DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ 1.2.İFADE-İ NÂŞİR(DEVAMI)
Evet, Said Nursî İstanbul’a, şûrezâr vilâyât-ı şarkiyenin maarifsizlikle öldürülmek istenilen Yıldız siyasetlerine istikamet vermek azmiyle gelmişti. Daha İstanbul’a gelmeden, Van’dan, Bitlis’ten, Mardin’den defaatla nefyolmasından, İstanbul’a gelmesiyle beraber, merhum Sultan Abdülhamid tarafından sûret-i ciddiyede tarassut altına aldırıldı. Birkaç kere tevkif edildi. Nihayet birgün geldi, Said Nursî’yi Üsküdar’a, Toptaşına yolladılar. Çünkü hapishanede ikaz edilecek kimseler bulunmak muhtemeldi. Tımarhaneden ikide bir çıkartılıyor; maaş, rütbe tebşir ediliyor; Hazret-i Said, “Ben memleketimde mektep-medrese açtırmak üzere geldim, başka bir dileğim yoktur. Bunu isterim, başka birşey istemem” diyordu. Tâbir-i âharle, Bediüzzaman iki şey istiyordu: Vilâyat-ı şarkıyenin her tarafında mektepler, medreseler açtırmak istiyor ve başka birşey almamak istiyordu. Arş-ı kanaat oldu behişt-i gına bize, Biz etmeyiz zemîn-i müdârâya ol emin. Mansıbların, makamların en bülendidir, Hizmet-i iman ile âsâyiş ve saadeti temin Şehzadebaşında şemâtetle konferans verildiği gece, kemâl-i mehabetle sahneye çıkıp irad ettiği nutk-u beliğ-i bîtarafane, Said’in ihata-i ilmiyesi kadar hamaset ve fedakârlıkta da ileri olduğunu teyid eder. Gerek o gece, gerek menhus 31 Mart’ta cihandeğer nasihatleriyle ortaya atılan hoca-i dânâya, böyle tehlikeli bir anda vücud-u kıymetdarının sıyaneti, nefean lil’umum elzem olduğu halde ve ihtar edildiği zaman, “En büyük ders, doğruluk yolunda ölümünü istihkar dersi vermektir”; “Yerinde ölmek için bu hayat lâzımdır” fikrine karşı, Aşinayız, bize bîgânedir endişe-i mevt. Adl ü hak uğruna nezreylemişiz cânımızı. Olur bize âb-ı hayat, ateş-i seyyâl-i memat. mısrâı ile mukabele ederdi. Said-i hüşyârın safvet-i ruhunu, besalet ve şecaatini, fedakârlığındaki nihayetsizliğini anlamak ve ona bağlanmak için, lisân-ı hamasetinden bu mezkûr mısrâı dinlemek kifayet eder. Bediüzzaman’a zurafâdan biri bir gün irfanıyla mütenasip bir esvap iktisaı lüzumundan bahseder. Müşarün ileyh de, “Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz; hem onun yolladığı kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum; [SUP]HAŞİYE[/SUP] onun için yalnız memleketimin maddî ve mânevî mâmulâtını giyiyorum” buyurmuştur. Elyevm, Said Nursî memleketine döndü. Karışmış İstanbul’un havâ-i gıll ü gışından ve tezviratından ve bedraka-i efkâr olmak lâzım gelen gazetecilerin bazılarının bütün fenalıklara bâdî ve bütün felâketlerin müvellidi olduklarını görerek, bu derece açık cinayetlere tahammül edemeyerek meyus ve müteessir, vahşetzâr fakat mûnis, vefakâr ve nâmusperver olan dağlarına döndü. İsabet etti. Kim bilir, belki en büyük icraatından biri de budur. Nâşiri Ahmet Râmiz (Rahmetullahi aleyh) [h=3]Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :[/h] HAŞİYE : Otuz sene cebir ve işkenceler altında sıkıştırıldığı halde, hiçbir defa Avrupa şapkasını başına koymadı. | Lügatler : âb-ı hayat : hayat suyu adl ü hak : adalet ve doğruluk arş-ı kanaat : kanaatin arşı, tahtı âsâyiş : emniyet, güven aşina : alışkın, bildik, tanıdık ateş-i seyyâl-i memât : ölümün akışkan (akıcı) ateşi azîm : büyük, yüce azim : kararlılık, niyet bâdî : sebep, başlatan, başlangıç bedraka-i efkâr : düşüncelerin kılavuzu, yol gösterici behişt-i gına : zenginlik cenneti besalet : yiğitlik, bahadırlık, sağlam yüreklilik bîgâne : ilgisiz, kayıtsız bülend : yüksek, yüce cebir : zorlama cihandeğer : dünya kıymetinde, çok değerli cünun : delilik defaat : çok defa, defalarca elyevm : bugün, hâlihazırda elzem olma : çok gerekli olma endişe-i mevt : ölüm endişesi esvap : giysi, giyecek fenalık : kötülük hamaset : yiğitlik, kahramanlık, cesaret haşiye : dipnot havâ-i gıll ü gış : hile, yalan ve dolanın hâkim olduğu ortam, hava hizmet-i iman : iman hizmeti hoca-i dânâ : bilgin hoca icraat : faaliyetler, işler ihata-i ilmiye : ilmin kuşatıcılığı ve genişliği ihtar edilme : uyarılma iktisa : giyme, giyinme irad etmek : sunmak, vermek irfan : bilgi, kültür istihkar : küçük görme, basit görme istikamet vermek : doğru yön vermek kalpak : kesik koni biçiminde deri, kürk veya kumaştan yapılmış başlık kemâl-i mehabet : büyük bir heybet, haşmet ve azamet kifayet etmek : yeterli olmak lisân-ı hamaset : yiğitlik ve kahramanlık dili maarifsizlik : eğitimsizlik mâmulât : mamuller, ürünler mansıb : mevki, konum, rütbe medrese : dinî eğitim veren yüksek okul mektep : okul menhus : kötü, çirkin merhum : Allah’ın rahmetine kavuşmuş olan, rahmetli meyus : ümitsiz mezkûr : adı geçen mukabele etmek : karşılık vermek mûnis : canayakın, dost müşarün ileyh : adı geçen, işaret edilen müteessir : etkilenen, üzüntülü mütenasip : uygun müvellid : meydana getiren, doğuran nâmusperver : nâmuslu nâşir : neşreden, yayıncı nefean lil'umum : herkesin yararına, umumun faydası için nefyolma : sürgün edilme nezreylemek : adamak nihayetsiz : sonsuz nutk-u beliğ-i bîtarafane : tarafsız (objektif) şekilde, hâl ve seviyeye uygun olan nutuk, konuşma rahmetullahi aleyh : Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun saadet : mutluluk safvet-i ruh : ruh temizliği Said-i hüşyâr : (kalbi ve aklı) uyanık Said sıyanet : koruma sûret-i ciddiye : ciddî şekilde şecaat : yiğitlik, cesurluk; hak için canını feda edip hakkı olmayan şeye karışmama şemâtet : kuru gürültü, şamata şûrezâr : çorak, verimsiz yer tâbir-i âhar : başka bir ifadeyle tarassut altına aldırılma : göz hapsine aldırılma tebşir edilmek : müjdelenmek temin : sağlama tevkif edilmek : tutuklanmak teyid etmek : desteklemek, onaylamak tezvirat : yalan dolan şeyler, kovuculuklar tımarhane : akıl hastanesi vahşetzâr : ıssız, sakin yer vilâyât-ı şarkiye : doğu illeri vücud-u kıymetdar : değerli vücut, kıymetli varlık Yıldız siyaseti : içinde padişah bulunan ve dönemin yönetim merkezi olan Yıldız Sarayının siyaseti zemin-i müdârâ : aldatıcı ortam, iki yüzlü dünya ziya-yı ulviyet : yücelik ışığı zurafâ : zarifler, ince duygulu kişiler |