İbn Mesud(ra) toplu tesbihi yasakladı mı?

İlim Talebesi

KF Ailesinden
Özel Üye
Hakem ibnu’l-Mübarek haber verip dedi ki: Bize Amr bin Yahya haber verip dedi ki; babamı babasından şöyle rivayet ederken duydum: babam dedi ki:

“Sabah namazından önce Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’ın kapısının önünde oturduk. O çıkınca onunla birlikte mescide yürürdük. Bir gün Ebu Musa el-Eşarî (Radiyallahu Anh) yanımıza geldi ve:

−‘Ebu Abdirrahman şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?’ dedi. Biz:

−‘Hayır’ dedik. O da bizimle beraber oturdu. Nihayet Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) çıktı. O çıkınca hep birden ayağa kalktık. Sonra Ebu Musa (Radiyallahu Anh), Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’ya şöyle dedi:

−‘Ebu Abdirrahman biraz önce mescidde yadırgadığım bir durum gördüm. Ama yine de Allah’a şükür hayırdan başka bir şey görmüş değilim.’ Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma):

−‘O nedir?’ diye sordu. Ebu Musa (Radiyallahu Anh):

−‘Birazdan mescide gidince göreceksin’ dedi ve şöyle devam etti:

−‘Mescidde halkalar halinde oturmuş ellerinde de çakıl taşları olan bir grup ve bu grubun başında bir adam:

−‘Yüz defa Allah-u Ekber deyin’ diyor, onlarda yüz defa Allah-u Ekber diyorlardı. Grubun başında bir adam sonra:

‘Yüz defa Lailahe İllallah deyin’ diyor, onlarda yüz defa Lailahe İllallah diyorlardı. Yine grubun başında bir adam:

−‘Yüz defa Subhanallah deyin’ diyor onlarda yüz defa Subhanallah diyorlardı.’ Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma):

−‘Peki, onlara ne dedin?’ dedi. Ebu Musa (Radiyallahu Anh):

−‘Senin görüşünü bekleyerek veya senin emrini bekleyerek onlara bir şey söylemedim’ dedi. Abdullah bin Mes’ud(Radiyallahu Anhuma):

−‘Onlara kötülüklerini sayıp hesap etmelerini emretseydin ya. İyiliklerinden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence verseydin ya’ dedi. Sonra Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) ile beraber mescide gittik. Nihayet Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) bu halkalardan birine gelip, başlarında durdu ve şöyle dedi:

−‘Bu yaptığınızı nedir?’ Onlar:

−‘Ebu Abdirrahman bu çakıl taşları ile Allah-u Ekber, Lailahe İllallah ve Subhanallah deyişlerimizi sayıyoruz.’ dediler. Bunun üzerine Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

−‘Artık kötülüklerinizi sayıp hesap edin! Ben iyiliklerinizden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim dedi. Yazıklar olsun size! Ey ümmeti Muhammed ne çabuk helak oldunuz! Nebiniz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şu sahabesi içinizde hala bolca bulunmaktadır. İşte onun elbiseleri henüz eskimemiş, kabları henüz kırılmamıştır. Canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki sizler kesinlikle Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in dîninden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz ki bu imkânsızdır veya bir sapıklık kapısı açmaktasınız.’

Onlar:

−‘Vallahi, Ebu Abdirrahman! Biz sadece hayrı elde etmek istedik’ dediler. Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’da şöyle karşılık verdi:

−‘Hayrı elde etmek isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir.’ Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

-‘Bir topluluk Kur’an’ı okuyacaklar da (bu okuyuşları sadece dilde kalacak), onların köprücük kemiklerinden ileriye geçemeyecek.’

−‘Vallahi bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir.’ Sonra Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) onlardan yüz çevirdi. Amr bin Yahya’nın dedesi Amr bin Selime bundan sonra şöyle dedi:

Bu halkalardaki insanların genelini en-Nehveran olayında Haricilerin yanında bize karşı vuruşurken gördük.




Kaynakları

(Darimi, Mukaddime, 23)

Bu rivayeti özet olarak Taberâni de rivayet etmiştir. (Mecmau'z-Zevaid, 1/181)

Bu rivayette, Abdullah ibni Mesud’un tenkit ettiği şey, yapılan toplu zikir değil, zikir çekenlerin kendisidir. Çünkü rivayetin sonunda şöyle deniliyor: Kur'an'ı okuyacak olan bir topluluğun (bu okuyuşları sadece dilde kalacak), onların köprücük kemiklerini ileriye geçmeyecek." Bu ifadeden her halde Kur’an okumayın manası çıkmaz. Öyleyse Kur’an okuyanların okuyuş tarzlarına tenkit var demektir ve denilmektedir ki: Okurken şuurluca okuyun, kalbinize indirerek okuyun, zikri de böyle yapın.

Bu nedenle meseleyi zikrin değil zikir çekenlerin tenkit edilmeleri yönünde değerlendirmek gerekir.

Hz. Peygamber'in, bazı kelime ve cümlelerin tekrar edilerek okunmasını tavsiye eden, zikir meclislerini öven hadisleri de vardır. Örnek olarak şunları kaydedebiliriz:

"Allah'ı -azze ve celle- zikretmek üzere oturan her topluluğu melekler çepeçevre kuşatır, onları rahmet kaplar, üzerlerine sekinet (huzur) iner ve Allah onları, katındakilerin içinde zikreder." (Müslim, Zikr, 39)

"Allah'ın, zikredenleri araştırmak üzere yollarda dolaşan bir kısım melekleri vardır. Bunlar, Allah'ı zikreden bir topluluk bulunca: "Muhtaç olduğunuz şeye gelin!" diye birbirlerine seslenirler..." (Buhâri, Daavat, 66)

"Kim günde yüz defa "Sübhanellahi ve bi-hamdihi" derse, hataları, deniz köpüğü gibi (çok) da olsalar, ondan atılır." (Buhâri, Da'avat, 65)

"Allah'ın en sevdiği sözler dört (tanedir): Sübhanallah, el-Hamdülillah, Lâ İlahe İllallah, Allahu Ekber. Bunların hangisiyle başlasan sana zarar vermez." (Müslim, Adâb, 12)

Bu bilgiler ışığında yukarıdaki habere baktığımızda Abdullah b. Mes'ûd'un (radıyallahu anh), mescitte zikir yapanlara itiraz etmesinin, zikrin kendisinden kaynaklanmadığını anlarız. İtirazın sebebi zikrin yeri ve şeklidir. Mescitte yapılan böyle bir zikir, zamanla bütün müslümanlarca dinin gereği olarak anlaşılıp yapılacak bir ibadet halini alabilirdi. Bu ise, kınanan bidatlardan biri olurdu.

Ayrıca, bir kişinin başkanlığında, onun komutlarıyla yapılan şekli bir "zikr"de tenkit konusu yapılmış olabilir.

Rivayette geçen Peygamberimizin sözü ve söz konusu "zikir meclisi"ne katılmış olanların ilerde, şekli mutaassıp dindarlıklarıyla bilinen haricilerin saflarında görülmüş olmalarında da bu son hususa işaret vardır.

Nehrevân, Bağdâd ile Vâsıt arasında bir yerin adıdır. Burası, Hz. Ali ile Hariciler arasında h. 37 (veya 38) yılında meydana gelen ve Hz. Ali'nin zaferi ile sonuçlanan savaş dolayısıyla meşhur olmuştur. (bk. Abdullah Aydınlı, Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/282-283)


Ashabtan Şeddad b. Evs ile Ubâde b. Sâmit der ki:

“Peygamber aleyhissalatü vesselamın yanında bulunuyorduk. Peygamber aleyhissalatü vesselam: ‘İçinizde garîb (Ehl-i Kitab) var mı’ diye sordu. ‘Hayır, yâ Rasûlallâh’ dedik. Bunun üzerine kapıların kapatılmasını emretti. Ellerinizi kaldırınız ve Lâ ilâhe illallâh deyiniz.’ buyurdu.

Ellerimizi kaldırdık ve bir saat boyunca birlikte ‘Lâ ilâhe illallâh’ dedik. Rasûlullâh aleyhissalatü vesselam, elini indirdi. Sonra da:

Allah’a hamdolsun. Allah’ım! Sen, beni bu kelime ile gönderdin ve beni bununla memur kıldın. Cenneti de, bana bu söz üzerine vaat ettin. Şüphe yok ki sen, asla vaadinden dönmezsin’ diyerek dua etti. Sonra da: ‘Sevininiz! Hiç şüphesiz Aziz ve Celil olan Allah, sizi bağışladı.’ buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 124; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 19; Hâkim, Müstedrek, I, 501)
 
Üst