Divan-ı harb-i örfî 1.2.ifade-i nâşir(devamı)

YİĞİDO

Üye
Kademeli
DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ 8.2.HÜRRİYETE HİTAP(DEVAMI)
Yeni hükûmet-i meşrutamız mu’cize gibi doğduğu için, inşaallah bir seneye kadar, [SUP]1[/SUP]تَكَلَّمَ فِى الْمَهْدِ صَبِيّاً sırrına mazhar olacağız. Mütevekkilâne, sabûrâne tuttuğumuz otuz sene Ramazan-ı sükûtun sevabıdır ki, azapsız, cennet-i terakki ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hâkimiyet-i milliyenin beraat-i istihlâli olan kanun-u şer’î hâzin-i cennet gibi bizi duhule davet ediyor. Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim, dahil olalım. Birinci kapısı, şeriat dairesinde ittihad-ı kulub; ikincisi, muhabbet-i milliye; üçüncüsü, maarif; dördüncüsü, sa’y-i insanî; beşincisi, terk-i sefahettir. Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum. Zira davete icabet vâciptir.

Bu inkılâb-ı azîmin fatihası mu’cize gibi başladığı için bir fâl-i hayırdır ki, hâtimesi de pek güzel olacaktır. Şöyle ki:

Bu inkılâp, fikr-i beşerin ağır zincirlerini parça parça ve istidâd-ı terakkiye karşı setleri zîr ü zeber ederek, hükûmeti varta-yı mevtten tahlis ve bu millet-i mazlumede cevahir-i insaniyeti izhar ve âzâde olarak kâbe-i kemâlâta doğru gönderdiği gibi, hatimesi de, yani otuz sene kadar rengârenk sefahet ve isrâfat ve hevesat ve lezaiz-i nâmeşrua gibi seyyiat-ı medeniyet, devlet-i medeniyeti, hükûmet-i müstebide gibi inkıraza sevk eden umurlar maddeten zararını ihsas edeceğinden, o muzlim ve kesif olan sehab, arzu-yu umumî ile münkeşif olduğundan, şems-i şeriat ve mâkesi olan kamer-i medeniyet, berrak ve saf ve esâsatta Asya’yı ve Rumelini tenvir ve mutazammın olduğu istidad-ı kemâlin tohumları hürriyetin yağmuru ile neşvünemâ bularak rengârenk elvan ile tezyin edeceğini, bu fâl-i hayır bize müjde veriyor.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : Beşikte çocuk iken konuştu.

Lügatler :
arzu-yu umumî : genel arzu; herkesin istediği
âzâde : bağlardan kurtulmuş, serbest, kayıtsız, özgür
beraat-i istihlâl : güzel başlangıç, iyi alâmet
cennet-i terakki : yükselme, kalkınma cenneti
cevahir-i insaniyet : insanlığın cevherleri, yetenekleri
devlet-i medeniyet : medeniyet devleti; medeniyet nimeti
duhul : girme, dahil olma
esâsat : esaslar, temeller
fâl-i hayır : iyi alâmet ve işaret
fikr-i beşer : insanlığın düşüncesi
hâkimiyet-i milliye : millî egemenlik (İslâm dini, şeriatı ve inancının egemenliği)
hâtime : son, sonuç
havale etmek : bırakma, ısmarlama
hâzin-i cennet : Cennet bekçisi
hevesat : gelip geçici, nefsin hoşuna giden istek ve arzular
hükûmet-i müstebid : baskıcı, diktatör hükûmet
icabet : cevap verme
ihsas etmek : hissettirmek
ihvan-ı vatan : vatan kardeşleri, vatandaşlar
inkılâb-ı azîm : büyük köklü değişim, devrim
inkılâp : köklü değişim, devrim
inkıraz : dağılıp yok olma, son bulma
isrâfat : israflar, savurganlıklar
istidad-ı kemâl : mükemmellik ve olgunluk yeteneği
istidâd-ı terakki : ilerleme, kalkınma yeteneği
ittihad-ı kulub : kalplerin birleşmesi, kalp birliği
izhar : açığa çıkarma
kâbe-i kemâlât : mükemmelliklerin kâbesi, olgunlukların merkezi
kamer-i medeniyet : medeniyet ayı
kanun-u şer'î : şer’î kanun, İslâm dinine ait kanun
kesif : katı, yoğun
lezaiz-i nâmeşrua : İslâmın izin vermediği lezzetler
maarif : ilim, bilgi, eğitim
maddeten : maddî olarak
mâkes : ayna
mazhar olmak : erişmek, nail olmak
millet-i mazlume : mazlum millet
mu’cize : insanların benzerini yapmakta âciz kaldıkları olağanüstü olay
muhabbet-i milliye : millî muhabbet; İslâm dinine, şeriatına ve inancına ait sevgi
mutazammın : içine alan, kapsayan
muzlim : karanlıklı
münkeşif : açılmış, meydana çıkarılmış
mütevekkilâne : Allah’a güvenerek; elimizden geleni yapıp sonucu Ona bırakarak
Ramazan-ı sükût : sessizlik ramazanı, sessizlik orucu
sabûrâne : çok sabredici olarak
sa'y-i insanî : insanın çalışması
sefahet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, budalalık
sehab : bulut
sevk eden : yönlendiren, gönderen
seyyiat-ı medeniyet : medeniyetin kötülükleri
şems-i şeriat : şeriat güneşi
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi; İslâmiyet
tahlis : kurtarmak
tenvir : aydınlatma
terk-i sefahet : gayrı meşru zevk ve eğlenceleri bırakma
umur : işler
vâcip : dinî bakımdan yapılması şart ve kesin olan şey
varta-yı mevt : ölüm tehlikesi
zîr ü zeber etmek : alt üst etmek



--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 13.6.RİSALE-İ NUR VE HARİÇ MEMLEKETLER(DEVAMI)
Pakistan basınında Risale-i Nur ve Üstad Said Nursî Hazretleri hakkındaki neşriyattan örnekler

31 Ocak 1958 tarihli Students’ Voice (Talebelerin Sesi) Gazetesi, Pakistan İslâm Talebe Cemiyeti tarafından 15 günde bir çıkarılan ve talebeleri istikbalin büyüklerini yüksek İslâmî esaslara göre hazırlamayı gaye edinmiş bir talebe cemiyetinin neşir organıdır. Bu gazetenin “Türk Gençliği Uyanıyor” başlıklı makalesinden:
Bütün İslâm memleketlerinde ittihad-ı İslâm için çalışan İslâmî teşkilâtlar tâdât edilip, Türkiye’de de Nur talebeleri bu meyanda zikrediliyor ve en sonra ittihad-ı İslâm için çalışan ve Pakistan’ın en iyi dostları olan Nur talebelerini tanıdık; Nur talebelerinin üstadı seksen beş yaşında büyük bir âlim olan Üstad Said Nursî’dir. Hakikat-i İslâmiye için yaptığı mücadele, kendi ana vatanında—yani Türkiye’de—otuz sene işkenceli bir hayat ve sık sık hapiste yatmasına sebep oldu ve 1952’de serbest bırakıldı. Fakat bu ihtiyarın bakışları hâlâ ateşlidir. Otuz yıllık hapis ve işkenceler onu mağlûp edemedi. Bu mücadelesiyle, birbirine çok sıkı bağlı olan Nur talebeleri kitlesini meydana getirdi. Üstad Said Nursî, Risale-i Nur eserleri vasıtasıyla Türk gençliğini İslâm ideolojisinin en büyük düşmanları olan siyonist ve komünistlerin hilekâr tuzaklarına düşmekten kurtarmıştır. Türkiye Başvekili Adnan Menderes Risale-i Nur Külliyatının neşrine müsaade ettiği zaman, Türkiye’nin Pakistan Elçisi sayın Selâhaddin Rıfat Erbil vasıtası ile bu büyük adama takdir ve tebriklerimizi bildirmiştik ve bu vesileyle, Üstad Said Nursî ve Nur talebelerini de selâmlamıştık ve bu mektubumuz Türkiye’de binlerle basılarak dağıtılmıştı. Bizim programımız Türkçeye çevrildi. Biz de, birkaç önemli Risaleleri, Urducaya çevirdik.

Pakistan İslâmî Talebe Cemiyetinin onuncu yıldönümünde, Türkiye’deki İslâmî hareketi göstermek için, Türklerin, İslâm edebiyatı sergisi de vardı. Bu sergide İlâhiyat Fakültesi, Diyanet İşleri Yayınları, bazı Türkçeye çevrilmiş İslâmî eserler ve on beş adet Risale-i Nur Külliyatından eserler vardı. Nur talebelerinin faaliyeti bu sergide harita ve fotoğraflarla ve grafikle izah edildi.

***
30 Nisan 1958 tarihli Students’ Voice gazetesi “İslâm Dünyasındaki Müsbet Uyanıklık” başlıklı makaleden.
Her İslâm memleketinde, İslâmiyetin hâkimiyeti için yapılan övülmeye lâyık şerefli mücadeleler anlatılıyor ve Türkiye’de yapılan mücadelelerin neticesi olarak hükûmet, din hürriyetini sıkan bağları gevşetmiştir. Mehmed Âkif materyalist milliyetçiliği takbih eden ve halk arasında taze bir heyecan verecek olan Safahat isimli eseri yazdı.

Hazret-i Said Nursî yılmadan, hakikat-i İslâmiye için mücadele etmektedir. Kendisi, Türkiye’de en büyük cinayet telâkki edilen Atatürk aleyhtarı olmakla ittiham ve aleyhinde neşriyat yapılmışsa da, bu zulümler, halkı onun etrafında toplamıştır. 130 parça eserin sahibi olan Üstad hapiste iken verilmiş olan zehirlerin tesiriyle ihtiyarlığını geçirmekte olup, bu hal—seksen yaşını geçtiği halde—hakikat-i İslâmiye ve İslâmların saadeti için mücadelesine mani olamamıştır.


Lügatler :
aleyhtar : karşı olan, aynı fikirde olmayan
cemiyet : dernek
hakikat-i İslâmiye : İslâmiyetin hakikati, esası

hâkimiyet : egemenlik, hükümranlık
hilekâr : hileci, hilebaz

hürriyet : serbestlik
ideoloji : toplumu etkileyen fikir ve düşünce sistemi
istikbal : gelecek
ittihad-ı İslâm : İslâm birliği

ittiham : suçlama
izah : açıklama
mağlûp etme : yenme
meyan : arada
mücadele : uğraşma, çabalama

müsbet : olumlu
neşr : yayma, yayımlama
neşriyat : yayınlar
risale : kitap, mektup; Risale-i Nur’dan her bir bölüm

saadet : mutluluk, huzur
Students Voice : “Talebelerin Sesi” anlamına gelen ve 1950 yıllarında Pakistan’da, Pakistan Talebe Cemiyeti tarafından 15 günde bir çıkarılan bir gazete
tâdât : sayma

takbih : kötüleme, kınama
telâkki edilme : anlaşılma, kabul edilme
teşkilât : yapı, kuruluş
zikredilme : anılma, belirtilme


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ 8.3.HÜRRİYETE HİTAP(DEVAMI)
Bir mu’cize-i Peygamberîdir (a.s.m.) ve bu millet-i mazlumeye bir inayet-i İlâhîdir ve cemiyet-i milliyenin niyet-i hâlisânesinin bir kerametidir ki, bu maden-i saadet ve hürriyet olan şeriat dairesindeki ittihad-ı kulûb ve muhabbet-i millî elimize meccanen girdi. Milel-i saire, milyonlarla cevahir-i nüfus feda etmekle kazandılar. Ölmüş olan hissiyat ve âmâl ve müyülât-ı âliye-i milliyemizi ve ahlâk-ı hasene-i İslâmiyemizi bu küre-i arz denilen, cezbe tutmuş mevlevî gibi meczup cevvâlin simâhında tanin-endâz ve umum milleti sürur ile bir garip ihtizaza getiren sadâ-yı hürriyet ve adalet nefh-i sûr-u İsrâfil gibi hayatlandırıyor.

Sakın, ey ihvân-ı vatan! Sefahetlerle ve dinde lâubaliliklerle tekrar öldürmeyiniz. Ve bütün efkâr-ı fâsideye ve ahlâk-ı rezileye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusata karşı şeriat-ı garrâ üzerine müesses olan kanun-u esâsî Azrâil hükmüne geçti, onları öldürdü.

Ey hamiyetli ihvân-ı vatan! İsrâfât ve hilâf-ı şeriat ve lezaiz-i nâmeşrua ile tekrar ihyâ etmeyiniz.

Demek, şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk. Şimdi bu ittihâd-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı mâdere geçtik, neşvünemâ bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden, inşaallah mu’cize-i Peygamberî (a.s.m.) ile, şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiyeye amelen ve burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bineceğiz.


Lügatler :
ahlâk-ı hasene-i İslâmiye : İslâmiyetten gelen güzel ahlâk
ahlâk-ı rezile : aşağılık ahlâk
âmâl : emeller, istekler
amelen : iş ve emek bakımından, çalışma olarak
burak-ı meşveret-i şer'iye : şer’î meşveret burağı (Burak, çok hızlı bir araçtır ki, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) İsra ve Mirac yolculuğunda bu binekle kâinatı seyahat etmişti.)
cemiyet-i milliye : millî cemiyet, topluluk; din, şeriat, inanç birliği olan millet, topluluk
cevahir-i nüfus : nefisler cevherleri, değerli cevherler olan insanlar
cevvâl : sürekli hareket hâlinde olan
cezbe tutmak : Allah’ın aşkıyla kendinden geçer bir hale gelme
desais-i şeytaniye : şeytanın desiseleri, hileleri
efkâr-ı fâside : bozulmuş fikirler
elvan : renkler
fâl-i hayır : iyi alâmet ve işaret
hamiyetli : din, vatan, aile, hak, hukuk gibi değerleri koruma duygusu ve gayreti olan
hilâf-ı şeriat : şeriata zıt, aykırı
hissiyat : hisler, duygular
ihtizaz : sarsıntı, titreşim
ihvân-ı vatan : vatan kardeşleri
ihya etmek : diriltmek, hayat vermek
inâyet-i İlâhî : Allah’ın inâyeti, şefkat ve yardımı
isrâfât : israflar, savurganlıklar
ittihad-ı kulûb : kalplerin birleşmesi, kalp birliği
ittihâd-ı millet : milletin birleşmesi, birlik ve beraberliği
kanun-u esâsî : temel kanun, anayasa
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görülen olağanüstü şey
küre-i arz : yerküre, dünya
lâubalilik : vurdumduymazlık; saygısızlık
lezaiz-i nâmeşrûâ : İslâmın izin vermediği lezzetler, haram lezzetler
maden-i saadet ve hürriyet : mutluluk ve hürriyet madeni, kaynağı
meccanen : ücretiz, bedelsiz
meczup : cezbeye kapılmış, kendinden geçmiş
mesafe-i terakki : ilerleme, kalkınma mesafesi
milel-i saire : diğer milletler
millet-i mazlume : mazlum millet
mu’cize-i Peygamberî : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mu’cizesi
muhabbet-i millî : millî sevgi
müesses olan : kurulu olan
müyülât-ı âliye-i milliye : millî yüce meyiller, eğilimler
nefh-i sûr-u İsrâfil : ölümün ardından topyekun diriliş için Hz. İsrafil’in sûra üflemesi
neşvünemâ : büyüme ve gelişme
niyet-i hâlisâne : samimî, ihlâslı niyet
rahm-ı mâder : ana rahmi
sadâ-yı hürriyet ve adalet : hürriyet ve adaletin sesi
sefahet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, ahmaklık
simâh : kulak deliği, kulak
sürur : mutluluk, sevinç
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi
şeriat-ı garrâ : büyük ve parlak şeriat, İslâmiyet
şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiye : şer’î anayasa treni
tabasbusat : dalkavukluklar, kendini küçülterek başkasına kendini beğendirmeye çalışmalar
tanin-endâz : çınlayan, tınlayan
tezyin etmek : süslemek
umum : bütün


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ 8.4.HÜRRİYETE HİTAP(DEVAMI)
Bu vahşet-engiz sahrâ-yı kebiri zaman-ı kàsırada tekemmül-ü mebâdi cihetiyle tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. Zira onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler; biz birden bire şimendifer ve balon gibi mebâdiye bineceğiz, geçeceğiz. Belki câmi i ahlâk-ı hasene olan hakikat-i İslâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin, feyz-i imanın ve şiddet-i cû’un hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz. Nasıl ki vaktiyle geçmiştik.

Talebeliğin bana verdiği vazife ile ve hürriyetin fermân-ı mezuniyetiyle ihtar ediyorum ki:

Ey ebnâ-yı vatan! Hürriyeti sû-i tefsir etmeyiniz; ta elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın. [SUP]HAŞİYE[/SUP]Zira hürriyet, mürâât-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvünemâ bulur. Sadr-ı evvelin, yani Sahabe-i Kiramın o zamanda, âlemde vahşet ve cebr-i istibdat hükümferma olduğu halde, hürriyet ve adalet ve müsavatları bu müddeâya bir burhan-ı bâhirdir. Yoksa, hürriyeti sefahet ve lezaiz-i nâmeşrua ve israfat ve tecavüzat ve hevâ-i nefse ittibâda serbestiyet ile tefsir ve amel etmek, bir padişahın esaretinden çıkmakla ve alçakların istibdadı ve esaret-i rezilesinin altına girmekle beraber, milletin çocukluk istidadını ve sefih olduğunu gösterdiğinden, paralanmış olan eski esarete lâyık ve hürriyete adem-i liyâkatini gösterir. Zira sefih mahcurdur.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]HAŞİYE[/SUP] : Evet, daha dehşetli bir istibdat ile, pek acı ve zehirli bir esareti bize içirdiler.

Lügatler :
âdâb-ı şeriat : şeriatın koyduğu edepler, terbiyeler
adalet : hak sahibine hakkını verme, haksızı terbiye etme ve cezalandırma
adem-i liyâkat : liyâkatsizlik, lâyık olmama
ahlâk-ı hasene : güzel ahlâk
amel etmek : iş görmek
burhan-ı bâhir : apaçık güçlü delil
câmi-i ahlâk-ı hasene : bütün güzel ahlâkı içine alan, kapsayan
cebr-i istibdat : baskı ve zulmün zorbalığı
cihet : yön
ebnâ-yı vatan : vatan evlâtları
esaret : esirlik
esaret-i rezile : aşağılık esirlik
fermân-ı mezuniyet : mezuniyet belgesi
fersah fersah : beş kilometre beş kilometre, çok hızlı (Fersah, yaklaşık 5 kilometrelik bir uzunluk ölçüsüdür.)
feyz-i iman : iman bereketi, imanın verdiği bolluk
fikren : düşünce olarak
hakikat-i İslâmiye : İslâmiyetin hakikatleri, gerçekleri
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hevâ-i nefis : nefsin geçici, lüzumsuz istek ve arzuları; kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme
hükümfermâ : hüküm süren
hürriyet-i şer’iye : şeriatın belirlediği hürriyet
ihtar etmek : hatırlatmak, ikaz etmek
israfat : israflar, savurganlıklar
istibdat : baskı, zulüm
istidad : yetenek
istidad-ı fıtrî : yaratılıştan gelen istidat, doğal yetenek
ittibâ : tâbi olma, uyma
lezaiz-i nâmeşrûâ : İslâmın izin vermediği lezzetler, haram lezzetler
mahcur : malını kullanmaktan men edilmiş, mal üzerindeki tasarruf yetkisi elinden alınmış kimse
mebâdi : ilkeler, temeller, temel bilgiler
milel-i mütemeddine : medenileşmiş milletler
muşa’şa’ : parlayan
müddeâ : iddia edilen şey
mürâât-ı ahkâm : hükümlere riayet etme, uyma
müsabaka etmek : yarışmak
müsavat : eşitlik
müteaffin : kokuşmuş
neşvünemâ : gelişip büyüme, yetişme
sadr-ı evvel : İslâmın başlangıç devrindekiler, sahabeler
Sahabe-i Kiram : Şerefli Sahabeler; Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenler
sahrâ-yı kebir : büyük çöl
sefahet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, ahmaklık
sefih : ahmak, beyinsiz; yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün
serbestiyet : serbestlik
sû-i tefsir : kötü yorumlama
şiddet-i cû' : açlığın şiddeti
şimendifer : tren
tahakkuk : gerçekleşme
tayyetmek : atlamak; uzun mesafeleri kısa zamanda geçip gitmek
tecavüzat : tecavüzler, saldırılar
tefsir : yorumlamak, açıklamak
tekemmül-ü mebâdi : gelişip mükemmelleşmenin ilkeleri, temelleri, temel bilgileri
teshil : kolaylaştırma
vahşet : ilkellik
vahşet-engiz : korkunç, ürkütücü
zaman-ı kàsıra : kısa zaman



--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ 8.4.HÜRRİYETE HİTAP(DEVAMI)
Bu vahşet-engiz sahrâ-yı kebiri zaman-ı kàsırada tekemmül-ü mebâdi cihetiyle tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. Zira onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler; biz birden bire şimendifer ve balon gibi mebâdiye bineceğiz, geçeceğiz. Belki câmi i ahlâk-ı hasene olan hakikat-i İslâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin, feyz-i imanın ve şiddet-i cû’un hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz. Nasıl ki vaktiyle geçmiştik.

Talebeliğin bana verdiği vazife ile ve hürriyetin fermân-ı mezuniyetiyle ihtar ediyorum ki:

Ey ebnâ-yı vatan! Hürriyeti sû-i tefsir etmeyiniz; ta elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın. [SUP]HAŞİYE[/SUP]Zira hürriyet, mürâât-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvünemâ bulur. Sadr-ı evvelin, yani Sahabe-i Kiramın o zamanda, âlemde vahşet ve cebr-i istibdat hükümferma olduğu halde, hürriyet ve adalet ve müsavatları bu müddeâya bir burhan-ı bâhirdir. Yoksa, hürriyeti sefahet ve lezaiz-i nâmeşrua ve israfat ve tecavüzat ve hevâ-i nefse ittibâda serbestiyet ile tefsir ve amel etmek, bir padişahın esaretinden çıkmakla ve alçakların istibdadı ve esaret-i rezilesinin altına girmekle beraber, milletin çocukluk istidadını ve sefih olduğunu gösterdiğinden, paralanmış olan eski esarete lâyık ve hürriyete adem-i liyâkatini gösterir. Zira sefih mahcurdur.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]HAŞİYE[/SUP] : Evet, daha dehşetli bir istibdat ile, pek acı ve zehirli bir esareti bize içirdiler.

Lügatler :
âdâb-ı şeriat : şeriatın koyduğu edepler, terbiyeler
adalet : hak sahibine hakkını verme, haksızı terbiye etme ve cezalandırma
adem-i liyâkat : liyâkatsizlik, lâyık olmama
ahlâk-ı hasene : güzel ahlâk
amel etmek : iş görmek
burhan-ı bâhir : apaçık güçlü delil
câmi-i ahlâk-ı hasene : bütün güzel ahlâkı içine alan, kapsayan
cebr-i istibdat : baskı ve zulmün zorbalığı
cihet : yön
ebnâ-yı vatan : vatan evlâtları
esaret : esirlik
esaret-i rezile : aşağılık esirlik
fermân-ı mezuniyet : mezuniyet belgesi
fersah fersah : beş kilometre beş kilometre, çok hızlı (Fersah, yaklaşık 5 kilometrelik bir uzunluk ölçüsüdür.)
feyz-i iman : iman bereketi, imanın verdiği bolluk
fikren : düşünce olarak
hakikat-i İslâmiye : İslâmiyetin hakikatleri, gerçekleri
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hevâ-i nefis : nefsin geçici, lüzumsuz istek ve arzuları; kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme
hükümfermâ : hüküm süren
hürriyet-i şer’iye : şeriatın belirlediği hürriyet
ihtar etmek : hatırlatmak, ikaz etmek
israfat : israflar, savurganlıklar
istibdat : baskı, zulüm
istidad : yetenek
istidad-ı fıtrî : yaratılıştan gelen istidat, doğal yetenek
ittibâ : tâbi olma, uyma
lezaiz-i nâmeşrûâ : İslâmın izin vermediği lezzetler, haram lezzetler
mahcur : malını kullanmaktan men edilmiş, mal üzerindeki tasarruf yetkisi elinden alınmış kimse
mebâdi : ilkeler, temeller, temel bilgiler
milel-i mütemeddine : medenileşmiş milletler
muşa’şa’ : parlayan
müddeâ : iddia edilen şey
mürâât-ı ahkâm : hükümlere riayet etme, uyma
müsabaka etmek : yarışmak
müsavat : eşitlik
müteaffin : kokuşmuş
neşvünemâ : gelişip büyüme, yetişme
sadr-ı evvel : İslâmın başlangıç devrindekiler, sahabeler
Sahabe-i Kiram : Şerefli Sahabeler; Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenler
sahrâ-yı kebir : büyük çöl
sefahet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, ahmaklık
sefih : ahmak, beyinsiz; yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün
serbestiyet : serbestlik
sû-i tefsir : kötü yorumlama
şiddet-i cû' : açlığın şiddeti
şimendifer : tren
tahakkuk : gerçekleşme
tayyetmek : atlamak; uzun mesafeleri kısa zamanda geçip gitmek
tecavüzat : tecavüzler, saldırılar
tefsir : yorumlamak, açıklamak
tekemmül-ü mebâdi : gelişip mükemmelleşmenin ilkeleri, temelleri, temel bilgileri
teshil : kolaylaştırma
vahşet : ilkellik
vahşet-engiz : korkunç, ürkütücü
zaman-ı kàsıra : kısa zaman


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ 8.7.HÜRRİYETE HİTAP(DEVAMI)
İkinci hakikat: Zaman-ı sâlifte, yani galebe-i vahşet vaktinde âlemde hükümfermâ, vahşetin mahsulü ve tedennî ve inkırazın mahkûmu olan kuvvet ve cebrin saltanatı idi. Herhangi devletin deverân-ı demmi yerine girmişse, öyle devletlerin sahâif-i tarihiyeleri baykuşların âşiyâneleri gibi satırları inkırazlarını çağırıyorlar, bağırıyorlar.

Tasallut-u medeniyetin zamanında âlemin hükümranı ilim ve marifettir. Müvellidi medeniyet; ve şânı tezayüd; ve ömrü ebedî olduğundan herhangi devletin hayat ve müdebbiri olmuşsa, o hükûmeti kendi gibi kayd-ı ömr-ü tabiîden ve ecel-i inkırazdan tahlis ve küre-i arz kadar yaşamasına istidat vermiş. Kitab-ı Avrupa sahâifi bunu alenen gösteriyor.

Eğer denilse: Şimdiye kadar bu hükûmet-i zaifeyi âdi adamlar idare edebilirlerdi. Fakat bu kadar metin ve dehşetli, kaviyen emel ettiğimiz yeni hükûmeti omuzunda taşıyacak harika ve dâhi adamlar lâzımken, Asya ve Rumeli tarlası acaba öyle mahsulât verecek mi?

Buna cevap: Eğer başka inkılâplar başa gelmezse, evet.

Ve üçüncü hakikate dikkat et. Şöyle ki:

Bu zaman-ı mâzide insan istidad-ı gayr-ı mütenâhîye mâlik iken, o kadar dar ve mahdut daire içinde hareket ediyordu ki, güya insan iken hayvan gibi yaşadığından, efkâr ve ahlâkı o daire nispetinde tedennî etmiş ve mahsur kalmıştı. Şimdi bu şer’î hürriyet-i âdilâne eğer yaşasa ve bozulmazsa, fikr-i beşerin ağır zincirlerini paralamakla ve istidad-ı terakkiye karşı setleri hercümerc ederek o küçük daireyi dünya kadar tevsi edebilir. Hatta benim gibi bir köylü adam, Süreyya kadar ulvî olan idare-i umumîyi nazara alacak, âmâl ve müyûlâtın filizlerini orada bağlayacak. Ve her bir fiil ve tavrının orada bir ihtizaz ile zîmedhal bulunacağından, himmet Süreyya kadar teâlî ve ahlâkı o derece tekemmül ve efkârı memalik-i Osmaniye kadar tevessü edeceğinden, Eflâtun’ları, İbn-i Sina’ları ve Bismarck’ları, Dekart’ları ve Taftazanî’leri inşaallah geri bırakacak. Bu kuvvetli Asya ve Rumeli tarlası çok şübban-ı vatan mahsulü vereceğinden kaviyen ümitvarız.


Lügatler :
âdi : basit, sıradan
alenen : açıktan
âmâl : emeller, istekler
aşiyane : yuva
cebr : zorlama, zorbalık
deverân-ı dem : kan dolaşımı
ebedî : sonsuz
ecel-i inkıraz : dağılıp yok olma vakti, çökme zamanı
efkâr : fikirler
emel etmek : ümit etmek, ümit bağlamak
fikr-i beşer : insan fikri
galebe-i vahşet : vahşetin üstünlüğü, ilkelliğin üstünlüğü
hakikat : esas, gerçek
hercümerc etmek : alt üst etmek; karma karışık etmek
himmet : ciddi gayret
hükûmet-i zaife : zayıf hükûmet
hükümfermâ : egemen, hüküm süren
hükümran : hükmü geçen, hükmeden, egemen olan
hürriyet-i âdilâne : adaletli hürriyet
idare-i umumî : genel idare
ihtizaz : sarsıntı
inkılâp : değişim, dönüşüm
inkıraz : yıkılma, dağılıp yok olma, son bulma
istidad-ı gayr-ı mütenâhî : sonsuz yetenek
istidad-ı terakki : ilerleme ve kalkınma yeteneği
istidat : kabiliyet, yetenek
kaviyen : kuvvetli bir şekilde
kayd-ı ömr-ü tabiî : doğal ömür sınırı
kitab-ı Avrupa sahaifi : Avrupa kitabının sayfaları; Avrupa tarihinin yaprakları
küre-i arz : yerküre, dünya
mahdut : sınırlı
mahsul : ürün
mahsulât : ürünler
mâlik : sahip
marifet : bilgi, eğitim
metin : sağlam, kuvvetli
müdebbir : idareci; idare eden, çekip çeviren
müvellid : doğurtan; ebe
müyûlât : meyiller, eğilimler
nazara almak : dikkate almak
nispetinde : ölçüsünde
sahâif : sayfalar, tarih sayfaları
sahâif-i tarihiye : tarihî sayfalar
Süreyya : Ülker yıldızı, pervin
şer'î : dine uygun
tahlis : kurtarmak
tasallut-u medeniyet : medeniyetin musallat olması, hâkimiyeti
teâlî : yükselme, yücelme
tedennî : alçalma, gerileme
tekemmül : mükemmelleşme, olgunlaşma
tevsi etmek : genişletmek
tezayüd : ziyadeleşme, artma
ulvî : yüce, büyük
vahşet : ilkellik (medeniyetin zıttı)
zaman-ı mâzi : geçmiş zaman
zaman-ı sâlif : geçmiş zaman
zîmedhal : giriş yeri, menfez; karışma yeteneği


 
Üst