Medrese-i Yusufiye Makaleler

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Bu yazıyı başka bir siteden aldım inşaAllah bende oradaki makaleleri buradan payaşacağım ve elimden geldiğince güncelleyeceğim. Yararlanmanız dileğiyle

Selamun Aleyküm

Allah cc izin verirse bu başlık altında medreseli kardeşlerimizin emek vererek hazırladıkları makale ve derlemeleri yayınlayıp sizlerle paylaşacağız.Burada yayınlanacak olan yazılar belirli bir program çerçevesinde planlanmıştır.Tüm kardeşlerimizin yayınlanan yazılar ve özellikle işlenen konular hakkında kanaatlerini ve kendi görüşlerini ortaya sunmalarını bekliyoruz.İnşAllah birbirimizden ilim alışverişi yaparak ticaretlerin en güzellerinden birini burada ortaya sunacağız.

Rabbim yazanlara Hakkı yazmayı okuyanlara da nasihatlerden faydalanmayı nasip etsin.
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
ilk olarak akaid ile alakalı bilinmesi elzem olan bir kaç kelime ve tanım üzerinde kısaca duralım. eksik kaldığım konularda da kardeşlerim yardımcı olurlarsa sevinirim.
Akaidin Sözlük ve Terim Anlamı
Sözlük anlamı olarak Akaid, düğümlemek anlamına gelen akd kökünden türemiş olan akide kelimesinin çoğuludur. Aynı kökten türeyeni’tikad kelimesi ise; düğüm atmışcasına bağlanmak, bir şeye gönülden inanmak, o şeyi gönülden benimsemek anlamına gelir. O halde Akide gönülden bağlanılan şey demektir.
Terim olarak akide: İslam Dini’nde inanılması ve reddedilmesi gerekli olan esaslara denir. Bu esaslardan bahseden ilme de Akaid ilmi denir.
Bu tanımda geçen inanılması gerekli esaslar; Allah’ın varlığına, birliğine, kudretinin sonsuzluğuna, meleklerine, kitaplarına (vahye), peygamberlerine, ahiret hayatına, kaza ve kadere, Kur’an-ı Kerim’deki emir ve yasakların tümüne inanmak demektir. Reddedilmesi gerekli esaslar ise; küfür, şirk, nifak, fitne, kullara kul olmayı gerektiren düzen ve hayat görüşleri, her türlü yanlış inanç, düşünce ve hayat şekilleri, bâtıl inanç ve hurâfelerdir.
Akaid İlminin Konusu
Akaid’in konusu İslam’da inanılması ve reddedilmesi gereken esaslardır. İslam akidesini oluşturan konular, Kur’an-ı Kerim’de ve sahih hadis-i şeriflerde farklı yorumlara gerek bırakmayacak şekilde açık ve kesin olarak yer alan hükümlerdir. Mesela, Allah’ın varlığı ve birliği, melekler, kitaplar, peygemberler, ahiret, küfür, şirk, münafıklık vs. ile ilgili, Kur’an’da anlamı açık ve kesin hüküm ifade eden ayetler akaid ilminin konusudur.
Akaid İlminin Önemi ve Gayesi
Akaid, İslam dininin temelidir. İslam dinini bir yapı olarak düşündüğümüzde, bu yapının temelini akaid oluşturur. Nasıl ki, bir binanın temeli olmadan yülselmesi, ayakta durması, sarsıntılara dayanması mümkün değilse, Akaid ilmi olmadan da İslam binasının yükselmesi, müslümanın inancının sağlam olması mümkün değildir.
İnsanın hayata bakışı, dünya görüşü ve davranışlarının tümü inancıyla alakalıdır. Bu yüzden müslümanların ve müslüman fert ve ailelerden meydana gelen İslam toplumunun sağlam bir akidesi olmalıdır.
Akaid ilmi sayesinde müslüman;
1) Neye, niçin ve nasıl iman etmesi gerektiğini bilir.
2) Ancak sağlam bir akaid bilgisi sayesinde insan, imanını taklidden kurtarabilir.
3) Bu bilgi ve köklü inanç sayesinde, kendisini kötü düşüncelerden ve zararlı inançlardan koruyabilir.
4) Bâtıl ve bid’at ehlinin görüş ve itirazlarına karşı, kendi inanç esaslarını savunabilir.
5) Diğer din mensuplarının yıkıcı yayınlarına karşı İslam dininin inanç sistemini savunur. Mesela; Hristiyanların Allah hakkındaki teslis (baba - oğul - kutsal ruh) inancına karşı, tek ilah inancını ortaya koyar.
İnancı sağlam olan bir insan, dünya ve ahiret ile ilgili tüm işlerini İslam’a uygun bir şekilde yapacaktır. Sağlam ve kâmil inanç, kalpte pasif bir şekilde yer tutmaz; aksine mutlaka inanç sahibinin yaşayışını yönlendirir.
İşte akaid ilminin temel gayesi, insanı inanç ve davranışta İslam’laştırarak dünya ve ahiret saadetine kavuşturmaktır. En önemli gayelerinden biri, yukarıda belirtildiği gibi, İslam inancını her türlü sapık ve yıkıcı fikirlerden, batıl düşünce ve hurafelerden korumaktır. Ayrıca inandığı halde bazı şüpheleri olan insanları bu şüphe ve tereddütlerinden kurtarmaktır.
Akide, İslam Dini’nin temeli olduğundan; dinin sağlamlığı, bu temelin sağlamlığına bağlıdır. Bu temelin sağlamlığı da kişiye cennet yollarını açar. Dünyanın huzur ve saadetle dolması da ancak iman sayesindedir. İman etmek, huzur ve mutlulukla dolmak demektir. İmanlı insanlardan meydana gelen toplum da her devirde asr-ı saadeti yaşayan, saadeti asra taşıyan bir toplumdur.
Gerçek hürriyet, ancak iman sayesinde, tevhid sayesinde gerçekleşir. Tevhidî imana sahip olamayanlar; maddeye, eşyaya, mala, çevreye, dünyaya, zaaflara, şeytana, tâğutlara, egemen güçlere, nefse, heva ve hevese... görünmez zincirlerle bağlı ve bağımlıdırlar; özgür değillerdir. Kölenin kölesi, kulun kulu, âcizin emrindeki zavallıdır onlar.
İ’tikad Esaslarının Değişmezliği
a) İ’tikad esasları, zamana, mekâna, kişilere ve toplumlara göre değişmez.
Allah tarafından Hz. Adem’e, Hz. Nuh’a, Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya... inanç konusunda ne emredilmişse, Hz. Muhammed (S.A.s.)’e de aynı esaslar emredilmiştir. Değişen sadece şeriatlardır. Yani bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dinin temeli, tevhid inancına dayanır.
Tüm peygamberler gönderildikleri toplumlara, Allah’ın varlığı ve birliğini, kendilerinin Allah’ın elçileri olduğunu, ahiret diye bir hayatın varlığını haber vermişler; onları Allah’a kulluk etmeye, kendilerine itaate çağırmışlardır. Peygamberlerin bu ortak çağrısı Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade edilir:
“Andolsun biz Nuh’u kavmine gönderdik. “ Ey kavmim, dedi; Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur.” (Mü’minun, 23)
“Andolsun biz Semud kavmine kardeşleri Salih’i, “Allah’a kulluk edin” demesi için gönderdik..” (Neml, 45)
İbrahim (A.S.) kavmine; “Allah’a ibadet edin ve O’ndan korkun. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Ankebut, 16)
“Şuayb (A.S.) kavmine şöyle dedi: “Ey kavmim Allah’a kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın.” (Ankebut, 36)
“Biz hiç bir peygamberi Allah’ın izinyle kendisine itaat edilmesinden başka bir amaçla göndermedik.” (Nisa, 6 )
“Andolsun biz, “Allah’a kulluk edin ve tağuttan, putlardan sakının” diye (emretmeleri için) her topluma bir peygamber gönderdik.” (Nahl, 36)
Bütün peygamberlerin ortak mesajı olan bu itikadî esaslar, hem evrensel, hem de çağlar üstüdür. İlk insandan kıyamete kadar tüm nesiller için her zaman ve her coğrafyada geçerlidir.
Şu halde herhangi bir kişi veya toplum mesela şunu diyemez: “Kur’an’daki hükümler geçmişte kaldı. Bu günkü modern toplumda din kaidelerinin herhangi bir bağlayıcılığı yoktur. Din olsa olsa bir vicdan işi olabilir. Geçmişte putperestlik, içki, kumar, faiz, zina, yasaklandı; namaz, oruç, zekât, hacc, cihad, infak emredildi ama günümüzde bunların tümü geçerliliğini yitirdi. Çünkü bugün devletin izniyle açılan kumarhaneler, meyhaneler, genelevler, faizli işlem yapan bankalar var. Kâbe’de hacc yapmak yerine, bizim ulularımızı tavaf edip, saygı duruşu yaptığımız tunçtan, altından, gümüşten, bronzdan heykellerimiz, put imalathanelerimiz, tapınmak ve eğlenmek için yapılmış dev alışveriş ve eğlence merkezlerimiz var...”
İşte tüm bu ve benzeri sözleri kâfir olanlar, dinine bağlılığı pamuk ipliğinden daha zayıf olanlar söyleyebilir. Böyle insanlar ve bu insanlardan oluşan toplumlar şahsiyetsiz ve zayıf karakterlidir. Akidesi sağlam olan bir müslüman ise, bu ve benzeri anlayışların tümünü reddeder. İnancını zamana, zemine ve mekâna göre değiştirmez.
b) İ’tikad esasları bir bütün olup bölünme kabul etmez. İslam dininin bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek, insanı dinden çıkarır.
Mesela; “namazla ilgili emirleri kabul ediyorum; fakat faizle ilgili emirleri kabul etmiyorum. Çünkü şu anda yaptığım ve ileride yapacağım faizli ticaretime zarar veriyor. Oruçla ilgili hükümleri kabul ediyorum; fakat infak ve zekât ile ilgili hükümleri kabul etmiyorum. Kabul edersem servetimin azalmasından korkuyorum. Hem ben bu serveti kazanırken ihtiyaç sahipleri benimle beraber mi çalıştı?”
“Allah’ın varlığını, birliğini kabul ediyorum; fakat ben içkiden, kumar oynamaktan, zina etmekten, yalan söylemekten, insanları çekiştirmekten, onları birbirine düşürmekten, insanları kazıklamaktan vazgeçemem. Bunların hepsi nefsime ağır gelen şeyler. Bu nedenle bu konularla ilgili ayetleri bir kenara bıraksak diyorum.”
İşte tüm bu ve benzeri inanışlar insanı bu dinin dışına çıkarır. Allah Teâlâ bu tür inanca sahip olan insanları Kur’an-ı Kerim’de kınamakta ve cehennem azabı ile tehdit etmekte, dinin bir kısmını kabul edip işine gelmeyen kısmını reddedenlere şu hitabı yapmaktadır:
“... Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine itilirler.” (Bakara, 85)
Biz, sağlam bir inançla Rabbimizin nefsimize kolay gelen hükümlerini kabul edip uyguluyor olabiliriz. Ama, aynı zamanda, nefsimize ağır gelen İlahî emir ve yasakları da kabul edip hiç bir ayırım yapmadan yerine getirmeye çalışmalıyız. Burada şu hususa dikkat etmeliyiz: İslam’ın hükümlerinin tamamını kabul ettiği halde, nefsine ağır geldiği için yerine getirmeyen ile; bu hükümleri kabul etmeyip inkâr eden veya alaya alanların durumu bir değildir. Birincisinde insan kâfir olmazken, ikincisinde tereddütsüz kâfir olur.Yani, Allah’a iman eden, İslam’ın tüm hükümlerini kabul eden, fakat nefsine yenildiği için mesela içki içen, kumar oynayan insan kâfir değil; günahkâr mü’mindir. Çünkü bu insan inanmıştır. Yerine getirmediği hükümler için de Allah Teâlâ’ya hesap verecektir.
Bu önemli hususa tüm müslümanlar dikkat etmeli, müslüman olduğunu söyleyen ve dinden çıktığı açıkça belli olmayan kimseye münafık olduğunu zannetsek bile kâfir demekten kaçınmalıyız. Çünkü bir insanı kâfir ilan etmek ağır bir sorumluluğu gerektirir. İslam’ı reddeden veya söz ya da davranışıyla bilerek inkâr ettiği açıkça belli olan birisine de kâfir demekten kaçınmamalıyız. Kısaca söylemek gerekirse, müslüman olduğunu söyleyen ve söz ya da davranışı açıkça küfrünü ispatlamayan bir kimseye kâfir deme hakkımız olmadığı gibi; kâfir olduğu açıkça belli olan birisine de birtakım menfaatlar gereği müslüman deme hakımız yoktur.
Akaidde Ölçü (İslam Akaidinin Kaynakları –Delilleri-)
İslam Akaidi, beşerî görüşlere ve şahsî anlayışlara değil; vahye dayanır. Kimsenin hevâ ve hevesleri akaidde bağlayıcı olamaz. İtikadı belirleyen ölçülerin tek kaynağı vahydir. Vahy olduğu tartışılan, veya manası farklı anlaşılmaya müsait olan hükümler de akaid için kesin ölçü olamaz. İslam inanç esasları, delâleti ve sübutu kat’î olan vahyin itikadî hükümleridir. Kesin doğru, mutlak doğru olan hükümler, tüm müslümanların kabul etmek zorunda olduğu sâdık ve mütevatir haberlerdir. Kur’an’ın tümü mütevatir haber türüne girdiği halde; hadislerin çok azı bu sınıflamaya girer.
Hükümler, zannî hükümler ve kat’î hükümler diye ikiye ayrılır. Kat’îlik, hem hükmün vahy olup olmaması yönüyle olmalıdır; hem de inançla ilgili ifadenin açık ve netliği yönünden olmalıdır. Birinciden, mütevatir hadislerin dışındaki “haber-i vâhid” de denilen “âhad hadis” ; ikinciden de muhkem ayetlerin dışındaki müteşabih ayetlerin hükmünün açıklığının kat’î olmadığı anlaşılmalıdır. İşte bu iki yönüyle (sübut ve delâlet yönüyle) kat’î olan hükümler, akaidde kesin ölçülerimizdir. Kur’an’daki itikadî hükümlerden muhkem olanların tümü ve mütevatir hadislerdeki itikadî hükümler kat’î akaid hükümleridir.
İslam akaidi, şüpheye, zanna, beşerî görüş ve yoruma dayanmaz. Kişinin müslüman olabilmesi için inanmak zorunda olduğu hususlar, en küçük çapta veya en küçük cüz’ü reddedildiğinde kişiyi küfre sokan hükümler, akaid esaslarıdır. Tabbi ki bunlar, vahy olduğunda en küçük şüphe bulunmayan mütevatir haberlerdir. Yani, Kur’an ve mütevatir hadislerdir. Bunlara sübutu kat’î deliller denir.
Akaidde bağlayıcı bir hükmün, delâletinin de kat’î olması gerekir. Ayet veya mütevatir hadislerdeki bazı ifadelerin hangi manaya delâlet ettiği kesin olmayabilir; manaya delaleti zannî, yoruma açık olabilir. Kimse bir şahsın ictihadını, ya da kendi anlayışını, beşerî bir yorumu, başka insanlara inanç esası olarak dayatma hakkına sahip değildir. Manaya delâleti zannî olan şahsî açıklama veya yorumu kabul etmeyenleri tekfir etme hakkına hiç kimse sahip değildir.
Muhkem ayetler ve mütevatir hadislerdeki itikadî esaslar, yani delâleti ve sübutu kat’î olan vahyin hükümleri mutlak doğrulardır. Bu doğrular, kişilere, zamana ve coğrafyaya göre değişmez. Bunun dışındaki doğrular, nisbî (göreceli) doğrulardır. İctihadî hükümler, şahsî yorum ve tefsirlerdeki doğrular, zannî ve tartışmalı doğrular sınıfına girer. Bunlar tüm müslümanları bağlayıcı olamaz. Dolayısıyla İslam akaidi de, içinde şüphe bulunan zannî, göreceli ve değişken doğrulara, beşerî doğrulara; yani zayıf temellere dayanmaz.
Tarihten miras olarak devraldığımız geleneksel din anlayışında Akaid hükümleri diye takdim edilen Kelâmî tartışmalardaki problemler ve ihtilaflar, ölçüdeki genişliklikle ilgilidir. Farklı mezheb ve görüşteki müslümanları kolayca tekfir eden bu red (anti tez) Kelâmı, zannî deliller veya şahsî anlayışların da akaidde ölçü kabulüyle oluşmuş, göreceli ve zannî doğruların kesin doğrular yerine konulmuş eserlerden ibarettir.
 

FERASETLİ

KF Ailesinden
Özel Üye
Tarihten miras olarak devraldığımız geleneksel din anlayışında Akaid hükümleri diye takdim edilen Kelâmî tartışmalardaki problemler ve ihtilaflar, ölçüdeki genişliklikle ilgilidir. Farklı mezheb ve görüşteki müslümanları kolayca tekfir eden bu red (anti tez) Kelâmı, zannî deliller veya şahsî anlayışların da akaidde ölçü kabulüyle oluşmuş, göreceli ve zannî doğruların kesin doğrular yerine konulmuş eserlerden ibarettir.
Rabb'im razı ola.. Niyetinizle amellendire
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
TEVHİD

Tevhid, Allah’ı (c.c.) zatında, fiillerinde, isim ve sıfatlarında birleyip, bütün ibadetleri yalnızca O’na yapmaktır. Tevhid şu üç çeşidi ile bir bütündür.

1- Rububiyyet Tevhidi: Allahu Teala’nın yaratan, sahip olan, öldüren, yaşatan, dirilten, rızıklandıran, yöneten, fayda ve zarar veren, dualara icabet eden, kaza ve kaderi takdir eden olduğuna inanmaktır. Rasulullah’ın (Selamun Aleykum.v.) dönemindeki müşrikler tevhidin bu türünü kabul ediyorlardı. Fakat bu, onların İslam’a girmeleri için yeterli değildi. Maalesef bugünkü insanların durumu da bundan farklı değildir.


2- Uluhiyyet Tevhidi: İbadetin yalnızca Allah’ın (c.c.) hakkı olduğuna inanmaktır. Hiçbir ibadeti az dahi olsa Allah’tan (c.c.) başkasına yapmamaktır. Yasama yetkisini de sadece ve sadece Allah (cc)’a ait kılmaktır. Rasulullah’ın (Selamun Aleykum.v.) dönemindeki müşrikler tevhidin bu türünü kabul etmiyorlardı.


3- İsim ve Sıfat Tevhidi: Allah’ın (c.c.) kendini Kur’an’da vasfettiği, Rasulullah’ın (Selamun Aleykum.v.) sahih sünnetlerinde bizlere açıkladığı üzere, bütün noksanlıklardan uzak, yani kemal sıfatlara sahip olduğuna, mahlukata benzemediğine inanıp, bu isim ve sıfatları artırmadan, azaltmadan, saptırmadan, sapık tevillerle tevil etmeden, iptal etmeksizin, örnek ve nasıllık vermeksizin ve mahiyetini araştırmaksızın olduğu gibi kabul etmektir. Allah’ın (c.c.) sıfatları zatının mahiyetine bağlıdır. Bizler Allah’ın (c.c.) zatının mahiyetini idrak edemeyeceğimiz için, bu konuda soru sormak doğru değildir.

Bir kişi tevhidin bu üç türüne de iman etmedikçe mü’min olamaz. Tevhide inananların sayısı azdır. İnsanların çoğu Allah’a (c.c.) ortak koşarak inanırlar. Bir davaya inananların az olması onun yanlış olduğunu göstermez. Öyle rasuller vardır ki hiç ümmeti yoktur. Nuh (A.S.) 950 yıl tebliğ yapmasına rağmen çok az kimse iman etmişti. Bu yüzden tevhid ehlinin üzülmemesi gerekir, hidayet yalnızca Allah’a (c.c.) aittir.​
ŞİRK

Şirk, Allah’a (c.c.) ortak koşmak demektir. Şirk üç türlüdür. Büyük şirk, küçük şirk, gizli şirk.
1- Büyük Şirk: İnsanı İslam dininden çıkarır. Yapılan bütün salih amelleri boşa çıkarır. Tevbe edilmeden ölündüğü takdirde sahibini Cehennemde ebedi kalmaya götürür. Şirkin dışındaki günahların bağışlanması Allah’ın (c.c.) dilemesine kalmıştır. Allah (c.c.) şirk koşmadan ölen kişiyi, dünya dolusu günahı olsa bile, "La ilahe illAllah" kelimesinin fazileti sebebiyle -ister günahlarının cezasını çektirdikten sonra, isterse de günahlarının cezasını çektirmeden- affedecektir.

a- Dua, korku, sığınma vb. konularda ortaya çıkan şirk çeşidi: Ölülerden yardım istemek gibi.
b- İtaat konusunda ortaya çıkan şirk çeşidi: Allah’ın (c.c.) helal (serbest) kıldığını haram (yasak) kılan birine, itaat etmek demektir.
c- Sevgi konusunda ortaya çıkan şirk çeşidi:Herhangi bir şeyi Allah (c.c.) kadar veya Allah’tan (c.c.) daha çok sevmektir.

2- Küçük Şirk: İnsanı İslam dininden çıkarmaz.
Fakat büyük günahlardan daha büyük günahtır. Örneğin; riya, Allah’tan (c.c.) başkası adına yemin etmek, ’Allah ve sen dilersen bu iş olur’ demek vb.

3- Gizli Şirk: Şirk, karanlık bir gecede, dümdüz bir kayanın üzerinde yürüyen, siyah bir karıncanın ayak sesinden daha gizlidir. Daha çok sevgi, korku, umut gibi konularda görülebilir.
Rasuller bile Allah’a (c.c.) şirk koşmaktan korkup dua etmişlerdir. Bu yüzden tüm müslümanların şirk ve şirk ehlinden uzak durması ve Allah’a (c.c.) dua edip, tevbe-istiğfar etmesi gerekir.​
TAĞUT
Tağut’unkelime anlamı haddini aşan mahluk demektir. Şer’i anlamı ise; Allah (c.c.) ve Rasulüne (Selamun Aleykum.v.) itaatten alıkoyan, Allah’tan (c.c.) başka ibadet edilen herşeydir.

Tağutların başı beş tanedir:

1- İnsanları Allah’tan (c.c.) başkalarına ibadete çağıran şeytan.
2- İnsanları Allah’ın (c.c.) hükmünden başka hükümlerle muhakeme olmaya zorlayan ve Allah’ın (c.c.) hükümlerini değiştiren zalim idareciler.
3- Allah’ın (c.c.) indirdiklerinden başka hükümlerle hükmedenler.
4- Gaybı bildiğini iddia eden kişiler.
5- Kendisine ibadet edilen ve buna rıza gösterenler.

İslam’da hüküm koyma yetkisi yalnızca Allah’a (c.c.) aittir. Allah’ın (c.c.) bu konuda hiçbir ortağı yoktur. Kim Allah’ın (c.c.) hükümleri dışında hüküm koyarsa; örneğin, içki, kumar, faiz, zina vb. Ya da Allah’ın (c.c.) diğer haram kıldığı şeyleri serbest bırakırsa, bu çağda hırsızın elinin kesilmesinin gerekmediğini söyler, ergen kızların başı örtülü olarak okumasını ve çalışmasını yasaklarsa o kimse ben ilahım demese bile ilahlık ve rablık iddia etmiş ve dolayısıyla tağut olmuş olur. Bu kişinin namaz kılıp, oruç tutmasının hiçbir önemi yoktur. Bir kişinin müslüman olabilmesi için tağutu reddetmesi şarttır. Tağutu reddetmeyen kişi müslüman olamaz. O halde tağutu çok iyi bilmemiz gerekiyor ki onu reddedebilelim.
KÜFÜR

Küfür hakkı örtmek demektir. Küfür iki çeşittir. Büyük küfür, küçük küfür.


1- Büyük Küfür: İnsanı İslam dininden çıkarır.


Beş çeşittir:
a- Yalanlama (inkar) küfrü: İman edilmesi gereken herhangi bir şeyi inkar etmek.
b- Büyüklenme küfrü: Doğru olduğuna inanmakla birlikte büyüklenerek yüzçevirmek. İblis, Firavun, yahudiler ve Ebu Talib’in küfrü buna örnektir.
c- Yüz çevirmek küfrü: İman ettiği halde Allah’ın (c.c.) hükümlerinden bile bile yüzçevirmek, onları tatbik etmemektir.
d- Şüphe küfrü: Akidenin temel meselelerine yönelik konularda iman ettiği halde onun doğruluğunda şüpheye düşmek.
e- Nifak küfrü: İman edilmesi gerekli konulara inanmadığı halde diliyle inandığını söylemek. Münafıkların yaptığı gibi.

2- Küçük Küfür: İnsanı İslam dininden çıkartmaz. Fakat büyük günahlardan daha büyük günahtır.
Örneğin; nimete küfretmek (nankörlük etmek), soya sövmek, ölünün arkasından bağırıp çağırmak vb.​
NİFAK

Nifak,
iki yüzlülük demektir. Nifak iki çeşittir. İtikadi nifak, ameli nifak.

1- İtikadi Nifak: Kalbi imanı tasdik etmediği halde diliyle inandığını söylemektir. Böyle kişilere dünyada zahire göre hükm edilerek müslüman muamelesi yapılır. Bu kişiler tevbe etmeden ölürlerse ebedi olarak cehennemin en alt tabakasında yer alacaklardır.

2- Ameli Nifak: Kalbi imanı tasdik ettiği ve imanın bütün şartlarını yerine getirdiği halde, nefsine uyduğundan veya başka bazı sebeplerden dolayı haram olan bazı fiilleri işlemektir. Bu kişi günahkar müslüman olup tevbe etmeden öldüğü takdirde Allah (c.c.) dilerse ona azap eder dilerse bağışlar. Örneğin: Yalan söylemek, vaadinden dönmek, emanete ihanet etmek, kavga anında haktan ayrılmak.​
BİD’AT
Bidat, İslam şeriatında aslı olmayan bir şeyi icad etmek demektir. Kim dinde bidat icad ederse o kimse sapıktır. Bidatın iyisi kötüsü yoktur. Şunlar bid’attır:
a- Şirk olan bidat: Ölülerden yardım istemek, Allah’tan (c.c.) başkasına kurban kesmek, adak adamak vb.
b- Haram olan bidat: Mezarlar üzerine bina yapmak, buraları süsleyip mescid edinmek vb.
c- Tahrimen mekruh olan bidat: Kandil geceleri ve mevlid vb.
d- Tenzihen mekruh olan bidat: Her namazdan sonra musafaha yapmak vb.
Ekonomi, endüstri vb. konulardaki teknik yenilikler bid’at değildir, bu bağlamda değerlendirilemez, bilakis müslümanların faydasına olduğu için helal ve sevaptır. Eşya da aslolan mübahlıktır. Bu yüzden haram olduğuna dair kesin bir delil bulunmayan şeyler helaldir. Ayrıca vücuda fayda veren şey helal, zarar veren şey de haramdır. Ayrıca harama sebep ve vesile olmak da haramdır.​
VELA
Vela: Kelime olarak; yaklaşmak, yakınlaşmak, iç içe olmak demektir. Şer’i manası ise; zahiren ve batınen sevmek, saygı göstermek, yardım etmek, ikramda bulunmak, itaat etmek, uzlaşmak, güvenmek, meyletmek, benzemek demektir.
Din, Allah için sevmek, Allah için buğzetmekten ibarettir. Kişi sevdiğiyle beraber haşrolunur. Müslümanların akidelerinden taviz vermemek şartıyla, kafirlerle bir arada bulunup onlarla günlük ilişkilerini sürdürmeleri caizdir. Cehaletinden dolayı şirkin içinde bulunan ve İslam sempatizanı kişilere kalplerini islam’a ısındırmak amacıyla iyilikte bulunmak gerekir. Kafir de olsa bir kimsenin iyiliğine karşı iyilikte bulunmak yasak olan vela kapsamına girmez bilakis sünnettir. Şunu unutmamak gerekir: Allah’ın razı olduğu ve istediği şekilde iman edip, bu imanın gerekleriyle amel eden, imanı bozacak şeylerden uzak duran, Allah’ın dinini hakim kılmak için meşru tebliğ vasıtalarını kullanan ve bu uğurda başına gelebilecek maddi ve manevi zararlara Allah için sabreden kişiler kurtuluşa ereceklerdir.
 
Z

Ze'Mahşer

Ziyaretçi
Akaid konulu makale çok güzeldi,devamı dileğiyle Selametle...
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
KULUN RABBİNİ BİLMESİ
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Sana rabbin kim? diye sorulduğu zaman şöyle cevap ver: Benim Rabbim Allah’tır. O ki beni ve bütün yaratılmışları (alemleri) nimeti ile terbiye eden, yetiştiren Allah’tır. O benim kendisine ibadet ettiğim, O’ndan başka hiç bir ilahın olmadığı Allah’tır. Buna delil ise Yüce Allah’ın şu sözüdür:
"Hamdın her türlüsü alemlerin Rabbi olan Allah içindir. (Fatiha Suresi: 2) Allah’ın dışındaki her şey (yaratılmış) bir alemdir. Bende bu alemden (yaratılmışlardan) biriyim.
Sana Rabbini ne ile, nasıl tanıdın, bildin? diye sorulduğu zaman şöyle cevap ver: O’nu (varlığına delalet eden) eylemleriyle ve mahlukatlarıyla bildim. Gece, gündüz, güneş ve ay onun ayetlerindendir. Yedi kat gök ve yedi kat yer ve aralarındaki her şey onun mahlukatlarındandır. Buna delil ise Yüce Allah’ın şu sözüdür:
"Gece ile gündüz, güneş ile ay (Allah’ın varlığına delalet eden) onun ayetlerindendir. Güneş ve ayı (Rabler edinip) secde etmeyin. Onları yaratan Allah’a secde edin. Eğer Allah’a ibadet ediyorsanız." (Fussilet Suresi 37. ayet)
Ve şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki sizin Rabbiniz olan Allah, gökleri ve yeryüzünü altı günde yaratmış ve sonrada arşın (tahtın) üstüne yükselmiştir. Gündüzün aydınlığını, onu süratle takip eden gece ile örten, güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğdiren O’dur. Böyle de her şeyi yoktan var etmek ve yarattıkları üzerinde tasarruf ve hüküm sahibi olma hakkı (yalnızca) Allah’ındır. Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah hayrı bol olandır." (Araf Suresi 54. ayet)
Rab; ibadet edilendir. Buna delil ise yüce Allah’ın şu sözüdür:
"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin. Umulur ki (böylece Allah’ın azabından) kurtulmuş olursunuz. O Rab ki sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü de sağlam bir çatı yaptı. Gökyüzünden yağmuru indirip onunla sizin için çeşitli meyveleri rızık olarak çıkardı. Öyle ise siz bunları bildiğiniz halde Allah’a ortak koşmayın." (Bakara Suresi 21-22. ayetler)
(Büyük tefsir alimlerinden) İbn-i Kesir (Allah ona rahmet etsin) şöyle buyurmuştur. İbadete müstahak olan bu kadar çeşitli mahlukatı yaratan, Allah’tır.
İbadet Çeşitleri: Allah’ın yapılmasını emrettiği; islamın şartları, imanın şartları ve ihsan gibi ibadetlerdir. Öyle ise dua, korku, ümit etmek, tevekkül etmek, isteyerek yönelmek, çekinerek korkmak, itaat ederek sakınmak, bilerek korkmak, yönelmek, yardım dilemek, sığınmak, imdat dilemek, kurban kesmek, adak adamak, yardımını beklemek hep ibadet çeşitlerindendir. Bunlar gibi Allah’ın emrettiği bütün ibadetler yalnızca Allah için yapılır. Bu ibadetlere deliller ise Yüce Allah’ın şu ayetleridir.

Dua: "Muhakkak ki mescitler (ibadet yerleri) yalnızca Allah’a aittir. Dolayısıyla Allah’tan başka birine dua (ederek ibadet) etmeyin."(Cin Süresi: 18)
Kim Allah’tan başkasına dua eder yada duasında Allah’la beraber başkasını da ortak koşarsa, yada duasının bir kısmını başka bir şeye niyazda bulunmak için harcarsa şirke düşer, kafir olur. Buna delil ise Yüce Allah’ın şu sözüdür:
"Kim Allah’la beraber başka bir ilaha (mabuda), ilahlığına hiç bir delili olmadığı halde dua edecek olursa, muhakkak ki onun cezası (hesabı) Rabbin katında olacaktır. Şüphesiz ki kafirler iflah olmayacaklardır." (Müminun Suresi: 117)
Peygamber efendimiz (sallAllahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:"Dua ibadetin beyni (özü)’dür."
[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT][FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Ümit Etmek: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah’ın şu sözüdür:"Kim Rabbi ile karşılaşmayı ümit ederse salih amel işlesin ve Rabbine yapmış olduğu ibadetlerde ona kimseyi ortak koşmasın" (Kehf Suresi 110. ayet) [/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Tevekkül Etmek: Bu ibadetin delili ise Yüce Allah’ın şu sözüdür:"Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona yeter" (Talak Suresi 3. ayet)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]İsteyerek Yönelmek, Çekinerek Korkmak, İtaat Ederek Sakınmak: Bu ibadetlere delil ise Yüce Allah’ın şu sözüdür: "Şüphesiz ki Onlar hayırlı işleri yapmada acele ederler, ve bize korku ve istekle dua ederler. Onlar bize karşı (emirlerimize) itaat ederek sakınırlar"

Bilerek Korkmak: Bu (ibadete) delil ise Yüce Allah’ın şu sözüdür: "Onlardan değil, asıl benden bilerek (gerektiği gibi) korkun" (Bakara Suresi:150. ayet)
[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif](Allah’a) Yönelmek: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah’ın şu sözüdür:"(Her işinizde) Rabbinize yönelin ve (nefislerinizle) O’nun (emirlerine, dinine) teslim olun." (Zümer Suresi 54. ayet)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Yardım Dilemek: Bu (ibadete) delil ise Yüce Allah’ın şu sözüdür: "Yalnız sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım dileriz" (Fatiha Suresi 5. ayet)
Peygamber efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Yardım dilediğin zaman Allah’tan yardım dile"
[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Sığınmak: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah’ın şu sözüdür:"De ki: İnsanların Rabbi ve Hükümranı olan Allah’a sığınırım" (Nas Suresi 1-2. ayet) [/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]İmdat Dilemek: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah’ın şu sözüdür: "Rabbinizi imdada çağırdınız da (O da hemen akabinde) sizin bu çağrınıza cevap vermişti(karşılık vermişti). (Enfal Suresi 9. ayet)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Kurban Kesmek: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah’ın şu sözüdür:"De ki: Benim namazım, kestiğim kurban, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun (bu ibadetlerde) hiç bir ortağı yoktur. Ben bununla (bu ibadetleri yapmakla) emrolundum ve ben ilk Müslüman olanım." (Enam Suresi 162-163. ayetler)
(Peygamber efendimiz) sünnetinde şöyle buyurmuştur:" Allah kendinden başkası için kurban kesene lanet etmiştir."
[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Adak Adamak: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah’ın şu sözüdür:[/FONT][FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]"Onlar adaklarını yerine getirirler ve şerri, kötülüğü yaygınlaşmış olan (o) günden korkarlar" (İnsan Suresi 7. ayet)[/FONT]
 
Üst