Z
Ze'Mahşer
Ziyaretçi
Ezvâc-ı Tâhirât, Arapça “temiz zevceler” demektir. Hz. Peygamber’in kendileriyle evlenmiş olduğu hanımları ifâde etmektedir.
Hz. Peygamber, Mekke döneminde tek hanımla evli kalmış olmasına karşın Medîne döneminde dînî, ictimâî, iktisâdî ve ahlâkî bir takım sebeplerden dolayı birden fazla kadınla evlenmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in hanımlarını “mü’minlerin anneleri” olarak nitelendirmiş, “Peygamber, mü’minlere canlarından daha evlâdır. Peygamber hanımları mü’minlerin anneleridirler...” (Ahzâb, 33/ 6), ve bu hanımlara tanıdığı saygın mevkîyi, mü’minlere (Hz. Peygamber’in vefâtından sonra da) onlarla evlenme yasağı koyarak pekiştirmiştir. (Ahzâb, 33/ 53) Şu var ki Peygamber hanımlarının mü’minlerin anneleri kabul edilmeleri hürmet ve ihtiram bakımından olmuştur. Bu sebeple nikahları haram, tâzimleri ise farzdır, diğer konularda ise mü’minlere diğer kadınlar gibidirler.
Yine Kur’ân-ı Kerîm’de Ezvâc-ı Tâhirât’a doğrudan hitâp edilerek onlara bulundukları konum ve sorumluluk hatırlatılmıştır. Bu konudaki âyetler meâlen şöyledir: “Ey Peygamber hanımları, sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa onun azâbı iki katına çıkarılır. Bu Allâh’a göre kolaydır. Sizden kim, Allah ve Resûlüne itaat eder, iyi amel işlerse ona mükâfâtını iki kat veririz. Ve ona (cennette) güzel bir rızık hazırlamışızdır. Ey Peygamber hanımları, siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’tan korkuyorsanız (yabancı erkeklere karşı) sözü yumuşak (edâlı) bir şekilde söylemeyin. Yoksa kalbinde hastalık olan kimse ümîde kapılır. (Konuştuğunuzda) iyi söz söyleyin. Vaktinizi evlerinizde geçirin, eski câhiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt (Hz. Peygamber’in ev halkı) Allâh’ın murâd ettiği şey, sizden günâhı gidermek ve sizi tertemiz yapmaktır. Evlerinizde okunan Allâh’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şey(in bilgisin)e nüfûz edendir, herşeyden haberdardır. (Ahzâb, 33/ 30-34)
Ayet-i Kerîmeler bir taraftan Rasûlullâh’ın hanımlarının şahsında tüm mü’min hanımlara hitâp etmekte, diğer taraftan da onların özel bir görev üstlenmiş olduklarını vurgulamaktadır.
Gerçekten bu saygıdeğer hanımlar bütün insanlığa ve özellikle kadınlığa ışık tutma gibi bir görev îfâ etmişlerdir. Nitekim, özellikle kadınlarla alâkalı bir çok hükmün tebliği onlar aracılığıyla mümkün olmuş, yine mü’minler Rasûlullâh’ın âile hayâtına ve örnek ahlâkına dâir bir çok husustan onlar vâsıtasıyla haberdâr olabilmişlerdir.
Rasûlullâh’ın âilesine gösterdiği ilgi ve güzel muâmele ve ihtimam da mü’minlere örnek olmuş; değişik yaşta, değişik mîzaçta, değişik kâbiliyet ve kültürde, değişik menşeli kadınların bir araya gelmesiyle meydana çıkan farklı ailevî hâdiseler de çok daha zengin bir sünnet malzemesinin intikâline zemin hazırlamıştır.
Hz. Peygamber bâzen tek tek, bâzen toplu olarak hanımlarıyla sohbet etmiş; nöbetleşe olarak her gününü bir hanımına tahsîs etmiş ve her akşam sıra kimdeyse tüm hanımlarıyla orada toplanıp sohbette bulunmuştur. Bu sohbetler esnâsında onlara çeşitli bilgiler verdiği, bir takım kıssalardan bahsettiği, onların problemleriyle ilgilendiği ve hattâ şakalar yaparak onları güldürdüğü nakledilmiştir. Ayrıca Rasûlullâh’ın, bâzı konularda hanımlarının görüşünü sorup onlarla istişâre etmesi de O’nun hanımlara verdiği kıymeti göstermek açısından kaydedilmeye değerdir.
Hz. Peygamberle evlenmek sûretiyle Ezvâc-ı Tâhirât arasına giren güzîde hanımlar şunlardır:
Kureyş’in Benî Esed kolundan Huveylid b. Esed’in kızı olan Hz. Hatîce, Rasûlullâh’ın ilk hanımıdır. 556 yılında Mekke’de doğduğu ifade edilmektedir. Soyu, dedelerinden Kusay’da Hz. Peygamber’in soyu ile birleşmektedir. Üstün iffeti sebebiyle İslamiyet’ten önce “Tâhire” lakabıyla anılan Hz. Hatîce, sonraki dönemlerde Hz. Peygamber’in en büyük hanımı olması sebebiyle “Kübrâ” sıfatıyla da anılmıştır.
Ticaretle uğraşan ve Şam’a göndereceği bir kervanın başına güvenilir bir kimse arayan Hz. Hatîce, tanıdıklarının tavsiyesi üzerine Hz. Peygamber ile ortaklık anlaşması yapmış, dönüşte de, başarılı bir tacir, dürüst, doğru sözlü ve ahlak sâhibi bir insan olduğunu gördüğü Hz. Muhammed (sav)’e evlenme teklîf etmiştir. Tarihçilerin büyük çoğunluğu, bu evlilik sırasında dul ve iki çocuk annesi olan Hz. Hatîce’nin 40, Hz. Peygamber’in ise 25 yaşında olduğunu ifade etmektedir. Hz. Peygamber’in bu evlilikten, Kâsım, Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah adında altı çocuğu dünyaya gelmiştir.
Hz. Hatîce, İslamiyet’ten önce de, sonra da Hz. Peygamber’e olan hoş muamelesi ve samimi hizmetiyle örnek bir zevce olmuştur. Peygamberlik gelmeden önce, Hz. Muhammed (sav)’in şehirden uzakta, özellikle Hira’da tefekkür yoluyla ibâdet ettiği günlerde onunla meşgul olmuş, eve dönmesi geciktiği zaman hizmetkârları vâsıtasıyla ona ulaşmıştır.
Rasûl-i Ekrem’e peygamberlik geldiği zaman da kendisine herkesten önce iman etmiş, onu bütün varlığıyla desteklemiş ve ona her bakımdan yardımcı olmuştur. Hz. Hatîce, müşriklerin zulmü ve baskısı altında Rasûlullâh’ı hiç bir zaman yalnız bırakmamıştır. Mekkeli müşrikler Müslümanları kuşattığında kendisi de Rasûlullah ile iki üç yıl boyunca muhâsara altında kalmış, servetini onun davası uğrunda harcamaktan geri durmamıştır.
Hz. Hatîce, yirmi beş yıl kadar süren mutlu bir evlilik hayatından sonra, hicretten üç yıl kadar önce 65 yaşında iken vefat etmiştir. Hz. Peygamber’in üç gün arayla müşriklere karşı kendisine destek olan iki yakınını, amcası Ebû Tâlib ve sevgili zevcesi Hz. Hatîce’yi kaybettiği bu sene kaynaklara “hüzün yılı” olarak geçmiştir.
Hz. Peygamber, cennette inciden bir köşkle müjdelenen Hz. Hatîce’nin fedâkârlığını ve dostluğunu her fırsatta anmış hatta vefâtından sonra dahî evde koyun kesildiği zaman onun eski dostlarına birer parça göndermeyi ihmâl etmemiştir.
Hz. Âişe, Rasûlullâh’ın en yakın dostu, hicret arkadaşı, ilk halîfe Hz. Ebû Bekir’in kızıdır. Peygamberliğin 4. yılında Mekke’de doğmuştur.
Hz. Peygamber ile nikahı hicretten önce Mekke’de kıyılmıştır. Bu sırada yaşı küçük olan Hz. Âişe’nin fiilî evlilik hayatı ise hicretten sonra (hicretin 2. senesi Şevval ayında) başlamıştır. Hz. Âişe, Ezvâc-ı Tâhirât içinde ilk evliliğini Hz. Peygamber ile yapan tek hanımdır. Hz. Peygamber, çok sevdiği bu hanımı, sevgi ifadesi olarak “Ayşe”, “Âiş”, “Uveyş” gibi çeşitli isimlerle çağırmış, beyaz tenli olmasından dolayı “Hümeyra” dediği de olmuştur.
Hz. Âişe ile Resûl-i Ekrem arasındaki aile bağı sevgi, anlayış ve hürmet esası üzerine kurulmuştur. Kendisine büyük bir yakınlık ve sevgi gösteren Hz. Peygamber ile koşu yarışı yaptığı, onun omzuna dayanarak Mescid-i Nebevî’de mızraklarıyla savaş oyunları oynayan Habeşlileri seyrettiği bilinmektedir. Hz. Peygamber de onunla birlikte olmaktan, özellikle gece seyahatlerinde kendisiyle sohbet etmekten, onun sorularına cevap vermekten hoşnut olmuştur. Hz. Âişe, zekâsı, anlayışı, kuvvetli hâfızası, güzel konuşması, Kur’ân’ı ve sünneti en iyi şekilde anlamaya çalışması gibi vasıflarıyla Hz. Peygamber’in yanında müstesnâ bir mevkî kazanmıştır.
Hz. Peygamber ile bir çok sefere iştirâk eden Hz. Âişe, Benî Mustalik Gazvesi sonrasında Medîne’ye dönülürken, düşürdüğü gerdanlığını aramak için ordunun gerisinde kalmış, ordunun artçısı Safvan b. Muattal tarafından gruba yetiştirilmiştir. Ancak bu durum üzerine münâfıklar, ikisi hakkında çirkin dedikodular çıkararak Hz. Âişe’ye iftirâ etmişler, Müslümanlar nezdinde de şüphe uyandırmışlardır. Kaynaklara “İfk Hâdisesi” olarak geçen bu olay, Nur Sûresi’nin; iftiraların asılsız olduğunu bildiren 11-21. âyetlerinin inmesiyle kapanmış, Hz. Âişe de Allah katından inen bu âyetlerle temize çıkarılmıştır.
Hz. Peygamber, hicretin 11. yılı Safer ayında rahatsızlanınca, diğer hanımlarının iznini alarak onun odasına geçmiş ve yine o odada vefat etmiştir.
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halifeliği devrinde herhangi bir siyasî faaliyete katılmayan Hz. Âişe; Hz. Osman’ın hilâfetinin son yıllarında ve Hz. Ali’nin hilâfeti esnâsında adâleti ve barışı sağlamak niyetiyle bir takım faâliyetlerde bulunmuş, fakat olayların daha kötüye gitmesi üzerine siyâsete bir daha karışmamış, yaşanan tatsız vakalardan dolayı duyduğu pişmanlık ise hayatının sonuna kadar sürmüştür.
Hz. Âişe, İslâmî ilimler sahasında temâyüz etmiş bir hanım sahâbîdir. Hem baba evinde, hem Rasûlullâh’ın yanında; zekâsı, anlayış kâbiliyeti, öğrenme arzusu, kuvvetli hâfızası ve imanı sâyesinde en iyi şekilde yetişmiş ve herkese nasip olamayacak bir ilmî seviye kendisine nasîp olmuştur. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ashâb ve tâbiûndan bir çok kişi onu ziyâret ederek özellikle fıkıh ve hadis alanlarında kendisiyle istişârede bulunmuşlardır. Hz. Peygamber’in ashâbı içinde çok sayıda fetvâ vermesiyle meşhur yedi kişiden biri Hz. Âişe’dir. Ayrıca 2210 kadar hadis rivâyet ederek en çok hadis rivâyet eden yedi sahâbî (Muksirûn) arasına da girmiştir.
Hz. Peygamber’in vefâtından sonra 47 yıl yaşayan ve hicretin 57. veya 58. senesinde 66 yaşında iken vefat eden Hz. Âişe, Baki’ Mezarlığı’na defnedilmiştir. Cenaze namazını vasiyeti üzerine Ebû Hureyre (r.a.) kıldırmıştır.
Hz. Peygamber, Mekke döneminde tek hanımla evli kalmış olmasına karşın Medîne döneminde dînî, ictimâî, iktisâdî ve ahlâkî bir takım sebeplerden dolayı birden fazla kadınla evlenmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in hanımlarını “mü’minlerin anneleri” olarak nitelendirmiş, “Peygamber, mü’minlere canlarından daha evlâdır. Peygamber hanımları mü’minlerin anneleridirler...” (Ahzâb, 33/ 6), ve bu hanımlara tanıdığı saygın mevkîyi, mü’minlere (Hz. Peygamber’in vefâtından sonra da) onlarla evlenme yasağı koyarak pekiştirmiştir. (Ahzâb, 33/ 53) Şu var ki Peygamber hanımlarının mü’minlerin anneleri kabul edilmeleri hürmet ve ihtiram bakımından olmuştur. Bu sebeple nikahları haram, tâzimleri ise farzdır, diğer konularda ise mü’minlere diğer kadınlar gibidirler.
Yine Kur’ân-ı Kerîm’de Ezvâc-ı Tâhirât’a doğrudan hitâp edilerek onlara bulundukları konum ve sorumluluk hatırlatılmıştır. Bu konudaki âyetler meâlen şöyledir: “Ey Peygamber hanımları, sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa onun azâbı iki katına çıkarılır. Bu Allâh’a göre kolaydır. Sizden kim, Allah ve Resûlüne itaat eder, iyi amel işlerse ona mükâfâtını iki kat veririz. Ve ona (cennette) güzel bir rızık hazırlamışızdır. Ey Peygamber hanımları, siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’tan korkuyorsanız (yabancı erkeklere karşı) sözü yumuşak (edâlı) bir şekilde söylemeyin. Yoksa kalbinde hastalık olan kimse ümîde kapılır. (Konuştuğunuzda) iyi söz söyleyin. Vaktinizi evlerinizde geçirin, eski câhiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt (Hz. Peygamber’in ev halkı) Allâh’ın murâd ettiği şey, sizden günâhı gidermek ve sizi tertemiz yapmaktır. Evlerinizde okunan Allâh’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şey(in bilgisin)e nüfûz edendir, herşeyden haberdardır. (Ahzâb, 33/ 30-34)
Ayet-i Kerîmeler bir taraftan Rasûlullâh’ın hanımlarının şahsında tüm mü’min hanımlara hitâp etmekte, diğer taraftan da onların özel bir görev üstlenmiş olduklarını vurgulamaktadır.
Gerçekten bu saygıdeğer hanımlar bütün insanlığa ve özellikle kadınlığa ışık tutma gibi bir görev îfâ etmişlerdir. Nitekim, özellikle kadınlarla alâkalı bir çok hükmün tebliği onlar aracılığıyla mümkün olmuş, yine mü’minler Rasûlullâh’ın âile hayâtına ve örnek ahlâkına dâir bir çok husustan onlar vâsıtasıyla haberdâr olabilmişlerdir.
Rasûlullâh’ın âilesine gösterdiği ilgi ve güzel muâmele ve ihtimam da mü’minlere örnek olmuş; değişik yaşta, değişik mîzaçta, değişik kâbiliyet ve kültürde, değişik menşeli kadınların bir araya gelmesiyle meydana çıkan farklı ailevî hâdiseler de çok daha zengin bir sünnet malzemesinin intikâline zemin hazırlamıştır.
Hz. Peygamber bâzen tek tek, bâzen toplu olarak hanımlarıyla sohbet etmiş; nöbetleşe olarak her gününü bir hanımına tahsîs etmiş ve her akşam sıra kimdeyse tüm hanımlarıyla orada toplanıp sohbette bulunmuştur. Bu sohbetler esnâsında onlara çeşitli bilgiler verdiği, bir takım kıssalardan bahsettiği, onların problemleriyle ilgilendiği ve hattâ şakalar yaparak onları güldürdüğü nakledilmiştir. Ayrıca Rasûlullâh’ın, bâzı konularda hanımlarının görüşünü sorup onlarla istişâre etmesi de O’nun hanımlara verdiği kıymeti göstermek açısından kaydedilmeye değerdir.
Hz. Peygamberle evlenmek sûretiyle Ezvâc-ı Tâhirât arasına giren güzîde hanımlar şunlardır:
Hz. Hatice (r.a.)
Kureyş’in Benî Esed kolundan Huveylid b. Esed’in kızı olan Hz. Hatîce, Rasûlullâh’ın ilk hanımıdır. 556 yılında Mekke’de doğduğu ifade edilmektedir. Soyu, dedelerinden Kusay’da Hz. Peygamber’in soyu ile birleşmektedir. Üstün iffeti sebebiyle İslamiyet’ten önce “Tâhire” lakabıyla anılan Hz. Hatîce, sonraki dönemlerde Hz. Peygamber’in en büyük hanımı olması sebebiyle “Kübrâ” sıfatıyla da anılmıştır.
Ticaretle uğraşan ve Şam’a göndereceği bir kervanın başına güvenilir bir kimse arayan Hz. Hatîce, tanıdıklarının tavsiyesi üzerine Hz. Peygamber ile ortaklık anlaşması yapmış, dönüşte de, başarılı bir tacir, dürüst, doğru sözlü ve ahlak sâhibi bir insan olduğunu gördüğü Hz. Muhammed (sav)’e evlenme teklîf etmiştir. Tarihçilerin büyük çoğunluğu, bu evlilik sırasında dul ve iki çocuk annesi olan Hz. Hatîce’nin 40, Hz. Peygamber’in ise 25 yaşında olduğunu ifade etmektedir. Hz. Peygamber’in bu evlilikten, Kâsım, Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah adında altı çocuğu dünyaya gelmiştir.
Hz. Hatîce, İslamiyet’ten önce de, sonra da Hz. Peygamber’e olan hoş muamelesi ve samimi hizmetiyle örnek bir zevce olmuştur. Peygamberlik gelmeden önce, Hz. Muhammed (sav)’in şehirden uzakta, özellikle Hira’da tefekkür yoluyla ibâdet ettiği günlerde onunla meşgul olmuş, eve dönmesi geciktiği zaman hizmetkârları vâsıtasıyla ona ulaşmıştır.
Rasûl-i Ekrem’e peygamberlik geldiği zaman da kendisine herkesten önce iman etmiş, onu bütün varlığıyla desteklemiş ve ona her bakımdan yardımcı olmuştur. Hz. Hatîce, müşriklerin zulmü ve baskısı altında Rasûlullâh’ı hiç bir zaman yalnız bırakmamıştır. Mekkeli müşrikler Müslümanları kuşattığında kendisi de Rasûlullah ile iki üç yıl boyunca muhâsara altında kalmış, servetini onun davası uğrunda harcamaktan geri durmamıştır.
Hz. Hatîce, yirmi beş yıl kadar süren mutlu bir evlilik hayatından sonra, hicretten üç yıl kadar önce 65 yaşında iken vefat etmiştir. Hz. Peygamber’in üç gün arayla müşriklere karşı kendisine destek olan iki yakınını, amcası Ebû Tâlib ve sevgili zevcesi Hz. Hatîce’yi kaybettiği bu sene kaynaklara “hüzün yılı” olarak geçmiştir.
Hz. Peygamber, cennette inciden bir köşkle müjdelenen Hz. Hatîce’nin fedâkârlığını ve dostluğunu her fırsatta anmış hatta vefâtından sonra dahî evde koyun kesildiği zaman onun eski dostlarına birer parça göndermeyi ihmâl etmemiştir.
Hz. Âişe (r.a.)
Hz. Âişe, Rasûlullâh’ın en yakın dostu, hicret arkadaşı, ilk halîfe Hz. Ebû Bekir’in kızıdır. Peygamberliğin 4. yılında Mekke’de doğmuştur.
Hz. Peygamber ile nikahı hicretten önce Mekke’de kıyılmıştır. Bu sırada yaşı küçük olan Hz. Âişe’nin fiilî evlilik hayatı ise hicretten sonra (hicretin 2. senesi Şevval ayında) başlamıştır. Hz. Âişe, Ezvâc-ı Tâhirât içinde ilk evliliğini Hz. Peygamber ile yapan tek hanımdır. Hz. Peygamber, çok sevdiği bu hanımı, sevgi ifadesi olarak “Ayşe”, “Âiş”, “Uveyş” gibi çeşitli isimlerle çağırmış, beyaz tenli olmasından dolayı “Hümeyra” dediği de olmuştur.
Hz. Âişe ile Resûl-i Ekrem arasındaki aile bağı sevgi, anlayış ve hürmet esası üzerine kurulmuştur. Kendisine büyük bir yakınlık ve sevgi gösteren Hz. Peygamber ile koşu yarışı yaptığı, onun omzuna dayanarak Mescid-i Nebevî’de mızraklarıyla savaş oyunları oynayan Habeşlileri seyrettiği bilinmektedir. Hz. Peygamber de onunla birlikte olmaktan, özellikle gece seyahatlerinde kendisiyle sohbet etmekten, onun sorularına cevap vermekten hoşnut olmuştur. Hz. Âişe, zekâsı, anlayışı, kuvvetli hâfızası, güzel konuşması, Kur’ân’ı ve sünneti en iyi şekilde anlamaya çalışması gibi vasıflarıyla Hz. Peygamber’in yanında müstesnâ bir mevkî kazanmıştır.
Hz. Peygamber ile bir çok sefere iştirâk eden Hz. Âişe, Benî Mustalik Gazvesi sonrasında Medîne’ye dönülürken, düşürdüğü gerdanlığını aramak için ordunun gerisinde kalmış, ordunun artçısı Safvan b. Muattal tarafından gruba yetiştirilmiştir. Ancak bu durum üzerine münâfıklar, ikisi hakkında çirkin dedikodular çıkararak Hz. Âişe’ye iftirâ etmişler, Müslümanlar nezdinde de şüphe uyandırmışlardır. Kaynaklara “İfk Hâdisesi” olarak geçen bu olay, Nur Sûresi’nin; iftiraların asılsız olduğunu bildiren 11-21. âyetlerinin inmesiyle kapanmış, Hz. Âişe de Allah katından inen bu âyetlerle temize çıkarılmıştır.
Hz. Peygamber, hicretin 11. yılı Safer ayında rahatsızlanınca, diğer hanımlarının iznini alarak onun odasına geçmiş ve yine o odada vefat etmiştir.
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halifeliği devrinde herhangi bir siyasî faaliyete katılmayan Hz. Âişe; Hz. Osman’ın hilâfetinin son yıllarında ve Hz. Ali’nin hilâfeti esnâsında adâleti ve barışı sağlamak niyetiyle bir takım faâliyetlerde bulunmuş, fakat olayların daha kötüye gitmesi üzerine siyâsete bir daha karışmamış, yaşanan tatsız vakalardan dolayı duyduğu pişmanlık ise hayatının sonuna kadar sürmüştür.
Hz. Âişe, İslâmî ilimler sahasında temâyüz etmiş bir hanım sahâbîdir. Hem baba evinde, hem Rasûlullâh’ın yanında; zekâsı, anlayış kâbiliyeti, öğrenme arzusu, kuvvetli hâfızası ve imanı sâyesinde en iyi şekilde yetişmiş ve herkese nasip olamayacak bir ilmî seviye kendisine nasîp olmuştur. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ashâb ve tâbiûndan bir çok kişi onu ziyâret ederek özellikle fıkıh ve hadis alanlarında kendisiyle istişârede bulunmuşlardır. Hz. Peygamber’in ashâbı içinde çok sayıda fetvâ vermesiyle meşhur yedi kişiden biri Hz. Âişe’dir. Ayrıca 2210 kadar hadis rivâyet ederek en çok hadis rivâyet eden yedi sahâbî (Muksirûn) arasına da girmiştir.
Hz. Peygamber’in vefâtından sonra 47 yıl yaşayan ve hicretin 57. veya 58. senesinde 66 yaşında iken vefat eden Hz. Âişe, Baki’ Mezarlığı’na defnedilmiştir. Cenaze namazını vasiyeti üzerine Ebû Hureyre (r.a.) kıldırmıştır.