İstiklal Mahkemeleri lanetle anılıyor!

enes61

KF Ailesinden
Özel Üye
Kurtuluş Savaşı sırasında iç güvenliği sağlamak amacıyla özel kanunla kurulan, ama daha sonra tam bir kıyım makinesine dönerek binlerce masum ve mazlum insanı idam eden İstiklal Mahkemeleri, kuruluşunun yıldönümünde lanetle anılıyor.

[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Dün İstiklal Mahkemeleri ile milletin inancına savaş açanların bugün de Ergenekon aracılığı ile millete savaş açmasını Vakit'e değerlendiren Demokraside Birlik Vakfı Başkanı Mehmet Bozdemir ve Özgür Üniversite Rektörü Prof. Dr. Fikret Başkaya; “27 Mayıs Mahkemelerini de, İstiklal Mahkemelerini de mahkeme olarak kabul etmek mümkün değil. Katliam yapılmıştır. İttihatçı kafalar ‘kendi' halkına tam bir sömürgeci gözüyle bakar ve öyle davranır. CHP, Ergenekon, hepsi İttihatçıdır. Ulusalcılar ve ulusalcılık İttihatçılıktır, onun devamıdır. Çeteciliktir, darbeciliktir, komplo, provokasyon ve linç geleneğidir” dediler.

ÖNCE ASKER KAÇAKLARI VE CASUSLAR İÇİN KURULDU
İstiklal Mahkemelerinin yargıladığı insan sayısı 60 bini buldu. 3 bini idam, 2 bini kalebentlik ve kürek cezalarına çarptırıldı, 10 bin kadarı beraat etti, 50 bin civarında insan da para ve hapis cezalarına çarptırıldı. İdam edilenlerin sayısının 15 bin olduğu da iddia ediliyor. Mahkemelerin çalışmalarına ait dosyalar daha sonra kayıplara karıştı.

TAM BİR KIYIM OLDU
İstiklal Mahkemelerinin en temel özelliği, yargılananların itiraz hakkının bulunmayışı idi. Mahkemelerde yargılananların birçoğu aynı gün içerisinde tutuklanmış, yargılanmış, cezaları verilmiş ve ilan edilmişlerdi

MİLLETİ RESMEN SOYDULAR
İstiklal Mahkemeleri üyelerinden İbrahim Arvas'ın hatıratına göre: “Elazığ'da çeşitli suçlarla mahkemeye sevk edilenler îdam cezasına çarptırılıyor ve sonra da 500 altın getirmesi karşılığında serbest bırakılıyordu. Bu sûretle Şark İstiklal Mahkemesi Reisliğinden Ankara'ya dönen Ali Saib Beyin yanında 60 bin altını olmuştu.”
İstiklal Mahkemelerinin katlettiği büyük insanlardan biri de İskilipli Atıf Hoca'ydı. “Frenk Mukallidliği” adlı kitabında batılılaşmayı eleştiren Atıf Hoca kitabını yazdıktan tam 1,5 sene sonra çıkarılan ‘Şapka Kanunu'na muhalefetten dolayı bir kısım arkadaşlarıyla birlikte 26 Aralık 1925'te evinden alınarak Ankara'ya gönderildi. 26 Ocak 1926 Salı Günü, İstiklal Mahkemesi'ne sevk edilerek yargılanan ve 3 Şubat 1926 tarihinde “idamına” karar verilen İskilipli Atıf Hoca, 4 Şubat 1926 tarihinde sabah namazını edasını müteakip infaz edilerek şehit edildi.

MEZARLARI BİLE AÇTIRILDI
İstiklal Mahkemelerinin nasıl bir zulüm makinesi olduğuna çarpıcı bir örnek de Mevlevi İbrahim Hakkı Efendi'nin başına gelenler. Erzurum'dan Erzincan'a gelen İstiklal Mahkemesi, burada da darağaçları kurdu. İstiklal Mahkemesi, İbrahim Hakkı Efendi'ye gıyabında idam cezası verdi. Fakat Erzincan'da olmadığı için bu ceza infaz edilemedi. İbrahim Efendi, hakkındaki idam kararı haberini aldığı günün ertesi sabahı namazını kılarken ruhunu teslim etti. Çocukları babalarının vefatını Şark İstiklal Mahkemesi'ne bildirdiler. Ölüm haberinin doğru olup olmadığını araştırmak için köye gelen Müfreze, İbrahim Hakkı Efendi'nin yaşadığı Kemah ilçesine bağlı Müşekrek Köyü'ne gelip merhumun kabrini açtırdı.

MUSTAFA R. öZGÜR-VAKİT 04.03.09[/FONT]


seyhsaid11ms5.png
 

enes61

KF Ailesinden
Özel Üye
... Ve dar ağaçlarında susturulan imânımız

Şapka Kurbanları ...

Kaynak: Son Devrin Din Mazlumları
Müellif: Necip Fazıl Kısakurek

- sahife: 75-77

Şeyh Said'in asılışından 5 ay sonra Turkiye büyük millet meclisine "şapka iktisası" ismiyle şapka giymeyi mecburi kılan bir kanun getiriliyor!

Hayret!

Örf ve adet ölçüleri dururken kılığı kanunla biçilmiş ve mecburi kılınmış hangi millet var bu dünyada?

Üniforma için bile aynı şey... İnsanoğlu dilerse onu giyer ve belirttiği mesleğe girer; dilemezse de hem o meslekten, hem uniformasından uzak kalır. Yani mecburi kılık ancak belli başlı mesleklerin hakkı olarak o meslek için düşünülebilir, gönül rızasına dayanır ve asla meslek zarureti olmaksızın topluma tesmil edilemez. Yoksa bu, horozlara kırmızı ibiklerini kesip yerine kül rengi baykuş saçı dikmelerini emretmek gibi bir şey olur.

Hürriyet vatanı İsviçre'nin "Giyyom Tel" hikayesindeki şapka, hiç olmazsa, halkın giymekle değil, selamlamakla mükellef olduğu bir Firaun serpuşuydu ve onu, kendi öz rengine sahiplik haklarından mahrum bırakmıyordu.

"Giyyom Tel"e selamlaması emredilen şapka:
- Ben varım!
Diyen bir sembol..

Türk'e zorla giydirilen şapka ise:
- Sen yoksun!
Diyen bir remz..

Şeyh Said hadisesinin hemen arkasından başlayan ve laiklik teranesiyle devam eden İslamı kazıma hareketi hiçbir fikri, ilmi ve hukuki tepkiye çarpmadı. Basit halk infialleri ve onların doğurdugu, küçük, fakat bütün memleketi üç ayaklı sehpalarla donatıcı direnişler müstesna, hiçbir ağızdan şu sesler işitilmedi:

- Eğer laiklik dini devletten ayırmaksa, tarafları birbirinin dünyasına el atmaktan yasaklamak demekse (ki Avrupalı anlayış budur!), Müslümanların, üzerinden ruhi ve menfi bir mana tüttüğüne inandığı şapkayı zorla kellelere oturtma fermanı nasıl çıkartılabilir? Her şey bir tarafa, tamamen batılı bir ilim ölçüsünde, hem de örf, adet ve an'aneyle perçinli, ferdi zevk ve mesrebe devlet mudahalesi hangi hukuk telakkisine hazmettirilebilir? Fertlere tenasul aletlerini icra edip, bir de üzerine kırmızı kordela bağlamalarını emretmek (hiç olmazsa onda küfür yok!) bu işten daha az zalim olmaz mı? Hristiyandan müslümanı ayırd edici alamet ve işaretler, salip, zunnar (papazların beline bağladığı düğümlü ip) ve kenarlı şapka olduğuna göre, bunu adi bir giyim eşyası gibi müslümana zorla teklif etmek, onun din hislerine tecavüz olmaz da ne olabilir ve laikliğin hangi maddesine uydurulabilir? Bir işi telkin etmek başka, cebretmek başka şeylerken, hiç değilse onu şahsi tercihe bırakmak yerine 'buldog' köpeğine çenesinden bağlı takke giydirircesine bir hareket, o millete acaba ne gözle bakmak olur? Evet, şapka adi bir giyim eşyasıdır; fakat salıp de nihayet adi bir maden ve basit bir madde parçası olduğuna göre, sırf belirttiği remz ve mana yüzünden benimsenemez oluyor da, asırlardır cedlerimizin küfür alameti saydığı bir nesne nasıl ruh gümrüğünden vergisiz ve muayenesiz geçirilebiliyor? Ya şahsiyet?.. Medeni dünyada sabit, tek ve mutlak sanılan şapka, İskoçyalısından Moskofuna, Hollandalısından Yunanlısına kadar ayrı şekiller ve üsluplar içinde olur ve müslümanlarda da arnavudu, lazı, çerkezi, arabı gibi İslami örnekler bulunur da niçin Türk'un milli bir başlığı olmaz ve aksine onun şahsiyet cevherine kıyılmak istenir?


Dar ağaçlarında sindirilen mazlum anadolu halkı
Dar ağaçlarında sindirilen mazlum anadolu halkı

Cumhuriyet'in ilk yıllarında Katledilen onbinlerce mazlum Müslüman..

Kaynak: Son Devrin Din Mazlumları
Müellif: Necip Fazıl Kısakurek

- sahife: 80-84

...

"Türkiye büyük millet meclisi üyeleri ile genel, özel ve bölgesel idarelere ve bütün kuruluşlara bağlı memurlar ve müstahdemler Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek zorundadır. Turkiye halkının da genel başlığı şapka olup buna aykırı bir alışkanlığın sürdürülmesini hükümet yasaklar."

Halkın bizzat giydiği ve hükümeti arkasından çektiği gibi 'havsalasuz - akıl yakıcı' ve hayal çatlatıcı bir yalana alet edilen şapka (ki halk onun melon çeşidine mel'un adını takmıştır) bir anda ve yer yer Anadolu'nun vicdanına kapkara rengiyle oturuveriyor ve Erzurum, Rize, Giresun, Maraş, Kayseri, Konya ve daha bazı merkezlerde mahzun müslümanların acıklı direnmeleri başlıyor.

Kısa kısa noktalayalım.

İlki Erzurum :

Çarşıda kapatılan dükkanların kepenk sesleri... Heyecanlı bir kalabalık... Kalabalık Vilayet binası önünde...

Sesler:
- Şapkayı istemiyoruz! Gavur kılığına girmeyiz!

Kalabalık süngülü jandarma zoruyle dağıtılıyor. Erzurum'da Sıkı Yönetim... İstiklal Mahkemesi... Başta Gavur İmam lakaplı bir hoca ile Hoca Osman isimli bir din adamı, aralarında da bir kadın, sehpada 33 ceset...

Rize :

Güneysu nahiyesi... Sabit Tarakcıoğlu adında gayet itibarlı, kafası ilim ve kalbi vecd dolu bir vaiz halka hitap ve şapkanın din gözünde mahiyetini izah etmekte... Heyecan... Camiden çıkan yığın soluğu karakolda alıyor:

Karakoldaki onbaşı halka "Ben de sizdenim!" diyor ve başındaki şapkayı yere çalıyor. Ne hazindir ki, İstiklal Mahkemesi gelince direnişcileri tek tek haber veren ve kimi gösterdiyse asılmasına sebep olan ve mahkemece lutuflandırılan bu alçaktır.

Güneysu ahalisi Rize istikametine yürümeye koyuluyor. Yolda bazı nasihatcıların tesiriyle kalabalık zayıflıyorsa da civar köylerden bazı katılmalarla yine dolgunca çapta il merkezine varıyor. Vali Hurşit telgraf başında:

- Rize ayaklanmıştır! Süratle tedbir!..

Halbuki bütün suçu "şapka giymeyiz!" demekten ibaret ve her türlü fiili isyan davranışından çekingen kalabalık, çoğu seyirci ve körü körüne katılmış 80-100 kişi...

Ankara telaşta... Bir zamanların kahraman HAMİDİYE'si şimdi Rize önünde ve kahramanlık toplarını havaya ateş etmekle göstermekte... İstiklal Mahkemesi de tezgahını kurmuş, dirhem kefesi yere mıhlı adalet terazisini dengelemekle meşgul...

8 idam kararı... Vaiz Sabit Tarakcıoglu, Mehmed Peçe, Arslan Peçe, köy muhtarı Yakup Peçe, köy bekcisi Kadir Koliva, Hafız Şaban Koliva, Hasan Kulunkoğlu, Mahmut Kamburoğlu...

Sabit Hoca o akşam mahkumları uyandırmış:

- Kalkınız, abdest alınız, namaza duralım! Birkaç saat sonra Rabbimize kavuşacağız!

Diye haykırmıştır. Bir kaç saat sonra Allah'a kavuşacaklarını bilenlerin bir müjde saadeti içinde kıldıkları namaz...

Asılanları deniz kenarında, rasgele atıldıkları çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar... Yakınları tarafından cesetleri çalınmasın diye de başlarında süngülü nöbetci bekletiliyor. 3-4 ay sonra gece çıkartılmak şartıyle, ailelerine, cesetleri almak müsaadesi çıkıyor.

Çukurlar açılınca meydana çıkan muthiş manzara:

Hiçbir ceset çürümemiş ve hepsinin gözü Kıbleye doğru...
Cesetleri kilimlere sarıyor, sırıklara takıyor ve köylerine götürüp gömüyorlar...
Arka arkaya, kilimlere sarılı ve sırıklara takılı 8 cesedi, gece karanlığında, destanlık hayaletler gibi öz topraklarına taşıyan köylüler... Hakikati bilselerdi, nur mayasından yuğrulu bu cesetleri kilimlere sarıp taşıyacakları yerde, o kilimlerin içinde olmayı tercih ederlerdi.

Maraş'ta, Konya'da, surada, burada da buna benzer vak'alar... Bunlara ait bazı küçük tafsilat "İskilipli Atıf Hoca" bahsinde...

Bunların hikayesini anlatmak ve dinlemek bile bana giran geliyor, azap veriyor. Zulüm gölünün neresinden bir bardak veya bir yüksük su alınsa tahlilleri birbirinin aynı çıkar.

Sivas'ta duvarlara yapıştırılan beyannameler... Bunları "hazırlayan, yapıştıran veya onlarla düşünce birliğinde olan"lardan 32 kişi mahkum...

Maraş'ta bir ihtiyar Maraşlının bana çizdiği şu tablo her şeyi göstermeye yeter:

- Hepsi de "Hamdolsun şapka giymeden ölüyoruz!" diye boyunlarını ilmiğe uzattılar. Şafak sökerken dikkat ettim, çıkan rüzgardan, hepsinin de sakalı aynı istikamette uçuşuyordu. Aynı istikamette uçuşan sakallar değil, ruhlar... Kıydıklari da işte bu ruh...

Maraş'ta, ilgi çekiciliği, çarpıcılığı ve vicdan yakıcılığı bakımından ayrıca gösterilmeye değer levhalar vardır:

Şapkaya karşı malum yerlerdeki direnişlere benzer karşı duruşlardan sonra tam 63 kişi tevkif ediliyor. Bunlar, boyunlarına zincir takılarak birbirlerine bağlanıyor ve Adana'ya götürülüyor. Aralarından biri itilip kakılınca hepsinin birden boynunda aynı cendere acısı...

Adana'da tutukluları öyle bir yere tıkıyorlar ki - bir Maraş'lının tabiriyle - köpekler bile barınamaz. Pislik, kazurat ve teffurun yuvası bir yer... Maraşlılar milli müdafaları zamanında memleketlerine geldiği vakit kendisine yapmadık ikram bırakmadıkları Kılıç Ali'ye baş vurup şöyle diyorlar:

- Biz memleketin ballibaşlı insanları olarak sizi Maraş'a geldiğiniz zaman başımıza tac ettik. Şimdi bizi bu pislik kuyusuna atmayı nasıl reva görüyorsunuz?

Cevap geliyor:
- Sizi yakında kurtaracağım! Sabırlı olunuz!

"Yakında ipte sallandırılıp kurtulacaksınız!" manasına, sinsilik ve alçaklıkta son haddi tutan bir cevap...

MaşaAllah Ali Efendi (lakabı MaşaAllah - daima inşaAllah ve maşaAllah diye konuşurmuş), Abdulkadir ve Pekmezci Hacı Hüseyin idamlık...

Bunlara hükümden önce soruyorlar:
- Son ihtar! şapka giyecek misiniz, giymeyecek misiniz?

Cevap, üçlü bir koro halindedir:
- Giymeyeceğiz!

Üçü de sıcak bir yaz günü buzlu bir şerbet içercesine şehitlik şerbetini zevkle, saadetle içiyor.

MaşaAllah Ali Efendi'nin sehpada, boynunda ilmik, muazzam sözü:
- Benim adım MaşaAllah, şapka giymem inşaAllah... Eşhedü en laa ilahe ...............

Şapka kurbanları, mazlumluk ve şehitliğin en üst mertebesindedir... Şimdi sıra bu mertebenin fert planında en üst örneğine gelmiştir:
ISKILIPLI ATIF HOCA...
Kaynak: 'İnönü Dönemi'
Müellif: Abdurrahman Dilipak

- Sahife 59-60 :

İskilipli Atıf Hoca Olayı

25 Kasım 1925'de Şapka Kanunu çıkartıldı. Şapka giymek mecburdur. Giymeyenleri Kel Ali, Kılıç Ali ve Necip Ali üçlüsü beklemektedir. 30 Ocak 1926'da ise İskilipli Atıf Hoca, şapka kanunundan önce yazdığı bir risale yüzünden hayatından olacaktır. Cumhuriyetin belki de ilk fikir suçlusu İskilipli Atıf Hoca idi.. (Açıklama: yazarın burdaki yorumu doğru değildir. Çünkü bu bir fikir suçu değildir; İskilipli Atıf Hoca HAKKI savunmuştur, şapka'ya muhalefet içeren kitap kendi görüşleri değil, bilakis İslam'ın hükümleridir...)

Henüz şapka olayı tüm yönleriyle tartışılmıs değil. Şapka yasasından bugüne fazla bir şey kalmadı. Belki de bu yasanın en büyük hatırası Vakko'dur. Bu ünlü yahudi ilk servetini o zaman şapka kanunu ile yapmıştı. Şapkayı o zamanlar genellikle yahudiler giydiği, ithal ve imal ettiği için şapka yasası çıkınca talihleri yaver gitmişti.

Memurlar için şapka mecburiyeti vardı. Memurlara üç kuruşluk şapkalar 10 liradan satılıyor, maaşlarından taksitle kesiliyordu. Özellikle İtalya ve Fransa'dan bol miktarda eski şapka ithal edilerek bunlar temizlenip iç piyasaya verildi. Çünkü yerli için hiçbir hazırlık yoktu bu konuda. Avrupa'da iki-üç franka satılan demode şapkalar Türkiye'de 10 liraya (120 franka) satıldı.

4 Mart 1925'te takriri sükun yasası ile iki yeni mahkeme kurulmuştu. Biri gezici nitelikte çalışacaktı, verdiği idam cezalarını meclisin onaylaması gerekiyordu. Ötekisi ise isyan bölgelerinde görev yapacak olan infaz yetkisine sahip mahkemelerdi. Ankara'daki gezici mahkeme daha çok sıkıyönetim sahası dışında kalan davalarla ilgilenecekti. Kuruluşundan 1.5 ay sonra Ankara'daki mahkemenin de verdiği idam kararlarının meclis onayı kaldırıldı.
.....

Atıf Hoca daha önce resmi makamlardan izin alınarak yayınlanan bir kitap yüzünden, üstelik şapka kanunu çıktıktan sonra Trabzon'da mahkeme edilip beraat ettirilmesine rağmen, ikinci kez yargılanarak hiçbir sebep gösterilmeksizin idama mahkûm edildi. İşin garip yanı, idam kararını veren mahkeme üyelerinden biri, şapka kanunundan önce şapka giyen bir gazeteciyi küfrederek mahkemeden "Bu ne kepazelik, bu şapka da ne oluyor.. Baban da mı şapka giyerdi, anandan şapkalı mı doğdun" diye kovmuştu. Bu genç gazetecinin adı Hikmet Şevki idi. Bu hakimin Kılıç Ali olduğu ileri sürülüyor. Bir başka üye Ali Çetinkaya da takvim yasasından önce bir sanığın miladi tarih söylemesi üzerine "Bu ne demek, bizim tarihimize ne olmuş, babalarımız da mı bu tarihi kullanırdı, bunları nereden çıkartıyorsunuz" diye azarlamıştı.
......

2 Şubat'ta karar verilir. Düzmece bir iddia, düzmece bir mahkeme ve sonuç idam. 3 Şubat'ı 4 Şubat'a bağlayan gece hüküm infaz edilir.

Olay akabinde gazetelerde küçük bir haber: "İrtica kitapları müellifi olup, İstiklal mahkemesince idama mahkûm olan İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski müftüsü Ali Rıza Hoca hakkındaki idam kararı bu sabah infaz edilmiştir."

İnnâ lillâh ve innâ ileyhi raciun.

(lo).gif
ALIP KIRSALAR KALEMIMI
KANIMLA YAZARIM ISMINI YARESULALLAH
(lo).gif



Bizim kökümüzde,bu cumhuriyetin kökünde yatan yatıyor..

Bizim kökümüzde,Çanakkale kahramanı Seyyid Çavuşun imanı yatıyor..

Bizim kökümüzde,Sakaryanın imanı..

Bizim kökümüzde,bin yıllık tarihin elli milyon şehidin imanı yatıyor...

Bizim kökümüzde,şehidi şehit yapan gaziyi gazi yapan mana yatıyor....
 
Üst