Günlük Risale-i Nur dersi.............

Mesela: Bir adam bir tüfek ile birisini vurdu. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip, biçare maktulün büsbütün hukukunu zayi' etmek; ne derece belahet ve divaneliktir. Aynen öyle de: Kadir-i Zülcelal'in müsahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayyaresi olan küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irade ile iddihar edilen bir bombayı, ehl-i gaflet ve tuğyanı uyandırmak için "ateşlendir" diye olan emr-i Rabbaniyi unutmak ve tabiata sapmak, hamakatın en eşneidir.

(Bediüzzaman Said Nursi – 14. Sözden)

Lügatler

[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Aynen :aslı, kendisi Barut : Güherçile ile kükürt ve kömürden mürekkeb, alev alıcı bir madde olup ateşli silahlarda kullanılır Belahet :ahmaklık, düşüncesizlik, ne yaptığını bilmemek Belki :bilakis, aslında Bîçare: çaresiz, zavallı Divane :deli, aklı başında olmayan Ehl-i gaflet : dikkatsiz, vurdumduymaz, en mühim vazifeyi düşünmeyip kıymetsiz işlerle uğraşan Emr-i Rabbani : herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın emri Eşne :en çirkin ve fena, iğrenç Hamakat :ahmaklık Hasr-ı nazar :sadece bir şeye bakıp dikkat etmek, sadece bir konu üzerinde yoğunlaşmak Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması
[/TD]
[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Hukuk :haklar, kurallar, esaslar İddihar : biriktirmek, saklamak İrade :istek, arzu, dilemek, tercih Kadîr-i Zülcelâl :her türlü eksiklikten yüce, kuvvet ve kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah Küre-i arz :yeryüzü, dünya Maktül : Öldürülmüş, katledilmiş olan. Memur :emir ile hareket eden, emir altında olan Mesela :örnek olarak Musahhar :hizmet eden, istenilen hale konmuş, idare edilen, boyun eğdirilmiş, emre verilmiş Tabiat : doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem Tayyare :uçak Tuğyan : Haddinden tecavüz etmek, haddini aşmak. Zayi :yitik, zarar, ziyan, kayıp, elden çıkan
[/TD]
 
Dağ gibi bir çam ağacının cihazatını dokumak ve yetiştirmek için bir köy kadar yüz fabrika ve tezgâh yerine küçücük çekirdeği gösterir: "İşte bu ağaç bundan çıkmış" diye Saniinin o çamdaki gösterdiği bin mu'cizatı inkâr eder misillü bazı zahiri sebebleri irae eder. Halık'ın ihtiyar ve hikmet ile işlenen pek büyük bir fiil-i rububiyetini hiçe indirir. Bazan gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikata fenni bir nam takar. Güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, adileşti, hikmetsiz, manasız kaldı.
İşte gel! Belahet ve hamakatın nihayetsiz derecelerine bak ki: Yüz sahife ile tarif edilse ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-ı meçhuleye bir nam takar; malum bir şey gibi: "Bu budur" der.

(Bediüzzaman Said Nursi – 14. Sözden)

Lügatler

[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Âdi :basit, kıymetsiz, sıradan Bazan :ara sıra, her zaman olmayan Belahet :ahmaklık, düşüncesizlik, ne yaptığını bilmemek Beyan :izah, açıklama, anlatma Cihazat :cihazlar, organlar Cihet :yön, taraf Ehemmiyet: önem Fenni :bilimsel Fiil-i rububiyet : Cenab-ı Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan terbiye ve idare edicilik fiili Gayet :çok, pek çok Güya :sanki, farzet Hakikat: gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti Hakikat-i meçhule :bilinmeyen gerçek Hâlık :yaratıcı, yaratan(Allah) Hamakat :ahmaklık, aptallık Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması
[/TD]
[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] İhtiyar :seçmek, istek, arzu, seçilmek, irade İnkâr : reddetmek, karşı çıkmak İrae :göstermek, gösteriş, göz önüne koymak Mahiyet : asıl,esas Malum :bilinen, belli olan Mana :anlam, iç, içyüz, bir söz veya bir şeyden anlaşılan Misillü: gibi Mu’cizat: mucizeler Nam :isim, ad, lakap, ünvan Nihayetsiz: sonsuz, sınırsız Sahife :sayfa Sâni’ : her şeyi mükemmel ve sanatla yaratan Allah Tarif :inceden inceye anlatma, bildirme Tezgâh :dokuma aleti, ticaret masası, işyeri Zahirî :aşikar, açık, belirgin, görünüşte
[/TD]
 
Birer irade-i külliye ve birer ihtiyar-ı amm ve birer hâkimiyet-i nev'iyenin ünvanları bulunan ve "adetullah" namıyla yadedilen fıtri kanunların birisine, hususi ve kasdi bir hadise-i rububiyeti irca' eder. O irca' ile onun nisbetini irade-i ihtiyariyeden keser; sonra tutar tesadüfe, tabiata havale eder. Ebucehil'den ziyade muzaaf bir eçheliyet gösterir. Bir neferin veya bir taburun zaferli harbini bir nizam ve kanun-u askeriyeye isnad edip; kumandanından, padişahından, hükumetinden ve kasdi harekâttan alakasını keser misillü asi bir divane olur.

(Bediüzzaman Said Nursi – 14. Sözden)

Lügatler

[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Âdetullah : Allah’ın tabiatta yürürlükte olan kanun ve kuralları Alâka :ilgi, münasebet Asi :isyan eden, başkaldıran Divane :deli, aklı başında olmayan Ebu Cehil :cehaletin cahilliğin babası Eçheliyet :son derece câhillik Fıtrî :yaratılıştan gelen, yapıyla alakalı, doğal Hadise-i rububiyet : herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın gerçekleştirdiği hadise Hâkimiyet-i nev’iye : bir sınıfın üstün olduğu egemenlik Harb :savaş Harekât: hareketler Havale :ısmarlama, işi veya şeyi başkasına bırakma Hususi :özel, bir şeye ait olan Hükûmet :bir memleketi idare edenler, vekiller heyeti İhtiyar-ı amm : Allah’ın herşeyi kuşatan iradesi, seçme ve tercih gücü İrade-i ihtiyariye :hür tercih, hür seçim İrade-i külliye :herşeyi kuşatan irade İrca’ :döndürme, yönlendirme
[/TD]
[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] İsnad :bir nesneye bir kimseye dayanmak, nispet edilmek Kanun :herkesin uyması için konmuş kaide, kural, emir, yasak ve nizamlar Kanun-u askeriye :askerlik kanunu Kasdi : bilerek ve isteyerek yapılan, niyet ederek yapılan Kumandan :yöneten, komuta eden, idare eden Misillü: gibi Muzaaf :kat kat Nam :isim, ad, lakap, ünvan Nefer :asker, kişi, er Nisbet :oran, ölçü, kıyas Nizam :düzen, kanun Padişah :büyük hükümdar, sultan Tabiat : doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem Tabur :bölüklerden oluşan askeri birlik Tesadüf : rast gelmek, kendiliğinden olmak, tedbirsiz meydana gelmek Ünvan :isim, nam Yâd :anmak, zikretmek, hatır yapmak, hatırda tutmak, hatır, gönül Zafer : Düşmanı yenme, üstün gelme. Başarma Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla
[/TD]

 
Bu hadise-i arziye, bu memleketin ahali-i İslamiyesine bakması ve onları hedef etmesi, ne ile anlaşılıyor ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyade ilişiyor?
Elcevab: Bu hadise, hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazanın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için, o zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delaletiyle bu hadise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor. Biçare Erzincan gibi yerlerde daha ziyade sarsmasının iki vechi var:
Biri: Hataları az olmak cihetiyle temizlemek için ta'cil edildi.
İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatlı iman muhafızları ve İslamiyet hamileri az veya tam mağlub olmak fırsatıyla, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir merkez-i faaliyet tesisleri cihetiyle en evvel oraları tokatladı, ihtimali var.

(Bediüzzaman Said Nursi – 14. Sözden)

Lügatler

[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Ahali-i islamiye :Müslüman halk Bîçare: çaresiz, zavallı Cihet :yön, taraf Dehşet :ürkmek, korkmak Delâlet : delil olmak, işaret etmek Ehl-i iman :Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler Ehl-i zındıka :dinsizler Elcevap :cevap şudur ki Emare :alamet,işaret, belirti, iz, ipucu Evvel :ilk önce Gâfil : dikkatsiz, uyanık olmayan, iyi düşünmeyen Hadise:olay, vaka Hadise-i arziye :yerle ilgili olay Hakikat: gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti Hâmi :himaye eden, koruyan Hedef :nişan noktası, varılmak istenen gaye Hürmet :saygı, değer verme, haysiyet, şeref İhtimal :olması mümkün olan, olası, kabul edilen
[/TD]
[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] İman :inanmak, kabul etmek İntibah: uyanış Kuvvet :güç, kabiliyet, kudret Mağlup : yenilme, yenilen Mahsus :hususi, ayrılmış, tayin edilmiş, özel Memleket :mülk edinilen vatan, ülke Merkez-i faaliyet :faaliyet merkezi Muhafız :muhafaza eden, değiştirmeyen, saklayan, koruyan Niyaz : dua, yalvarma Şiddet :sertlik, katılık, sıkılık Ta’cil :çabuklaştırma Tahribat :harap etmeler, yıkmalar, bozmalar Tesir: etki Tesis :kurmak, oluşturmak, temelleştirmek Vecih :yön, tarz, metod, üslub Zelzele :deprem Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla
[/TD]

 
Hacc-ı şerif bil'asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de: Bir hacı, ne kadar ami de olsa, kat'-ı meratib etmiş bir veli gibi umum aktar-ı arzın Rabb-ı Azimi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubudiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i rububiyet ve durbiniyle nazarına görünen afak-ı azamet-i uluhiyet ve şeairiyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devair-i ubudiyet ve meratib-i kibriya ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i rububiyet "Allahü Ekber" "Allahü Ekber" ile teskin edilebilir ve onunla o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvire ilan edilebilir. Hacdan sonra şu manayı, ulvi ve külli muhtelif derecelerde bayram namazında, yağmur namazında, husuf küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte şeair-i İslamiyenin velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.
(Bediüzzaman Said Nursi - 16. Söz'den)
Lügatler

[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Afak-ı azamet-i uluhiyet : Cenab-ı Allah’ın ilâhlığının büyüklüğünün ufukları, sınırları Aktar-ı arz : dünyanın dört bir yanı Allâh ü ekber : Allah en büyüktür Âmî :avamca, cahil,ileri gelenden olmayan Bil’asale :bizzat Cemaat :topluluk, grup, takım, bir imama uyup namaz kılanlar Dehşet :ürkmek, korkmak Devair-i ubudiyet :kulluk daireleri Durbin :gözetleme aleti, dürbün Ehemmiyet: önem Ferik :general Hacc-ı şerif :şerefli Hac ibadeti Hararet: sıcaklık, ısı Heybet-i rububiyet : Allah’ın rububiyetinin heybeti Husuf :ay tutulması İlan :duyurma Kabil :kabul eden, yapılan, gibi Kat’ı meratib : mertebeleri aşmak, mânen yükselmek Küllî :bütüne ait, tamamen Küsuf :güneş tutulması Lütuf :iyilik, ikram, bağış Mana-yı ulvi ve külli :yüce ve umumi mana Mazhar :sahip olma, nâil olma, erişme Meratib-i Kibriya : Cenab-ı Allah’ın büyüklüğünün mertebeleri Meratib-i külliye-i rububiyet : Rububiyetin geniş, kapsamlı mertebeleri; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mertebeleri
[/TD]
[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Meratib-i münkeşife-i meşhude : bizzat görerek açığa çıkmış mertebeler Mertebe-i külliye : geniş ve kapsamlı mertebe Miftah :anahtar Muhtelif :çeşitli Mutasavvire : hayalen, tasavvur ederek Müşerref :şereflenmiş Müteveccih :yönelik, yönelmiş, dönmüş Nazar :bakma, bakış, görüş açısı Nefer :asker, kişi, er Rabb :âlemleri ve içindekileri idare edip terbiye ve rızık veren(Allah) Rabb-i azim : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran büyük Allah Sır :herkesin bilmediği gizli hakikat Sünnet : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler Şeair :işaretler Şeair-i islamiye : İslâma sembol olmuş işaretler, iş ve ibadetler Teskin :sakinleştirmek, rahatlandırmak, yatıştırmak Ubudiyet: kulluk Ubudiyet-i külliye : büyük ve umumî kulluk Ufk-u tecelliyat : tecellilerin, yansımaların ufku Ulvi :yüksek, yüce Umum : bütün,tüm, tamam, hepsi Unvan :isim, nam Velev :eğer, gerçi, hatta Veli :Allah dostu, evliya Yevm-i mahsus :özel gün
[/TD]





--
 
Hacc-ı şerif bil'asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de: Bir hacı, ne kadar ami de olsa, kat'-ı meratib etmiş bir veli gibi umum aktar-ı arzın Rabb-ı Azimi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubudiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i rububiyet ve durbiniyle nazarına görünen afak-ı azamet-i uluhiyet ve şeairiyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devair-i ubudiyet ve meratib-i kibriya ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i rububiyet "Allahü Ekber" "Allahü Ekber" ile teskin edilebilir ve onunla o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvire ilan edilebilir. Hacdan sonra şu manayı, ulvi ve külli muhtelif derecelerde bayram namazında, yağmur namazında, husuf küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte şeair-i İslamiyenin velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.
(Bediüzzaman Said Nursi - 16. Söz'den)
Lügatler

[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Afak-ı azamet-i uluhiyet : Cenab-ı Allah’ın ilâhlığının büyüklüğünün ufukları, sınırları Aktar-ı arz : dünyanın dört bir yanı Allâh ü ekber : Allah en büyüktür Âmî :avamca, cahil,ileri gelenden olmayan Bil’asale :bizzat Cemaat :topluluk, grup, takım, bir imama uyup namaz kılanlar Dehşet :ürkmek, korkmak Devair-i ubudiyet :kulluk daireleri Durbin :gözetleme aleti, dürbün Ehemmiyet: önem Ferik :general Hacc-ı şerif :şerefli Hac ibadeti Hararet: sıcaklık, ısı Heybet-i rububiyet : Allah’ın rububiyetinin heybeti Husuf :ay tutulması İlan :duyurma Kabil :kabul eden, yapılan, gibi Kat’ı meratib : mertebeleri aşmak, mânen yükselmek Küllî :bütüne ait, tamamen Küsuf :güneş tutulması Lütuf :iyilik, ikram, bağış Mana-yı ulvi ve külli :yüce ve umumi mana Mazhar :sahip olma, nâil olma, erişme Meratib-i Kibriya : Cenab-ı Allah’ın büyüklüğünün mertebeleri Meratib-i külliye-i rububiyet : Rububiyetin geniş, kapsamlı mertebeleri; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mertebeleri
[/TD]
[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Meratib-i münkeşife-i meşhude : bizzat görerek açığa çıkmış mertebeler Mertebe-i külliye : geniş ve kapsamlı mertebe Miftah :anahtar Muhtelif :çeşitli Mutasavvire : hayalen, tasavvur ederek Müşerref :şereflenmiş Müteveccih :yönelik, yönelmiş, dönmüş Nazar :bakma, bakış, görüş açısı Nefer :asker, kişi, er Rabb :âlemleri ve içindekileri idare edip terbiye ve rızık veren(Allah) Rabb-i azim : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran büyük Allah Sır :herkesin bilmediği gizli hakikat Sünnet : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler Şeair :işaretler Şeair-i islamiye : İslâma sembol olmuş işaretler, iş ve ibadetler Teskin :sakinleştirmek, rahatlandırmak, yatıştırmak Ubudiyet: kulluk Ubudiyet-i külliye : büyük ve umumî kulluk Ufk-u tecelliyat : tecellilerin, yansımaların ufku Ulvi :yüksek, yüce Umum : bütün,tüm, tamam, hepsi Unvan :isim, nam Velev :eğer, gerçi, hatta Veli :Allah dostu, evliya Yevm-i mahsus :özel gün
[/TD]



 
İnsan, nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde; sermayesi hiç hükmünde... Hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu halde; iktidarı, hiç hükmünde bir şey... Adeta sermaye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belaları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. Bu derece aciz ve zaif, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibadet, tevekkül, tevhid, teslim; ne kadar azim bir kar, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder.

(Bediüzzaman Said Nursi - 3. Söz'den)

Lügatler
Âciz :güçsüz, zayıf
Azim :büyük, yüce, çok ileri
Bela :âfet, sıkıntı, musibet, imtihan
Derk :anlamak, düşünmek
Elem :keder, üzüntü, acı
Emel : arzu, istek
İbadet :Allah’ın emirlerini yapmak, sevaplı ve ihlâslı iş yapmak
İktidar :güç, takat, kudret
maruz : tesiri altında kalmak
Musibet :bela, felaket, afet, dert
Nihayetsiz: sonsuz
Nimet :iyilik, lütuf, ihsan, yiyecek içecek faydalı şeyler
Ruh-u beşer :insan ruhu
Saadet : mutluluk, mes’ud oluş
Sermaye :ana mal, esas para
Tevekkül :sebebleri işledikten sonra işi başkasına bırakmak, Allah’a güvenme ve Onu vekil kabul etme
Tevhid :birleme, Allah’ın bir olduğuna inanma
Zaif : zayıf, dayanıksız

 
Sene 1922 Bediüzzaman Ankara'ya gidiyor

Israrlı dâvetler üzerine Bediüzzaman, talebelerinden Tevfik Demiroğlu, Molla Süleyman ve Binbaşı Refik Beyi, millî hükümeti desteklemeleri için Ankara'ya gönderdi.

Nihayet kendisi de 1922 (1338) yılı Kurban Bayramından bir hafta kadar evvel trenle Ankara'ya gitti. İstasyonda kalabalık bir halk topluluğu ve mebuslar tarafından karşılandı.

Bir lâtife

Zamanın Siverek Mebusu Yüzbaşı Abdülgani Ensarî ile Bediüzzaman arasında o günlere ait şöyle bir lâtife cereyan eder:

3 Temmuz 1922 Perşembe günü Kurban Bayramı arifesinde Bediüzzaman, Ensarî'ye:

"Ensari! Yarın Said'in başını kesecekler" der.

Ensari de bu cümledeki inceliği ve tevriyeyi anlayamaz ve "Nasıl olur efendim?" diye telâş eder.

Bediüzzaman bu lâtifeyi ona şu şekilde izah eder: "Said kelimesinden 'sin' harfi kaldırılsa, yani baş harfi olan 'sin' kesilirse, geriye 'iyd' kalır ki, o da 'bayram' demektir. Yarın Kurban Bayramıdır."

Kaynak: Bilinmeyen taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi – Necmettin Şahiner

--
 
Hiç mümkün müdür ki: Gösterdiği asar ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu alemin Rabbi; kerem ve rahmetine layık mükafat, izzet ve gayretine şayeste mücazatta bulunmasın. Evet şu dünya gidişatına bakılsa görülüyor ki; en aciz, en zaiften tut ta en kaviye kadar her canlıya layık bir rızık veriliyor. En zaif, en acize en iyi rızık veriliyor. Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvi bir keremle ziyafetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir kerem eli içinde işlediğini bedaheten gösteriyor.

(Bediüzzaman Said Nursi - 10. Söz'den)

Lügatler

Âciz :güçsüz, zayıf
Âlem :dünya, kâinat
Âsâr :eserler
Bedahet :açıklık, aşikarlık, belli olmak
Derman :ilaç, çare, çözüm
Gayret :dikkat ve sebatla çalışmak, mukaddesata tecavüz edenlere karşı çıkmak
Gidişat :işleyiş, durum
İkram :ağırlamak, hürmet etmek
İzzet :üstünlük, değer, kıymet, muhterem ve muteber olmak
Kavi :sağlam, kuvvetli, güçlü
Kerem :izzet, şeref, ihsan, yardım, inayet, ikram edicilik
Mücazat :cezalar, suçlara verilen karşılıklar, karşılıklar
Nihayetsiz: sonsuz
Rabb :âlemleri ve içindekileri idare edip terbiye ve rızık veren(Allah)
Rahmet :merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek
Rızık :maddi manevi ihtiyaca lazım olan nimet, yiyip içilecek şey
Şayeste :uygun, yaraşır, layık
Ulvi :yüksek, yüce
Zaif : zayıf, dayanıksız


--
 
Nasılki iman, ölüm vaktinde insanı i'dam-ı ebediden kurtarıyor; öyle de herkesin hususi dünyasını dahi i'damdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor. Ve küfür ise, hususan küfr-ü mutlak olsa; hem o insanı, hem hususi dünyasını ölümle i'dam edip manevi cehennem zulmetlerine atar. Hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir. Hayat-ı dünyeviyeyi ahiretine tercih edenlerin kulakları çınlasın. Gelsinler, buna ya bir çare bulsunlar veya imana girsinler. Bu dehşetli hasarattan kurtulsunlar!

(Bediüzzaman Said Nursi - 11. Şua'dan)

Lügatler
Âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
Dehşetli: ürpertici, korkunç
Hasarat :ziyan ve zararlar
Hayat-ı dünyeviye :dünya hayatı
Hususan :bilhassa, özellikle
Hususi :özel, bir şeye ait olan
İ’dam :yok etmek, öldürmek
İ’dam-ı ebedi : bir daha geri dönmeyecek şekilde sonsuza dek yok etme
Küfr : Allah’ı veya Allah’ın kesin olarak bildirdiği herhangi bir şeyi inkâr etme, inançsızlık, dinsizlik
Küfr-ü mutlak : tam bir küfür, hiçbir kutsal değere inanmama şeklinde dinsizlik
Manevi :manaya ait, ruhani
Şua :ışık, parıltı
Tercih :üstün tutmak, seçmek
Zulmet : karanlık, sıkıntı

 
Bahar mevsiminde cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misal libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip hizmetkâr ederek onların latif elleri olan dallarıyla, çeşit çeşit en tatlı, en musanna meyveleri bize takdim etmek; hem zehirli bir sineğin eliyle şifalı en tatlı balı bize yedirmek; hem en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmek; hem rahmetin büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak; ne kadar cemil bir kerem, ne kadar latif bir rahmet eseri olduğu bedaheten anlaşılır.

(Bediüzzaman Said Nursi - 10. Söz'den)

Lügatler
Bedahet :açıklık, aşikarlık, belli olmak
Cemil :çok güzel
Hizmetkâr :hizmet eden
Huri :cennet kızları
Kerem :izzet, şeref, ihsan, yardım, inayet, ikram edicilik
Latif :mülayim, yumuşak, güzel, nazik
Libas :giyilecek şey, elbise
Murassaat :cevher ve incilerle süslenmiş olanlar, süslü ve kıymetli şeyler
Musanna: sanatlı
Rahmet :merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek
Sündüs-misal :sündüs kumaşından yapılmış gibi
Takdim :arzetmek, sunmak
Tarz :usul, şekil, metod, yol
 
Evamir-i şer'iyeye karşı itaat ve isyan olduğu gibi, evamir-i tekviniyeye karşı da itaat ve isyan vardır. Birincisinde mükafat ve mücazatın ekseri ahirette; ikincisinde, ağlebi dünyada olur. Mesela: Sabrın mükafatı zaferdir, ataletin mücazatı sefalettir, sa'yin sevabı servettir, sebatın mükafatı galebedir. Müsavatsız adalet, adalet değildir.

(Bediüzzaman Said Nursi - Hakikat Çekirdekleri'nden 96)

Lügatler
Ağleb :en çok, daha çok, ekseriya, çoğunluk, genellik
Âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
Atalet :tembellik, işsizlik, boş durmak, hareketsizlik
Ekser :pek fazla, daha çok, çoğunluk
Evamir-i şer’iye :şeriatın emirleri
Evamir-i tekviniye : Cenâb-ı Hakkın yaratmaya yönelik emirleri ve kanunları
Galebe :üstün gelme
Hakikat: gerçek
İtaat :söz dinlemek, alınan emre uymak, boyun eğmek
Mücazat :cezalar, suçlara verilen karşılıklar, mükâfat veya ceza şeklinde verilen karşılıklar
Müsavat :eşitlik, denklik
Sa’y :çalışma, gayret etme, emek
Sebat :kararlı olmak, yerinden ayrılmamak, sözünde durmak
Sefalet :perişanlık, yoksulluk
Servet :mal, mülk, zenginlik

 
Arkadaş! Bilhassa muztar olanların dualarının büyük bir tesiri vardır. Bazan o gibi duaların hürmetine, en büyük bir şey en küçük bir şeye müsahhar ve muti olur. Evet kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir masumun duası hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar. Demek dualara cevab veren Zat, bütün mahlukata hâkimdir. Öyle ise, bütün mahlukata dahi Halıktır.

(Bediüzzaman Said Nursi - Mesnevi-i Nuriye'den)

Lügatler
Bilhassa: özellikle
Dua :yalvarma, yakarma, isteme
Hâkim :hükmeden, galip, başkasını müdahale ettirmeden idare eden
Halık :yaratıcı, yaratan(Allah)
Hiddet :öfke, kızgınlık, hışım
Mahlukat :yaratılmışlar, yaratıklar
Masum :suçu olmayan, suçsuz
Mesnevi-i Nuriye :nurlu parçalar, nurlu manzumeler
Musahhar :hizmet eden, istenilen hale konmuş, idare edilen
Muti :itaatli, isyan etmeyen
Muztar :zorlanmış, mecbur kalmış, çaresiz kalmış
Tesir: etki
Zat : hürmete layık kimse, kişi




--
 
Hem madem her senede, öyle bir Kadir-i Mutlak, haşrin ve Cennet'in nümunelerini binler tarzda icad ediyor. Hem madem bütün semavi fermanları ile saadet-i ebediyeyi va'd edip, Cennet'i müjde veriyor. Hem madem bütün icraatı ve şuunatı hak ve hakikattır ve sıdk ve ciddiyetledir. Hem madem asarının şehadetiyle, bütün kemalat, onun nihayetsiz kemaline delalet ve şehadet eder. Ve hiçbir cihette naks ve kusur onda yoktur. Hem madem hulf-ül va'd ve hilaf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks u kusurdur. Elbette ve elbette o Kadir-i Zülcelal, o Hakim-i Zülkemal, o Rahim-i Zülcemal va'dini yerine getirecek; saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslisi olan Cennet'e sizleri ey ehl-i iman idhal edecektir.
(Bediüzzaman Said Nursi - 20. Mektub'dan)

Lügatler
Âsâr: eserler
Cihet :yön, taraf
Delalet : delil olmak
Ehl-i iman :Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
Ferman :emir,tebliğ, buyruk
Hak :varlığı hiç değişmeyen,her hakka sahip,ibadete layık
Hakikat: gerçek
Hakîm ü Zülkemal :Her şeye hikmetler gizleyen mükemmellik sahibi
Haslet :huy, ahlâk, yaratılıştan olan tabiat
Haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
Hilaf :ters, karşı, zıt, muhalefet
Hulf-ül va’d :sözünde durmamak
İcad :yaratma, var etme, vücuda getirmek
İcraat :yapılan işler, meydana getirilenler, tatbikat
İdhal :içine almak, sokmak, dâhil etmek
Kadîr-i mutlak :mutlak güç ve kuvvet sahibi
Kadîr-i Zülcelal :her türlü eksiklikten yüce kuvvet ve kudret sahibi
Kemalat :faziletler, iyilikler, mükemmellikler
Kizb :yalan, yalan söylemek
Naks :eksiklik, noksan, kusur
Nihayetsiz: sonsuz
Nümune: örnek
Rahîm ü Zülcemal :güzellik ve merhamet sahibi(Allah)
Saadet-i ebediye :sonsuz mutluluk
Semavi :gökle alakalı
Sıdk :doğruluk, doğru söz, hakikata uygun olan
Şehadet : şahitlik, tanıklık
Şuunat :işler, fiiller
Tarz :usul, şekil, metod, yol
Va’d :söz vermek
Vatan-ı asli :İnsanın doğup büyüdüğü veya içinde barınmak kasdedip başka yere gitmek istemediği yer



 
Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslamiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zişan veya bir kutb-u a'zam veya bir mürşid-i ekmel veyahud bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zatları göndermiş; fesadı izale edip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmediyi (A.S.M.) muhafaza etmiş. Madem adeti öyle cereyan ediyor, ahirzamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hakim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a'zam olarak bir zat-ı nuraniyi gönderecek ve o zat da Ehl-i Beyt-i Nebeviden olacaktır. Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadir-i Zülcelal; Mehdi ile de âlem-i İslamın zulümatını dağıtabilir. Ve va'detmiştir, va'dini elbette yapacaktır.

(Bediüzzaman Said Nursi - 29. Mektub'dan)

Lügatler

[TD="width: 318, bgcolor: transparent"] Âdet :usul, görenek, alışılmış şey, huy, tabiat Âhirzaman :dünyanın son zamanı ve son devresi Âlem :dünya, kâinat Âlem-i İslam :İslam âlemi Beyn-essema vel-arz :yer ile gök arasında Cenâb-ı Hakk :Hakkın kendisi olan yücelik sahibi Allah Cereyan etmek :akmak, gidiş, hareket, akış Din-i Ahmedi :Muhammed(a.s.) getirdiği din, İslam Ebediyet: sonsuzluk Ehl-i Beyt-i Nebevi :Peygamber(a.s.)’ın evine mensup olanlar Eser-i himayet :koruma eseri Fesad :bozukluk, karışıklık, fenalık, haddi tecavüz edip zulmetmek Fesad-ı ümmet :ümmetin karışıklığı, toplumun bozulması Hâkim :hükmeden, galip, başkasını müdahale ettirmeden idare eden Halife-i Zişan :şan ve şeref sahibi elçi, halife Islah :iyileştirmek, düzeltmek İcad :yaratma, var etme, vücuda getirmek İzâle :gidermek, ortadan kaldırmak
[/TD]
[TD="width: 318, bgcolor: transparent"] Kadîr-i Zülcelal :her türlü eksiklikten yüce kuvvet ve kudret sahibi Kemâl-i rahmet :tam bir merhamet Kutb-u âzam :en büyük kutub, devrin en büyük maneviyat önderi Mehdi :hidayete eren veya hidayete vesile olan Muhafaza :koruma, saklama Muslih :ıslah eden, iyileştiren, terbiye edici Mübarek :bereketli, uğurlu, hayırlı, çoğalmış Müceddid :yenileyen, yenileyici, her yüzyılda gelip dinin hakikatlerini ihya eden zat Müçtehid :ayet ve hadislerden hükümler çıkaran büyük İslam âlimleri Mürşid-i ekmel :en mükemmel yol gösterici Nev’ :çeşit, sınıf, cins Nümune: örnek Şeriat-i İslamiye :İslam kanunları, emir ve yasakları Teskin :sakinleştirmek, rahatlandırmak, yatıştırmak Va’detmek :söz vermek Zarfında: içinde Zat : hürmete layık kimse, kişi Zat-ı Nurani :nurlu zat, nur saçan zat Zulümat :karanlıklar, dinsizlik ve zulüm devri
[/TD]
 
Bahar mevsiminde cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misal libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip hizmetkâr ederek onların latif elleri olan dallarıyla, çeşit çeşit en tatlı, en musanna meyveleri bize takdim etmek; hem zehirli bir sineğin eliyle şifalı en tatlı balı bize yedirmek; hem en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmek; hem rahmetin büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak; ne kadar cemil bir kerem, ne kadar latif bir rahmet eseri olduğu bedaheten anlaşılır.

(Bediüzzaman Said Nursi - 10. Söz'den)

Lügatler
Bedahet :açıklık, aşikarlık, belli olmak
Cemil :çok güzel
Hizmetkâr :hizmet eden
Huri :cennet kızları
Kerem :izzet, şeref, ihsan, yardım, inayet, ikram edicilik
Latif :mülayim, yumuşak, güzel, nazik
Libas :giyilecek şey, elbise
Murassaat :cevher ve incilerle süslenmiş olanlar, süslü ve kıymetli şeyler
Musanna: sanatlı
Rahmet :merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek
Sündüs-misal :sündüs kumaşından yapılmış gibi
Takdim :arzetmek, sunmak
Tarz :usul, şekil, metod, yol

Hepsi güzel ancak bu benim çok hoşuma gitti. Teşekkürler.
 
Iman hakikatları hakikat çekirdekleri menbaları her zaman güzeldir hayırlıdır konuşan yalnızca hakikattır..vesselam......
 
Eşyanın icadı, ya ademden olur, ya terkib suretinde sair anasırdan ve mevcudattan toplanır. Eğer bir tek zata verilse, o vakit her halde o zatın her şeye muhit bir ilmi ve her şeye müstevli bir kudreti bulunacak. Ve bu surette onun ilminde suretleri ve vücud-u ilmileri bulunan eşyaya vücud-u harici vermek ve zahir bir ademden çıkarmak ise, bir kibrit çakar gibi veya göze görünmeyen bir yazı ile yazılan bir hattı göze göstermek için, gösterici bir maddeyi üstüne geçirmek ve sürmek gibi veya fotoğrafın ayinesindeki sureti kağıt üstüne nakleden kolay ameliyat gibi gayet kolay bir surette Saniin ilminde planları ve proğramları ve manevi mikdarları bulunan eşyayı, "Emr-i Kün Feyekun" ile adem-i zahiriden vücud-u hariciye çıkarır.

(Bediüzzaman Said Nursi - 2. Şua'dan)

Lügatler
Adem : yokluk, yok olma
Adem-i zahiri :görünüşte yokluk, yok görünmek
Anasır :unsurlar, esaslar, parçalar
Âyine: ayna
Emr-i Kün Feyekun :Allah’ın ol deyince olması
Eşya :nesneler, şeyler
Hal :durum, vaziyet
Hat :çizgi, sınır, hudut
İcad :yaratma, var etme, vücuda getirmek
Kudret : güç, kuvvet, iktidar
Manevi :manaya ait, ruhani
Mevcudat: varlıklar
Mikdar :parça, kısım, bölük, kıymet, değer, derece
Muhit: etrafını kuşatan, çeviren
Müstevli :istila eden, ele geçiren, zapteten, yayılan, her tarafı kaplayan
Nakletmek :taşımak, yer değiştirmek, başka yere götürmek
Sair :diğeri, başkası, gerisi, kalanı
Sâni’ : her şeyi sanatla yaratan
Suret : biçim, şekil
Şua :ışık, parıltı
Terkib :karıştırılıp bir araya gelmek, birkaç şeyin beraber olması
Vücud-u harici : maddî vücut, beden
Vücud-u ilmi :ilmi varlık
Zahir :aşikar, açık, görünen
Zat : hürmete layık kimse, kişi
 
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan asırları, meşrebleri, meslekleri muhtelif olan enbiyanın, evliyanın, muvahhidinin kitablarının sırr-ı icma'ını cami'dir. Yani bütün o ehl-i kalb ve akıl, Kur'an-ı Hakim'in mücmel ahkamını ve esasatını tasdik eder bir surette, o esasatı kitablarında zikredip kabul etmişler. Demek onlar, Kur'an şecere-i semavisinin kökleri hükmündedirler. Hem Kur'an-ı Hakim, vahye istinad ediyor ve vahiydir. Çünki Kur'anı nazil eden Zat-ı Zülcelal, mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) ile, Kur'an vahiy olduğunu gösterir, isbat eder. Ve nazil olan Kur'an dahi, üstündeki i'caz ile gösterir ki, Arş'tan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'ın bidayet-i vahiydeki telaşı ve nüzul-i vahiy vaktindeki vaziyet-i bihuşu ve herkesten ziyade Kur'ana karşı ihlâs ve hürmeti gösteriyor ki: Vahiy olup ezelden geliyor, ona misafir oluyor.

(Bediüzzaman Said Nursi - 19. Mektub'dan)

Lügatler

[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Ahkâm :hükümler, kanunlar, nizamlar Aleyhissalatü vesselam :selam ve dua onun üzerine olsun Arş :taht, çatı Asır: yüzyıl Bidayet-i vahiy :vahiyin başlangıcı Cami’ :toplu, toplanmış, bir arada, kapsayan, içine alan Ehl-i kalb ve akıl :kalbe ve akla göre hareket edenler Enbiya :nebiler, peygamberler Esasat :asıllar, temeller, kökler Evliya :veliler, Allah dostları Ezel :öncesi olmayan zaman Hükmünde :benzeri, gibi Hürmet :saygı, değer verme, haysiyet, şeref İ’caz :aciz bırakmak, acze düşürmek, mucizevi olmak İhlâs :sırf Allah rızası için beklentisiz ve samimi iş yapmak İstinad :dayanma, güvenme Kur’an-ı Hakîm :her âyetinde hikmetler gizli olan Kur’an Kur’an-ı Mu’cizül beyan :beyan ve ifadesi mucize olan Kur’an Meslek :yol, sanat, usul, gidiş, sistem
[/TD]
[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Meşreb :manevi haz ve feyiz alınan yer ve yol, huy, âdet, ahlâk, gidiş Mu’cizât-ı Ahmediye(a.s.) :Peygamberimizin (a.s.m.) mucizeleri Muhtelif: çeşitli Muvahhidin :bir Allah’a inanıp birliğe çalışanlar Mücmel :kısa, öz, sözü az manası çok olan Münzel-i aleyh :kendisine indirilen peygamber Nazil :yukarıdan aşağıya inen, bir yere konan Nüzul-ü vahiy :vahyin inmesi Resûl-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed(a.s.) Sırr-ı icma’ :bir araya geliş bir fikirde birleşme sırrı Suret : biçim, şekil Şecere-i semavi :semavi ağaç, gökten dallanan ve yayılan Kur’an ağacı Tasdik :doğrulamak, kabul etmek Vahiy :bir fikrin veya emrin Allah tarafından peygambere bildirilmesi Vaziyet-i bihuşu :huşu içindeki durum Zât-ı Zülcelal :celal ve büyüklük sahibi Zat(Allah) Zikretmek :anmak, hatırlamak, söylemek Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla
[/TD]




--
 
Geri
Üst