Günlük Risale-i Nur dersi.............

YİĞİDO

Üye
Kademeli

Şimdi iki lokma farzediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddi maddeden kırk para; diğer lokma, en a'la baklavadan on kuruş olsa.. bu iki lokma, ağıza girmeden, beden itibariyle farkları yoktur, müsavidirler; boğazdan geçtikten sonra, cesed beslemesinde yine müsavidirler belki bazan kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zaikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak, ne kadar manasız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin. Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır, "Hâkim benim" der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilal verecek, yangın çıkaracak, "Aman doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün." dedirmeye mecbur edecek. İşte iktisad ve kanaat, hikmet-i İlahiyeye tevfik-i harekettir. Kuvve-i zaikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise; o hikmete zıd hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştiha-yı hakikiyi kaybeder. Tenevvü-ü et'imeden gelen sun'i bir iştiha-yı kazibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder. (Bediüzzaman Said Nursi
19. Lem’adan) Lügatler
A’lâ :
en yüksek, en iyi Bahşiş
: Lütfedip verilen para. Fazladan, iyilik olsun diye verilen. İhsan. Hediye, mükâfat. Bazen
:ara s
ıra, her zaman olmayan Beden
:vücut Belki :
bilakis, asl
ında Ceset :
beden, ten, gövde Fark
: Ayr
ılık, başkalık. Ayırma, ayrılma, seçilme, Farzetmek
: Addetmek, saymak, tutmak, öyle kabul etmek Hâkim :
hükmeden, galip, ba
şkasını müdahale ettirmeden idare eden Hararet:
s
ıcaklık, ısı Hat
ır
: Zihin. Fikir. Gönül. Kalb. Hal. Tedbir. Vesvese. Hazım
:sindirmek Hikmet
:Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması Hikmet-i
İlâhiye :
Allah’ın bildiği ve bildirmediği gizli sır Hükmünde
:benzeri, gibi
İ
htilal
: Ayaklanma, devlete isyan. Bozukluk, karışıklık. İ
ktisad :
tutum, biriktirme, lüzumundan fazla veya noksan sarfetmemek İsraf :lüzumsuz yere harcamak, boşa götürmek
İ
ştiha-yı hakiki
:gerçek iştah özelliği İ
ştiha-yı kâzibe
:yalancı iştah İ
tibarıyla
:yönüyle, şekliyle, bunun gibi Kanaat
:helalle yetinmek, k
ısmetine razı olmak, aç gözlü olmamak, tatmin olmak, inanmak K
ıyas :benzetmek, karşılaştırmak, mukayese etmek Kuvve-i zaika :
tatma kuvvesi, tad alma duyusu Lem’a :
par
ıltı, parlamak Lezzet
:tat Madde
:as
ıl, esas, cevher, ruhani olmayıp ağırlığı olan cismani olan şey Mana
:anlam, iç, içyüz, bir söz veya bir
şeyden anlaşılan Mecbur
:zorunlu, ister istemez yap
ılan, zaruret icabı Mugaddi
:gıdalı, besleyici Müsavi :
denk, ayn
ı derecede, eşit Sebebiyet
: sebeb olmak Sun’î
:uydurma, yapmac
ık Tenevvü-ü et’ime
:yemeklerin çe
şitliliği Teskin
:sakinle
ştirmek, rahatlandırmak, yatıştırmak Tevfik-i hareket
:uygun hareket, davran
ış uygunluğu Z
ıd :aksi, muhalif, ters

--
 
Moderatörün son düzenlenenleri:

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Kur'an-ı Kerim'den... Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.

"Enbiyâ Sûresi 19. Ayet Meali"

Allah Resulünden (asm)... Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Cuma gününde Öyle bir an vardır ki, Müslüman bir kul namaz kılarken o anda Allah'tan hayırlı birşey dilerse, Allah onu mutlaka kendisine verir.

Hadis-i Şerif Meali - Camiü's-sağir - 2311




Risale-i Nur Külliyatı'ndan... Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder.Tamamı

Lem'alar | Yirmi Beşinci Lem'a
 
Moderatörün son düzenlenenleri:

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Esma-ül Hüsna El-Kuddûs: Bütün noksanlıklardan uzak ve temiz; dalâlet ehlinin Kendisi hakkındaki her türlü asılsız düşüncelerinden uzak; kâinattaki bütün eksiklik ve kusurlardan münezzeh olan; kâinatı bütün varlıklarıyla temizleyen, güzelleştiren ve bütün yaratıkların tesbihatlan kudsi isimlerine bakan.

Es-Selâm: Her türlü kusur, acizlik, noksanlık ve başkalarının kendisine kusur, noksan ve zarar vermesinden sonsuz derecede uzak ve emin bulunan. Yaratıklarına huzur ve emniyet bahşeden.




Cevşen-ül Kebir'den... Ey her şeye kâfi,
Ey her şeyi idare eden kaim,
Ey hiçbir şey kendisine benzemeyen,
Ey mülkünde, irâdesi dışında hiçbir şey artmayan,
Ey hazînelerinden hiçbir şey eksik olmayan,
Ey hiçbir şey kendisine gizli bulunmayan,
Ey misli ve benzeri hiçbir şey bulunmayan,
Ey her şeyin anahtarı elinde olan,
Ey rahmeti her şeyi kuşatan,
Ey her şey fâni olduğu halde kendisi bâkî kalan,

Bütün kusurlardan uzaksın. Senden başka ilâh yok! Affet bizi. Bizi Cehennemden kurtar.
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Evvela insanın vücuduna bak. Nasıl tavırdan tavıra, yani nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan et ve kemiğe, et ve kemikten insan suretine bir kasd, bir irade ve bir ihtiyar altında mahsus kanunlarla, muayyen nizamlarla, muntazam hareketlerle intikal ettiğini ve kalıptan kalıba girip çıktığını gör. Sonra insanın bekasına dikkat et. İnsan, bu vücud libasını her sene değiştirir. Bu vücud değişmesi, bedendeki hüceyratın yıkılıp yapılmasıyla olur. Bu tamirat da, bütün âzânın erzak mahzeni hükmünde olan, Cenab-ı Hakk'ın bir kanun-u mahsusla ihzar ettiği o madde-i latifeden alınan ecza ile yapılır. Sonra o madde-i latifenin ahvaline bak. Nasıl a'zanın ihtiyaçlarına göre muayyen bir kanun ile taksim edilir ve bedenin her tarafına mahsus bir nizam ile muntazaman dağıtılır. Yine şayan-ı dikkattir ki; o madde-i latife, dört matbahta pişirildikten sonra ve dört inkılabdan geçtikten sonra ve dört süzgeçten tasfiye edildikten sonra rızık olarak taksim edilir. Hem yine şayan-ı dikkattir ki; o madde-i latife, yemeklerin ruhu ve hülasasıdır. O yemekler, âlem-i anasırda dağınık menbalardan muntazam bir düstur ile mahsus bir nizam ile cem' ve tahsil edilirler.
İşte bütün bu nizamlar, bu kanunlar, bu intizamlar; hep bir kasd, bir irade, bir hikmetten çıkıyor.
(Bediüzzaman Said Nursi - İşarat-ül İ'cazdan)
Lügatler
Ahval :
haller, durumlar Alaka
: zigot; döllenmiş hücre, kan pıhtısı Âlem-i anasır
: unsurlar âlemi; elementler, atomlar dünyası Âzâ
:organlar Beden
:vücut Beka :
sonsuzluk, sonu olmamak Cem
:toplanma Cem ve tahsil edilme
:toplanma ve meydana gelme Cenâb-ı Hakk
:Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah Düstur :
umumi kaide, kanun, nizam, prensip, kural Ecza
:cüzler, parçalar, kısımlar, bütünü oluşturan parçalar Erzak
:rızıklar, azıklar, yiyecek ve içecekler Evvela
:önce, öncelikle, ilk Hikmet
:Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması Hüceyrât
:hücreler Hükmünde
:benzeri, gibi Hülâsa
: özetle İhtiyaç
:muhtaç olunan şey, gereksinim İhtiyar :
seçmek, istek, arzu, seçilmek, irade İhzar
:hazırlamak, huzura getirmek İnkılâb
:başka tarza değişmek, dönüşüm İntikal
:bir yerden bir yere nakletmek, göçmek, geçmek, yer değiştirmek İntizam :
tertip, düzen, düzgünlük, düzenlilik İrade :
istek, arzu, dilemek, tercih İşârât-ül i’caz
:insanı âciz bırakan işaretler, Risale-i Nur eserlerinden birinin adı
Kalıp
: Hususi bir biçim, bir şekil alması istenen bazı şeylerin konmasına mahsus araç, beden, gövde, vücut Kanun
:herkesin uyması için konmuş kaide, kural, emir, yasak ve nizamlar Kanun-u mahsus
:özel kanun Kasd :
bilerek ve isteyerek yapmak, niyet etmek Libas
:giyilecek şey, elbise Madde-i latife
:latif ince madde Mahsus
:hususi, ayrılmış, tayin edilmiş, özel Mahzen
:erzak yeri, depo, hazine yeri Matbah
:yemek pişirilen yer, kazan, mutfak Menba
:kaynak, pınar, çıkış yeri Muayyen :
tayin edilmiş, belirlenmiş, kararlaştırılmış Mudga : et parçası; embriyo; döllenmiş hücrenin, bütün organlar oluşuncaya kadar geçirdiği dönem
Mudga
: et parçası; embriyo; döllenmiş hücrenin, bütün organlar oluşuncaya kadar geçirdiği dönem Muntazam
:düzenli, tertipli, intizamlı Muntazaman
:düzenli olarak Nizam :
düzen, kanun Nutfe
: meni; erkek üreme hücresi Rızık :
maddi manevi ihtiyaca lazım olan nimet, yiyip içilecek şey Ruh
:öz, canlılık, can, nefes, en mühim nokta Suret :
biçim, şekil Şayan-ı dikkat
: dikkate değer, ilginç Taksim
:bölüşmek, paylaşmak Tamirat
:onarmalar, imar etmeler, düzeltmeler Tasfiye :
saflaştırmak, temizlemek Tavır
: Suret, Hareket, hal, vaziyet Vücud:
beden, varlık, var olmak
 
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Hazret-i Nuh'un (Aleyhisselam) bir mu'cizesi olan sefine.. ve Hazret-i Yusuf'un (Aleyhisselam) bir mu'cizesi olan saatı en evvel beşere hediye eden, dest-i mu'cizedir. Bu hakikate latif bir işarettir ki: San'atkarların ekseri, herbir san'atta birer peygamberi pir ittihaz ediyor. Mesela gemiciler Hazret-i Nuh'u (Aleyhisselam), saatçılar Hazret-i Yusuf'u (Aleyhisselam), terziler Hazret-i İdris'i (Aleyhisselam).
(Bediüzzaman Said Nursi - 20. Söz'den)
Lügatler
Aleyhisselam :
selam onun üzerine olsun Beşer:
insan Dest-i mu’cize
:mucize eli Ekseri
:çoğunluğu Evvel
:ilk önce Hakikat:
gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti Hazret
:hürmet edilecek büyük, önder İttihaz :
edinmek, kabullenmek, öyle görmek Latif :
mülayim, yumuşak, güzel, hoş, nazik Mesela
:örnek olarak Mu’cize
:insanların yapmaktan aciz kaldıkları, ancak Allah tarafından yapılabilen ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasip olan harika hadiseler Peygamber
:Allah’tan haber getiren Allah’ı ve âhireti tanıtan elçi Pir
:
Yaşlı, ihtiyar, Reis, Bir tarikatın kurucusu, Herhangi bir meslek ve san'atın başlatıcısı, te'sis edicisi Sanat
:ustalık, hüner, marifet Sanatkâr
:sanat yapan, sanatçı Sefine
:gemi  
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
1-
Ey nefsim! Yetmiş üç sene, yüzde doksan adamdan ziyade zevklerden hisseni almışsın. Daha hakkın kalmadı.


2-
Sen, ani ve fani zevklerin bekasını arıyorsun; onun için onun zevaliyle ağlamağa başlıyorsun. Kör hissiyatınla bu yanlışının tam tokadını yersin. Bir dakika gülmeye bedel, on saat ağlıyorsun.

3-
Senin başına gelen zulümler ve musibetlerin altında kaderin adaleti var. İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulüm ediyorlar. Fakat kader senin gizli hatalarına binaen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem hatana keffaret ediyor.

4-
Hem yüzer tecrübenle, ey sabırsız nefsim! Kat'i kanaatın gelmiş ki; zahiri musibetler altında ve neticesinde, inayet-i İlahiye'nin çok tatlı neticeleri var. (“Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır.” Bakara Sûresi, 2:216.)çok kat'i bir hakikatı ders veriyor. O dersi daima hatıra getir. Hem feleğin çarkını çeviren kanun-u İlahi, senin hatırın için -o pek geniş kanun-u kaderi- değiştirilmez.


5-
(“Kadere iman eden, kederden emin olur.”Deylemi, Müsned)kudsî düsturunu kendine rehber et. Hevesli akılsız çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinde koşma. Düşün ki, fâni zevkler, sana mânevî elemler, teessüfler bırakıyor. Sıkıntılar, elemler ise, bilâkis, mânevî lezzetler ve uhrevî sevaplar veriyor. Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yalnız şükür için arayabilirsin. Zaten lezzetler şükür için verilmiş. (Bediüzzaman Said Nursi - Emirdağ Lahikası 1'den)



Lügatler
Adalet
:zulüm etmemek, hak sahibine hakkını vermek, haksızları terbiye etmek Akıl
:düşünme ve anlama duyusu Ânî :
birdenbire olan Bedel:
karşılık Beka :
sonsuzluk, sonu olmamak Belki :
bilakis, aslında Bilakis
:aksine, aslında Binâen
:bu sebepten, bundan dolayı, dayanarak Çark
:dönen pervaneli tekerlek, baht, talih, tekerlekli makine Daima
:devamlı Ders
:Tenbih, tâlimat, vazife, bir şeyi öğrenmek için muallim veya o işi iyi bilen birisinden azar azar alınan vazife, akıl. Divane
:deli, aklı başında olmayan Ehemmiyet
: önem Elem :
keder, üzüntü, acı Emin olmak :
endişe duymamak Fâni :
ölümlü, gelip geçici, yok olan Felek
:dünya, âlem, talih, şans, baht, gök, bela, musibet, âfet Hak
:doğru, gerçek, hisse, pay Hakikat:
gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti Hata
:yanlışlık, yanılma, suç, günah Hatır
:zihin, fikir, gönül, hal, tedbir, kalb Hayır
:iyilik, güzellik Heves
:gelip geçici istek, nefsin hoşuna giden şey Hisse :
pay, nasip, kısmete düşen kısım Hissiyat :
hisler, duygular İman
:inanmak, kabul etmek İnâyet-i ilâhiye
:Allah’ın yardımı Kader :
Allah’ın ezelde her şeyi takdir edip yazması Kanaat
:helalle yetinmek, kısmetine razı olmak, aç gözlü olmamak, tatmin olmak, inanmak
Kanun-u ilâhî
:Allah’ın koyduğu kanun Kanun-u kader
:
Allah’ın takdiri ile tespit edilmiş kader kanunu Kat’î :
kesin, mutlak, tereddütsüz, şüphesiz Keder :
tasa, kaygı, can sıkıntısı, gam Keffaret
:suçu affettirmek, bağışlanmak için bir şeyler yapmak Kudsî :
mübarek, kutsal Lâhika :
mektup, ilave Lezzet
:tat Manevî
:manaya ait, ruhani Musibet
:bela, felaket, afet, dert Muvakkat :
geçici, devamlı olmayan Nefis :
bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu Netice
:sonuç, son, gaye, semere, hülâsa, özet Rehber :
yol gösteren, kılavuz Sabır
:acıya ve zorluğa katlanmak Sevab
:hayır, hayırlı iş, şeriata uygun işlere verilen manevi karşılık Şükür :
Allah’a teşekkür, Allah’a karşı minnet duymak Tecrübe
:deneyim Teessüf :
kederlenmek, üzülmek Terbiye :
belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma Uhrevî
:ahirete yönelik, ahiret için yapılan Zahirî
:aşikar, açık, belirgin, görünüşte Zaten
:
Esâsen, aslında, asıl olarak Zeval :
yok olmak, son bulmak, geçip gitme, yerinden ayrılıp gitmek, gelip geçici olmak Zevk
:
Lezzet alma, hoşa gitme, tatma, manevi haz, eğlenmek Ziyade :
fazla, daha çok, fazlasıyla Zulüm
:eziyet, haksızlık, karanlıkta bırakmak

 
 
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Cemaatte vahid-i sahih olmazsa; cem' ve zamm, kesir darbı gibi küçültür.
(Haşiye): Hesabda malumdur ki; darb ve cem', ziyadeleştirir. Dört kerre dört, onaltı olur. Fakat kesirlerde darb ve cem', bilakis küçültür. Sülüsü sülüs ile darbetmek, tüsü' olur; yani, dokuzda bir olur. Aynen onun gibi, insanlarda sıhhat ve istikamet ile vahdet olmazsa; ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.

(Bediüzzaman Said Nursi - Hakikat Çekirdekleri'nden 73)

Lügatler
Aynen :aslı, kendisi
Bilakis :aksine, aslında
Cem :toplanma
Cemaat :topluluk, grup, takım, bir imama uyup namaz kılanlar
Darb : matematikteki çarpma işlemi
Darbetmek : çarpmak
Hakikat: gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti
Haşiye :dipnot, açıklayıcı not
İstikamet :dosdoğru olmak, ölçülü olarak dosdoğru yolda gitmek
Kesir :küsurat hesabı
Kesir darbı : bölme işleminde paydanın çarpılarak büyütülmesi

 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Kıymetsiz :değersiz
Malum :bilinen, belli olan
Sıhhat :sağlık, sağlamlık
Sülüs :üçte bir
Tüsu’ :dokuzda bir
Vahdet: birlik, bir olmak
Vahid-i sahih : sağlam birey, küsuratsız sayı; tamsayı
Zamm : Bir şeye bir şeyi ekleme, artırma, katma, fazla olarak verme.
Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla
Ziyadeleşmek :çoğalmak, artmak

 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Mesela: Bir fırka askerin ilk teşekkülünde, efradın birbiriyle ünsiyetleri, muarefeleri olmadığından ve talim ve terbiye görmemeleri yüzünden, yontulmamış taşlar gibi olduklarından, o efrad o fırkanın bünyesinde yerleştirilinceye kadar çok zahmetler vardır. Fakat ba'de-t teşekkül terhis edilip de bir daha taht-ı silaha davet edildiği zaman, pek kolay içtima eder ve fırkayı teşkil ederler. Bu teşekkül, evvelki teşekkülden daha kolay olur.
Kezalik birbiriyle ülfet peyda eden ve herbirisi yerini tanıyan ve bir derece yontulmuş taşlar gibi kesb-i letafet eden bedenin zerratı, ölüm ile dağıldıktan sonra, haşirde Halık'ın izniyle, İsrafil'in borusuyla o zerrat-ı asliye ve esasiye içtimaa davet edildikleri zaman, pek kolay içtima ederler ve beden-i insaniyi yine eskisi gibi teşkil ederler. Maahaza kudret-i ezeliyeye nisbeten en büyük, en küçük gibidir; hiçbir şey o kudrete ağır gelemez.

(Bediüzzaman Said Nursi - İşarat-ül İ'cazdan)

Lügatler
Ba’de-t teşekkül : yapıldıktan sonra, oluşum sonrası
Beden :vücut
Beden-i insani :insan vücudu
Bünye :bir şeyin vücut yapısı, fıtrat, şekil, tarz, suret, beden, vücut
Davet :çağırma, ziyafet, dua
Efrat :fertler, kişiler, bireyler
Evvelki :ilk önceki
Fırka :tümen, kısım, parti, insan grubu, grup, bölük
Hâlık :yaratıcı, yaratan(Allah)
Haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
İçtima :toplantı, toplanma, bir araya gelme
İsrâfil :kıyamette sura iki defa üfüren melek
İşârât-ül i’caz :insanı âciz bırakan işaretler, Risale-i Nur eserlerinden birinin adı
Kesb-i letâfet :incelik nuraniyet kazanma
Kezalik :bunun gibi, böylece, bu da böyle
Kudret : güç, kuvvet, iktidar
Kudret-i ezeliye :varlığın başlangıcı olmayan ve ezelden beri hep var olan Allah’ın kudreti

Maahaza :bununla beraber, bununla birlikte, böyle olmakla birlikte
Mesela :örnek olarak
Muarefe :tanışma
Nisbeten :kıyasla, oranla
Peyda :açık, aşikar, var olan, mevcud, meydanda olan
Şey :madde, eşya, varlık
Taht-ı silah :silah altı
Talim :eğitim, öğretme
Terbiye : belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma
Terhis : kurtuluş, salıverilme, serbest bırakılma
Teşekkül :şekillenmek, meydana gelmek, yapılış, oluşum
Teşkil :şekil vermek, meydana getirmek
Ülfet :kaynaşma, yakınlaşma, alışkanlık
Ünsiyet :alışkanlık, dostluk, birlikte düşüp kalkmak
Zahmet :sıkıntı, eziyet, yorgunluk
Zerrat :atomlar, zerreler
Zerrat-ı asliye ve esasiye : asıl ve temel zerreler, hücreler, atomlar

 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Rivayet-i sahiha ile mahşerin dehşetinden herkes hatta enbiya dahi "nefsi, nefsi" dedikleri zaman, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam "ümmeti, ümmeti" diye re'fet ve şefkatini göstereceği gibi, yeni dünyaya geldiği zaman ehl-i keşfin tasdikiyle validesi onun münacatından "ümmeti, ümmeti" işitmiş. Hem bütün tarih-i hayatı ve neşrettiği şefkatkarane mekarim-i ahlak, kemal-i şefkat ve re'fetini gösterdiği gibi; ümmetinin hadsiz salâvatına hadsiz ihtiyaç göstermekle, ümmetinin bütün saadetleriyle kemal-i şefkatinden alakadar olduğunu göstermekle hadsiz bir şefkatini göstermiş. İşte bu derece şefkatli ve merhametli bir rehberin sünnet-i seniyesine müraat etmemek, ne derece nankörlük ve vicdansızlık olduğunu kıyas eyle.
(Bediüzzaman Said Nursi - 4. Lem'adan)
Lügatler
Alâkadar
:ilgilendirme, alakalı, ilgili Aleyhissalâtü Vesselam
:selam ve dua onun üzerine olsun Dehşet
:ürkmek, korkmak Ehl-i keşif
: mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar Enbiya :
nebiler, peygamberler Hadsiz :
sayısız, sınırsız İhtiyaç
:muhtaç olunan şey, gereksinim Kemal-i şefkat
:
tam ve mükemmel şefkat Kıyas
:benzetmek, karşılaştırmak, mukayese etmek Lem’a :
parıltı, parlamak Mahşer
: kıyametten sonra insanların tekrar diriltilip toplanacakları yer Mekârim-i ahlâk
:
ahlâkın en güzel ve üstün olanı Merhamet
:acımak, şefkat göstermek Münacat
:
Allah’a yalvarış, dua Müraat
:
riayet etmek, uymak Nankör
:gördüğü iyiliği unutan, nimeti inkâr eden, nimetin şükrünü eda etmeyen Nefsi
:nefsim, sadece kendim
Neşretmek
:yaymak, dağıtmak, yayınlamak Re’fet
: esirgeme, koruma, acıma Rehber :
yol gösteren, kılavuz Resûl-i Ekrem
: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed(a.s.) Rivayet-i sahiha
:doğru ve sağlam rivayetler Saadet :
mutluluk, mes’ud oluş Salâvat
: Peygamberimize rahmet ve esenlik duası Sünnet-i seniyye
:Hz. Peygamberin(a.s.) en yüksek halleri, yaşayışı, tavırları, hareket düsturları Şefkat :
acıyarak sevmek, karşılıksız yardım ve sevgi Şefkatkarane
:şefkat edercesine Tarih-i hayat
:hayatının tarihi Tasdik
:doğrulamak, kabul etmek Ümmet
: peygambere inanıp onun yolundan gidenler, mü’minler Ümmeti
:ümmetim Valide:
ana Vicdan
:insanın içinde iyiyi kötüden ayıran manevi duygu
 
 
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Kur'an-ı Kerim'den...
Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.
"Hicr Sûresi 99. Ayet Meali"

Allah Resulünden (asm)...
Şeddad bin Evs'den (r.a.) rivayetle:
Akıllı, nefsine boyun eğdiren ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz ise nefsini
kötü arzularında alabildiğince serbest bırakan ve Allah'a kuru ümitler besleyendir.

Hadis-i Şerif Meali - Camiü's-sağir - 6468

Risale-i Nur Külliyatı'ndan...
Ey insan, düşün! Sen ala-külli-hâl, öleceksin! Biz gidiyoruz! Aldanmakta fayda yok!
Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar, sevkiyat var.
Tamamı

Lem'alar | Yirmi Altıncı Lem'a


Esma-ül Hüsna
El-Mü'min: Muhafaza ve himayesiyle her korkuyu gideren, her tehlike ve felâketten kurtuluş ve güven veren.
El-Müheymin: Bütün yaratıkları her türlü hal, hareket ve davranışlarında görüp gözeten; herşey denetim ve koruyuculuğu altında bulunan.

Cevşen-ül Kebir'den...
Ey gaybı kendisinden başka kimse bilemeyen,
Ey kullarından kötülüğü kendisinden başka kimse defedemeyen,
Ey işleri kendisinden başka kimse idâre edemeyen,
Ey günahları kendisinden başka kimse mağfiret edemeyen,
Ey kalpleri kendisinden başkası değiştiremeyen,
Ey mahlûkatı kendisinden başkası yaratamayan,
Ey nîmetleri kendisinden başkası tamamlayamayan,
Ey yağmuru kendisinden başkası yağdıramayan,
Ey ölüleri kendisinden başkası diriltemeyen,
Ey kullarını kendisinden başkası gerçek zengin kılamayan,

Bütün kusurlardan uzaksın. Senden başka ilâh yok! Affet bizi. Bizi Cehennemden kurtar.
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Risale-i Nur Külliyatı'ndan...
Ey insan, düşün! Sen ala-külli-hâl, öleceksin! Biz gidiyoruz! Aldanmakta fayda yok!
Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar, sevkiyat var.

 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Hiçbir cihetle mümkün müdür ki, dal ve budak gibi en cüz'i bir şeye yüz hikmetleri ve meyveleri takan ve kendi rububiyetini fevkalade hikmetleriyle ve umumi rahmaniyetiyle tanıttırıp, sevdiren bir Halık-ı Hakim-i Rahim, kudretine nisbeten bir bahar kadar kolay olan haşri getirmeyerek, bir dar-ı saadet, bir menzil-i beka açmayıp, bütün hikmetlerini ve rahmetlerini hatta rububiyetini ve kemalatını inkar etsin ve ettirsin ve çok sevdiği bütün mahbub mahluklarını ebedi bir surette i'dam etsin? Haşa, yüz bin defa haşa!.. O Cemal-i Mutlak, böyle bir kubh-u mutlaktan yüz binler derece münezzeh ve mukaddestir.
(Bediüzzaman Said Nursi - 2. Şua'dan)
Lügatler
Cemal-i mutlak
:sınırsız güzellik Cihet :
yön, taraf Cüz’î:
azıcık Dar-ı saadet
:mutluluk yurdu Ebedî:
sonu olmayan, sonsuz Fevkalade :
adetin üstünde, yüksek bir şekilde Hâlık-ı Hakîm-i Rahîm
: her şeyin yaratıcısı olan, her şeyi hikmetle yaratan ve herbir şeye özel rahmet ve merhamet tecellîsi olan Allah Hâşâ :
asla, kat’iyyen, öyle değil, Allah korusun Haşir
: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma Hikmet
:Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması İ’dam
:yok etmek, öldürmek İnkâr :
reddetmek, karşı çıkmak Kemâlât :
faziletler, iyilikler, mükemmellikler Kubh-u mutlak
:sınırsız çirkinlik Kudret :
güç, kuvvet, iktidar
Mahbub
:sevilen, muhabbet edilen Mahlûk
:yaratılmış, yaratık Menzil-i bekâ
:sonsuzluğun bulunduğu yer Mukaddes
:kutsal, temiz ve pâk, her türlü kusurdan uzak olan Mümkün
:imkân dâhilinde olan, olabilir Münezzeh
:pak, kusur ve noksanlıklardan uzak Nisbeten
:kıyasla, oranla Rahmaniyet
:âlemde her varlığa merhamet edicilik Rahmet
:merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek Rububiyet
: Rablık; Cenâb-ı Hakkın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması Suret :
biçim, şekil Şey :
madde, eşya, varlık Şua :
ışık, parıltı Umumî :
herkesle alakalı, herkese dair, genel
 
 
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Neş'e-i ulaya dikkat edenin, neş'e-i uhra hakkında tereddüdü kalmaz. Peygamber Aleyhissalatü Vesselam'ın emrettiği gibi: "Neş'e-i ulayı gören adam, neş'e-i uhrayı inkâr edebilir mi?" Çünki: İkinci teşekkül, yani ikinci yapılış; birinci teşekkülden daha kolaydır. Bunu yapan, onu daha kolay yapar.
(Bediüzzaman Said Nursi - İşarat-ül İ'cazdan)
Lügatler
Aleyhisselam :
selam onun üzerine olsun Dikkat
:
İncelik, dakik oluş. Ehemmiyet ve kıymet verme. Emir
:iş, husus, şey, hadise, madde, buyruk, talimat, kural Hak
:doğru, gerçek, hisse, pay İnkâr :
reddetmek, karşı çıkmak İşârât-ül i’caz
:insanı âciz bırakan işaretler, Risale-i Nur eserlerinden birinin adı Neş’e-i uhrâ
: öldükten sonra âhirette ikinci kez yaratılış Neş’e-i ûlâ
:insanın ilk yaratılışı Peygamber
:Allah’tan haber getiren Allah’ı ve âhireti tanıtan elçi Tereddüd
:kararsızlık, şüphede kalmak Teşekkül
:şekillenmek, meydana gelmek, yapılış, oluşum  


--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
"Ey hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve ey za'f ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan cin ve ins! Nasıl cesaret edersiniz ki isyanınızla öyle bir Sultan-ı Zişan'ın evamirine karşı geliyorsunuz ki; yıldızlar, aylar, güneşler emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler. Hem tuğyanınızla öyle bir Hakim-i Zülcelal'e karşı mübareze ediyorsunuz ki, öyle azametli muti' askerleri var; faraza şeytanlarınız dayanabilseler, onları dağ gibi güllelerle recmedebilirler. Hem küfranınızla öyle bir Malik-i Zülcelal'in memleketinde isyan ediyorsunuz ki, ibadından ve cünudundan öyleleri var ki, değil sizin gibi küçücük aciz mahlûkları, belki farz-ı muhal olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız, arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, şüvazlı nühasları size atabilirler, sizi dağıtırlar. Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, o kanun ile öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa, arzınızı yüzünüze çarpar. Gülleler gibi küreniz misillü yıldızları üstünüze yağdırabilirler."

(Bediüzzaman Said Nursi - 15. Söz'den)

Lügatler
Âciz :güçsüz, zayıf
Adüvv-ü kâfir :inkârcı ve inanmayan düşman
Arz : yeryüzü,dünya
Azamet : büyüklük, yücelik
Belki :bilakis, aslında
Cesaret : Cesurluk, yiğitlik, korkusuzluk
Cin :latif ve ruhani varlıklar
Cünûd :askerler
Emir :iş, husus, şey, hadise, madde, buyruk, talimat, kural
Emirber :emre hazır
Evamir :emirler
Fakr :ihtiyaç, yoksulluk, muhtaçlık, azlık, fakirlik
Faraza :varsayalım ki
Farz-ı muhal :olması imkânsız olup var gibi kabul edilen
Gülle :top mermisi
Hakaret :küçüklük, küçük görme, küçümseme, kötü muamele etmek
Hâkim-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeye hükmeden Allah
İbad :kullar
İns: insan
İsyan : İtaatsizlik. Emre karşı gelmek. Ayaklanmak
İtaat :söz dinlemek, alınan emre uymak, boyun eğmek

Kanun :herkesin uyması için konmuş kaide, kural, emir, yasak ve nizamlar
Küfran :nankörlük etmek, değerini bilmeyip hürmetsizlik etmek
Küre :yuvarlak cisim
Lüzum :gereklilik, lazım olmak
Mağrur :gururlu, boş bir şeye güvenen, kibirli
Mahlûk :yaratılmış, yaratık
Mâlik-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan, herşeyin sahibi Allah
Memleket :mülk edinilen vatan, ülke
Misillü: gibi
Muannid : inatçı, direnen
Muti :itaatli, isyan etmeyen, emre uyan, itaatkâr
Mübareze : kavga, dövüşme, sözle çekiştirme
Mütemerrid :inatçı, ısrar eden, dik kafalılık eden
Nefer :asker, kişi, er
Nühas :erimiş bakır
Recmetmek :taşlamak
Serkeş : İnatçı, isyan eden. Kafa tutan. Asi
Sultan-ı Zişan :şan ve şeref sahibi sultan, Allah
Şeytan :iblis, Allah’ın rahmetinden kovulmuş, şer ve zararlı şeyleri temsil eden mahlûk
Şüvaz :kızgın, ateşli
Tuğyan : azgınlık, taşkınlık, zulüm ve küfürde çok ileri gitme
Za’f :zayıflık, kuvvetsizlik, güçsüzlük



 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Cehennem ikidir: Biri suğra, biri kübradır. İleride suğra, kübraya inkılab edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i Suğra yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. İlm-i Tabakat-ül Arzca malumdur ki: Ekseriya her otuz üç metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüd eder. Demek merkeze kadar nısf-ı kutr-u Arz, altı bin küsur kilometre olduğundan, iki yüz bin derece-i harareti cami', yani iki yüz defa ateş-i dünyeviden şedid ve rivayet-i hadise muvafık bir ateş bulunuyor. Şu Cehennem-i Suğra, Cehennem-i Kübra'ya ait çok vezaifi, dünyada ve Alem-i Berzah'ta görmüş ve ehadislerle işaret edilmiştir. Âlem-i Ahiret'te, Küre-i Arz nasılki sekenesini medar-ı senevisindeki meydan-ı haşre döker; öyle de içindeki Cehennem-i Suğra'yı dahi Cehennem-i Kübra'ya emr-i İlahi ile teslim eder.

(Bediüzzaman Said Nursi - 1. Mektub'dan)

Lügatler
Âlem-i âhiret :âhiret âlemi, öldükten sonraki sonsuz hayat
Âlem-i berzah :iki âlem arası, kabir âlemi
Ateş-i dünyevi :dünya ateşi
Cami’ :toplu, toplanmış, bir arada, kapsayan, içine alan, kapsamlı
Cehennem :Allah’a inanmayanların ona itaat ve ibadet etmeyenlerin gidecekleri ve sonsuz kalacakları azab ve ceza âlemi
Cehennem-i Kübra :büyük cehennem
Cehennem-i suğra :küçük cehennem
Derece-i hararet :sıcaklığın derecesi
Ehadis : hadisler, Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar
Ekseriya :çoğunlukla
Emr-i ilâhi :ilâhî iş ve icraat, Allah’ın emri
Hafriyat :yeri derinlemesine kazma
Hükmünde :benzeri, gibi
İlm-i tabakat-ül arz :yer altı ilmi, jeoloji
İnkılâb :başka tarza değişmek, dönüşüm
Kübra :büyük

Küre :yuvarlak cisim
Küre-i arz :yeryüzü, dünya
Küsur :artık, fazlalık
Malum :bilinen, belli olan
Medar-ı senevi : (dünyanın) güneş etrafındaki bir yıllık yörüngesi
Menzil :inilen yer, konulacak yer, dünya, ev, mekân
Meydan-ı haşir :haşir meydanı, dirilme sonrası toplanılan meydan
Muvafık :uygun,yerinde, denk
Nısf-ı kutr-u arz :dünyanın yarıçapı
Rivayet-i hadis : Peygamberimizden rivayet edilen söz, emir veya davranışlar
Sekene :sakinler, ikamet edenler
Suğra :küçük
Şedid :şiddetli
Teslim :kabul etmek, doğru ve haklı bulmak, bir emaneti vermek, hükmü altına girmek
Tezayüd :artma
Vezaif :vazifeler


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Mesela Habib'in gözünde yerleşen bir zerrenin, unsur-u havadan veya unsur-u türabdan o garib, acib tavırlarda, inkılablarda yaptığı muntazam hareketinden anlaşılır ki; o zerre, toprakta iken Habib'in gözüne tayin edilmiş ve bir memur gibi mahall-i memuriyetine muntazaman i'zam kılınmıştır (yükseltilmiştir.)
Evet, fenni bir nazarla dikkat edilirse anlaşılır ki, o zerrenin hareketi, körü körüne, tesadüf eseri değildir. Çünki o zerre, hangi mertebeye girerse, o mertebenin nizamına tabi' olur. Ve hangi bir tavra intikal etmiş ise, onun muayyen kanunuyla amel etmiştir. Ve hangi bir tabakaya misafir gitmiş ise, muntazam bir hareket ile sevkedilmiştir.

(Bediüzzaman Said Nursi - İşarat-ül İ'cazdan)

Lügatler
Acib :hayret veren, şaşılacak şey, şaşırtıcı
Amel :iş, fiil, ibadet
Dikkat : İncelik, dakik oluş. Ehemmiyet ve kıymet verme
Eser : Yapı, birinin meydana getirdiği şey, sonuç
Fenni : ilmi, bilimsel
Garip :tuhaf, hayret veren
İ’zam :yükseltilme
İnkılab :dönüşüm
İntikal :geçmek, göçmek
İşârât-ül i’caz :insanı âciz bırakan işaretler, Risale-i Nur eserlerinden birinin adı
Kanun :herkesin uyması için konmuş kaide, kural, emir, yasak ve nizamlar
Mahall-i memuriyet :görev yeri
Memur :emir ile hareket eden, emir altında olan
Mertebe :derece, kademe
Mesela :örnek olarak

Misafir :ikamet ettiği yerin dışında bulunan, konuk
Muayyen :tayin edilmiş, belirlenmiş, kararlaştırılmış
Muntazam :düzenli, tertipli, intizamlı
Muntazaman :düzenli olarak
Nazar :bakma, bakış, görüş, görüş açısı, dikkat
Nizam :düzen, kanun
Sevkedilmek :gönderilmek, yollanmak, ileri sürülmek
Tabaka :kat, katmer
Tabi :boyun eğen, uyan
Tavır : Suret, hareket, hal, vaziyet
Tayin :ayırılmak, belirlenmek, gönderilmek
Tesadüf : rast gelmek, kendiliğinden olmak, tedbirsiz meydana gelmek
Unsur-u hava :hava unsuru maddesi
Unsur-u türab :toprak unsuru
Zerre : atom, en küçük parça


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Dördüncü Mesele

Yine Gençlik Rehberinde izahı var Bir zaman bana hizmet eden kardeşlerim tarafından sual edildi ki:


“Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden elli gündür (şimdi yedi seneden geçti aynı hâl) [SUP]1[/SUP] hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun. Halbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camii bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hâdise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?” dediler.

Cevaben dedim ki:

Ömür sermayesi pek azdır;
lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil dâireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede, herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var. Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyasla, küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasip vazifeler bulunabilir.

Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harp boğuşmalarını merakla takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.

Birinci noktaya cevap ise: Evet, bu Cihan Harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme dâvâsından daha ehemmiyetli bir dâvâ, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek.

İşte, o dâvâ ise, yüz bin meşâhir-i insaniyenin ve hadsiz nev-i beşerin yıldızları ve mürşidlerinin müttefikan, Kâinat Sahibinin ve Mutasarrıfının binler vaad ve ahdlerine istinaden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki: Herkesin, iman mukàbilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?

İşte o dâvâyı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o dâvâyı kaybettirmeyen harika bir dâvâ vekilini o işte çalıştıran vazifeleri bırakıp, ebedî dünyada kalacak gibi âfâkî mâlâyaniyatla iştigal etmek tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risale-i Nur şakirtleri, herbirimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır diye kanaatımız var.

Ey hapis musibetinde benim yeni kardeşlerim, sizler, benimle beraber gelen eski kardeşlerim gibi Risale-i Nur’u görmemişsiniz. Ben onları ve onlar gibi binler şakirtleri şahit göstererek derim ve ispat ederim ve ispat etmişim ki:

O büyük dâvâyı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmi bin adama o dâvânın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan iman-ı tahkikîyi eline veren ve Kur’ân-ı Hakîmin mu’cize-i mâneviyesinden neş’et edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dâvâ vekili bulunan Risale-i Nur’dur. Bu on sekiz senedir benim düşmanlarım ve zındıklar ve maddiyyunlar, aleyhimde gayet gaddarâne desiselerle hükümetin bazı erkânlarını iğfal ederek bizi imha için bu defa gibi eskide dahi hapislere, zindanlara soktukları halde, Risale-i Nur’un çelik kal’asında yüz otuz parça cihazatından ancak iki-üç parçasına ilişebilmişler. Demek avukat tutmak isteyen onu elde etse yeter.

Hem korkmayınız, Risale-i Nur yasak olmaz. Hükümet-i Cumhuriyenin mebusları ve erkânlarının ellerinde mühim risaleleri, iki, üçü müstesna olarak serbest geziyorlardı. İnşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslahhane yapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurları mahpuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzi edecekler.
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
İ'lem Eyyühel-Aziz! Bir küll ne şeye muhtaç ise, cüz'ü de o şeye muhtaçtır. Mesela: Bir şecerenin meydana gelmesi için ne lazım ise, bir semerenin vücuduna da lazımdır. Öyle ise, semerenin Halıkı, şecerenin de Halıkı o oluyor. Hatta arzın ve şecere-i hilkatin de Halıkı, o Halık olacaktır.
(Bediüzzaman Said Nursi - Mesnevi-i Nuriye'den)
Lügatler
Arz
: yeryüzü,dünya Cüz
:kısım, parça Hâlık :
yaratıcı, yaratan(Allah) İ’lem Eyyühel Aziz :
Ey aziz kardeşim, bil ki Küll
:bütün, tüm, parçalardan meydana gelen, çok, hep Lazım :
lüzumlu, gerekli Mesela
:örnek olarak Mesnevi-i Nuriye
:nurlu parçalar, nurlu manzumeler Muhtaç
:ihtiyacı olan Semere
:meyve, verim, netice Şecere
:ağaç, soy, sülale Şecere-i hılkat
:yaratılış ağacı Şey :
madde, eşya, varlık Vücud:
beden, varlık, var olmak


--
 
Üst