2011 yılı Cuma Hutbeleri (Güncel)

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
ÖZÜ SÖZÜ BİR OLMAK

İLİ : ANKARA
AY-YIL : KASIM-2011
TARİH : 11/11/2011

82412044212781595074.png



ÖZÜ SÖZÜ BİR OLMAK

Muhterem Kardeşlerim!
Bir genç, peygamberliğinden önce Allah Resûlü ile bir alışveriş yapar, biraz beklerse borcunu hemen getireceğini va’dederek oradan ayrılır, fakat verdiği sözü unutur. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğu yere geldiğinde ise, Efendimizi aynı yerde beklerken bulur. Kutlu Nebi, bu yaptığı karşısında kendisine serzenişte bulunmayıp sadece; “Ey delikanlı! Bana zahmet verdin, üç gündür burada seni bekliyorum.”[SUP]1[/SUP] der. Çünkü söz verilmişti sözünden asla dönmeyene. O’na düşense beklemekti. Bekledi de…

Kardeşlerim!
Fatiha Suresi’ni her gün namazlarımızda okumakta ve Yüce Rabbimize “bizi doğru yola ilet”[SUP]2[/SUP] diye dua etmekteyiz değil mi? Ve biz mü’minler bilmekteyiz ki doğru yola, kurtuluşa ulaşmak ancak dinin emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmakla; özü sözü bir, güvenilir Peygamber (s.a.s)’in güvenilir ümmeti olmakla mümkündür.
Her alanda bizlere örnek olan Peygamber Efendimiz (s.a.s), dürüstlük konusunda da sözleri ve yaşantısıyla örnek olmuştur. “Cahiliye dönemi” diye isimlendirilen; kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, her türlü ahlaksızlığın baş gösterdiği bir toplumu yirmi üç sene gibi kısa bir sürede değiştirerek üstün meziyetlerle donanmış örnek bir toplum haline getirmesinin altında yatan sırlardan biri de O’nun bu dürüstlüğüdür. Öyle ki, daha peygamberlik vazifesi verilmeden önce bizzat düşmanları tarafından “Muhammedül-Emin” diye isimlendirilmiştir.

Aziz Kardeşlerim!
Dürüstlük, sadece sözde dürüstlükten ibaret değildir. Mü’min; “Ameller niyetlere göredir”[SUP]3[/SUP]

“Müslüman, insanların elinden, dilinden güvende oldukları kişidir”[SUP]4[/SUP] nebevi düsturlarını hayatının her anında ve her alanında kendisine rehber edinmelidir.

Kardeşlerim!
Mü’min, Rabbine olan sarsılmaz imanıyla güvende olan, sahip olduğu olgun kişiliği ile de güven duyulandır. Dünyanın geçici ve süfli emellerine aldanmayandır mümin. Mü’min, olduğu gibi görünüp; göründüğü gibi olan, çevresinde sevilip sayılandır. Mü’min, özü sözü farklı olanların, bu özelliklerini değiştirmedikleri müddetçe münafıklıktan bir haslete sahip olduklarını[SUP]5[/SUP], münafıkların ise en şiddetli azaba maruz kalacaklarını aklından[SUP]6 [/SUP]çıkarmayandır.

Değerli Kardeşlerim!
Eşyanın hissiyata galebe çaldığı, gündelik ilişkilerin sunileşmeye yüz tuttuğu şu zamanda doğruluğa, dürüstlüğe o kadar çok ihtiyacımız var ki. Bazen çok basit menfaatler uğruna işimize geldiği gibi çıkıveriyor sözcükler ağzımızdan. Oysa Yüce Rabbimiz: Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”[SUP]7[/SUP] Buyurmuyor mu? Gönüller sultanı Şanlı Nebi (a.s): “Allah’a iman ettim de sonra da dosdoğru ol”[SUP]8[/SUP] diye öğütlemiyor mu bizlere?

O halde gelin doğru olalım, doğrularla olalım; eğilip bükülmeden “elif” gibi dimdik duralım. Sıddıklar kervanında buluşmak temennilerimle, şairin şu dizelerine hep birlikte kulak verelim;

“İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah
Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah…”
(Ziya Paşa)


Hazırlayan:
Sedide AKBULUT - Ahmet SÜNETCİ
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Redaksiyon:
DİB Hutbe Komisyonu

1. Ebu Davud, Edeb, 82, h. No: 4996
2. Fatiha, 6.
3. Buhari, İman, 39.
4. Nesai, İman, 8.
5. Buhari, İman, 23.
6. Nisa, 145.
7. Saff, 2-3.
8. Müslim, İman, 13

 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
TEVBE

İLİ : ANKARA
AY-YIL : KASIM-2011
TARİH : 18/11/2011

63556441435411179595.png


TEVBE

Muhterem Kardeşlerim!
Yüce Allah Hz. Âdem ve eşine, cennete yerleşip, cennetin imkânlarından dilediklerince istifade edebileceklerini bildirmiş; ancak bir ağaca yaklaşmalarını yasaklamıştı. Fakat şeytan çeşitli vesveseler vererek o ikisini yanılttı ve yasağı ihlal etmelerine yol açtı. Ancak onlar bu yanılgıyla yaşamaya devam etmedi, içinde bulundukları durumdan kurtulmanın yollarını aradılar. Yaptıkları yanlışın farkına varıp hemen arınma ve temizlenme ihtiyacı hissettiler ve Allah’a şöyle yalvardılar: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”[1]

Aziz Müminler
Her insan hata yapabilir, günah işleyebilir. Nitekim Rasulüllah efendimiz bir hadislerinde “her insan hata eder, hata edenlerin en hayırlıları ise tevbe edenlerdir.”[2] bir başka hadislerinde de “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve yerinize günah işleyip sonra kendisinden af dileyen bir topluluk yaratırdı” buyurmuştur.[3] Allah rasulünün bu sözleri, günahı küçümseyip, insanları günah işlemeye değil, aksine işlenen hatadan pişmanlık duyarak tevbe etmeye teşviktir. Allah insanın bedeni hastalıklarının şifalarını verdiği gibi, manevi hastalıklarının da çaresini bildirmiştir.

Değerli Kardeşlerim!
Tevbe günahlardan kurtuluştur; günahların silinmesidir. Hz. Ali’nin şu sözü oldukça ilgi çekicidir: “Beraberinde kurtuluş reçetesi olduğu halde helak olan kimsenin durumuna hayret ediyorum. O reçete de tevbedir, istiğfardır, bağışlanma talebidir.”

Tevbe, bir özeleştiridir. İnsan yaratılışı gereği, hata yapmaya, günah işlemeye elverişli bir varlıktır. Hata yapmak veya günah işlemek, insan açısından bakıldığında anlaşılabilir bir şeydir. Asıl anlaşılmaz olan hatayı savunmak başka bir ifadeyle günahları meşrulaştırmaya çalışmaktır. İşte bu nedenle hata yapan, günah işleyen af edilebilir, fakat hatayı savunan asla.


Değerli kardeşlerim!
Rabbimiz, kendisine şirk koşmanın dışındaki tüm günahları affedeceğini bildirmekte,[4] tevbe edenlerin tevbelerini kabul edeceğini va’d etmektedir.[5] Efendimiz de günahından tevbe eden kişinin hiç günah işlememiş gibi tertemiz olacağını haber vermektedir.[6] Tevbenin makbul olması için şu şartların yerine getirilmesi önem arzetmektedir;
Günahlardan pişmanlık duymak,
Kul hakkıyla ilgili olan günahlarda, hakkı sahibine teslim etmek ve helalleşmek,
Gönülden, samimi bir şekilde bir daha günah işlememeye söz vermek,
Bir daha o günahı işlememek.

Kardeşlerim!
Allah’ın rızasını kazanmanın yolu, Adem olmaktan geçer. Rabbimizin rahmeti, merhameti, Adem’ler içindir. Yeter ki O’na samimi bir şekilde yönelelim. Hatamızı bilelim, hatada ısrarcı olmayalım. Merhameti sonsuz Allah’tan af dileyelim, tevbe edelim. Günahlardan korunmuş olan Efendimizin bile günde 100 kere tevbe ettiğini unutmayalım.[7] Ölüm kapımızı çalmadan önce biz tövbemizle arınalım.




Hazırlayan ve Redaksiyon:
D.İ.B. Hutbe Komisyonu



[1] A’râf 7/19-23.
[2] İbn Mace, Zühd, 30.
[3] Tirmizi, Da’vât 99
[4] Nisa 6/48, 116
[5] Tevbe, 9/104, 118
[6] İbn Mace, Zühd, 30
[7] Ebu Davud, vitir 26.​
 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
KERBELA’YI ANLAMAK

İLİ : GENEL
AY-YIL : ARALIK-2011
TARİH : 02/12/2011


52169061163072730393.png


KERBELA’YI ANLAMAK

Kardeşlerim!
Cennet kapılarının ardına kadar açıldığı ramazan ayı, mü’minlerin malı mülkü, makamı, şöhreti ellerinin tersiyle iterek kefen misali bembeyaz elbiselere bürünüp mahşer provası yaptıkları hac mevsimi derken, Rabbimizin hikmet ve rahmetine mazhar olmuş zaman dilimlerinden olan muharrem ayının içerisinde bulunmaktayız. Muharrem ayının, tarihimizde, kültürümüzde önemli bir yeri vardır. Zira, muharrem ayı hicret ayıdır. Muharrem ayı aşure ayıdır. Ve muharrem ayı bizlere, ciğerlerimizi dağlayan Kerbela’yı hatırlatan aydır.

Kerbela; Resulümüz’ün, “cennet gençlerinin efendileri”[SUP]1[/SUP] sözüyle taltif ettiği, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın iki ciğerparesinden biri Hz. Hüseyin efendimizin ve yetmişten fazla müminin şehit edildiği yerdir…

Değerli Kardeşlerim!
Asırlardır yüreklerimizi sızlatan, bağırlarımızı yakan bu elim hadise, Efendimiz’i ve O'nun Ehl-i Beyti'ni seven başta milletimiz olmak üzere bütün müminleri, derinden yaralamış, kalpleri incitmiştir. Kültürü, mezhep ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanları derin acılara gark etmiştir.

Nitekim, Kâzım Paşa ümmetin bu ortak hüznünü, şu dizelerinde gayet anlamlı bir şekilde dile getirir;

“Düştü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ’ya
Cibril var haber ver, sultân-ı enbiyâya…”


Kerbela’da acımasızca şehit edilen Hz. Hüseyin ve yakınlarının, haksızlığa ve zulme karşı onurlu direnişleri, doğruluk adına samimi yürüyüşleri, bütün müminlerin gönüllerinde unutulmaz izler bırakmıştır. Resûlullah Efendimiz’in torunlarına bu zulmü reva görenler ise; insanlığın ortak vicdanında mahkûm edilmişlerdir.

Aziz Kardeşlerim!
Muharrem, bizim için ortak bir hüzün ve matem mevsimi olduğu kadar, bir adalet, hikmet, hak ve hakikat sofrasıdır. Bizler bu hadisenin matemini tutarken, aynı acıların bir daha yaşanmaması için; Muharrem’i doğru okuyup anlamaya, müspet sonuçlar çıkararak ibret almaya ve yüce Rabbimizin; “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın…”[SUP]2[/SUP] emrine uygun hareket etmeye her zamankinden daha çok muhtacız.

Muharrem ayını; Hz.Hüseyin’in uğrunda canını feda ettiği hak, adalet, rahmet, merhamet, müsamaha ve şefkat duygularının yeniden ihyâsı ve Müslümanların muhabbet, kardeşlik ve beraberlik duygularının güçlenmesi için fırsat bilmeliyiz.

Nitekim, Muharrem ayında yaşattığımız aşure geleneğimiz, bu kardeşliğin en güzel örneklerinden biridir. Aşure; paylaşmanın, dayanışmanın ve birlikteliğin simgesidir. Aşure aşında bir araya gelen farklı nimetlerin, aynı ortak tada katkı sağladıkları gibi, milletimiz asırlardır birlikte yaşamanın gereği olarak sevinç ve tasayı, muhabbet ve meşakkati paylaşmaya devam etmektedir.

Bu vesileyle, şehitlerin efendisi, rahmet peygamberinin çiçeği, cennet gençlerinin seyidi, ümmetin gözbebeği Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitleri başta olmak üzere, bütün şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.


Ehl-i Beyt-i Mustafâ'nın muhabbetinin her daim yüreklerimizde bâki kalmasını, onlardan bize tevârüs eden insani ve ahlaki erdemlerin zihin ve gönül dünyamızı tezyin etmesini Rabbimizden diliyoruz. Geçmişte yaşadığımız keder ve acıların; yeni üzüntülere sebebiyet vermemesini, aksine bizleri birbirimize sevgi ve muhabbetle bağlamasını Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyoruz.

Hazırlayan ve Redaksiyon:
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

1. İbn Mâce, Sunne, 11/4
2. Âl-i İmrân, 105


 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
ZAMAN BİLİNCİ

İLİ : TÜRKİYE GENELİ
AY-YIL : ARALIK-2011
TARİH : 30/12/2011


adszpsb.png


ZAMAN BİLİNCİ
Muhterem Müslümanlar,
Belki de hiçbir din, hiçbir kültür ve medeniyet, zamana son hak din İslâm kadar önem atfetmemiştir. Zaman, Yüce Rabbimizin insanoğluna verdiği nimetlerin en başında yer alır. Yeryüzündeki birçok nimetin alternatifi veya yitirilmişse telafisi mümkün iken, geçen hiçbir ânın geri getirilmesi asla mümkün değildir. Önemine binaen Kur’an-ı Kerim’de bazı sureler; Asr, Duha, Leyl, Fecr, Cuma, Felak gibi zaman ifadelerine yeminle başlar, isimlerini de bu ifadelerden alır. Yine pek çok ayette; dehr, karn, asr, sene, yaz-kış, ay, gece-gündüz, sabah-akşam, kuşluk vakti, zeval ve gurub vakti, gece yarısı, ân gibi vakitlerden söz edilir. Bazen “süresi elli bin yıl olan bir günden” bazen de “göz kırpması veya daha az bir zamandan” bahsedilir. Yüce Rabbimiz öyle bir zamandan söz eder ki, o vakit insan henüz adı anılan bir varlık bile değildir. Yine Kur’an’da öyle bir saatten bahsedilir ki, kıyametin kopuşunun kastedildiği bu ânın ne zaman gerçekleşeceğini Allah’tan başka hiç kimse bilemez. İşte Cenâb-ı Hakk’ın bu iki zaman dilimi arasında insanoğluna verdiği kesintisiz nimetin adıdır zaman. Biz insanlar açısından ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’le başlayan bu kesintisiz nimet, yüzlerce asırdır, binlerce neslin üzerinden akıp gitmiştir.
Kıymetli Müminler,
Dinimizdeki sorumluluk anlayışına göre; “Yüce Allah, kişiyi ancak verdiğinden ve ancak gücü nispetinde sorumlu tutar”. Bu yüzdendir ki, her birimize ahirette sorulacak ilk soru, bir ayet-i kerimede de ifade edilen: “Dünyada ne ile meşgul idiniz? Ne yaptınız?” sorusu olacaktır.
“İki nimet vardır ki, insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.” buyuran Sevgili Peygamberimizin ashabından birine söylediği şu hikmetli tavsiyesi ne kadar mânidardır: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil; ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın”
Ne var ki Allah ve Resulü’nün zamana verdikleri bu kıymet ve öneme paralel bir duyarlılığı bugün pek çok Müslümanda görebilmek maalesef mümkün değildir. Bırakın zamanın kıymetini bilmeyi, böyle bir nimet karşısında bizdeki duyarsızlık hatta vurdumduymazlık içler acısıdır. Oysa Müslümanlar olarak bizlerin sağlam bir zaman tasavvuruna sahip olmamız, zaman bilincini geliştirmemiz, zamanın bize verilen en değerli nimet olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Ne yazık ki dilimize ve kültürümüze de yerleşmiş olan “zaman çok kötü!” “zaman öldürmek”, “zamanım yok!” “zamane çocuğu!” “zaman sana uymazsa sen zamana uy!” şeklindeki söylenmeler, aslında zamana nasıl baktığımızın birer göstergesidir. Halbuki değeri bilindiği ve değerlendirildiği müddetçe zaman daima iyidir, mübarektir. Yaşadığı en küçük zamandan sorulacağı bilinciyle hareket edip zamanı değerlendirerek “iyi ve aydınlık” kılacak da, aksini yaparak onu “kötü ve karanlık” hâle getirecek de biziz.
Sevgili Kardeşlerim,
İster hicrî, ister milâdî olsun, Kur’an-ı Kerim’de de ifade edildiği gibi; “Allah katında ayların sayısı on ikidir.” Birkaç hafta evvel hicrî 1433 yılına girdik; inşallah Pazar günü de milâdî 2012 yılına gireceğiz. Aslında bu, süresinin ne kadar olduğunu bilemediğimiz ömrümüzden koca bir yılın eksildiği, başka bir ifade ile ölüm gerçeğine bir yıl daha yaklaştığımız anlamına gelmektedir. Tam bu noktada, geçirilen 365 günün ardından bir muhasebe yapılması gerekirken, yeni bir yıla kavuşmanın sevinç ve heyecanıyla sırf ötekine özenerek ve öykünerek daha ilk geceden zamanı öldürmek ne kadar da düşündürücüdür!
Oysa Yüce Rabbimiz, Resûl-i Ekrem Efendimizin şahsında her birimize; “Bir işi bitirince diğerine koyul.” buyurmaktadır. Yine bizim kültürümüze göre “İki günü eşit olan ziyandadır.” Hutbemin başında okuduğum surede Yüce Allah şöyle buyurur: “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”
Dolayısıyla Yüce Rabbimizden niyazımız, bize zamanı iyi plânlama ve iyi değerlendirme bilincini bahşetmesi; geçirdiğimiz yılın ve yılların iyi bir muhasebesini yapmamız; gireceğimiz 2012 yılının başta ülkemiz, gönül coğrafyamız ve İslâm âlemi olmak üzere tüm insanlığa barış, huzur ve mutluluk getirmesi; hayırlarla dolu bolluk ve bereketler içinde bir yıl olmasıdır.


Hazırlayan ve Redaksiyon:
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Meâric 70/ 4.
Nahl, 16/77.
İnsan, 76/1
A’raf, 7/187.
Buhârî, Rikâk, 1.
Hakim, el-Müstedrek, IV, 341.
Tövbe 9/36.
İnşirâh, 94/7.




 
Üst