“Ondan başka(İlâh diye) yalvardıkları şeyler, şefaat (gücüne ve yetkisin)e sahip değillerdir. Ancak bilgi sahibi, Hakkı-Allah’ı görenler, şehid olanlar bunun dışındadır”. (Zuhruf: 86)
Hakka şehid olanlar, Hakkı-Allah’ı görenler ki, Onlar bilginlerdir. Hakkı, Rabbı bilenler, bunlar “Men Araf”ı bilenlerdir. Kendilerini- İnsanı bilmiş, Rablarını bilmişlerdir, Şehidler, zahiri bilim adamları değillerdir.
Allah’ı görenler (Hakka şehid), Batıni-Ledünni İlmi bilenlerdir. İşte bunlar, şefaat sahibidirler.
Putlar, Allah’tan öte, yalancı, uydurma ilahlar şefaat edemezler. Çünkü Kur’an’da geçen “min dunihi” ibareleri ile putlar, âliheler, uydurma ilahlar, yontma putlar, heykeller kastedilir. bunu bütün ulema (bilginler) kabul etmişlerdir.
“Min dunihi”, “Allah’tan öte”sinden kasıt, oyma putlardır. Oyma putlar için Allah, “Onlar size ne fayda verir, ne zarar”. Yani onlar canlı değildir. Onlardan kokmak, onlara tapmak, onları dost edinmek, onlardan şefaat ve yardım beklemek aptallıktır, cahilliktir, gafilliktir.
Zaten çok tanrılık, cehaletin ürünüdür. “Gökte de İlâh, yerde de İlâh O’dur (Allah)” İlâh birdir. 0 da Allah’tır. Gerçek İlâh, Allah’tır. Allah’tan başka ilâh yoktur. İlâh, AIlah’tır!
(Zuhruf: 84)
Hazret-i Muhammed’in ve Ataları İbrahim ve İshak’ın, İsmail’in İlâhı’dır. Onların İlâhı olan Allah, Vâhid’dir - Bir’dir. Ve bizim de İlâhımızdır. “Biz bu putları mâbud ediniyoruz ki(yani ibadet ediyoruz ki) Allah’a yakın olalım
. (Zümer: 3)
Âyetini açtığımız zaman; burada müşriklerin putları mabud edindiklerini ve putlara ibadet ettiklerini, ifade ettiklerini görüyoruz. Halbuki hiçbir Müslüman, Enbiya’yı, Evliya’yı yani mürşidlerini mabud edindiklerini ne beyan ederler, ne onları Mâbud yani İlâh edinirler, ne de onlara ibadet ederler, ne de taparlar. Onlara saygı ve sevgileri; Allah’ın “Âlim”, “Ârif” ve “Kutsal Ruhunu” taşıdıkları içindir. Ve Onları “Mukarrebun” ,yani Allah’a yakın olan mukaddes Nebileri ve Velileri bilirler.
Müslümanların, tüm Tarikat-ı Muhammediye’ye Sâlik olan
dervişlerin Nebi ve Velilere saygısı, sevgisi, secdesi yani onları büyük bilip önlerinde saygı ile eğilmeleri; Onların beşeri (cesetlerine) yönlerine değil, Onların “Allah’a Ârif”, “Allah’a Âlim, Allah’a yakın olan Mukaddes Ruh’larınadır. Ruh ise Allah’ın Mukaddes Ruhu ve Kelimesi’dir. Emir ve Kelime ise Allah’tan öte ikinci bir vücud (nesnel varlık) olmayıp, Allahü Taâla’nın Mukaddes Emir ve Kelam Sıfatı’dır.
Ruh; Allah’ın cüzü, parçası değildir. Ruh; nesnel varlık değildir. Ruh, Allah’ın emridir. Allahu Taâla ise, “Kafirlerin Kur’an’a secde etmediğini” (İnşikak: 21) beyan etmektedir.
Yine Allahü Taala, “İblis’in de Âdem’e secde etmediğini” (Bakara: 34) beyan etmektedir. Âdem’den maksat; Âdem’in külli Esma’yı bilen (Bakara: 32) Âlim ve Ârif, Allah’ın emri olan Mukaddes Ruhunadır.
Ruh, Allah’ın emir ve kelimesi olduğu için aynen Kur’an gibidir.
Yani mahluk değildir. Hak’tan ayrı ikinci bir varlık da değildir. Tıpkı Kur’an-ı Kerim’in de Allah’ın emri ve kelimesi olarak mahluk olmadığı gibi. Kur’an Allah da değildir. Allah’ın sıfatıdır, Ruh’da Allah’ın sıfatıdır.
Allah’ın Sıfatına secde, Allah’ın Zâtınadır. Bir insan güneşin
ışıklarına yönelse, güneşten başka ikinci bir varlığa yönelmiş sayılmaz. Güneşin ışıksız görünemeyeceği ve bilinemeyeceği gibi, Allah’ın Zâtı da; Sıfatları olmadan bilinmez ve görülmez. Güneşin ışıklarına saygı, sevgi ve hayranlık, güneşin zatınadır.
Allah’ın sıfatlarına saygı,sevgi ve hayranlık da, Allahü Taâla’nın Zât-ı Pâki’nedir. Burada vasıta; herhangi bir çiğve cahil insan değil, Allah’ın Kutsal Ruhunu taşıyan Âlim ve Ârif İnsan-ı Kâmil’dir. Herkesin bedeni olduğu gibi, Peygamberlerin ve Velilerin bedeni de Âdem’in bedenidir. Âdem’in bedeni ise topraktır.
Cesetlere ve bedene secde şirktir. Cesetlere, rabıta da şirktir. Secde ve rabıta-bağlanmak, Allah’ın Kudsi Ruhunadır. Zira hiç kimsenin Ruhu, kendi Ruhu değildir. Ruh, Allah’ındır. “İnsana Ruhumdan üfürdüm”, “Ruh, Allah’ın emrinden” Âyetleri bunun delilidir.
Ayrıca yukarıdaki Âyette geçen, müşriklerin uydurduğu yalancı ilahlar, oyma putlar ve heykellerinin Allahü Taâla’nın Zâtı ve Sıfatı ile hiçbir ilişkisi yok ki, yalancı oyma putlara tapmakla insanlar Nur-u pâk olan Allah’ü Teâla’ya yaklaşmış olsunlar. Ama Kuran ile sabittir ki; Nebiler, Resuller ve Veliler zaten mukarrebun-Allah’a yakın’dırlar. Allah’ın sevdiği dostlarıdır. Allah’ın Enbiya ve Evliya ile ilişkisi vardır. Allah, Onları tanımakta ve yüceltmektedir.
“Vessabikunes Sabikun ülaike’l mukarrebun-Sabikler, Sabikler onlar mukarrebunlardır- Allah’a (en) yakınlardır”. (Vakıa: 11)
Allah’a en mukarrebun olanlar ise Allah’ın Nebileri ve Velileridir. Allah’ın yakınlarına yakın olan ise zaten bu suretle Allah’a yaklaşmış olur ve Ashab-ı Yemin olurlar. Salih mü’minler olurlar.
Nebilerin ve Velilerin Allah’la alakarının olmadığını, onların Kudsi Ruh taşımadıklarını, Onların muttaki olmadıklarını, onların Âlim olmadıklarını, onlara sevgi ve saygının Allah için olmadığını hiçbir müslüman iddia edemez ve bu hususda ellerinde hiçbir nas yoktur. Yani İslâmi bir delil gösteremezler.
Ama müşriklerin mâbud edindikleri o oyma put ve heykelden ibaret olan “sanem”lerinin -yalancı ilahların (uyduruk ilahlar), Allahü Teâla’nın Zâtı ile hiçbir alaka ve münasebetleri yoktur. Çünkü gerçek İlâh olan; Hz. Muhammed’in, Hz. İbrahim’in ve Müslümanların İlâhı olan Allah’tan başka ilah yoktur. Allah’ımız, Vahid’dir.
Onun için Müslümanların, Enbiya-Evliya ve İnsan-ı Kâmile olan sevgi, saygı, biat
.tek kelime ile secdeleri yukarıda sözü edilen Âyette geçen müşriklerin durumuna benzetilemez. Ayrıca secde, ibadet anlamına değildir! Secdenin anlamı, Allah’ın yücelttiği Nebileri ve Velileri büyüklemektir. Allah ise en büyüktür. Allahu Ekber-Allah en Büyüktür.
“Refıüdderecat-Derecelerin en yücesi” (Mü’min-14) Âyeti de bunun delilidir. Allah, yüce dereceler olduğunu buyurmuş ve kendisinin, derecelerin “en üstünü” olduğunu bildirmiştir.
Ayrıca melei âla-yüksek meclisten, illiyyin ve illiyyundan sözetmektedir ki “illiyyin ve illiyyun” âliler yani üstünler; üstün-mukaddes varılıklar bulunduğunu beyan etmektedir. Allahü Teâla ise hem âlâ, hem âli, hem de “müteâl”dir. Yani alâlardan âlâdır.
Tetkik edilirse (araştırılırsa); bu İblis’in yoluna sapmış Âdem’e secde etmeyen, insana sevgisi olmayan ve daima Allah’ın Zâtını tenzih ile Enbiya ve Evliya’yı, yani Allah’a yakın olan mukarrebunları ve dolayısıyla insanı küçültenlerin zaten İslâm ilmi literatüründeki zatçılar yani mutezile oldukları, Allah’ın Sıfatlarını inkar edici oldukları apaçık ortadadır. Aslında bunlar Âdem’i, Enbiya’yı, Evliya’yı yani İnsan-ı Kâmil’i küçültmeye çalışanlar, Allah’ın mukaddes Sıfatlarını inkar edenlerdir. Allah’ın Sıfatını inkar, Zât-ı pâkini inkardır.
Hiçbir Maturidi ve Eş’ari, Allahın Sıfatlarını inkar etmez. Ehl-i Sünnet, Allah’ın Kelam Sıfatına inanır. Âdem’e üfürülen ruh ise Allah’ın Mukaddes Emri yani kelimesidir. Ehl-i Sünnet, Allah’ın Emir ve Kelam sıfatını inkar etmez. Allah’ın emir ve kelimesi, Allah’ın kelamıdır. Kelam ise Allah’ın “Kelam” Sıfatı’dır.
Eş’ari ve Maturidi, Allah’ın hem Zâtına hem Sıfatına inanır. Ve Velâyet-i Muhammedi’nin kıyamete kadar devam edeceğini beyan eder. Kerameti Evliya’yı ve Himmeti Evliya’yı kabul eder. Allah’ın çok çok zikredilmesinin farz olduğunu, Resulüllah’ın cemalini daima hatırda tutup, sevilmesini kabul eder. Hilye-i Resulullah vardır. Hilye-i Resulullah’ı düşünmek “rabıta”dır. (89) ve Resulullah’ın Velâyetinin Ehl-i Beytinde, mukarreb ashabında ve ümmetinde devam edeceğini bildirir. Ve Velâyet-i Muhammediye ise Allah’ın Velâyeti’dir.
Hz. Ali, Resulullah’ın Velâyeti’nin tamamını hamildir (taşır). Hz. Ebubekir ise Velâyet-i Muhammediye’den büyük pay almıştır. Tasavvuf ve Tarikat tarihi bunun şahididir.
Resulüllah’dan açılan bu iki mukaddes Velayet kapısı Hz. Ali ve Hz. Ebubekir’in en yüksek pirlikleri, diğer Evliyalarda ve pirlerde devam eder.
Bu yazdıklarımız ehli tasavvufun memduhları (övülenleri) ve Ehl-i sünnetin Gazali gibi gerçek bilginleri tarafından kabul edilmiş, beyan edilmiş ve müslümanlara önerilmiştir. (90)
Bunun dışındaki sözler; Enbiya, Evliya’yı özetle, Âdem’i, yani Ârif ve Âlim olan Mürşid-i Kâmil’leri tahfif edici (küçültücü), Allah’ı överek onları inkara çalışmaları; ayrıca bu konudaki beyanları (açıklamaları) hiçbir zaman Ehl-i Sünnet Âlimlerinin Maturidi, Eş’ari ve Selef-i Salihin’in yolunda olanların sözleri olamaz.
Güya tenzihçi ve tevhidçi geçinen bu Zâtçı’lar; en büyük olan Allah’ı savunur görünüp; Allah’ın yücelttiği büyük zatları (Nebileri ve Velileri) küçültmeye çalışanlardır. En büyüğe sarılıp, büyükleri inkar edenlerdi. Güneşi savunup, Ayı ve Yıldız’ı inkara kalkanlardır. (91)
Hz. Ali ve Hz. Ebubekir, Hz. Resulullah’ın iki büyük İlâhi Muhammedi ve Ruhani-Mânevi kapısıdırlar. Fizik ötesine bu iki yoldan geçilir. Bunları kapatmaya çalışanlar, üfürükleriyle Allah’ın Nurunu söndürmeye çalışanlardır!
Bu yollar, Ruhanidir. Ruhaniliği kim yok edebilir?
Allah, nurunu tamamlar.
Allah, bu Mukaddes Nurun tamamlanmasına yardım edenlerden, bu kapıları devam ettirenlerden razı olsun.
“Onlar Allah’dan, Allah da Onlardan razı” (Mâide :119)
“Veselâmün alel mürselin - Gönderilenlere selam olsun (Saffat: 181)
“Hamd, övgü Allah’ındır.” (Fatiha: 1) (Saffat: 182)
kaynak:İslamda Şeriat ve Tarikat kitabından alıntıdır
Hakka şehid olanlar, Hakkı-Allah’ı görenler ki, Onlar bilginlerdir. Hakkı, Rabbı bilenler, bunlar “Men Araf”ı bilenlerdir. Kendilerini- İnsanı bilmiş, Rablarını bilmişlerdir, Şehidler, zahiri bilim adamları değillerdir.
Allah’ı görenler (Hakka şehid), Batıni-Ledünni İlmi bilenlerdir. İşte bunlar, şefaat sahibidirler.
Putlar, Allah’tan öte, yalancı, uydurma ilahlar şefaat edemezler. Çünkü Kur’an’da geçen “min dunihi” ibareleri ile putlar, âliheler, uydurma ilahlar, yontma putlar, heykeller kastedilir. bunu bütün ulema (bilginler) kabul etmişlerdir.
“Min dunihi”, “Allah’tan öte”sinden kasıt, oyma putlardır. Oyma putlar için Allah, “Onlar size ne fayda verir, ne zarar”. Yani onlar canlı değildir. Onlardan kokmak, onlara tapmak, onları dost edinmek, onlardan şefaat ve yardım beklemek aptallıktır, cahilliktir, gafilliktir.
Zaten çok tanrılık, cehaletin ürünüdür. “Gökte de İlâh, yerde de İlâh O’dur (Allah)” İlâh birdir. 0 da Allah’tır. Gerçek İlâh, Allah’tır. Allah’tan başka ilâh yoktur. İlâh, AIlah’tır!
Hazret-i Muhammed’in ve Ataları İbrahim ve İshak’ın, İsmail’in İlâhı’dır. Onların İlâhı olan Allah, Vâhid’dir - Bir’dir. Ve bizim de İlâhımızdır. “Biz bu putları mâbud ediniyoruz ki(yani ibadet ediyoruz ki) Allah’a yakın olalım
Âyetini açtığımız zaman; burada müşriklerin putları mabud edindiklerini ve putlara ibadet ettiklerini, ifade ettiklerini görüyoruz. Halbuki hiçbir Müslüman, Enbiya’yı, Evliya’yı yani mürşidlerini mabud edindiklerini ne beyan ederler, ne onları Mâbud yani İlâh edinirler, ne de onlara ibadet ederler, ne de taparlar. Onlara saygı ve sevgileri; Allah’ın “Âlim”, “Ârif” ve “Kutsal Ruhunu” taşıdıkları içindir. Ve Onları “Mukarrebun” ,yani Allah’a yakın olan mukaddes Nebileri ve Velileri bilirler.
Müslümanların, tüm Tarikat-ı Muhammediye’ye Sâlik olan
dervişlerin Nebi ve Velilere saygısı, sevgisi, secdesi yani onları büyük bilip önlerinde saygı ile eğilmeleri; Onların beşeri (cesetlerine) yönlerine değil, Onların “Allah’a Ârif”, “Allah’a Âlim, Allah’a yakın olan Mukaddes Ruh’larınadır. Ruh ise Allah’ın Mukaddes Ruhu ve Kelimesi’dir. Emir ve Kelime ise Allah’tan öte ikinci bir vücud (nesnel varlık) olmayıp, Allahü Taâla’nın Mukaddes Emir ve Kelam Sıfatı’dır.
Ruh; Allah’ın cüzü, parçası değildir. Ruh; nesnel varlık değildir. Ruh, Allah’ın emridir. Allahu Taâla ise, “Kafirlerin Kur’an’a secde etmediğini” (İnşikak: 21) beyan etmektedir.
Yine Allahü Taala, “İblis’in de Âdem’e secde etmediğini” (Bakara: 34) beyan etmektedir. Âdem’den maksat; Âdem’in külli Esma’yı bilen (Bakara: 32) Âlim ve Ârif, Allah’ın emri olan Mukaddes Ruhunadır.
Ruh, Allah’ın emir ve kelimesi olduğu için aynen Kur’an gibidir.
Yani mahluk değildir. Hak’tan ayrı ikinci bir varlık da değildir. Tıpkı Kur’an-ı Kerim’in de Allah’ın emri ve kelimesi olarak mahluk olmadığı gibi. Kur’an Allah da değildir. Allah’ın sıfatıdır, Ruh’da Allah’ın sıfatıdır.
Allah’ın Sıfatına secde, Allah’ın Zâtınadır. Bir insan güneşin
ışıklarına yönelse, güneşten başka ikinci bir varlığa yönelmiş sayılmaz. Güneşin ışıksız görünemeyeceği ve bilinemeyeceği gibi, Allah’ın Zâtı da; Sıfatları olmadan bilinmez ve görülmez. Güneşin ışıklarına saygı, sevgi ve hayranlık, güneşin zatınadır.
Allah’ın sıfatlarına saygı,sevgi ve hayranlık da, Allahü Taâla’nın Zât-ı Pâki’nedir. Burada vasıta; herhangi bir çiğve cahil insan değil, Allah’ın Kutsal Ruhunu taşıyan Âlim ve Ârif İnsan-ı Kâmil’dir. Herkesin bedeni olduğu gibi, Peygamberlerin ve Velilerin bedeni de Âdem’in bedenidir. Âdem’in bedeni ise topraktır.
Cesetlere ve bedene secde şirktir. Cesetlere, rabıta da şirktir. Secde ve rabıta-bağlanmak, Allah’ın Kudsi Ruhunadır. Zira hiç kimsenin Ruhu, kendi Ruhu değildir. Ruh, Allah’ındır. “İnsana Ruhumdan üfürdüm”, “Ruh, Allah’ın emrinden” Âyetleri bunun delilidir.
Ayrıca yukarıdaki Âyette geçen, müşriklerin uydurduğu yalancı ilahlar, oyma putlar ve heykellerinin Allahü Taâla’nın Zâtı ve Sıfatı ile hiçbir ilişkisi yok ki, yalancı oyma putlara tapmakla insanlar Nur-u pâk olan Allah’ü Teâla’ya yaklaşmış olsunlar. Ama Kuran ile sabittir ki; Nebiler, Resuller ve Veliler zaten mukarrebun-Allah’a yakın’dırlar. Allah’ın sevdiği dostlarıdır. Allah’ın Enbiya ve Evliya ile ilişkisi vardır. Allah, Onları tanımakta ve yüceltmektedir.
“Vessabikunes Sabikun ülaike’l mukarrebun-Sabikler, Sabikler onlar mukarrebunlardır- Allah’a (en) yakınlardır”. (Vakıa: 11)
Allah’a en mukarrebun olanlar ise Allah’ın Nebileri ve Velileridir. Allah’ın yakınlarına yakın olan ise zaten bu suretle Allah’a yaklaşmış olur ve Ashab-ı Yemin olurlar. Salih mü’minler olurlar.
Nebilerin ve Velilerin Allah’la alakarının olmadığını, onların Kudsi Ruh taşımadıklarını, Onların muttaki olmadıklarını, onların Âlim olmadıklarını, onlara sevgi ve saygının Allah için olmadığını hiçbir müslüman iddia edemez ve bu hususda ellerinde hiçbir nas yoktur. Yani İslâmi bir delil gösteremezler.
Ama müşriklerin mâbud edindikleri o oyma put ve heykelden ibaret olan “sanem”lerinin -yalancı ilahların (uyduruk ilahlar), Allahü Teâla’nın Zâtı ile hiçbir alaka ve münasebetleri yoktur. Çünkü gerçek İlâh olan; Hz. Muhammed’in, Hz. İbrahim’in ve Müslümanların İlâhı olan Allah’tan başka ilah yoktur. Allah’ımız, Vahid’dir.
Onun için Müslümanların, Enbiya-Evliya ve İnsan-ı Kâmile olan sevgi, saygı, biat
“Refıüdderecat-Derecelerin en yücesi” (Mü’min-14) Âyeti de bunun delilidir. Allah, yüce dereceler olduğunu buyurmuş ve kendisinin, derecelerin “en üstünü” olduğunu bildirmiştir.
Ayrıca melei âla-yüksek meclisten, illiyyin ve illiyyundan sözetmektedir ki “illiyyin ve illiyyun” âliler yani üstünler; üstün-mukaddes varılıklar bulunduğunu beyan etmektedir. Allahü Teâla ise hem âlâ, hem âli, hem de “müteâl”dir. Yani alâlardan âlâdır.
Tetkik edilirse (araştırılırsa); bu İblis’in yoluna sapmış Âdem’e secde etmeyen, insana sevgisi olmayan ve daima Allah’ın Zâtını tenzih ile Enbiya ve Evliya’yı, yani Allah’a yakın olan mukarrebunları ve dolayısıyla insanı küçültenlerin zaten İslâm ilmi literatüründeki zatçılar yani mutezile oldukları, Allah’ın Sıfatlarını inkar edici oldukları apaçık ortadadır. Aslında bunlar Âdem’i, Enbiya’yı, Evliya’yı yani İnsan-ı Kâmil’i küçültmeye çalışanlar, Allah’ın mukaddes Sıfatlarını inkar edenlerdir. Allah’ın Sıfatını inkar, Zât-ı pâkini inkardır.
Hiçbir Maturidi ve Eş’ari, Allahın Sıfatlarını inkar etmez. Ehl-i Sünnet, Allah’ın Kelam Sıfatına inanır. Âdem’e üfürülen ruh ise Allah’ın Mukaddes Emri yani kelimesidir. Ehl-i Sünnet, Allah’ın Emir ve Kelam sıfatını inkar etmez. Allah’ın emir ve kelimesi, Allah’ın kelamıdır. Kelam ise Allah’ın “Kelam” Sıfatı’dır.
Eş’ari ve Maturidi, Allah’ın hem Zâtına hem Sıfatına inanır. Ve Velâyet-i Muhammedi’nin kıyamete kadar devam edeceğini beyan eder. Kerameti Evliya’yı ve Himmeti Evliya’yı kabul eder. Allah’ın çok çok zikredilmesinin farz olduğunu, Resulüllah’ın cemalini daima hatırda tutup, sevilmesini kabul eder. Hilye-i Resulullah vardır. Hilye-i Resulullah’ı düşünmek “rabıta”dır. (89) ve Resulullah’ın Velâyetinin Ehl-i Beytinde, mukarreb ashabında ve ümmetinde devam edeceğini bildirir. Ve Velâyet-i Muhammediye ise Allah’ın Velâyeti’dir.
Hz. Ali, Resulullah’ın Velâyeti’nin tamamını hamildir (taşır). Hz. Ebubekir ise Velâyet-i Muhammediye’den büyük pay almıştır. Tasavvuf ve Tarikat tarihi bunun şahididir.
Resulüllah’dan açılan bu iki mukaddes Velayet kapısı Hz. Ali ve Hz. Ebubekir’in en yüksek pirlikleri, diğer Evliyalarda ve pirlerde devam eder.
Bu yazdıklarımız ehli tasavvufun memduhları (övülenleri) ve Ehl-i sünnetin Gazali gibi gerçek bilginleri tarafından kabul edilmiş, beyan edilmiş ve müslümanlara önerilmiştir. (90)
Bunun dışındaki sözler; Enbiya, Evliya’yı özetle, Âdem’i, yani Ârif ve Âlim olan Mürşid-i Kâmil’leri tahfif edici (küçültücü), Allah’ı överek onları inkara çalışmaları; ayrıca bu konudaki beyanları (açıklamaları) hiçbir zaman Ehl-i Sünnet Âlimlerinin Maturidi, Eş’ari ve Selef-i Salihin’in yolunda olanların sözleri olamaz.
Güya tenzihçi ve tevhidçi geçinen bu Zâtçı’lar; en büyük olan Allah’ı savunur görünüp; Allah’ın yücelttiği büyük zatları (Nebileri ve Velileri) küçültmeye çalışanlardır. En büyüğe sarılıp, büyükleri inkar edenlerdi. Güneşi savunup, Ayı ve Yıldız’ı inkara kalkanlardır. (91)
Hz. Ali ve Hz. Ebubekir, Hz. Resulullah’ın iki büyük İlâhi Muhammedi ve Ruhani-Mânevi kapısıdırlar. Fizik ötesine bu iki yoldan geçilir. Bunları kapatmaya çalışanlar, üfürükleriyle Allah’ın Nurunu söndürmeye çalışanlardır!
Allah, nurunu tamamlar.
Allah, bu Mukaddes Nurun tamamlanmasına yardım edenlerden, bu kapıları devam ettirenlerden razı olsun.
“Onlar Allah’dan, Allah da Onlardan razı” (Mâide :119)
“Veselâmün alel mürselin - Gönderilenlere selam olsun (Saffat: 181)
“Hamd, övgü Allah’ındır.” (Fatiha: 1) (Saffat: 182)
kaynak:İslamda Şeriat ve Tarikat kitabından alıntıdır