Ezvac-ı Tahirat (PEYGAMBER EŞLERİ)

  • Konuyu başlatan Ze'Mahşer
  • Başlangıç tarihi
Z

Ze'Mahşer

Ziyaretçi
Ezvâc-ı Tâhirât, Arapça “temiz zevceler” demektir. Hz. Peygamber’in kendileriyle evlenmiş olduğu hanımları ifâde etmektedir.

Hz. Peygamber, Mekke döneminde tek hanımla evli kalmış olmasına karşın Medîne döneminde dînî, ictimâî, iktisâdî ve ahlâkî bir takım sebeplerden dolayı birden fazla kadınla evlenmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in hanımlarını “mü’minlerin anneleri” olarak nitelendirmiş, “Peygamber, mü’minlere canlarından daha evlâdır. Peygamber hanımları mü’minlerin anneleridirler...” (Ahzâb, 33/ 6), ve bu hanımlara tanıdığı saygın mevkîyi, mü’minlere (Hz. Peygamber’in vefâtından sonra da) onlarla evlenme yasağı koyarak pekiştirmiştir. (Ahzâb, 33/ 53) Şu var ki Peygamber hanımlarının mü’minlerin anneleri kabul edilmeleri hürmet ve ihtiram bakımından olmuştur. Bu sebeple nikahları haram, tâzimleri ise farzdır, diğer konularda ise mü’minlere diğer kadınlar gibidirler.

Yine Kur’ân-ı Kerîm’de Ezvâc-ı Tâhirât’a doğrudan hitâp edilerek onlara bulundukları konum ve sorumluluk hatırlatılmıştır. Bu konudaki âyetler meâlen şöyledir: “Ey Peygamber hanımları, sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa onun azâbı iki katına çıkarılır. Bu Allâh’a göre kolaydır. Sizden kim, Allah ve Resûlüne itaat eder, iyi amel işlerse ona mükâfâtını iki kat veririz. Ve ona (cennette) güzel bir rızık hazırlamışızdır. Ey Peygamber hanımları, siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’tan korkuyorsanız (yabancı erkeklere karşı) sözü yumuşak (edâlı) bir şekilde söylemeyin. Yoksa kalbinde hastalık olan kimse ümîde kapılır. (Konuştuğunuzda) iyi söz söyleyin. Vaktinizi evlerinizde geçirin, eski câhiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt (Hz. Peygamber’in ev halkı) Allâh’ın murâd ettiği şey, sizden günâhı gidermek ve sizi tertemiz yapmaktır. Evlerinizde okunan Allâh’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şey(in bilgisin)e nüfûz edendir, herşeyden haberdardır. (Ahzâb, 33/ 30-34)

Ayet-i Kerîmeler bir taraftan Rasûlullâh’ın hanımlarının şahsında tüm mü’min hanımlara hitâp etmekte, diğer taraftan da onların özel bir görev üstlenmiş olduklarını vurgulamaktadır.

Gerçekten bu saygıdeğer hanımlar bütün insanlığa ve özellikle kadınlığa ışık tutma gibi bir görev îfâ etmişlerdir. Nitekim, özellikle kadınlarla alâkalı bir çok hükmün tebliği onlar aracılığıyla mümkün olmuş, yine mü’minler Rasûlullâh’ın âile hayâtına ve örnek ahlâkına dâir bir çok husustan onlar vâsıtasıyla haberdâr olabilmişlerdir.

Rasûlullâh’ın âilesine gösterdiği ilgi ve güzel muâmele ve ihtimam da mü’minlere örnek olmuş; değişik yaşta, değişik mîzaçta, değişik kâbiliyet ve kültürde, değişik menşeli kadınların bir araya gelmesiyle meydana çıkan farklı ailevî hâdiseler de çok daha zengin bir sünnet malzemesinin intikâline zemin hazırlamıştır.

Hz. Peygamber bâzen tek tek, bâzen toplu olarak hanımlarıyla sohbet etmiş; nöbetleşe olarak her gününü bir hanımına tahsîs etmiş ve her akşam sıra kimdeyse tüm hanımlarıyla orada toplanıp sohbette bulunmuştur. Bu sohbetler esnâsında onlara çeşitli bilgiler verdiği, bir takım kıssalardan bahsettiği, onların problemleriyle ilgilendiği ve hattâ şakalar yaparak onları güldürdüğü nakledilmiştir. Ayrıca Rasûlullâh’ın, bâzı konularda hanımlarının görüşünü sorup onlarla istişâre etmesi de O’nun hanımlara verdiği kıymeti göstermek açısından kaydedilmeye değerdir.

Hz. Peygamberle evlenmek sûretiyle Ezvâc-ı Tâhirât arasına giren güzîde hanımlar şunlardır:



Hz. Hatice (r.a.)​


Kureyş’in Benî Esed kolundan Huveylid b. Esed’in kızı olan Hz. Hatîce, Rasûlullâh’ın ilk hanımıdır. 556 yılında Mekke’de doğduğu ifade edilmektedir. Soyu, dedelerinden Kusay’da Hz. Peygamber’in soyu ile birleşmektedir. Üstün iffeti sebebiyle İslamiyet’ten önce “Tâhire” lakabıyla anılan Hz. Hatîce, sonraki dönemlerde Hz. Peygamber’in en büyük hanımı olması sebebiyle “Kübrâ” sıfatıyla da anılmıştır.

Ticaretle uğraşan ve Şam’a göndereceği bir kervanın başına güvenilir bir kimse arayan Hz. Hatîce, tanıdıklarının tavsiyesi üzerine Hz. Peygamber ile ortaklık anlaşması yapmış, dönüşte de, başarılı bir tacir, dürüst, doğru sözlü ve ahlak sâhibi bir insan olduğunu gördüğü Hz. Muhammed (sav)’e evlenme teklîf etmiştir. Tarihçilerin büyük çoğunluğu, bu evlilik sırasında dul ve iki çocuk annesi olan Hz. Hatîce’nin 40, Hz. Peygamber’in ise 25 yaşında olduğunu ifade etmektedir. Hz. Peygamber’in bu evlilikten, Kâsım, Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah adında altı çocuğu dünyaya gelmiştir.

Hz. Hatîce, İslamiyet’ten önce de, sonra da Hz. Peygamber’e olan hoş muamelesi ve samimi hizmetiyle örnek bir zevce olmuştur. Peygamberlik gelmeden önce, Hz. Muhammed (sav)’in şehirden uzakta, özellikle Hira’da tefekkür yoluyla ibâdet ettiği günlerde onunla meşgul olmuş, eve dönmesi geciktiği zaman hizmetkârları vâsıtasıyla ona ulaşmıştır.

Rasûl-i Ekrem’e peygamberlik geldiği zaman da kendisine herkesten önce iman etmiş, onu bütün varlığıyla desteklemiş ve ona her bakımdan yardımcı olmuştur. Hz. Hatîce, müşriklerin zulmü ve baskısı altında Rasûlullâh’ı hiç bir zaman yalnız bırakmamıştır. Mekkeli müşrikler Müslümanları kuşattığında kendisi de Rasûlullah ile iki üç yıl boyunca muhâsara altında kalmış, servetini onun davası uğrunda harcamaktan geri durmamıştır.

Hz. Hatîce, yirmi beş yıl kadar süren mutlu bir evlilik hayatından sonra, hicretten üç yıl kadar önce 65 yaşında iken vefat etmiştir. Hz. Peygamber’in üç gün arayla müşriklere karşı kendisine destek olan iki yakınını, amcası Ebû Tâlib ve sevgili zevcesi Hz. Hatîce’yi kaybettiği bu sene kaynaklara “hüzün yılı” olarak geçmiştir.

Hz. Peygamber, cennette inciden bir köşkle müjdelenen Hz. Hatîce’nin fedâkârlığını ve dostluğunu her fırsatta anmış hatta vefâtından sonra dahî evde koyun kesildiği zaman onun eski dostlarına birer parça göndermeyi ihmâl etmemiştir.


Hz. Âişe (r.a.)​


Hz. Âişe, Rasûlullâh’ın en yakın dostu, hicret arkadaşı, ilk halîfe Hz. Ebû Bekir’in kızıdır. Peygamberliğin 4. yılında Mekke’de doğmuştur.

Hz. Peygamber ile nikahı hicretten önce Mekke’de kıyılmıştır. Bu sırada yaşı küçük olan Hz. Âişe’nin fiilî evlilik hayatı ise hicretten sonra (hicretin 2. senesi Şevval ayında) başlamıştır. Hz. Âişe, Ezvâc-ı Tâhirât içinde ilk evliliğini Hz. Peygamber ile yapan tek hanımdır. Hz. Peygamber, çok sevdiği bu hanımı, sevgi ifadesi olarak “Ayşe”, “Âiş”, “Uveyş” gibi çeşitli isimlerle çağırmış, beyaz tenli olmasından dolayı “Hümeyra” dediği de olmuştur.

Hz. Âişe ile Resûl-i Ekrem arasındaki aile bağı sevgi, anlayış ve hürmet esası üzerine kurulmuştur. Kendisine büyük bir yakınlık ve sevgi gösteren Hz. Peygamber ile koşu yarışı yaptığı, onun omzuna dayanarak Mescid-i Nebevî’de mızraklarıyla savaş oyunları oynayan Habeşlileri seyrettiği bilinmektedir. Hz. Peygamber de onunla birlikte olmaktan, özellikle gece seyahatlerinde kendisiyle sohbet etmekten, onun sorularına cevap vermekten hoşnut olmuştur. Hz. Âişe, zekâsı, anlayışı, kuvvetli hâfızası, güzel konuşması, Kur’ân’ı ve sünneti en iyi şekilde anlamaya çalışması gibi vasıflarıyla Hz. Peygamber’in yanında müstesnâ bir mevkî kazanmıştır.

Hz. Peygamber ile bir çok sefere iştirâk eden Hz. Âişe, Benî Mustalik Gazvesi sonrasında Medîne’ye dönülürken, düşürdüğü gerdanlığını aramak için ordunun gerisinde kalmış, ordunun artçısı Safvan b. Muattal tarafından gruba yetiştirilmiştir. Ancak bu durum üzerine münâfıklar, ikisi hakkında çirkin dedikodular çıkararak Hz. Âişe’ye iftirâ etmişler, Müslümanlar nezdinde de şüphe uyandırmışlardır. Kaynaklara “İfk Hâdisesi” olarak geçen bu olay, Nur Sûresi’nin; iftiraların asılsız olduğunu bildiren 11-21. âyetlerinin inmesiyle kapanmış, Hz. Âişe de Allah katından inen bu âyetlerle temize çıkarılmıştır.

Hz. Peygamber, hicretin 11. yılı Safer ayında rahatsızlanınca, diğer hanımlarının iznini alarak onun odasına geçmiş ve yine o odada vefat etmiştir.

Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halifeliği devrinde herhangi bir siyasî faaliyete katılmayan Hz. Âişe; Hz. Osman’ın hilâfetinin son yıllarında ve Hz. Ali’nin hilâfeti esnâsında adâleti ve barışı sağlamak niyetiyle bir takım faâliyetlerde bulunmuş, fakat olayların daha kötüye gitmesi üzerine siyâsete bir daha karışmamış, yaşanan tatsız vakalardan dolayı duyduğu pişmanlık ise hayatının sonuna kadar sürmüştür.

Hz. Âişe, İslâmî ilimler sahasında temâyüz etmiş bir hanım sahâbîdir. Hem baba evinde, hem Rasûlullâh’ın yanında; zekâsı, anlayış kâbiliyeti, öğrenme arzusu, kuvvetli hâfızası ve imanı sâyesinde en iyi şekilde yetişmiş ve herkese nasip olamayacak bir ilmî seviye kendisine nasîp olmuştur. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ashâb ve tâbiûndan bir çok kişi onu ziyâret ederek özellikle fıkıh ve hadis alanlarında kendisiyle istişârede bulunmuşlardır. Hz. Peygamber’in ashâbı içinde çok sayıda fetvâ vermesiyle meşhur yedi kişiden biri Hz. Âişe’dir. Ayrıca 2210 kadar hadis rivâyet ederek en çok hadis rivâyet eden yedi sahâbî (Muksirûn) arasına da girmiştir.

Hz. Peygamber’in vefâtından sonra 47 yıl yaşayan ve hicretin 57. veya 58. senesinde 66 yaşında iken vefat eden Hz. Âişe, Baki’ Mezarlığı’na defnedilmiştir. Cenaze namazını vasiyeti üzerine Ebû Hureyre (r.a.) kıldırmıştır.
 
Z

Ze'Mahşer

Ziyaretçi
Hz. Sevde (r.a.)

Sevde b. Zem‘a (r.a.), Hz. Hatîce’nin vefâtından sonra Rasûlullâh’ın Mekke’de evlendiği ikinci hanımıdır.

Hz. Sevde, ilk olarak Sekrân b. Amr (r.a.) ile evlenmiştir. Hz. Peygamber’in insanları İslâm’a dâvetinden kısa bir süre sonra kocası ile birlikte Müslüman olmuştur. Müşriklerin ezâları sebebiyle Habeşistan’a hicret etmişler, burada bir müddet kaldıktan sonra Mekke’ye dönmüşlerdir. Ancak Hz. Sevde’nin kocası Mekke’de vefât etmiştir.

Hz. Peygamber’in ilk hanımı Hz. Hatîce de yakın bir zamanda vefât etmiş, bunun üzerine Hz. Peygamber, küçük yaştaki çocuklarına bakacak ve kendisini yalnızlıktan kurtaracak uygun bir aday olarak gösterilen Hz. Sevde ile evlenmiştir. Peygamberimizle evlendiğinde 50 yaşlarında olan Hz. Sevde, Hz. Peygamber’in çocuklarına öz anne gibi muâmele etmiştir. Rasûlullah Hz. Âişe (r.a.) ile evlenene kadar kendisi ile yalnız yaşamıştır.

Hz. Peygamberle 13 yıl yaşayan ve onunla bâzı seferlere katılan Hz. Sevde, Hz. Ömer’in (r.a.) hilâfetinin sonlarında vefât etmiştir. H. 54 senesinde vefât ettiğini bildiren kaynaklar da vardır. Hz. Sevde Allah Resûlü’nden beş hadis nakletmiştir. Bunlardan biri Buhârî’nin Sahîh’inde bulunmaktadır.


Hz. Hafsâ (r.a.)

Hicretin üçüncü senesinde Hz. Peygamberle evlenen Hz. Hafsa, Rasûlullâh’ın sâdık dostu, ikinci Halîfe Hz. Ömer’in (r.a.) kızıdır.

605 yılında Mekke’de doğmuştur. Hafsâ, ilk Müslümanlardan Huneys b. Huzâfe (r.a.) ile evlenmiştir. Ancak, Bedir Gazvesi’ne katılan Huneys dönerken yolda hastalanmış ve daha sonra Medîne’de vefât etmiştir. Hz. Ömer, kızını veyâ kız kardeşini fazîletli biriyle evlendirme âdeti gereğince, eşini (Hz. Peygamber’in kızı Rukiyye’yi) bir süre önce kaybeden Hz. Osman’a (r.a.) kızıyla evlenmesini teklif etmiştir. Hz. Osman evlenmek niyetinde olmadığını söyleyince aynı teklifi Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) yapmış, Hz. Ebû Bekir de durumu sükûtla karşılayınca duygularını Hz. Peygamber ile paylaşmıştır. Hz. Peygamber de Hafsâ’nın Hz. Osman’dan, Hz. Osman’ın da Hafsâ’dan daha hayırlı biriyle evleneceğini söylemiştir. Nitekim Rasûlullah hicrî 3. yılın Şâban ayında Hz. Hafsâ ile evlenmiş, Hz. Osman da Rasûlullâh’ın kızı Ümmü Gülsüm (r.a.) ile evlenmiştir.

Hz. Hafsâ, Peygamber’in hanımları içinde en çok Hz. Âişe ile anlaşmış, hattâ zaman zaman diğer hanımları kıskandıkları rivâyet edilmiştir. Okuma-yazma bilen nâdir hanımlardan olan Hz. Hafsâ’nın, Rasûlullâh’ın yanında önemli bir yeri olmuştur.

Hz. Hafsa, hicretin 41. yılında 60 yaşlarında iken vefât etmiş ve Bâkî mezarlığına defnedilmiştir.


Hz. Zeynep b. Huzeyme (r.a.)​

Hz. Zeynep, Âmir b. Sa‘sa‘a kabîlesinden Huzeyme b. Abdullah’ın kızıdır. Hz. Peygamber, Hz. Hafsâ ile evlenmesinden bir müddet sonra, kocası Uhud muhârebesinde şehîd olan Zeynep b. Huzeyme ile nikâhlanmıştır.

Hz. Zeynep’in kabîlesi ile müslümanların arası, hicrî III. yılda yaşanan bâzı olaylar sebebiyle bozulduğundan, bu evlilik aynı zamanda bu kabîle ile olan münâsebetleri iyileştirip aradaki gerginliği yumuşatmak gibi bir vazîfeyi de îfâ etmiştir.

Mânevî tesiri herkes tarafından kabul edilen ve “Ümmü’l-Mesâkîn” (fakirler anası) lakabıyla şöhret bulan Zeynep b. Huzeyme, Hz. Peygamberle evliliklerinin üzerinden 2 veya 3 (bir rivâyete göre 8) ay sonra vefât etmiştir. Cenâze namazı Hz. Peygamber tarafından kıldırılmış ve Bâkî mezarlığına defnedilmiştir.

Hz. Ümmü Seleme (r.a.)​

Hz. Ümmü Seleme, Ebû Ümeyye b. Muğîre b. Abdullah’ın kızıdır. Asıl adı Hind’dir. Ümmü Seleme ilk olarak Abdullah b. Abdulesed (r.a.) ile evlenmiştir. Hz. Peygamber’in İslâm’ı tebliğ etmeye başlamasından kısa bir süre sonra Müslüman olan bu âile, müşriklerin baskı ve işkenceleri netîcesinde Habeşistan’a hicret etmiştir. Uzunca bir müddet Habeşistan’da kaldıktan sonra Mekke’deki müşriklerin Müslüman olduğuna dâir bir haber almaları üzerine Mekke’ye dönmüşlerdir.

Mekke’de yine müşriklerin işkencelerine mâruz kalmışlar, nihâyet hicret emriyle Medîne’ye doğru yola çıkmışlardır. Ancak müşrikler, yollarını keserek Ümmü Seleme’nin gitmesine müsâade etmemiştir. Ümmü Seleme, daha sora bir yolunu bulup Medîne’ye hicret etmiş, ne var ki kocası bir müddet sonra Uhud Harbi’nde kolundan aldığı yara sebebiyle vefât etmiştir.

Kocasının vefâtından sonra kendisine yönelen evlenme tekliflerini nâzikçe reddeden bu hanım, Hz. Peygamber’in teklifini de, kendisinin yaşlı ve kıskanç mîzaçlı olduğunu söyleyerek kabûl etmek istememiş fakat daha sonra kabûl etmiştir.

Ümmü Seleme, zekî, dirâyetli, otoriter, sözü dinlenen, kendi değerini iyi ölçebilen ve bununla berâber alçak gönüllü bir hanım olarak bilinmektedir. Hz. Peygamber’in vefâtından sonra bir çok sahâbî ve tâbiî ona gelerek karşılaştıkları problemlerde kendisi ile istişâre etmişlerdir.

Hz. Peygamber’den 378 hadis rivâyet eden Ümmü Seleme, hicretin 61. senesinde 84 yaşında iken vefât etmiştir. Cenâze namazı, defnedildiği kabristan olan Bâkî Kabristan’ında Ebû Hureyre tarafından kıldırılmıştır.

Hz. Zeynep b. Cahş (r.a.)

Hz. Zeynep b. Cahş, Mekke’ye dışardan gelip yerleşmiş olan Cahş b. Rebâb’ın kızıdır. Annesi, Hz. Peygamber’in halası ve Abdulmuttalib’in kızı Umeyme’dir.

Hz. Zeynep ilk olarak Hz. Peygamber’in âzadlısı (hattâ bu konudaki Kur’ânî hüküm gelmeden önce evlatlığı olarak bilinen) Zeyd b. Hârise (r.a.) ile evlenmiştir. Hz. Peygamber, Hz. Zeyneb’i Zeyd için isteyince âilesi önce, Zeyd’in âzadlı bir köle olması sebebiyle buna râzı olmak istememiş ancak Ahzab Sûresi’nin 36. âyeti bu konu üzerine inince hükme rızâ göstermişlerdir. Bu evlilikle birlikte üst tabakaya mensup asil ve zengin hanımların fakir yâhut kölelerle evlenmemesi âdeti kaldırılmış, hem de ilk uygulama Hz. Peygamber’e yakınlığı çok fazla olan kişiler üzerinde olmuştur.

Ancak Hz. Zeynep, Hz. Zeydle bir sene kadar evli kalabilmiş, aralarındaki anlaşmazlığın artması üzerine -Resûlullâh’ın anlaşmaları yönündeki teşviklerine rağmen- Hz. Zeyd, Hz. Zeynep’i boşamıştır.

Boşanmanın üzerinden bir müddet geçtikten sonra, evlatlığın öz evlat gibi olmadığı; hanımının da öz evlâdın hanımı gibi olmadığı esâsını zihinlere iyice yerleştirmek üzere Ahzâb Sûresi’nin 37. âyeti inerek Hz. Zeynep’in Hz. Peygamber’e Allah Teâlâ tarafından nikâhlandığı bildirilmiştir. Zâten Hz. Peygamber de Zeyd’in Zeynep’i boşaması üzerine bu ilkenin kendisi üzerinde uygulanacağını anlamış, hattâ münâfıkların çıkarabileceği dedikodu ve fitnelerden çekinmiş, ancak âyetin inmesiyle hüküm gerçekleşmiştir.

Hz. Zeynep’in evlilikleri hakkında münâfıklar tarafından geçmişte çıkarılan dedikodular ve yakıştırmalar, maâlesef günümüzde dahî çeşitli çevrelerde farklı emellere âlet edilmektedir. Bu konuda; insanların Allah katında soy sop îtibâriyle değil, ancak takvâ ile birbirlerinden üstün olabileceklerini ifâde eden ve evlatlıkların boşadığı hanımlarla evlenmenin haram olmadığını hükme bağlayan bu evliliklerin aynı zamanda, insanları, îmanları yönünden imtihan etmek gibi bir hikmete dayandığını da hatırda tutmak gerekmektedir.

Hz. Zeynep, ibâdete düşkün, takvâ sâhibi, cömert ve kanaatkâr bir sahâbî olarak bilinmektedir. Aynı zamanda dikiş ve el işi yaparak kazandığı parayı fakir ve kimsesizlere sadaka olarak dağıtmak gibi güzel vasıflara sâhip olduğu ifâde edilmektedir.

Allah Resûlü’nden sonra hanımlarından ilk vefât eden Hz. Zeynep olmuştur. Hicretin 20. yılında 53 yaşında iken vefât etmiştir. Cenâze namazını Hz. Ömer’in kıldırdığı Zeynep b. Cahş’tan 11 hadis rivâyet edilmiştir.
 
Z

Ze'Mahşer

Ziyaretçi
Hz. Cüveyriye (r.a.)
Hz. Cüveyriye, Benî Müstalik kabîlesinin reisi Hâris b. Ebû Dırâr’ın kızıdır. Müslüman olmadan önceki ismi Berre’dir. (Böyle isimler almayı insanın kendi kendisini temize çıkarması olarak değerlendiren Hz. Peygamber ona Cüveyriye ismini vermiştir.) Hicretin beşinci yılında gerçekleşen Müreysî (Benî Müstalik) savaşından sonra esir edilmiştir.

Müreysî Gazvesi’nden sonra kabîlenin bir çok ferdi ile birlikte esir alınan Cüveyriye’nin Hz. Peygamberle evlenmesi ile ilgili rivâyetler biraz farklılık göstermekle berâber bu evliliğin, Benî Müstalik kabîlesinden alınan bütün esirlerin serbest bırakılmasına sebep olduğu konusunda kaynaklar hem fikirdir. Ashâb, “Rasulullâh’ın akrabâsı olan insanları biz nasıl esir ederiz” diyerek tüm esirleri serbest bırakmıştır.

Bu evliliğin, Müstalikoğulları ile Müslümanlar arasındaki düşmanlığı giderdiği ve Hz. Peygamber’in Hz. Cüveyriye ile evlenmesindeki başlıca hedefinin bu kabîleyi İslâm’a ısındırmak olduğu anlaşılmaktadır. Müstalikoğulları’nın bu evlilikten sonra İslâm’ı kabul etmeleri de bunu göstermektedir.

Hz. Cüveyriye, çokça namaz kılan, Allâh’ı zikreden ve oruç tutan bir sahâbî olarak bilinmektedir. “Kavmi için kendisinden daha hayırlı ve bereketli bir kadın bulunmayan” diye tavsîf edilen Hz. Cüveyriye, hicrî 50 veyâ 56 senesinde vefât etmiştir. Hz. Peygamber’den yedi hadis rivâyet etmiştir.

Hz. Safiyye (r.a.)​

Hz. Safiyye, Benî Nâdir kabîlesinin reisi Huyey b. Ahtâb’ın kızıdır. İsrâiloğulları’ndan peygamber olarak gönderilen Hz. Hârun’un soyundandır.

Hz. Safiyye, Rasûlullah’la evlenmeden önce iki kere evlenmiş, ikinci kocası hicretin VII. senesinde meydana gelen Hayber Savaşı esnâsında öldürülmüş, kendisi de Müslümanlara esir olmuştur. Bu evlilikte de Rasûlullâh’ın başlıca amacı, arada akrabalık bağı tesis ederek gerginliği gidermek ve kalpleri İslâm’a ısındırmak olmuştur.

Hz. Peygamber, Dihyetü’l Kelbî’nin (r.a.) hissesine düşen, Benî Nâdir kabîlesinin reisinin kızı Safiyye’ye, eğer müslüman olursa kendisi ile evleneceğini, müslüman olmak istemezse de onu azâd edip kavminin yanına gönderebileceğini söylemiş; Hz. Safiyye de, kendisinin evvelden beri İslâm’ı arzuluyor olduğunu, Allah ve Resûlünün kendisine kavmine dönmekten daha sevimli olduğunu söyleyerek Hz. Peygamber’in teklîfini kabûl etmiştir. Dihyetü’l Kelbî’ye ise bir başka esir verilmiştir.

Fazîletli ve hilim sâhibi bir hanım olan Hz. Safiyye, Rasûlullâh’ın son hastalığında “Ey Allâh’ın Resûlü senin yerine ben hasta olsaydım” diyerek ona karşı sevgisini ifâde etmiştir.

Aynı zamanda çok cesur bir hanım sahâbî olarak bilinen Hz. Safiyye, Hz. Osman’ın evinin kuşatma altında olduğu sırada onun tarafında olmuş, hattâ yine o günlerde Hz. Osman’a gizlice yemek ve su götürdüğü rivâyet edilmiştir.

Hicrî 50 veya 52 senesinde vefât eden Hz. Safiyye, Bâkî mezarlığına defnedilmiştir. Kendisinden 10 kadar hadis rivâyet edilmiş, bunların birinde Buhârî ve Müslim ittifak etmiştir.

Hz. Ümmü Habîbe (r.a.)​

Hz. Ümmü Habîbe Ümeyyeoğulları âilesinden Ebû Süfyan b. Harb’ın (r.a.) kızıdır. Muâviye’nin (r.a.) baba bir kardeşidir. Asıl ismi Remle’dir, ilk evliliğinden doğan kızı Habîbe’den dolayı Ümmü Habîbe künyesini almıştır.

İslâm’dan önce hanîf dînine bağlı olan Ümmü Habîbe, İslâm geldiği zaman kocası Ubeydullah b. Cahş ile birlikte onu ilk kabûl edenlerden olmuştur. Müşriklerin baskı ve işkencelerinden kurtulmak için Habeşistan’a hicret etmişler, ne var ki kocası burada irtidât etmiştir. (Bir müddet sonra da öldüğü yâhut ayrıldıkları rivâyet edilmiştir.) Dîninde sebât eden ve bu uğurda büyük sıkıntılara mâruz kalan Ümmü Habîbe’nin haberi Hz. Peygamber’e ulaşınca, Hz. Peygamber, Habeşistan’a özel bir haberci göndererek râzı olduğu takdirde Ümmü Habîbe ile evlenmek istediğini bildirmiştir. Teklîfi sevinçle kabûl eden Hz. Ümmü Habîbe’nin nikâhını, (Hz. Peygamber’in nikâh için vekâlet verdiği) Necâşî kıymıştır.

Hicretin VI veya VII. yılında meydana gelen bu olay Ümmü Habîbe’nin dîne şevkle bağlanışının bir mükâfâtı olarak değerlendirilmiştir. Aynı zamanda bu evlilik, Ebû Süfyan’ın Hz. Peygamber’e duyduğu kini yumuşatmaya, kalbini İslâm’a ısındırmaya yönelik büyük bir adım olmuştur. Nitekim Ebû Süfyan, Mekke’nin fethi esnâsında Müslüman olmuştur.

Hz. Peygamber’den 65 hadis rivâyet eden Ümmü Habîbe hicrî 44 senesinde 70 yaşında iken vefât etmiştir


Hz. Mâriye (r.a.)​

Kaynaklarda adı Mâriye el-Kıbtiyye olarak geçen Mâriye b. Şem’ûn el-Kıbtıyye, Mısır’ın Said bölgesinden Hafn denilen bir köydendir. Onun bu köyde Kıbtî bir baba ve Rum bir anneden dünyaya geldiği belirtilmektedir.

Hz. Peygamber, hicretin yedinci senesinde Mısır Mukavkısı diye adlandırılan Bizans’ın İskenderiye vâlisine bir mektup göndererek kendisini İslâm’a davet etmiştir. Mektubu okuyup ona değer verdiği, hattâ benimsemesine rağmen Bizans İmparatoru’ndan çekindiği için İslâm’ı kabul etmediği ileri sürülen Mukavkıs, Hz. Peygamber’in elçisine büyük ikramlarda bulunmuş ve Resûl-i Ekrem’e yazdığı cevâbî mektupla birlikte, iki câriye, bir hadım ağası, 1000 miskal altın, kıymetli elbiseler, kumaşlar, güzel kokular ve bunun gibi bir takım hediyeler yollamıştır.

Mâriye ve Sirîn adlı câriyelerin Medîne yolunda yâhut Medîne’de Hz. Peygamber’in teblîği üzerine İslâm’ı kabûl ettiği belirtilmektedir. Hz. Peygamberle nikâhlanan Mâriye, bir yıl kadar sonra Rasûlullah’tan bir erkek çocuk dünyaya getirmiştir. İbrâhim adı verilen bu çocuğa süt anne olabilmek için ensar kadınları birbirleriyle yarışa girmişlerdir. Hz. İbrâhim’in ne yaşta vefât ettiği ihtilaflı olmakla berâber iki yaşını doldurmadan vefât ettiği bilinmektedir.

Mâriye’nin câriyelik statüsünden, Müslüman olmasıyla veya bir çocuk dünyaya getirmesiyle kurtulduğunu ifâde eden iki görüş bulunmaktadır. Allah Resûlü’nün hizmetinde, iyi ilişkiler içinde hayâtını sürdüren Mâriye hicrî 16 senesinde vefât etmiş, cenâze namazı Hz. Ömer tarafından kıldırılmıştır.

Hz. Meymûne (r.a.)​

İlk adı Berre b. Hâris olan Meymûne (Böyle isimler almayı insanın kendi kendisini temize çıkarması olarak değerlendiren Hz. Peygamber ona Meymûne ismini vermiştir.) Hz. Abbas’ın hanımı Ümmü’l Fadl’ın (r.a.) kızkardeşidir.

Hz. Meymûne, Hz. Peygamberle evlenmeden önce iki kere evlenmiş, ikinci kocasının ölümü üzerine dul kalmıştır. Umretu’l-Kazâ’da Hz. Peygamber’in ashâbı ile üç gün Mekke’de bulunurken Ümmü’l Fadl’a gelerek Rasûlullah ile evlenmek istediğini anlatmıştır. O da durumu kocası Hz. Abbas’a (r.a.) bildirince Hz. Abbas bu teklifi Rasûlullâh’a iletmiş, onun da kabûl etmesi netîcesinde Hz. Peygamber Hz. Meymûne ile nikâhlanmıştır.

Bu evlilikten sonra Hz. Meymûne’nin mensûbu bulunduğu Âmir b. Sa‘sa‘a kabîlesinden heyetler Medîne’ye gelip Hz. Peygamberle görüşmüş ve kabîle halkı İslâm’ı kabûl etmiştir.

Hz. Meymûne’nin, Hz. Peygamber’in nikâhladığı son hanım olduğu ifâde edilmektedir. Hz. Âişe’nin (r.a.) “bizim en müttakîmiz, akrabâlık bağını en çok gözetenimizdi” diye övdüğü Hz. Meymûne, hicrî 51 yılında vefât etmiştir. Kendisinden 76 hadis rivâyet edilmiştir

Hz. Reyhâne (r.a.)​

Hz. Reyhâne b. Şem’ûn, Amr b. Kureyza (veya Benî Nâdir) oğullarından yahudi asıllı bir câriyedir. Benî Kureyza hâdisesinde esîr alınmıştır.

İslâmiyete nasıl girdiği hakkındaki rivâyetler çeşitlidir. Rasûlullâh’ın, esir düştükten sonra kendisine İslâm’ı tebliği ile Müslüman olduğunu, Rasûlullâh’ın da onu âzâd edip nikahladığını ifâde edenler yanında; Reyhâne’nin önce müslüman olmak istemediğini, daha sonra ise kendi tercihi ile Müslüman olup Hz. Peygamber ile nikâhlandığını, ancak hür olmanın sorumluluklarını taşımaktan çekinmesi sebebiyle câriye olarak kalmak istediğini ifâde edenler de vardır.

Hz. Reyhâne, Hz. Peygamber’in Vedâ Haccı dönüşünde vefât etmiştir. Cenâze namazını Rasûlullah kıldırmıştır, Bâki mezarlığına defnedilmiştir.
 
Üst