Günlük Risale-i Nur dersi.............

Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıta ve saadet-i ebediyenin anahtarı imandır; ona çalışmak lazım geliyor. Fakat ilim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer'an hizmete mükellef olduğumdan, hizmet etmek isterim. Lakin o hizmet, ya hayat-ı içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selametli olan imana hizmet cihetini tercih ettim. Kendi nefsime kazandığım hakaik-i imaniyeyi ve nefsimde tecrübe ettiğim manevi ilaçları, sair insanların eline geçmek için o kapıyı açık bırakıyorum. Belki Cenab-ı Hak bu hizmeti kabul eder ve eski günahıma keffaret yapar. Bu hizmete karşı şeytan-ı racimden başka hiç kimsenin, -mü'min olsun kafir olsun, sıddık olsun zındık olsun- karşı gelmeye hakkı yoktur. Çünki imansızlık başka şeylere benzemiyor. Zulümde, fıskta, kebairde birer menhus lezzet-i şeytaniye bulunabilir. Fakat imansızlıkta hiçbir cihet-i lezzet yok. Elem içinde elemdir, zulmet içinde zulmettir, azab içinde azabdır.

(Bediüzzaman Said Nursi - 16. Mektub'dan)

Lügatler
Azab :büyük sıkıntı, dünyada işlenen günahların âhiretteki cezası
Belki :bilakis, aslında
Cenâb-ı Hakk :Hakkın kendisi olan yücelik sahibi Allah
cihet :yön, taraf
Cihet-i lezzet :lezzetlilik yönü, lezzet tarafı
Elem :keder, üzüntü, acı
Fısk :günah, haddini tecavüz, hak yoldan ayrılmak
Hakaik-i imaniye :iman hakikatleri
Hayat-ı ebediye :sonsuz hayat
Hayat-ı içtimaiye ve dünyeviye:toplum ve dünya hayatı
İtibarıyla :yönüyle, şekliyle, bunun gibi
Kâfir :Allah’ı veya Allah’ın kesin olarak bildirdiği bir şeyi inkâr eden kimse
Kebâir :büyük şeyler, büyük günahlar
Keffaret :suçu affettirmek, bağışlanmak için bir şeyler yapmak
Lâkin :fakat, ama
Lezzet-i şeytaniye :şeytani lezzetler, şeytana uyarak girilen haramlar
Menfaat :fayda, kâr, gelir
menhus : uğursuz
Mü’min :imanın şartlarının tümüne, Allah’tan gelen her şeye inanan kabul eden kişi
Mühim :önemli, kıymetli, değerli
Mükellef :sorumlu, yükümlü, vazifeli
nefis :insanın kendisi
Saadet-i ebediye :sonsuz mutluluk
Sair :diğeri, başkası, gerisi, kalanı
Selamet :kurtuluş, korktuklarından kurtulmak, emniyet, rahat
Sıddık :en doğru, özü sözü yaptığı bir, çok samimi
Şer’an :şeriata uygun, İslami olarak
Şeytan-ı racim :kovulmuş şeytan
Tercih :üstün tutmak, seçmek
Vasıta :aracı, iki şeyi birbirine ulaştıran
Zındık :kâfir, dinsiz
Zulmet : karanlık, sıkıntı
Zulüm :eziyet, haksızlık, karanlıkta bırakmak


 
Şu kainat öyle bir saraydır ki, o sarayda mütemadiyen tahrib ve tamir içinde çalkalanan bir şehir var.. ve o şehirde her vakit harb ve hicret içinde kaynayan bir memleket var.. ve o memlekette her zaman mevt ve hayat içinde yuvarlanan bir alem var. Halbuki o sarayda, o şehirde, o memlekette, o âlemde o derece hayret-engiz bir müvazene, bir mizan, bir tevzin hükmediyor, bilbedahe isbat eder ki: Bu hadsiz mevcudatta olan tahavvülat ve varidat ve masarıf; her bir anda umum kainatı görür, nazar-ı teftişinden geçirir bir tek zatın mizanıyla ölçülür, tartılır. Yoksa balıklardan bir balık bin yumurtacık ile ve nebatattan haşhaş gibi bir çiçek yirmi bin tohum ile ve sel gibi akan unsurların, inkılabların hücumuyla şiddetle müvazeneyi bozmaya çalışan ve istila etmek isteyen esbab başıboş olsalardı veyahud maksadsız serseri tesadüf ve mizansız kör kuvvete ve şuursuz zulmetli tabiata havale edilseydi, o müvazene-i eşya ve müvazene-i kainat öyle bozulacaktı ki; bir senede, belki bir günde herc ü merc olurdu. Yani: Deniz karmakarışık şeylerle dolacaktı, taaffün edecekti; hava, gazat-ı muzırra ile zehirlenecekti; zemin ise bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklığa dönecekti. Dünya boğulacaktı.
(Bediüzzaman Said Nursi - 30. Lem'adan)

Lügatler

[TD="width: 318, bgcolor: transparent"] Âlem :dünya, kâinat Bilbedahe :açık olarak, aşikar Esbab : sebebler Gazat-ı muzırra :zararlı gazlar, zehirli gazlar Hadsiz : sayısız, sınırsız Harb :savaş Havale :ısmarlama, işi veya şeyi başkasına bırakma Hayret-engiz :hayret veren, hayret içinde bırakan Herc ü merc :karışıklık, dağınıklık Hicret :göçetmek İnkılab :başka tarza değişmek, dönüşüm İstila :kaplamak, yayılmak, ele geçirmek, işgal etmek Kâinat : evren, yaratılanların hepsi Lem’a :parıltı, parlamak Masarıf :sarfetme, harcama, işleyiş Mevcudat :varlıklar Mevt :ölüm Mezbaha :hayvan kesilen yer Mezbele :çöplük Mizan :terazi, ölçü, tartı, denge muvazene : karşılaştırma Muvazene-i eşya :şeylerdeki dengeler, uygunluklar
[/TD]
[TD="width: 318, bgcolor: transparent"] Muvazene-i kâinat :kâinattaki dengeler, uygunluklar mütemadiyen : devamlı Nazar-ı teftiş :inceleyici bakış Nebatat :bitkiler Serseri :başına buyruk hareket eden, eşkıya, suçlu Şuur :anlayış, idrak, bilinç Taaffün :çürüyüp kokuşma tabiat : doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem Tahavvülat :değişimler, dönüşümler Tahrib :harap etme, yıkma, bozma Tamir :imar etme, onarma Tesadüf : rastgelmek, kendiliğinden olmak, tedbirsiz meydana gelmek Tevzin :tartmak, ölçülü hale koymak, dengelemek Umum : bütün,tüm, tamam, hepsi Unsur :madde, parça, tam olan şeyin parçaları Varidat :hatıra gelen, içe doğan şeyler, gelir Zat : hürmete layık kimse, kişi Zemin :yeryüzü Zulmet : karanlık, sıkıntı
[/TD]

 
Bahar mevsiminde birkaç gün zarfında nev-i beşerin umumundan bin derece ziyade olan umum ağaçların bütün yapraklarıyla beraber evvelki baharın aynı gibi birden mükemmel bir surette inşaları ve yine umum ağaçların umum çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçmiş baharın mahsulatı gibi, berk gibi bir sür'atle icadları; hem o baharın mebde'leri olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin, birden beraber intibahları ve inkişafları ve ihyaları; hem kemiklerden ibaret olarak ayakta duran emvat gibi bütün ağaçların cenazeleri bir emir ile def'aten "Ba'sü ba'de-l mevt" sırrına mazhariyetleri ve neşirleri; hem küçücük hayvan taifelerinin hadsiz efradlarının gayet derecede san'atlı bir surette ihyaları; hem bilhassa sinekler kabilelerinin haşirleri ve bilhassa daima yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve nezafeti ihtar eden ve yüzümüzü okşayan gözümüz önündeki kabilenin bir senede neşrolan efradı, beni-âdemin Âdem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu halde, her baharda sair kabileler ile beraber birkaç gün zarfında inşaları ve ihyaları, haşirleri; elbette kıyamette ecsad-ı insaniyenin inşasına bir misal değil, belki binler misaldirler.

(Bediüzzaman Said Nursi - 2. Şua'dan)

Lügatler
Ba’sü ba’del mevt :öldükten sonra dirilmek
Belki :bilakis, aslında
Beni âdem :âdemoğulları, insanlar
Berk: şimşek
Bilhassa :özellikle
Cenaze :ölü
Def’aten :bir defada, hemen, birdenbire, ani olarak
Ecsad-ı insaniye :insan cesedleri, insan bedenleri
Efrat :fertler, kişiler
Emvat :ölüler
Evvel :ilk önce
Hadsiz : sayısız, sınırsız
Haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
İbaret :meydana gelmiş, toplanmış, bir şeylerden teşekkül etmiş
İcad :yaratma, var etme, vücuda getirmek
İhtar :hatırlatmak, uyarmak
İhya :diriltme, hayat verme
İnkişaf :açılmak, meydana çıkmak, yetişmek, açığa çıkmak, gelişmek, manen ilerlemek
İnşa :yapma, vücuda getirme, yaratma
intibah : uyanış
Kıyamet :dünyanın yıkılıp harap olması, dünyanın sonu
Mahsulat :mahsuller, hasılat
Mazhariyet :sahip olma, nâil olma, erişme
Mebde :başlangıç, baş taraf, kök, temel, kaynak
misal : benzer, örnek
Neşir :yayılma, dağılma
Neşrolmak :yayılmak, dağılmak
Nev-i beşer :insan cinsi, insanlar
Nezafet :temizlik
Sair :diğeri, başkası, gerisi, kalanı
Sır :herkesin bilmediği gizli hakikat
suret : biçim, şekil
Şua :ışık, parıltı
Taife :kabile, kısım, takım, topluluk
Umum : bütün,tüm, tamam, hepsi
Zarfında :içinde
Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla

 
Yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yı amel bir azabdır. Buna karşı ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazînane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tövbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniye dairesinde, bid'alar karışmadan, şeraitin tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlahiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir.
Hem böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri, -kısm-ı a'zamı- tövbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def'olur.

(Bediüzzaman Said Nursi - Emirdağ lahikası 1’den)

Lügatler
Azab :büyük sıkıntı, dünyada işlenen günahların âhiretteki cezası
Bid’a :sonradan meydana çıkan şeyler
Ceza-yı amel :yapılan işin karşılığı
cihet :yön, taraf
Def’olmak :ortadan kalkmak, savmak
Dergâh-ı ilahiye :Allah’ın huzuru, Allah’ın kapısı
Dua :yalvarma, yakarma, isteme
Ekser :pek fazla, daha çok, çoğunluk
Hazinane :hüzünlü olarak, kederli şekilde
Hüzün : üzüntü
İltica :sığınma
İstiğfar :af dilemek, kusurlarının bağışlanması için yalvarmak
Keder :tasa, kaygı, can sıkıntısı, gam
Kısm-ı azam :en büyük kısım
Lâhika :mektup, ilave
Mahsus :hususi, ayrılmış, tayin edilmiş, özel
Mukabele : karşılık verme
Musibet :bela, felaket, afet, dert
Nas :insanlar
Nedamet :pişmanlık
niyaz : dua, yalvarma
Sünnet-i seniyye :Hz. Peygamberin(a.s.) en yüksek halleri, yaşayışı, tavırları, hareket düsturları
Şerait :şartlar
Ubudiyet :kulluk
Umumî :herkesle alakalı, herkese dair, genel
 
Hakaik-i imaniye ve Kur'aniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyaset ile alude olsa idim; elimdeki o elmaslar iğfal olunabilen avam tarafından, "Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?" diye düşünürler. O elmaslara, adi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.

(Bediüzzaman Said Nursi - 16. Mektub'dan)

Lügatler
Adi :basit, kıymetsiz, sıradan
Alude :karışmış, karışık, bulaşmış
Âvâm :okuyup yazması ilmi irfanı az olan kimse, derin hakikatlerden haberi olmayan
Hakaik-i imaniye ve Kur’aniye :iman ve Kur’an hakikatleri
İğfal :kandırmak, aldatmak, gaflette bırakmak
kıymet :önem, değer, bedel
Nazar :bakma, bakış, görüş açısı
Propaganda-i siyaset :siyaset propagandası
Tenzil :indirmek, aşağı indirmek
Zulmetmek :haksızlık etmek, eziyet etmek

 
Nasıl bir usta harika bir makinayı yapsa; herkes o zata "Maşaallah, barekallah" deyip alkışlar. Öyle de: O makina dahi, ondan maksud neticeleri tam tamına göstermesiyle, lisan-ı haliyle ustasını tebrik eder, alkışlar. Her zihayat ve her şey böyle bir makinadır, ustasını tebriklerle alkışlar.

(Bediüzzaman Said Nursi – 11. Şua’dan)

Lügatler
Barekallah :Allah mübarek etsin, hayırlı ve bereketli olsun
Lisan-ı hal :hal dili, yaşayarak gösterilen hal
Maksud :kasdedilen, istenilen, istek, arzu
Mâşâallah :Allah’ın istediği gibi
Şua :ışık, parıltı
Zat : hürmete layık kimse, kişi
zihayat : hayat sahibi, canlı



--
 
Zaifin kaviye karşı izzet-i nefsi, kavide tekebbür olur; kavinin zaife karşı tevazu'u, zaifte tezellül olur. Bir ulü-l emrin makamındaki ciddiyeti, vakardır; mahviyeti, zillettir.. hanesindeki ciddiyeti, kibirdir; mahviyeti tevazu'dur. Ferd mütekellim-i vahde olsa, müsamahası ve fedakarlığı amel-i salihtir; mütekellim-i maalgayr olsa, hıyanettir, amel-i talihtir. Bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez.

(Bediüzzaman Said Nursi - Hakikat Çekirdekleri'nden 94)

Lügatler
Amel-i salih :Allah rızasına uyan hayırlı amel
Amel-i talih : faydasız, yararsız iş; makbul olmayan amel
Fedakârlık : her türlü zahmetlere göğüs gererek davasına sahip çıkmak
Ferd :biri,teki, kişi
Hakikat: gerçek
Hane :ev, yuva
Hazm-ı nefs :nefsini kırmak, tahammül etmek
Hıyanet :hainlik, vefasızlık
İzzet-i nefis :vakar, onur, zillete düşmeyerek şeref ve haysiyeti muhafaza etmek
Kavi :sağlam, kuvvetli, güçlü
Kibir :kendini büyük gösterme, büyüklenme
Mahviyet: alçakgönüllülük, tevazu
Makam :yer, netice, durum, durulacak yer, rütbeli yer, derece, mevki
Müsamaha :hoşgörülülük, kusurlara göz yummak
Mütekellim-i maal gayr :birinci çoğul şahıs, biz
Mütekellim-i vahde :birinci tekil şahıs, ben
Nam :isim, ad, lakap
Tefahur :iftihar etmek, gurur duymak
Tekebbür : kibirlenme, büyüklenme
Tevazu :alçakgönüllülük
Tezellül :alçalmak
Ulü-l emr : emir veren, idareci
Vakar :ağırbaşlılık
Zaif : zayıf, dayanıksız
Zillet :alçaklık, aşağılık
 
İnsan zaiftir, belaları çok. Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade. Acizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadir-i Zülcelal'e dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azab içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.

(Bediüzzaman Said Nursi - 6. Söz'den)
Lügatler
Âciz :güçsüz, zayıf
Azab :büyük sıkıntı, dünyada işlenen günahların âhiretteki cezası
Daim :devamlı
Elem :keder, üzüntü, acı
İtimad etmek :inanmak, güvenmek
Kadîr-i Zülcelal :her türlü eksiklikten yüce kuvvet ve kudret sahibi
Meşakkat :zahmet, sıkıntı, zorluk
Semere :meyve, verim, netice
Teessüf :kederlenmek, üzülmek
Tevekkül :sebebleri işledikten sonra işi başkasına bırakmak
Vicdan :insanın içinde iyiyi kötüden ayıran manevi duygu
Zaif : zayıf, dayanıksız
Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla

 
1- Kur'anın okunuşunda yüksek bir selaset vardır ki, lisanlara ağır gelmez. 2- Büyük bir selamet vardır ki, lafzan ve manen hatadan salimdir.
3- Ayetler arasında büyük bir tesanüd vardır ki, kargir binalar gibi, ayetleri birbirine dayanarak bünye-i Kur'aniyeyi sarsılmaktan vikaye ediyor.
4- Büyük bir tenasüb, tecavüb, teavün vardır ki; ayetleri birbirine ecnebi olmadığı gibi, birbirinin vuzuhuna yardım, istizahına cevab veriyor.
5- Parça, parça, ayrı ayrı zamanlarda nazil olduğu halde şiddet-i tesanüdden sanki sebeb birdir.
6- Esbab-ı nüzul ayrı ayrı ve mütebayin olduğu halde, şiddet-i tesanüdden sanki sebeb birdir.
7- Mükerrer mütefavit suallere cevab olduğu halde, şiddet-i imtizac ve ittihaddan sanki sual birdir.
8- Müteaddid, mütegayir hadisata beyan olduğu halde, kemal-i intizamdan sanki hadise birdir ve bir hadiseye cevabdır.
9- "Tenezzülat-ı İlahiye" ile tabir edilen muhatabların fehimlerine yakın ve münasib üslublar üzerine nazil olmuştur.
10- Bütün zaman ve mekânlarda gelip geçen insanlara tevcih-i kelam ettiği halde, sühulet-i beyandan dolayı sanki muhatab birdir.
11- İrşadın gayelerine isal için tekrarları tahkik ve takriri ifade eder. Maahaza, tekrarları halel vermez. İadesi, zevki izale etmez. Tekerrür ettikçe misk gibi kokar.

(Bediüzzaman Said Nursi - Mesnevi-i Nuriye'den)

Lügatler

[TD="width: 318, bgcolor: transparent"] Beyan :izah, açıklama, anlatma Bünye-i Kur’aniye :Kur’an’ın yapısı Ecnebi :yabancı, başka milletten olan Esbab-ı nüzul :ayetin inme sebebleri Fehim :anlayış, kavrayış Hadisat :hadiseler, olaylar Hadise:olay, vaka Halel :bozukluk, eksiklik, başkası tarafından verilen zarar İade :geri verme, eski haline getirme,karşılığını yapma İrşad :uyarmak, doğru yolu göstermek, Hak ve hakikatı öğretmek İsal :ulaştırmak, yetiştirmek İstizah :izah istemek İttihad :birlik olmak, aynı fikirde olmak İzâle :gidermek, ortadan kaldırmak Kargir :taş veya harçla yapılmış olan Kemal-i intizam :tam bir düzen ve tertip Lafzan :söz olarak, söyleyerek Lisan :dil, lehçe Maahaza :bununla beraber, bununla birlikte Manen :manaca, mana yönüyle Mekân :yer, ev, hane, mesken Mesnevi-i Nuriye :nurlu parçalar, nurlu manzumeler Muhatab :söyleyeni dinleyen, kendisine hitap edilen Mükerrer :tekrar edilen, tekrarlı Münasib :uygun, layık, benzer, yakışır Müteaddid: birçok, birden fazla, çeşitli
[/TD]
[TD="width: 318, bgcolor: transparent"] Mütebayin :birbirine zıt olan, birbirinden ayrı Mütefavit :birbirinden farklı, çeşitli Mütegayir :birbirine zıt olan, farklı, benzemez olan Nazil :yukarıdan aşağıya inen, bir yere konan Salim :sağlam, sıhhatli, noksansız, eksiksiz, tehlikelerden uzak Selamet :kurtuluş, korktuklarından kurtulmak, emniyet, rahat Selaset :akıcı, kolay, ahenkli ve açık ifade Sual :soru, isteme,istek Sühulet-i beyan :açıklamada kolaylık, kolay anlaşılır olmak Şiddet-i imtizac :sıkı sıkıya birleşmek, iyice karışmak Şiddet-i tesanüd :tam dayanışma Tabir :yorumlama Tahkik :incelemek, içyüzünü araştırmak Takrir :bildirmek, iyi ifade etmek, kararlaştırmak Teavün :yardımlaşmak Tecavüb :cevaplaşmak, karşılıklı cevap vermek tekerrür: tekrarlanma Tenasüb :uygunluk, yakınlık Tenezzülat-ı ilâhiye :Allah’ın yarattıklarının algılayabileceği şekilde muameleleri Tesanüd : dayanışma, yardımlaşma Tevcih-i kelam :sözle işarette bulunmak, zıt anlama gelebilecek kelimeyi sözde kullanmak Üslub :tarz, yol, ifade tarzı Vikaye :koruma, arka çıkma, sahip olmak Vuzuh :açıklık, netlik, anlaşılır olmak
[/TD]
 
Çok güzellikleri intac veya izhar eden bir çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebeb olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi, yalnız bir değil, belki müteaddid defa çirkindir. Mesela; vahid-i kıyasi gibi bir kubh bulunmazsa, hüsnün hakikatı bir tek nevi olur; pek çok mertebeleri gizli kalır. Ve kubhun tedahülü ile mertebeleri inkişaf eder. Nasıl ki soğuğun vücuduyla, hararetin mertebeleri ve karanlığın bulunmasıyla ziyanın dereceleri tezahür eder. Aynen öyle de: Cüz'i şer ve zarar ve musibet ve çirkinliğin bulunmasıyla, külli hayırlar ve külli menfaatler ve külli nimetler ve külli güzellikler tezahür ederler. Demek çirkinin icadı çirkin değil, güzeldir. Çünki, neticelerin çoğu güzeldir. Evet yağmurdan zarar gören tenbel bir adam, yağmura rahmet namını verdiren hayırlı neticelerini hükümden iskat etmez; rahmeti zahmete çeviremez.

(Bediüzzaman Said Nursi - 2. Şua'dan)

Lügatler

[TD="width: 318, bgcolor: transparent"] Cüz’î: azıcık Hakikat: gerçek Hararet: sıcaklık Hayır :iyilik, güzellik Hüküm :karar, emir, kuvvet Hüsün: güzellik İcad :yaratma, var etme, vücuda getirmek İnkişaf :açılmak, meydana çıkmak, yetişmek, açığa çıkmak, gelişmek, manen ilerlemek İntac :neticelenme, meydana getirme, doğurma İskat :susturmak, razı etmek İskat :susturmak, razı etmek İzhar :açığa vurmak, meydana çıkarmak, göstermek Kubh: çirkinlik Küllî :bütüne ait, tamamen Menfaat :fayda, kâr, gelir
[/TD]
[TD="width: 318, bgcolor: transparent"] Mertebe :derece, kademe Musibet :bela, felaket, afet, dert Müteaddid: birçok, birden fazla, çeşitli Nam :isim, ad, lakap Nev’ :çeşit, sınıf, cins Nimet :iyilik, lütuf, ihsan, yiyecek içecek faydalı şeyler Rahmet :merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek Şer :kötü,kötülük, fenalık, Allah’a isyan Şua :ışık, parıltı Tedahül :karışmak, müdahale etmek, iç içe olmak, içine girmek Tezahür :meydana çıkmak, belirmek, görünmek Vahid-i kıyasi :kıyaslama ölçüsü Vücud : var olmak, varlık Zahmet :sıkıntı, eziyet, yorgunluk Ziya :ışık, aydınlık
[/TD]

 
Geçmiş herbir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevalindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekva değil, belki mütelezzizane şükretmek lazım gelir. Onlara küsmek değil, bilakis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fani ömrü, musibet vasıtasıyla baki ve mes'ud bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki alamı vehim ile düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak, divaneliktir. Amma gelecek günler ise madem daha gelmemişler; içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekva etmek, ahmaklıktır. "Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım" diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek, ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir. Öyle de gelecek günlerdeki, şimdi adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belahettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatını selbediyor.
Elhasıl: Nasıl şükür, nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de şekva, musibeti ziyadeleştirir.

(Bediüzzaman Said Nursi - 2. Lem'adan)

Lügatler
Adem : yokluk, yok olma
Ahmak :akılsız, aptal
Âlâm : elemler, üzüntüler, acılar
bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
Belahet :ahmaklık, düşüncesizlik, ne yaptığını bilmemek
Bilakis :aksine, aslında
Divane :deli, aklı başında olmayan
Elem :keder, üzüntü, acı
Elhasıl :özetle, sonuç olarak
Fâni :ölümlü, gelip geçici, yok olan
Hüküm :karar, emir, kuvvet
Lem’a :parıltı, parlamak
Liyakat :layık olmak
Merhamet :acımak, şefkat göstermek
Mes’ud :saadetli, bahtiyar, memnun
Muhabbet : sevgi,sevmek
Musibet :bela, felaket, afet, dert
Müteellim :elemlenmiş, üzülmüş, kederlenmiş
Mütelezzizane :lezzet alarak
mütemadiyen: devamlı
Nimet :iyilik, lütuf, ihsan, yiyecek içecek faydalı şeyler
Sabır :acıya ve zorluğa katlanmak
Selbetmek :inkâr etmek, zorla almak, kaybetmek
Şefkat :acıyarak sevmek, karşılıksız yardım ve sevgi
Şekva :şikayet
Şükür :Allah’a teşekkür
Vasıta :aracı, iki şeyi birbirine ulaştıran
Vehim :manasız korku, aslında olmayan şeyi var zannetmek
Zahmet :sıkıntı, eziyet, yorgunluk
zeval :yok olmak, son bulmak, geçip gitme, yerinden ayrılıp gitmek
Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla
Zulmetmek :haksızlık etmek, eziyet etmek
 
Madem Allah var ve ilmi ihata eder. Elbette adem, i'dam, hiçlik, mahv, fena; hakikat noktasında ehl-i imanın dünyasında yoktur ve kafirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fanilikle doludur. İşte bu hakikatı, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der: "Kimin için Allah var, ona herşey var ve kimin için yoksa, herşey ona yoktur, hiçtir."

(Bediüzzaman Said Nursi - 11. Şua'dan)

Lügatler
Adem : yokluk, yok olma
Darb-ı mesel :misal olarak söylenen meşhur söz, atasözü
Ehl-i iman :Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
Fâni :ölümlü, gelip geçici, yok olan
Fenâ :yokluk, yok olmak, gelip geçicilik, ölüm
Firak : ayrılık, ayrılmak
Hakikat: gerçek
İ’dam :yok etmek, öldürmek
İhata : kuşatma, kapsama
Kâfir :Allah’ı veya Allah’ın kesin olarak bildirdiği bir şeyi inkâr eden kimse
Lisan :dil, lehçe
Mahv :harab olma, yıkılma, bozulma, ortadan kalkma
Şua :ışık, parıltı
Umum : bütün,tüm, tamam, hepsi



 
Tertib-i mukaddematta "tefviz" tenbelliktir, terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa'yine ve kısmetine rıza; kanaattır, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dun-himmetliktir.

(Bediüzzaman Said Nursi - Hakikat Çekirdekleri'nden 95)

Lügatler
Dûn himmetlik :gayretsizlik, himmetsizlik
Hakikat: gerçek
İktifa :yetinme
Kanaat :helalle yetinmek, kısmetine razı olmak, aç gözlü olmamak, tatmin olmak, inanmak
kısmet :pay, bahşiş, nasip, taksim edilen kısım
Mevcud :var olan
Meyl-i sa’y : çalışma eğilimi, isteği
Rıza :hoşnut olmak, memnun olmak
Semere-i sa’y : çalışmanın meyvesi, neticesi
Tefviz : yetki ve sorumluluğu başkasına veya Allah’a havale etme
Terettüb-ü netice : sonuç olarak ortaya çıkma
Tertib-i mukaddemat : bir sonuca ulaşmak için uyulması gerekli olan sebepler sırası
Tevekkül :sebebleri işledikten sonra işi başkasına bırakmak, Allah’a güvenme ve Onu vekil kabul etme



--
 
Niçin gâvurların memleketlerinde bu semavi tokat başlarına gelmiyor? Bu biçare müslümanlara iniyor?
Elcevab: Büyük hatalar ve cinayetler te'hir ile büyük merkezlerde ve küçücük cinayetler ta'cil ile küçük merkezlerde verildiği gibi; mühim bir hikmete binaen ehl-i küfrün cinayetlerinin kısm-ı a'zamı, Mahkeme-i Kübra-yı Haşre te'hir edilerek ehl-i imanın hataları, kısmen bu dünyada cezası verilir.
(Haşiye): Hem Rus gibi olanlar, mensuh ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedi ve kabil-i nesh olmayan bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp, bunlara hiddet ediyor.

Lügatler
Bîçare: çaresiz, zavallı
Binâen :bu sebepten, bundan dolayı, dayanarak
Cinayet :birisine dokunan ve cezayı icap ettirecek suç işlemek
Ebedî: sonu olmayan, sonsuz
Ehl-i iman :Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
Ehl-i küfür :küfür ehli, kâfirler, inançsızlar
Elcevap :cevap şudur ki
Gâvur :kâfir, merhametsiz, inatçı
Gayretullah :Allah’ın Hak dinini koruma sıfatı
Hak :doğru, gerçek, hisse, pay
Haşiye :dipnot, açıklayıcı not
Hiddet :öfke, kızgınlık, hışım
Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması
İhanet : hainlik, vefasızlık
Kabil-i nesh :hükmü kaldırılamayan
Kısmen :bir parça, biraz
Kısm-ı azam :en büyük kısım
Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşr : öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
Memleket :mülk edinilen vatan, ülke
Mensuh :hükmü yürürlükten kalkmış olan
Mühim :önemli, kıymetli, değerli
Müslüman : islam olan, Allah’a teslim olmuş olan
Semavi :gökle alakalı
Ta’cil :çabuklaştırma
Tahrif :değiştirme, bozma
Te’hir :erteleme, sonraya bırakma
Terk :bırakmak, salıvermek, vazgeçmek
Zemin: yeryüzü

 
Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumi şekle girmesinin sebebi nedir?
Elcevab: Umumi musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle ekser nasın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i ammeye sebebiyet verir.

Lügatler
Cihet :yön, taraf
Ekser :pek fazla, daha çok, çoğunluk
Ekseriyet: çoğunluk
Elcevap :cevap şu ki
Eşhas :şahıslar, kişiler
Fiilen :amelen, iş yaparak, çalışarak
Harekât: hareketler
İltihaken :katılarak
İltizamen :taraftar olarak
İştirak :ortak olma, katılma
Manen :manaca, mana yönüyle
Memleket :mülk edinilen vatan, ülke
Musibet :bela, felaket, afet, dert
Musibet-i amme :büyük ve genel musibet
Nas :insanlar
Sebebiyet : sebeb olmak
Taraftar : Birinin tarafını tutan, bir tarafı tutan, bir tarafı kayıran.
Umumî :herkesle alakalı, herkese dair, genel
Zâlim :zulmeden, haksızlık eden



--
 
Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumi şekle girmesinin sebebi nedir?
Elcevab: Umumi musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle ekser nasın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i ammeye sebebiyet verir.

Lügatler
Cihet :yön, taraf
Ekser :pek fazla, daha çok, çoğunluk
Ekseriyet: çoğunluk
Elcevap :cevap şu ki
Eşhas :şahıslar, kişiler
Fiilen :amelen, iş yaparak, çalışarak
Harekât: hareketler
İltihaken :katılarak
İltizamen :taraftar olarak
İştirak :ortak olma, katılma
Manen :manaca, mana yönüyle
Memleket :mülk edinilen vatan, ülke
Musibet :bela, felaket, afet, dert
Musibet-i amme :büyük ve genel musibet
Nas :insanlar
Sebebiyet : sebeb olmak
Taraftar : Birinin tarafını tutan, bir tarafı tutan, bir tarafı kayıran.
Umumî :herkesle alakalı, herkese dair, genel
Zâlim :zulmeden, haksızlık eden

 
Madem bu zelzele musibeti, hataların neticesi ve keffaret-üz zünubdur. Masumların ve hatasızların o musibet içinde yanması nedendir? Adaletullah nasıl müsaade eder?
Yine manevi canibden elcevab: Bu mes'ele sırr-ı kadere taalluk ettiği için, Risale-i Kader'e havale edip yalnız burada bu kadar denildi: (1)
Yani: "Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar."
Şu ayetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dar-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif iktiza ederler ki, hakikatlar perdeli kalıp, ta müsabaka ve mücahede ile Ebubekirler a'la-yı illiyyine çıksınlar ve Ebucehiller esfel-i safiline girsinler. Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebucehiller aynen Ebubekirler gibi teslim olup, mücahede ile manevi terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.

Lügatler

[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] A’lâ-yı illiyyîn :yücelerin en yücesi Âdaletullah :Allah’ın adaleti Âyet : Kur’ân’ın her bir cümlesi, işaret, kimsenin inkâr edemeyeceği açık delil Aynen :aslı, kendisi Bela :âfet, sıkıntı, musibet, imtihan Cânib :taraf, yön Dar-ı teklif ve mücahede:sorumluluk ve mücadele yeri Ebû Cehil :cehaletin babası Elcevab :cevap şu ki Esfel-i safilin :Allah katında aşağıların en aşağısı Hakikat: gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti Havale :ısmarlama, işi veya şeyi başkasına bırakma İktiza: gerektirme İmtihan :denemek, tecrübe etmek, sınamak Keffaret-üz zünûb :günahların keffareti, telafisi Mahsus :hususi, ayrılmış, tayin edilmiş, özel Manevî :manaya ait, ruhani Masum :suçu olmayan, suçsuz
[/TD]
[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Meydan-ı tecrübe ve imtihan:deneme ve imtihan meydanı Musibet :bela, felaket, afet, dert Mücahede :nefisle mücadele, cihat Müsaade :izin, elverişli bulunma Müsabaka :yarışma Netice :sonuç, son, gaye, semere, hülâsa, özet Risale-i Kader :Kader Risalesi=26. Söz Sır :herkesin bilmediği gizli hakikat Sırr-ı kader :kader sırrı Sırr-ı teklif : kulluk sırrı, insanların Allah tarafından görevlendirilerek dünyaya gönderilmesinin anlamı Taalluk :bağlılık, münasebet, alakalı olmak Teklif :görev yükleme Terakki :ilerlemek, yükselmek,artmak Teslim :kabul etmek, doğru ve haklı bulmak, bir emaneti vermek, hükmü altına girmek Vakit :zaman, saat, çağ, mevsim Zâlim :zulmeden, haksızlık eden Zelzele :deprem
[/TD]
 
Adil ve Rahim, Kadir ve Hakim, neden hususi hatalara hususi ceza vermeyip, koca bir unsuru musallat eder. Bu hal cemal-i rahmetine ve şümul-ü kudretine nasıl muvafık düşer?
Elcevab: Kadir-i Zülcelâl, her bir unsura çok vazifeler vermiş ve her bir vazifede çok neticeler verdiriyor. Bir unsurun bir tek vazifesinde, bir tek neticesi çirkin ve şer ve musibet olsa da, sair güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer bu tek çirkin netice vücuda gelmemek için, insana karşı hiddete gelmiş o unsur, o vazifeden men edilse; o vakit o güzel neticeler adedince hayırlar terk edilir ve lüzumlu bir hayrı yapmamak, şer olması haysiyetiyle, o hayırlar adedince şerler yapılır. Ta bir tek şer gelmesin gibi; gayet çirkin ve hilaf-ı hikmet ve hilaf-ı hakikat bir kusurdur. Kudret ve hikmet ve hakikat kusurdan münezzehtirler.
Madem bir kısım hatalar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümullü isyandır ve çok mahlûkatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür. Elbette o cinayetin fevkalade çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura, külli vazifesi içinde "Onları terbiye et" diye emir verilmesi ayn-ı hikmettir ve adalettir ve mazlumlara ayn-ı rahmettir.

Lügatler

[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Adalet :zulüm etmemek, hak sahibine hakkını vermek, haksızları terbiye etmek Aded :sayı, tane, miktar Âdil : adaletle iş gören, sonsuz adalet sahibi Allah Arz : yeryüzü,dünya Ayn-ı hikmet :hikmetin ta kendisi Ayn-ı rahmet :adaletin ta kendisi Cemal-i rahmet : Allah’ın rahmetinin güzelliği Cinayet :birisine dokunan ve cezayı icap ettirecek suç işlemek Elbette :kat’i, kesin, muhakkak Elcevap :cevap şu ki Emir :iş, husus, şey, hadise, madde, buyruk, talimat, kural Fevkalade : adetin üstünde, yüksek bir şekilde Gayet :çok, pek çok Hakikat: gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti Hakîm :iş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan(Allah) Hal :durum, vaziyet Hayır :iyilik, güzellik Haysiyet : itibar, değer, kıymet Hiddet :öfke, kızgınlık, hışım Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması Hilâf-ı hakikat :gerçeğe aykırı Hilâf-ı hikmet : yaratılıştaki hikmete, İlâhî gayeye zıt Hukuk :haklar, kurallar, esaslar Hususi :özel, bir şeye ait olan Hükmüne :onun yerine, onun gibi olarak İsyan : İtaatsizlik. Emre karşı gelmek. Ayaklanmak.
[/TD]
[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Kadîr : her şeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi(Allah) Kadîr-i Zülcelâl :her türlü eksiklikten yüce, kuvvet ve kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah Kısım :parça, bölüm Kudret : güç, kuvvet, iktidar Kusur :noksanlık, eksiklik, acizlik, tedbirsizlik Küllî :bütüne ait, tamamen, geniş, kapsamlı Lüzum :gereklilik, lazım olmak Mahlûkat :yaratılmışlar, yaratıklar Mazlum :zulüm görmüş, sakin, sessiz Men edilmek :engellenmek, yasak edilmek, durdurulmak Musallat :rahatsız eden, sataşan Musibet :bela, felaket, afet, dert Muvafık :uygun,yerinde, denk Münezzeh :pak, kusur ve noksanlıklardan uzak Netice :sonuç, son, gaye, semere, hülâsa, özet Rahîm :rahmet edici, merhamet eden, rahmeti herşeyi kuşatan sonsuz merhamet sahibi(Allah) Sair :diğeri, başkası, gerisi, kalanı Şer :kötü,kötülük, fenalık, Allah’a isyan Şümul : kapsama, kuşatma Şümûl-ü kudret :kudretin her şeyi kapsaması Tahkir :hakir görme, küçümseme, alçaltma Tecavüz :haddini aşmak, zorlamak, söz veya hareketle ileri gitmek Terbiye : belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma Terk :bırakmak, salıvermek, vazgeçmek Unsur :madde, parça, tam olan şeyin parçaları Vakit :zaman, saat, çağ, mevsim Vazife :bir kimsenin yapmaya mecbur olduğu iş, görev Vücud: beden, varlık, var olmak
[/TD]


 
Her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntazam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler enva'ın bir tek nev'i olan, mesela sinek taifesinden hadsiz efradından bir tek ferdin yüzer a'zasından bir tek uzvu olan kanadının kasd ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lakayd kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zişuurun beşiği ve anası ve mercii ve hamisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef'al ve ahvali belki hiçbir şeyi, -cüz'i olsun külli olsun- irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlahi haricinde olmaz. Fakat Kadir-i Mutlak hikmetinin muktezasıyla zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazan da bir madeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi, madeni inkılabat dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlahi ile olur; başka olamaz.

(Bediüzzaman Said Nursi – 14. Sözden)

Lügatler

[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Ahval :haller, durumlar Aza :organ, uzuv Bazan :ara sıra, her zaman olmayan Belki :bilakis, aslında Cilve :görünüm, yansıma Cüz’î: azıcık Ef’al :fiiller, işler, ameller Efrat :fertler, kişiler, bireyler Ehemmiyet: önem Emir :iş, husus, şey, hadise, madde, buyruk, talimat, kural Enva’ :çeşitler, türler Esbab: sebepler Ferd :biri,teki, kişi, tek, bir, birey Hadsiz : sayısız, sınırsız Hâmi :himaye eden, koruyan Hariç :dış, dışarı, dışında Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması Hikmet-i İlâhi :Allah’ın bildiği ve bildirmediği gizli sır İhtiyar :seçmek, istek, arzu, seçilmek, irade İnkılâbat :inkılaplar, dönüşümler İrade :istek, arzu, dilemek, tercih
[/TD]
[TD="width: 307, bgcolor: transparent"] Kadîr-i Mutlak :her şeye gücü yeten mutlak güç ve kuvvet sahibi(Allah) Kasd :bilerek ve isteyerek yapmak, niyet etmek Kasd-ı ilâhi :Allah’ın kasdı isteği hedefi Küllî :bütüne ait, tamamen, geniş, kapsamlı Küre-i arz :yeryüzü, dünya Lakayd :alakasız, karışmayan, kıymet vermeyen Madeni :madenle ilgili Mazhariyet :sahip olma, nâil olma, erişme Merci :merkez, kaynak, baş vurulacak yer, müracaat edilecek yer Mesela :örnek olarak Meşiet :dileme, irade, istek Mukteza :icab eden, lazım gelen Muntazam :düzenli, tertipli, intizamlı Münakkaş :nakışlı Nev’ :çeşit, sınıf, cins, tür Şey :madde, eşya, varlık Taife :kabile, kısım, takım, topluluk Tasarrufat :sarf etmeler, sahip olmalar, kullanmalar, idare etmeler Uzuv: organ Vakit :zaman, saat, çağ, mevsim Zâhir :aşikar, açık, görünen Zelzele :deprem Zîşuur : şuur sahibi, bilinçli Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla
[/TD]

 
Geri
Üst