân etme

tarassut : gözetleme
tarz-ı hayat : hayat tarzı
tazyik : baskı

tecellî etmek : görünmek, yansımak
tecrid-i mutlak : tam bir yalnızlık, yalnız başına bırakma

teessüf etmek : üzülmek
teksir makinesi : yazıları çoğaltmak için kullanılan makine
tenkit : eleştiri
tevakkuf : durgunluk
tevkif etmek : tutuklamak
vaziyet : durum, hâl
zaafiyet : zayıflık, güçsüzlük
zabıta : polis
zemherîr : 22 Aralık’tan 31 Ocak’a kadar olan şiddetli kış dönemi
ziyade : çok, fazla


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.9.AFYON HAYATI(DEVAMI)
ONBEŞİNCİ RİCA(DEVAMI)
Ve hiddet ettiğin adamlar, eğer aldanmışlarsa, bilmeyerek sana zulmediyorlar; onlar hiddete lâyık değiller. Eğer bilerek ve garazla ve dalâlet hesabına seni incitiyorlar ve işkence yapıyorlarsa, onlar pek yakın bir zamanda ölümün idam-ı ebedîsiyle kabrin haps-i münferidine girip daimî sıkıntılı azap çekecekler. Sen onların zulmü yüzünden hem sevap, hem fâni saatlerini bâkileştirmeyi, hem mânevî lezzetleri, hem vazife-i ilmiye ve diniyeyi ihlâsla yapmasını kazanıyorsun” diye ruhuma ihtar edildi.

Ben de bütün kuvvetimle “Elhamdü lillâh” dedim. İnsaniyet damarıyla o zalimlere acıdım, “Yâ Rabbi, onları ıslah eyle” diye dua ettim. Bu yeni hadisede, ifademde Dahiliye Vekâletine yazdığım gibi, on vecihle kanunsuz olduğu ve kanun namına kanunsuzluk eden o zalimler, asıl suçlu onlar olması gibi, öyle bahaneleri aradılar, işitenleri güldürecek ve hakperestleri ağlattıracak iftiraları ve uydurmalarıyla ehl-i insafa gösterdiler ki, Risale-i Nur’a ve şakirtlerine ilişmeye, kanun ve hak cihetinde imkân bulamıyorlar, divaneliğe sapıyorlar.

Ezcümle, bir ay bizi tecessüs eden memurlar birşey bahane bulamadıklarından, bir pusula yazıp ki, “Said’in hizmetkârı bir dükkândan rakı almış, ona götürmüş,” o pusulayı imza ettirmek için hiç kimseyi bulamayıp, sonra yabanî ve sarhoş bir adamı yakalamışlar, tehditkârâne “Gel bunu imza et” demişler. O da demiş: “Tövbeler tövbesi olsun, bu acip yalanı kim imza edebilir?” Onları, pusulayı yırtmaya mecbur etmiş.

İkinci bir nümune: Bilmediğim ve şimdi dahi tanımadığım bir zat, atını, beni gezdirmek için vermiş. Ben de, rahatsızlığım için, teneffüs kastıyla, ekser günlerde, yazda bir iki saat gezerdim. O at ve araba sahibine elli liralık kitap vermeye söz vermiştim—tâ kaidem bozulmasın ve minnet altına girmeyeyim. Acaba bu işte hiçbir zarar ihtimali var mı? Halbuki, “O at kimindir?” diye, elli defa bizlerden hem vali, hem adliyeciler, hem zabıta ve polisler sordular. Güya büyük bir hâdise-i siyasiye ve âsâyişe temas eden bir vakıadır!


Lügatler :
acip : tuhaf, şaşırtıcı
âsâyiş : kanuna uygunluk
bâki : devamlı olan, yok olmayan
cihet : yön
Dahili Vekâlet : İçişleri Bakanlığı
daimî : devamlı, sürekli
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık, inkârcılık
divanelik : akılsızlık
ehl-i insaf : insaflı olanlar
ekser : çok
elhamdü lillâh : Allah’a hamd olsun!
ezcümle : örnek olarak
fâni : gelip geçici, ölümlü
garaz : kötü kasıt
hadise-i siyasiye : siyasî olay
hak : adalet
hakperest : doğruluktan ayrılmayan, hakkı tutan
hamiyet : din ve vatan gibi mukaddes değerleri koruma gayreti
haps-i münferid : hücre hapsi; tek başına hapsedilme
hiddet : öfke
hizmetkâr : hizmet yapan kimse
ıslah etmek : iyileştirmek, düzeltmek
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihtar etmek : hatırlatmak
insaniyet : insanlık
kaide : kural
kastıyla : amacıyla
mecbur etmek : zorunlu kılmak
minnet : iyilik karşısında kendini borçlu hissetme
namına : adına
nümune : örnek
pusula : küçük not kağıdı
yâ Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ım
şakirt : öğrenci, talebe
tecessüs eden : gizlice araştıran, casusluk yapan
tehditkârâne : tehdit ederek
temas eden : dokunan
teneffüs : dinlenme, temiz hava alma
vakıa : olay
vazife-i ilmiye ve diniye : ilim ve din görevi
vecih : yön
yabanî : yabancı
zalim : acımasız ve haksız davranan
zulüm : haksızlık



 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.10.AFYON HAYATI(DEVAMI)
ONBEŞİNCİ RİCA(DEVAMI)
Hattâ, bu mânâsız soruşların kesilmesi için, iki zat, hamiyeten, biri “At benimdir,” diğeri “Araba benimdir” dedikleri için, ikisini de benimle beraber tevkif ettiler. Bu nümunelere kıyasen, çok çocuk oyuncaklarına seyirci olup gülerek ağladık ve anladık ki, Risale i Nur’a ve şakirtlerine ilişenler maskara olurlar.

O nümunelerden lâtif bir muhavere: Benim tevkif kâğıdımda sebep “emniyeti ihlâl” suçu yazıldığından, ben daha o pusulayı görmeden müddeiumuma dedim: “Seni geçen gece gıybet ettim. Emniyet müdürü hesabına beni konuşturan bir polise, ‘Eğer bin müddeiumumî ve bin emniyet müdürü kadar bu memlekette emniyet-i umumiyeye hizmet etmemişsem-üç defa-Allah beni kahretsin’ dedim.”

Sonra, bu sırada, bu soğukta, en ziyade istirahate ve üşümemeye ve dünyayı düşünmemeye muhtaç olduğum bir hengâmda, garazı ve kastı ihsas eder bir tarzda, beni bu tahammülün fevkinde bu tehcir ve tecrit ve tevkif ve tazyike sevk edenlere, fevkalâde iğbirar ve kızmak geldi. Bir inâyet, imdada yetişti. Mânen kalbe ihtar edildi ki:

“İnsanların sana ettikleri ayn-ı zulümlerinde, ayn-ı adalet olan kader-i İlâhînin büyük bir hissesi var.

“Ve bu hapiste yiyecek rızkın var; o rızkın seni buraya çağırdı. Ona karşı rıza ve teslimle mukabele lâzım.

“Hikmet ve rahmet-i Rabbâniyenin dahi büyük bir hissesi var ki, bu hapistekileri nurlandırmak ve teselli vermek ve size sevap kazandırmaktır. Bu hisseye karşı, sabır içinde binler şükretmek lâzımdır.

“Hem senin nefsinin bilmediğin kusurlarıyla onda bir hissesi var. O hisseye karşı istiğfar ve tevbe ile, nefsine ‘Bu tokada müstehak oldun’ demelisin.


Lügatler :
ayn-ı adalet : adaletin ta kendisi
ayn-ı zulüm : zulüm ve haksızlığın ta kendisi
cihet : yön, taraf
desise : hile, aldatma
emniyet : güven
emniyeti ihlâl : güvenliği bozma
emniyet-i umumiye : genel güvenlik
fevkalâde : olağanüstü
fevkinde : üstünde
garaz : kötü kasıt
gıybet : arkadan çekiştirmek, hazır olmayan birisinin aleyhinde konuşmak

hamiyet : din ve vatan gibi mukaddes değerleri koruma gayreti
hengâm : zaman, dönem
hikmet ve rahmet-i Rabbâniye : herbir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah’ın rahmet ve hikmeti
iğbirar : gücenme, kırgınlık
iğfal : gaflete düşürerek kandırma, aldatma
ihsas etmek : hissettirmek
ihtar edilmek : hatırlatılmak
imdada yetişmek : yardım eli uzatmak
inâyet : Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilik
istiğfar : af dileme, tevbe etme
istirahat : dinlenme, rahatlama
kader-i İlâhî : Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan bilip o şekilde belirlemesi
kahretmek : perişan etmek
kast : amaç
lâtif : güzel, hoş
mânen : mânevî olarak
maskara olmak : gülünç duruma düşmek
muhavere : karşılıklı konuşma
mukabele : karşılık verme
müddeiumumî : savcı
müstehak : hak etmiş, lâyık
nefs : kişinin kendisi
nurlandırmak : aydınlatmak
nümune : örnek
rızık : Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
safdil : saf kalpli, kolay aldanan
sevk etmek : yönlendirmek
şakirt : öğrenci, talebe
şükretmek : teşekkür etmek, Allah’a karşı minnet duymak
tahammül : dayanma, katlanma
tazyik : baskı
tecrit : yalnız başına bırakma
tehcir : yurdundan çıkarma, sürgün etme
teslim : her şeyiyle Allah’a bağlanma
tevbe : pişmanlık duyarak günahtan dönüş
tevkif etmek : tutuklamak
vehham : aşırı derecede vehimli, kuruntulu
ziyade : çok, fazla
zulüm : haksızlık




 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.11.AFYON HAYATI(DEVAMI)
ONBEŞİNCİ RİCA(DEVAMI)
“Hem gizli düşmanların desiseleriyle bazı safdil ve vehham memurları iğfal ile o zulme sevk etmek cihetiyle, onların da bir hissesi var. Ona karşı Risale-i Nur’un o münafıklara vurduğu dehşetli mânevî tokatlar, senin intikamını tamamen onlardan almış. O, onlara yeter.

“En son hisse, bilfiil vasıta olan resmî memurlardır. Bu hisseye karşı, onların Nurlara tenkit niyetiyle bakmalarında, ister istemez, şüphesiz, iman cihetinde istifadelerinin hatırı için, [SUP]1[/SUP]
وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ düsturuyla onları affetmek bir ulüvvücenaplıktır.”

Ben de bu hakikatli ihtardan kemâl-i ferah ve şükürle, bu yeni medrese-i Yusufiyede durmaya, hattâ aleyhimde olanlara yardım etmek için, kendime mucib i ceza, zararsız bir suç yapmaya karar verdim. Hem benim gibi yetmiş beş yaşında ve alâkasız ve dünyada sevdiği dostlarından, yetmişten ancak hayatta beşi kalmış ve onun vazife-i Nuriyesini görecek yetmiş bin Nur nüshaları bâki kalıp serbest geziyorlar ve bir dile bedel binler dille hizmet-i imaniyeyi yapacak kardeşleri, vârisleri bulunan benim gibi bir adama, kabir bu hapisten yüz derece ziyade hayırlıdır. Ve bu hapis dahi, haricinde hürriyetsiz tahakkümler altındaki serbestiyetten yüz derece daha rahat, daha faidelidir. Çünkü, haricinde, tek başıyla yüzer alâkadar memurların tahakkümlerini çekmeye mukabil, hapiste yüzer mahpuslarla beraber, yalnız müdür ve başgardiyan gibi bir iki zâtın, maslahata binaen hafif tahakkümlerini çekmeye mecbur olur. Ona mukabil, hapiste çok dostlardan kardeşâne taltifler, teselliler görür. Hem İslâmiyet şefkati ve insaniyet fıtratı bu vaziyette ihtiyarlara merhamete gelmesi, hapis zahmetini rahmete çeviriyor diye, hapse razı oldum.

Bu üçüncü mahkemeye geldiğim sırada, zaafiyet ve ihtiyarlık ve rahatsızlıktan ayakta durmaya sıkıldığımdan, mahkeme kapısının haricinde, bir iskemlede oturdum. Birden bir hâkim geldi, hiddet etti, “Neden ayakta beklemiyor?” ihanetkârâne dedi. Ben de ihtiyarlık cihetinden bu merhametsizliğe kızdım. Birden baktım, pek çok Müslümanlar, kemâl-i şefkat ve uhuvvetle, merhametkârâne bakıp etrafımızda toplanmışlar, dağıtılmıyorlar. Birden iki hakikat ihtar edildi:

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : “Öfkelerini yutanlar ve insanları affedenler...” Âl-i İmrân Sûresi, 3:134.

[h=2]Lügatler : [/h] alâkadar : alakalı, ilgili
alâkasız : ilgisiz
bâki kalmak : geride kalmak, elde bulunmak
bilfiil : fiilen, uygulamalı olarak
binaen : dayanarak
cihet : yön, şekil
dehşetli : korkunç, ürkütücü

desise : hile, aldatma
düstur : kural, prensip
fıtrat : yaratılış, mizaç
hakikat : gerçek, sır
hâkim : yargıç
haricinde : dışında
hiddet : öfke
hisse : pay
hizmet-i imaniye : iman hizmeti
hürriyet : özgürlük

iğfal : gaflete düşürerek kandırma, aldatma
ihanetkârâne : haincesine
ihtar : hatırlatma, uyarı
kardeşâne : kardeşçesine
kemâl-i ferah : tam bir rahatlama
kemâl-i şefkat : tam ve mükemmel şefkat, acıma
mahpus : tutuklu
maslahat : fayda, gaye
medrese-i Yusufiye : Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân’a hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane
merhamete gelmek : acımak
merhametkârâne : merhametli bir şekilde
merhametsiz : acımasız
mucib-i ceza : ceza gerektiren
mukabil : karşılık
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
nüsha : kopya
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet

safdil : saf kalpli, kolay aldanan
serbestiyet : serbestlik

sevk etmek : yönlendirmek
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
tahakküm : baskı, zorbalık
taltif : iyilik ve güzellikle muamele etmek
uhuvvet : kardeşlik
ulüvvücenaplık : büyüklük
vâris : mirasçı
vasıta : aracı
vazife-i Nuriye : Risale-i Nur yoluyla Kur’ân hizmetinde bulunma
vaziyet : durum

vehham : aşırı derecede vehimli, kuruntulu
zaafiyet : zayıflık, güçsüzlük
ziyade : çok, fazla

zulüm : haksızlık

 
Üst