Tiyatro Metni - Peygamber Varisi Ebu Hanife

izmir91

Yeni Üye
Üye
PEYGAMBER VARİSİ EBU HANİFE


1. PERDE:
(Talebeler ellerinde kitaplarıyla mescide girerler.)

Yusuf: Buyurun kardeşler. Mescidimiz burasıdır. Siz de, bizler gibi Ebu Hanife’den ilim tahsil etmek için çok uzaklardan gelmişsiniz. Henüz Ebu Hanife hazretleri gelmemiş. O gelene kadar biz biraz oturalım.

(Grup minderlere otururken minderlerin üzerinde bir miktar para bulurlar.)

2. Kişi: Aahh efendim. Yine, ihtiyaçlarımızı karşılamamız için bizlere para bırakmış.

3. Kişi: Ebu Hanife, sizin geçiminiz için sizlere para mı bırakıyor?

Yusuf: O, ilimle meşgul olan talebelerinin bütün ihtiyaçlarını karşılar. Bizlerin, para kazanmakla meşgul olup ilimden mahrum kalmamızı istemez. Kendisi ticaret yapar ve kazancından her ay bizlere verir.

2. Kişi: Sadece bizlere de vermez. Ailesine harcar, dahası her Cuma fakirlere 20 altın sadaka verir. Yıllık kazancının dört bin dirhemini de, fakirlere, yetimlere ayırır. Üstelik, fakirlerle yaptığı ticaretten asla kâr almaz. Kendisine sürekli diyoruz: “Efendim, bırakın biz de çalışalım. siz kendi kazancınızdan bize harcamayın” diye ancak nafile.

(O esnada içeriye Ebu Hanife girer.)

Ebu Hanife: Selamün aleyküm.

(Talebeler ayağa kalkar. Aleyküm selam efendim, derler.)

Ebu Hanife: Hz. Peygamber, kendisi için ayağa kalkılmasından hoşlanmazdı. Benim için de ayağa kalmanıza gerek yok.

(Ebu Hanife eliyle oturun işareti yapar. Her biri oturur.)

Ebu Hanife: Konuştuklarınızı işittim. Biliyorum, siz bu dirhemleri benden istemezsiniz. Ancak, verilen reddedilmez. Yaptığım ticaretten elde ettiğim bu paraları, ihtiyaçlarınız için harcayın ve Allah’a hamd edin. Çünkü, bu paralar hakikatte bana ait değildir. Allah, sizin nasibinizi, benim elimle size göndermektedir. (Biraz durur) Aramıza yeni talebeler katılmış. Hoş geldiniz. Nereden geliyorsunuz?

3. Kişi: Hoş bulduk efendim. Bizler, Endonezya’dan geliyoruz. Sizin isminiz oralara kadar duyulmuştur. Ülkemizin dini öğretecek insanlara ihtiyacı vardır. Bizler de, bu niyetle ilim tahsili için sizin yanınıza geldik.

Ebu Hanife: İlim yolu, cennettin yoludur. Allah, sizi muvaffak kılsın. Mescidimizde yatıp kalkabilir, dilediğiniz kadar bizimle kalabilirsiniz. Sabah namazını kıldıktan sonra derslere başlarız. Öğle namazında ara verir, bir miktar uyuruz. Sonra, yatsı namazına kadar tekrar ilimle meşgul oluruz. Yatsı namazından sonra bir miktar dinlenir, sabaha kadar da ibadetle meşgul oluruz. Benim yokluğumda da talebelerim ders vermeye devam eder. Siz, uzun yoldan geldiniz. Şimdi dinlenebilirsiniz. Yalnız siz benimle kalın. (diyerek 3. Kişiye işaret eder)

(Yusuf ve 3. hariç herkes sahneyi terk eder. Hepsi ayaktadır. Ebu Hanife’de ayağa kalkar.)

Yusuf: Efendim, ticaret için aldığınız 500 elbise ortağınıza ulaşmış. Yalnız, elbiselerden birinde kusur çıkmış. Size haber vermemi istedi.

Ebu Hanife: Peki, Allah razı olsun. Kendisine söyle, o kusurlu elbiseyi satarken, mutlaka alacak kişiye elbisenin kusurunu söylesin.

Yusuf: Olur, söylerim efendim, inşallah. (der sahneyi terk eder.)

Ebu Hanife: (3. Kişiye yönelerek) Elbisen iyi görünmüyor. Şu minderin altında bir miktar para var. Onu al, ve kendi ihtiyaçlarını gör.

(3. Kişi edeple minderin altını açar. Elindeki paraya bakar.)

3. Kişi: Efendim, burada çok para var.

Ebu Hanife: İhtiyaçlarından artanı fakirlere sadaka verebilirsin.

3. Kişi: Peki efendim (der başını eğerek sahneyi terk eder.)


2. PERDE

(Sahnede elbise satan iki kişi (ömer, musa) ve onlardan alışveriş yapanlar vardır. Ebu Hanife sahnenin sol tarafından girer, sağ taraftan 4. kişi gelir. 4.Kişi, Ebu Hanifeyi görünce duraksar ve hemen geri döner. Hızlıca yürür. Peşinde Ebu Hanife koşar)

Ebu Hanife: Ey kardeşim, dur! Neden beni görünce yüzünü çevirdin. Sana karşı bir kusurum mu var?

4. Kişi: (Başı yere eğiktir.) Hayır Ey Ebu Hanife. Sen, heralde beni tanımadın. Benim sana 10 bin dirhem borcum var. Ancak, ödeyemediğim için sana karşı mahcubum.

Ebu Hanife: Subhanallah! Ben o parayı sana hediye etmiştim Ey kardeşim. Benim yüzümden sıkıldığın ve utandığın için bana haklarını helal et.

4. Kişi: Ey Ebu Hanife! Asıl kusur bendedir. Aylardır senden aldığım borcu ödemedim. Sen ki, yeryüzünün en büyük alimisin. Dünyanın dört bir yanından insanlar, seni görmek için geliyor. Ancak, sen, benim gibi birisinden kalkmış özür mü diliyorsun!

Ebu Hanife: Büyüklük, Allah’a mahsustur ey kardeşim. Yeryüzünün alimi de ne imiş. Hz. Peygamber, alemlerin peygamberi idi. O’nda görülmemiş hallerin bizde görülmesi, ne haddimize. Gurur, kibir, şöhret sevdası… Bunlar, Allah’ın razı olacağı haller değildir. (Elini koluna koyar) Bana borcun falan yoktur. İçin rahat olsun ey kardeşim!

4. Kişi: (Başı eğik) Allah senden razı olsun ey büyük imam. Allah, senden razı olsun (der ve sahneyi terk eder.)

(O esnada Yusuf sahneye girer. Ebu Hanifenin yanına gelir)

Yusuf: Efendim, size haberlerim vardır!

Ebu Hanife: Buyur, Yusuf ne haberleri getirdin bana.

Yusuf: Efendim, Şam valisi, size hediye olarak 80 koyun göndermiş. Sürü, şu anda kervanlarla yolda imiş.

Ebu Hanife: Demek, Şam valisi bize 80 koyun hediye gönderiyor. (Biraz sessiz kalır. Eliyle çenesini tutar. Düşünceli ve Vurgulu bir şekilde) ‘Elhamdülillah’ der. (Sonra orada mal satan yaşlı beli bükük bir tacirin yanına gider.)

Ebu Hanife: Selamün aleyküm!

Tacir: Aleyküm selam.

Ebu Hanife: Bu elbiseyi kaça satarsın bey amca.

Tacir: Bu elbisenin fiyatı, 100 dirhemdir.

(Ebu Hanife tacirden elbiseyi alır. Eliyle elbiseyi evirir çevirir.)

Ebu Hanife: Bey amca! Bu elbise daha fazla eder, biraz daha yüksek rakam söyle.

Tacir: Öyleyse, 200 dirhem ver, senin olsun.

Ebu Hanife: Bey amca, sen kaç yaşındasın?

Tacir: 73 yaşındayım evlat.

Ebu Hanife: Bu elbise 200 dirhem de etmez. Sen, biraz daha yükselt fiyatı.

Tacir: Öyleyse 300 dirhem.

Ebu Hanife: Bu böyle olmayacak. (Diğer tacirlere dönerek onlara seslenir) Kardeşler, rica etsem buraya kadar gelir misiniz?

Grup (Ömer, Musa): Buyur, Ey Ebu Hanife?

Ebu Hanife: Bey amcadan bir elbise alacağım. Bu elbisenin fiyatı sizce ne kadardır.

Gruptan biri (Ömer): (Elbiseyi Ebu Hanifeden alır. Eliyle sağa sola çevirir.) Bu elbise epey güzel Ey Ebu Hanife. En az 400 dirhem eder. (Diğeri de ona katılarak, “Evet, 400 dirhem eder.” Diyerek başını sallar.)

Ebu Hanife: Bey amca! Bu elbiseyi 400 dirheme alıyorum öyleyse.

Tacir: Peki evlat, al senin olsun. (Ebu Hanife parayı cebinden çıkarır verir.) Ancak, madem elbise bu kadar ederdi, niçin 100 dirhem dediğimde bunu almadın.

Ebu Hanife: (Biraz bekler.) Ben, senden bu elbiseyi aldığımda 500 dirhemden aşağı satmayacaktım. Ancak, senden 100 dirheme alıp 500 dirheme satarsam, bu kârdan vicdanım rahat etmez. Ancak, şimdi 400 dirheme aldım, 500 dirheme satacağım. Şimdi vicdanım rahat eder. Haydi, selametle bey amca. (der ve sahneden çıkar. Diğerleri de sahneyi terk eder)


3. PERDE

(Talebeler mescidde oturur.)

2. Kişi: (Diğer talebelere karşı el hareketleri yaparak konuşuyor) Devlette karışıklıklar artıyor. Halife, ehli beyte, Hz. Peygamberin soyuna zulmediyor. Ehli beytten pek çok kimseyi şehit etti. Aynı zamanda, halkına da zulmediyor. Diğer yandan, sahabe düşmanları da, insanların inançlarını zedeliyor. Bir taraftan Hz. Ali ve soyuna düşman olanlar, diğer taraftan Peygamberimizin sahabelerine düşman olanlar.

3. Kişi: Peki, Ebu Hanife hazretleri bu hususta ne diyor!

Yusuf: Halifenin zulümlerini kabul etmez. Ehli beytin ve sahabenin tarafındadır. Ebu Hanife hazretleri, ticaret kervanlarının geçtiği Basra’ya devamlı gider. Orada ilmi tartışmalar olur. Hz. Ali’yi, ehli beyti ve sahabe efendilerimizi ilim meclislerinde hep savunur. Bugüne kadar onun ilim meclisine giripte ikna olmayan, fikirlerinden dönmeyeni görmedim.

3. Kişi: Evet, şanı bizim de ülkemize kadar ulaştı. Terazinin bir kefesine Ebu Hanife’nin ilmi, diğer kefesine kalan âlimlerin ilmi konulsa, Ebu Hanife’nin ilmi daha üstün gelir, denilir.

2. Kişi: Ancak, o kadar mütevazi ki, tüm bunlara rağmen şöyle der: ‘Bilmediklerimi ayaklarımın altına alsam, başım göğe değerdi.’

3. Kişi: Peki, Ebu Hanife hazretleri hep ilimle mi meşgul olur?

Yusuf: Olur mu! O, Allah rasulüne öyle bağlı ki, onun tek bir sünnetiyle amel etmese, yaşayamaz. Hatta, bir gün, abdestin edeplerinden birini yapmadığını fark etti. “Ben Hz. Peygamberin bu adabına niye uymamışım” diyerek, 40 yıllık namazını kaza etti. Dikkat edin, abdestin farzını değil, edebini yerine getirmemekten ötürü kaza etti tüm namazlarını.

3. Kişi: Maşallah!

2. Kişi: Ebu Hanife hazretleri, ibadete öyle düşkündür ki, çok az uyur ve devamlı ibadet eder. Namazlarında sürekli ağlar. Hatta, bazen namazı bittikten sonra, onun secde yaptığı hasırda bende namaz kılarım. Bir bakarım ki, secde yeri ağlamaktan sırılsıklam olmuş.

3. Kişi: Büyük bir ilim ve büyük bir takva. Hepsi bir arada. Allah, bizlere de bu hali nasib etsin.

Hep birlikte amin derler.

(O esnada kılıçlı bir kişi öfke ile mescidi basar. Herkes ayağa kalkar.)

2. Kişi: (Sert bir şekilde) Sen de kimsin, mescide nasıl giriyorsun, nedir bu öfken?

Kılıçlı Kişi: (Öfkeyle sert bir şekilde konuşur.) Ebu Hanife’yi görmeye geldim. Duydum ki, Aişe, Ebubekir, Ömer ve Osman’a büyük övgüler yağdırırmış. Bu, olacak iş değil. Halifeliği Hz. Ali’nin elinden alanları nasıl savunur!

3. Kişi: (Sinirle bir şekilde üzerine yürümek ister) Sen Rasulullah’ın ashabı hakkında nasıl böyle konuşursun. (arkadaşları onu tutar.)

(O esnada içeri Ebu Hanife girer ve son derece sakindir.)

Ebu Hanife: (Kılıçlı kişiye dönerek kılıcını sakince tutar) İlim, kılıçla değil, kalemle elde edilir. (3. Kişiye dönerek) İkna ise, öfkeyle değil, ağırbaşlılık ile olur. (Sahnenin yan tarafına doğru yavaşça gider. Hepsi ayaktaır.)

Kılıçlı Kişi: (Kızgın şekilde, bağırarak) Halifelik, Hz. Ali’nin hakkı idi. Sen (Ebu Hanifeye kılıçla işaret eder), bu hakkı Hz. Ali’nin elinden alan Osman’ı nasıl savunursun!

Ebu Hanife: Halifelik, Hz. Ali’ye Peygamber tarafından verildiyse, Hz. Ali, niçin Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a karşı çıkmadı ve onlara itaat etti. Yoksa, Allah’ın arslanı olan Hz. Ali, zulme sessiz kalan dilsiz bir şeytan mıdır?

Kılıçlı Kişi: (Şaşkındır. Duraksar. Kekeleyerek) A, a, ama. Peki, Osman hakkında münafık diyenler var. Onlara verecek bir cevabın var mıdır?

Ebu Hanife: Senin kız çocuğun var mı?

Kılıçlı Kişi: Evet var.

Ebu Hanife: Peki onu bir kâfirle, bir münafıkla evlendirir miydin?

Kılıçlı Kişi: (Kızgınca) Asla! Bunun helal olmadığını sen de biliyorsun.

Ebu Hanife: Sen de, Hz. Peygamberin Hz. Osman’la bir kızını evlendirdiği, sonra, o kızı vefat edince ikinci kızını da Hz. Osman’la evlendirdiğini biliyorsun. Sen dahi, kızını bir kâfirle evlendirmezken, Hz. Peygamberin iki kızını birden bir kâfirle evlendirdiğine inanabilir misin!

Kılıçlı Kişi: (Şaşkınca durur. Biraz Bekler. Pes eder gibi Kollarını yere doğru bırakır.) Vallahi, sen büyük bir âlimsin. Sana verecek cevabım yok. Allah, bu yaptıklarımdan dolayı beni affetsin. (Başını eğer ve yavaş yavaş sahne dışına çıkar. Herkes arkasından onu izler.)

Ebu Hanife: (Talebelere İşaret ederek) buyurun oturun.

Yusuf: Efendim, derse başlamadan önce bir şey diyebilir miyim!

Ebu Hanife: Buyur, Ey Yusuf!

Yusuf: Efendim, ortağınızla beraber aldığınız 500 elbise satılmış. Toplamda 90 bin dirhem kâr elde etmişsiniz. Ortağınız, size söylememi istedi.

Ebu Hanife: Peki, o kusurlu elbiseyi satarken sattığı kişiye elbisenin kusurunu söylemiş mi?

Yusuf: Onu söylemeyi unutmuş efendim. Ve, elbiseyi verdiği kişinin kim olduğunu da hatırlamıyormuş.

Ebu Hanife: (Biraz şaşırarak ve kızgınlıkla) Kusurlu elbiseyi, kusurunu söylemeden mi satmış! Kime sattığını da bilmiyorsa, o para tüm kazancın içine karışmıştır. Ben, şüpheli malı tüketmem. Haber gönder ona, 90 bin dirhemi de fakirlere dağıtsın.

Yusuf: Peki efendim.

Ebu Hanife: (Biraz bekler) Hakkı verilmeden kazanılmış tek kuruş para, sahibine helal değildir. (Biraz durur, bekler.) Dünkü dersimizde ne konuşmuştuk, kim özetlemek ister?

2. Kişi: Efendim, siz bize ihlastan, dünyanın geçici süslerine bağlanmamaktan bahsetmiştiniz. “Fıkıh, tefsir, hadis ilimleri için 50 senemi verdim ancak bana Peygamber ahlakını, ihlası, dünya malına karşı ilgisizliği, tasavvufu öğreten Cafer-i Sadık’la geçirdiğim 2 yılım olmasaydı, helâk olurdum” demiştiniz.

Ebu Hanife: Evet. Doğru dedin.

(O esnada Halifenin Elçisi adamlarıyla beraber içeri girer.)

Elçi: Selamün aleyküm.

Herkes aleyküm selam der.

Elçi: Ey Ebu Hanife! Ben, Halifenin elçisiyim. Beni sana Halife gönderdi. Kendisinin sana büyük bir teklifi vardır.

Ebu Hanife: Buyurun, Halifenin bana ne teklifi vardır?

Elçi: Kendisi, size halife makamının kadısı olmayı teklif ediyor. Size, yüksek bir maaş bağlanacak ve tüm dertlerinize, Halifemiz kefil olacaktır.

Ebu Hanife: (yüzünü elçiden çevirir) Halife, yaptıkları zulümlere onay verecek bir fetva makamı mı arıyor! Biz, fetva verirken Allah’ı razı etmenin derdine düşeriz. Halifeyi razı etmek için, Allah’ın dinini bozamayız.

Elçi: (İşaret parmağıyla Ebu Hanifeyi işaret ederek tehditli bir tavırla) Bu, size verilmiş bir emirdir. Eğer, Halife’nin teklifini reddederseniz, sizin için hiçte iyi şeyler olmaz.

Ebu Hanife: Anlaşılan Halife, bizi o makama layık görmüş. Halife’ye deyin ki: “Eğer, “ben o büyük makama layığım” dersem, bu bendeki gururun alametidir. Demek ki, ben bu gururla o makama layık değilim. Eğer, “ben o büyük makama layık değilim” dersem, size göre, yalancı biri olurum. Yalancı biri de, o makama layık olamaz.”

(Elçi ve askerler, bir şey demeden sinirle geri döner. Herkes sahneden çıkar.)


4. PERDE

(Ebu Hanife, sahnenin sağ tarafında bir kaptan ağzına su götürüp su içer. Sonra sakalını sıvazlar gibi eliyle yüzüne dokunur. O esnada Yusuf koşarak gelir.)

Yusuf: Ey Efendim, Ey Efendim. size kötü haberler getirdim.

Ebu Hanife: (soğukkanlılıkla) Dinime zarar vermeyen hangi haber kötü olabilir ki, Ey Yusuf! Anlat hele, neymiş bu haber.

Yusuf: Şam valisi size hediye olarak 80 koyun gönderdi, demiştim ya efendim.

Ebu Hanife: Evet, demiştin.

Yusuf: (Başını eğerek) Size gönderilen 80 koyun da, yolda telef olmuş. Hepsi ölmüş efendim.

Ebu Hanife: (Biraz bekler. Başını eğer Sahnenin önüne doğru gider. Düşünceli ve Vurgulu bir şekilde) Elhamdülillah (der. Sonra minderine oturmaya gider.)

Yusuf: (Şaşırarak arkasından gelir. Ayaktadır. Biraz sessiz durur) Efendim, kusuruma bakmazsanız, bir şey sorabilir miyim?

Ebu Hanife: Buyur Ey Yusuf!

Yusuf: Efendim, size ilk bu haberi getirdiğimde, yani ‘Şam valisi, size 80 koyun hediye göndermiş’ dediğimde, siz “Elhamdülillah” dediniz. Şimdi, aynı koyunların telef olduğunu ve hepsinin öldüğünü haber getirdim, yine, “Elhamdülillah” dediniz. Bunun hikmeti nedir?

Ebu Hanife: (Yusufa karşı mindere otur işareti yapar. Oturunca) Sen bana, “Şam valisi 80 koyun hediye göndermiş” dediğinde, kalbimin haline baktım. Gördüm ki, dünyalık bir mal elde edeceğim diye, hiç sevinmedi. Mala karşı sevincimi görmeyince, Allah’a hamd ettim. Sonra, sen bana, “80 koyun yolda telef olmuş” dedin. Kalbimin haline yine baktım. Gördüm ki, dünyalık bir malı kaybetmekten ötürü, hiç üzüntü yok. Bu halimden ötürü de Allah’a hamd ettim.

Yusuf: Anladım efendim (der başını öne eğer.)

(Ebu Hanife başını yere eğer bir şeyler düşünür . 10 saniye böylece beklenir. Sonra içeriye Elçi ve askerler girer)

Elçi: (Bağırarak) Yakalayın hepsini.

(Ebu Hanife ve Yusufun kollarına girer tutuklarlar.)

Yusuf: Napıyorsunuz siz!

Elçi: Ey Ebu Hanife! Sana, Halife’ye itaat et demiştik. Bunu sen istedin. Artık, zor günler seni bekliyor. (der ve Ebu Hanife ile Yusufyi tutarak sahne dışına çıkarırlar. Ebu Hanife sakin, Yusuf direnmeye çalışarak sahne dışına çıkarlar.)


5. Perde

(Askerler Ebu Hanife ve Yusuf’u zindana getirir ve minderlerin üzerlerine atarlar. İkisi de yere düşer ve öylece kalırlar.)

Elçi: Artık, layık olduğunuz yerdesiniz. Halifenin emrini kabul edene kadar, size işkence edilecek.

(Elçi, askerlere işaret eder. Askerler ikisine de uzun müddet sopalarla vururlar.)

Elçi: (Bir müddet sonra elini kaldırır. Askerlere karşı) Durun! Her gün vurduğunuz sopa sayısını, daha da arttırın. İşkenceden nefes aldırmayın. Ta ki, akılları başlarına gelinceye kadar.

(Sahne karartılır. Elçi dışarı çıkar. Tek bir spot tutulur. Sahnede devamlı Ebu Hanifeye işkence uygulanır. Bu esnada dış ses konuşur)


DIŞ SES:

Ebu Hanife hazretleri için, aylar sürecek işkenceler başlamıştı. Her gün kendisine daha fazla kırbaç vuruluyor, sürekli dövülüyordu. Bazen işkencenin şiddeti öyle hale gelirdi ki, bayılarak yere düşen Ebu Hanifeyi uyandırmak için keskin kılıçlar vücuduna dokundurulurdu. Yine de Ebu Hanife ayılamazdı. Uyandığında işkencelere devam edilirdi. Vücudundaki yaraların etkisiyle ayağa kalkamıyordu. Kendisine ısrarla Halifenin istediği fetvaları halka vermesi söyleniyor, ancak O, “Ahirette azap çekmektense dünyada azap çekerim. Biz, kul rızası için değil Allah rızası için fetva veririz.” Diye karşılık veriyordu. Yapılan işkenceler sebebiyle uzun müddet namazlarını oturarak kılmak zorunda kaldı. Halk, Ebu Hanifeye yapılanları işitince, Halife halkın galayana gelmesinden korktu ve işkencenin dozunu azaltmaya başladı.


6. Perde:

(Ebu Hanife ve Yusuf minderde oturur.)

Yusuf: Ey efendim! Yıllardır, burada işkence gördük. Son zamanlarda Halife, halkın ayaklanmasından korkmuş ve bize yapılan işkenceler, bu yüzden azalmış. Niçin, halka haber gönderip, Halifeye isyan etmesini istemiyorsunuz. Belki, bu şekilde çıkarız bu zindandan.

Ebu Hanife: Halife, Allah’ın razı olacağı işleri bizden isterse, O’na itaat ederiz. Allah’ın razı olmayacağı emirlerine de, itaat etmeyiz. Eğer, bize zulmederse isyan etmeyiz. Sabreder, gerekirse köşemize çekilir, uzlet hayatı yaşarız. Çünkü, bizim bir fetvamızla, masum halktan niceleri helak olur. Sabretmeliyiz ey Yusuf! Hz. Peygamberin yaşadığı sıkıntıların yanında, bizim bu çektiklerimiz, devede kulak dahi değildir.

Yusuf: Anladım Efendim. Çok zor günler geçirdiniz. Hz. Hasan’a, Hz. Hüseyin’e, Hz Ebubekir, Ömer, Osman Aişe’ye duyduğunuz bu sevgi ile halifeler sizin peşinizi bırakmıyor.

(Elçiyi, birileri zindanın kapısından içeri atmış gibi, elçi sahneye girer yere düşer. Sonra ayağa kalkar. Ebu Hanife ve Yusuf ona bakarlar. Elçi yerden toparlanır. Olduğu yere diz çöker ve başını eğer.)

Elçi: Ey Ebu Hanife! Sizinle beraber, zindanda yaşamaya geldim.

Ebu Hanife: (Acı bir tebessümle) Hayırdır, bugün işkence yok mu!

Elçi: (Biraz durur) Ben, halifeye itaat etmekle hata etmişim. Dün gece rüyamda, Hz. Peygamber efendimizi gördüm. Yanında, Hz. Adem, Hz. Yusuf ve Hz. Nuh ‘ ta vardı. Onları görünce heyecanlandım. Yanlarına koştum. Ancak, Hz. Peygamber beni görünce, arkasına döndü ve benden uzaklaştı. Sonra, Hz. Yusuf’un yanına gittim. O da, koşarak benden kaçtı. Yönümü Hz. Nuh’a döndüm. “Ey Peygamber, sen bari benden kaçma” dedim. Baktım ki, o da yanımdan uzaklaştı. Döndüm, Hz. Adem’e baktım. O da, beni terk etti. Sonra, etrafımı bir alev kapladı. Yandım, yandım, büyük azaplar çektim. Sana yaptığım işkencenin, bin kat daha fazlasını bana yaptılar. Sonra uyandım, saatlerce ağladım. Biliyorum, sizin gibi büyükler huzurunuzda insanların eğilmesini istemezsiniz. Ama, şu an sizin huzurunuzda başım yerlere değecek sanki. Ne olur, bana haklarınızı helal edin. Ben, bu günahıma tevbe ettim, pişman oldum. Halifenin huzuruna çıkıp bunları anlatınca ve sizin haklı olduğunuzu söyleyin, beni de sizin yanınıza zindana gönderdi.

Ebu Hanife: (Eliyle yanındaki mindere işaret eder.) Gel, otur Ey Elçi. Allah, sana hayır vermiş ve ölmeden tövbe etmişsin. Ne mutlu sana. Biz de, senin aracılığınla imtihan olduk. Ancak, Hakikatte hepsi Allah’tandır. Hakkım varsa da, sana helal olsun.

Yusuf: Ey elçi! Sen kimsin anlat hele.

Elçi: Beni fakir bir ailenin çocuğuydum. Çocukken, geçimimi sağlamak için saraya hizmetçi olarak girdim. O zamanlar, saray hanedanı benim yanımda konuşur, problemlere çözüm ararlardı. Ben de, bir kere söze girip görüş beyan ettim. Halife, benim zekâmı çok beğendi. Beni, devlet yönetimine aldı. Oradan da elçiliğe kadar yükseldim. Aynı zamanda da şairim. Sürekli şiirler yazarım.

Yusuf: Demek, şiir yazarsın. Yazdığın şiirlerden birini, bize de okur musun?

Elçi: Dün gece, gördüğüm rüyadan uyanınca, uyuyamadım. Elime kağıt kalem aldım ve bir şiir yazmıştım. İzniniz olursa, onu okuyayım. (Diyerek Ebu hanifenin yüzüne bakar.)

Ebu Hanife: Olur, buyur oku.

(40 Yaşındasın Şiiri okunur. )

Ebu Hanife: Allah senden razı olsun. Ne güzel şiir okudun.

Elçi: Allah, sizden de razı olsun efendim. (Geri yerine oturur.)

Ebu Hanife: Kuşluk vakti çıkmadan ben müsaadenizle kuşluk namazı kılayım.

Yusuf: Estağfirullah efendim.

(Fon müzik açılır. Ebu Hanife namaza durur, elçi ve Yusuf onu izler. Secdeye gelince orada kalır, biraz secdede durur ve secde halindeyken kolları gevşer, vücudu yere doğru salınır ve secde pozisyonunda yavaşça vefat eder. Ebu Hanifenin secdede yere ağırlığını verdiğini gören Yusuf ve elçi yanına koşarak gelir.)

Yusuf: (Eliyle hafifçe Ebu Hanifeyi sallar.) Efendim, efendim, efendim…

DIŞ SES:

Ebu Hanife hazretleri yemeğine katılan zehrin farkında varamamış, gördüğü işkencelerin de etkisiyle vücudu bitkin düşmüş ve namaz kılarken secde anında vefat etmiştir. Düşkünlerin, yetimlerin, fakirlerin kolu kanadı olan Ebu Hanife hazretleri, miras olarak bıraktığı engin bir ilim, yüce bir ahlak ile kıyamete kadar İslam ümmetinin gönüllerine taht kurmuştur. Hz. Peygamberin sünnetine ve ahlakına sımsıkı bağlı olan ve güzel ahlakı ile toplumu kendisine hayran bırakan Ebu Hanife’nin, cenazesine 50.000 kişi katılmış, öğle namazından ikindi namazına kadar aralıksız cenaze namazı kılınmıştır. Ebu Hanife’nin na’şını gören bir âlim gözleri dolarak şöyle demiştir: “Allah sana rahmet eylesin. Seni tanıdığım 40 senedir gündüzleri oruç tuttun, geceleri sırtını yatağa koyup uyumadın. Dini en iyi bilenimiz de sen idin.” Yine, vefat haberi İmam Şafi hazretlerinin hocasına ulaştığında, derin derin düşünmüş, “İnne lillah ve inne ileyhi raicun. Siz, Ebu Hanife vefat etti değil, ilim yeryüzünden göçüp gitti’ deseniz ya” diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir.

70 yaşında vefat eden Ebu Hanife’nin ömrü, hayırlarla, gözyaşlarıyla, ibadetle ve İslam’a hizmet ile geçmiş, yaşamı boyunca 4.000 bin talebe yetiştirmiştir. Yetiştirdiği talebelerden 730’u âlim olmuş, bunların 40 kadarı da müçtehit seviyesine ulaşmıştır. Yetiştirdiği talebelerin yanında, gündüzlerini oruç ve ilimle geçiren, geceleri pek az uyuyup yatsıdan sabaha kadar ibadetle meşgul olan, 55 defa hacca giden ve binlerce kez Kur’an’ı hatmeden Ebu Hanife, ümmet için Hz. Peygamberin yaşantısını temsil eden kutlu bir örnek olmuştur.
 
Son düzenleme:
Üst