Z
Ze'Mahşer
Ziyaretçi
Sıkışıklık halet-i ruhiyesiyle yaşar oldugumuz günlerde, doğru söz ile yalanın aynı çarşıda benzer paketlerde sunulduğu bir vasatta yaşadığımız günleri bir kez daha tahlil ettirecek bir mail adım. Mailin içinde Celali vasıfları ile cemalimizi dengeye kavuşturan Hz. Ömer bin Hattap(r.a.)’ın yine izzet yüklü celali bir sözü vardı. Bu söz ile düşünmeye başladım.
Malum ayette "Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler." (İbrahim Sûresi: 14:3) buyuruluyordu. Zaman, bu hali dehşetengiz biçimde tefsir ediyordu. Dünyevi işler sıkıştırdıkça varoluş sorgulamaları azalıyordu. İçinde binler alem saklı olan insan, boyutsuz yaşamaya derd-i maişet, vazifeperverlik ve daha iyi bir ortamı gelecek nesillere hazırlama türünden teşvik edicilerle kendi rızası ile an be an adım atabiliyordu. Ahiretini düyası için ertelemek ‘nasıl olsa herkes de benim gibi’ şeytani cümlelerle desteklenebiliyordu. Kalp temizliğinden etik yaşam felsefelerine uzanan bir dizi hayali avukatlar da yanıbaşında bitiveriyordu. İnsan anlık aldanışlarının an be an dokumakta olduğu gaflet örtülü bileşke aldanışın farkında bile olamayabiliyordu.
Çamurun içinde çamuru misk-i amber bilenlerin sayısı kaçtı acaba? Vazifelerini önceliklerine göre ifa etmeyen insan müthiş ertelemelerin eşiğinde, satışların koridorunda cirit atıyordu. Her sözü doğruluğunun nişanesi olan Allah Resulu(S.A.V.)’nun ümmeti için korktuğu iki şeyden biri tul-i emele kapılmaları değil miydi? Kapılıyorduk vesselam. Dünya’nın Said Nursice tabir edilen 3. yüzüne kendimizce diğer iki yüzünü garanti etmişçesine farkında olmadan kapılıyorduk. Hayat zannettiğimiz halatın yalnızca bulunduğumuz dakikadan ibaret olduğunu mefkuremiz ile ne kadar derinlerimize çakabilmiştik. Bu hakikatten gaflet etmek ahireti satmak olmuyor muydu? Yine O Nebiy-i Zişan (S.A.V.) sahabesine “İstemez misin ya Ömer dünya onların ahiret bizim olsun?” dememiş miydi?
Ahireti dünyaya satmanın da çeşitleri vardı tabi ki. İnsanların cehaletinin turnusolu da bu çeşitlilikte renk veriyor idi. Kendi nefsani hazları ve hevesleri için ahireti dünyaya satanlar bir derece cahil idiler. Cahil idiler çünkü ellerinde eriyen makam, itibar, iktidar, mal-mülk gibi buzdan oyuncaklarıyla ölüm güneşinin altında birbirlerine kur yapıyorlardı. Diğer bir grup insan vardı ki onlar inların en cahilleriydi. Onlar kendi nefisleri için ahireti satanlardan daha cahil idiler. Onlar başkalarının dünyası için çabalıyordular. Namı değer bir markanın global konumuna katkıda bulunmaya indirgenmiş hayatlar, hocasının cebinde kafasını eskiten talebeler, vatana hizmet için kendini unutanlar, çocuklarını değiştirmeye çalışıp kendilerinden bihaber olan ebeveynler onlara örnek olarak verilebilirdi. Onlar, Hasan Basri(r.a.)’nin “İnsan yalnız yaşar, yalnız ölür” ufkundan çok uzakta idiler. Vahyin söylediği “Hiç bir günahkar başkasının günahını yüklenmez” (Fatır-18) gerçeğine bir şekilde göz yummakta idiler.
Vahye ve vahyin sahibine Hz. Ömer(r.a.) gibi muhatap olmak pratik bir ahireti önceleme girişimi olabilirdi. Öyle ki Vaadinde Sadık olan Peygamber(S.A.V.)’in yukarıda aktardığım sorusuna öylesi bir muhatabiyet ile Hz. Ömer(r.a.) “İnsanların en cahili, ahiretini başkasının dünyası için satandır.” diyebilmişti.
Harun Pirim
Malum ayette "Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler." (İbrahim Sûresi: 14:3) buyuruluyordu. Zaman, bu hali dehşetengiz biçimde tefsir ediyordu. Dünyevi işler sıkıştırdıkça varoluş sorgulamaları azalıyordu. İçinde binler alem saklı olan insan, boyutsuz yaşamaya derd-i maişet, vazifeperverlik ve daha iyi bir ortamı gelecek nesillere hazırlama türünden teşvik edicilerle kendi rızası ile an be an adım atabiliyordu. Ahiretini düyası için ertelemek ‘nasıl olsa herkes de benim gibi’ şeytani cümlelerle desteklenebiliyordu. Kalp temizliğinden etik yaşam felsefelerine uzanan bir dizi hayali avukatlar da yanıbaşında bitiveriyordu. İnsan anlık aldanışlarının an be an dokumakta olduğu gaflet örtülü bileşke aldanışın farkında bile olamayabiliyordu.
Çamurun içinde çamuru misk-i amber bilenlerin sayısı kaçtı acaba? Vazifelerini önceliklerine göre ifa etmeyen insan müthiş ertelemelerin eşiğinde, satışların koridorunda cirit atıyordu. Her sözü doğruluğunun nişanesi olan Allah Resulu(S.A.V.)’nun ümmeti için korktuğu iki şeyden biri tul-i emele kapılmaları değil miydi? Kapılıyorduk vesselam. Dünya’nın Said Nursice tabir edilen 3. yüzüne kendimizce diğer iki yüzünü garanti etmişçesine farkında olmadan kapılıyorduk. Hayat zannettiğimiz halatın yalnızca bulunduğumuz dakikadan ibaret olduğunu mefkuremiz ile ne kadar derinlerimize çakabilmiştik. Bu hakikatten gaflet etmek ahireti satmak olmuyor muydu? Yine O Nebiy-i Zişan (S.A.V.) sahabesine “İstemez misin ya Ömer dünya onların ahiret bizim olsun?” dememiş miydi?
Ahireti dünyaya satmanın da çeşitleri vardı tabi ki. İnsanların cehaletinin turnusolu da bu çeşitlilikte renk veriyor idi. Kendi nefsani hazları ve hevesleri için ahireti dünyaya satanlar bir derece cahil idiler. Cahil idiler çünkü ellerinde eriyen makam, itibar, iktidar, mal-mülk gibi buzdan oyuncaklarıyla ölüm güneşinin altında birbirlerine kur yapıyorlardı. Diğer bir grup insan vardı ki onlar inların en cahilleriydi. Onlar kendi nefisleri için ahireti satanlardan daha cahil idiler. Onlar başkalarının dünyası için çabalıyordular. Namı değer bir markanın global konumuna katkıda bulunmaya indirgenmiş hayatlar, hocasının cebinde kafasını eskiten talebeler, vatana hizmet için kendini unutanlar, çocuklarını değiştirmeye çalışıp kendilerinden bihaber olan ebeveynler onlara örnek olarak verilebilirdi. Onlar, Hasan Basri(r.a.)’nin “İnsan yalnız yaşar, yalnız ölür” ufkundan çok uzakta idiler. Vahyin söylediği “Hiç bir günahkar başkasının günahını yüklenmez” (Fatır-18) gerçeğine bir şekilde göz yummakta idiler.
Vahye ve vahyin sahibine Hz. Ömer(r.a.) gibi muhatap olmak pratik bir ahireti önceleme girişimi olabilirdi. Öyle ki Vaadinde Sadık olan Peygamber(S.A.V.)’in yukarıda aktardığım sorusuna öylesi bir muhatabiyet ile Hz. Ömer(r.a.) “İnsanların en cahili, ahiretini başkasının dünyası için satandır.” diyebilmişti.
Harun Pirim