2011 yılı Cuma Hutbeleri (Güncel)

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator

ÜÇ AYLAR VE REGAİB KANDİLİ

İLİ : ANKARA

AY-YIL : MAYIS-2011

TARİH : 27/05/2011



59886835623935843819.jpg




ÜÇ AYLAR VE REGAİB KANDİLİ

Bizi sonsuz rahmet ve bereket esintilerinin kuşattığı bir üç aylar iklimine yeniden eriştiren Rabbimize hamdolsun. Üç ayların, kandillerin özellik ve güzelliği ile gönüllerimizin buluşmasına vesile olan Resulümüze salat ve selam olsun. Hepimizin üç ayları ve kandili şimdiden mübarek olsun.

Muhterem Kardeşlerim,

Üç aylar ve kandil geceleri Yüce Rabbimizin hesapsız rahmet, bereket, mağfiret ve merhametini biz kullarına taşıyan elçileri gibidir.

“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.”1 ilahi ikazının ilhamıyla; çoğu defa nasıl geçtiğini anlamadığımız bir hızla yaşayıp tükettiğimiz, günlük koşuşturmalara feda ettiğimiz zaman içinde biraz durup düşünme, özümüze dönüp kendimizle hesaplaşma imkanını sunar bize üç aylar.

Günahlarla kararan yüreklerimizi, merhamet fakiri paslı vicdanlarımızı tövbelerle ve nedamet gözyaşlarıyla arındırıp, tertemiz bir hale getirebilmek için önümüzden akıp giden rahmet pınarıdır üç aylar. Bitiş çizgisine doğru yürürken hayat yolunda, dünyanın ötelere bir hazırlık yeri olduğunu idrak etmek, asıl ve daimi olan ahiret yurduna hazırlanmak, az zamanda çok kazanmak vaktidir üç aylar.



Aziz Kardeşlerim,

Kalan günlerimizin yaşayıp geride bıraktıklarımızdan daha az olabileceğinin idraki içinde hayırlı işlerde yarışmak, faydasız uğraşlardan kaçınmak, günahlara dur deyip, sevaplarla buluşmak zamanıdır üç aylar.


Gafletle kapanmış gözlerimizi basiretle açmak, katılaşmaya yüz tutan kalplerimizi zikrullah ile yumuşatmak, kibirle dikleşen başlarımızı tevazuyla eğip alnımızı secdelere koymak ve bağışlanmak ümidiyle yakarış anıdır üç aylar. “Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geceleyenlerdir.”2 ayeti kerimesiyle hemhâl olmaktır üç aylar.

Dua ve münacatların semaları titrettiği, rahmet-i Rahman’ın mahzun gönüllere sağanak sağanak indiği, bir ânı bir ömre bedel bereketli günlerdir üç aylar.

Birbiri ardına açılan rahmet ve mağfiret kapılarından, Recep, Şaban ve Ramazan’dan geçerek ulaşılacaktır manevi kurtuluşun ve sevincin bayramına. Bayram yapmaya hakkımız olması için geliniz, üç aylar gibi yolu gözlenen, umutla beklenen biz olalım. Kur’an-ı Kerim’deki vasıflarından biri de “sirac-ı münir/nur saçan kandil” olan Yüce Nebiye iman etmiş, gönülden bağlanmış müminler olarak cehlin karanlığını aydınlatan kandil, susuz gönüllere rahmet, ahlakıyla çevresine nur saçan güneş biz olalım.

Bizim olsun yetimin başını okşayan el, bizim olsun dertli yüreklere şifa sunan dil ve biz olalım gülmeyi unutmuş yüzlere sürur. Biz olalım kimsesizlerin kimsesi, biz olalım çaresizlerin çaresi. Biz olalım akan gözyaşlarını silen, garibin halini o söylemeden bilen.



Kardeşlerim,

Kandiller, karanlık gecelerin süsü olan yıldızlar gibidir. Bunların içinde rahmeti üstümüze çöken, ışıltısı gözlerimizi kamaştıran Regaib’le hoş geldin diyeceğiz bu kutlu mevsime. Geliniz biz de bir Regaib olalım. Özlenen, rağbet edilen, değer veren ve değer verilen olalım. Yaratılmışı yaratanından dolayı hoş gören, insanı kainatın gözbebeği, Yüce Allah’ın en şerefli varlığı olarak bilip hürmet eden. Gelmeyene giden, aramayanı soran, vermeyene bolca ikram eden olalım.

Aşk-ı ilahin gönlümüzde, Yüce Resulümüzün münacatı dilimizde, dergahında imdad dilenen bu kutlu geceler hürmetine Ya Rabbi; “Recep ve Şabanı bizlere mübarek kıl ve bizi Ramazan’a eriştir.”3 Amin.




Hazırlayan: Dr. Ülfet GÖRGÜLÜ

Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe Komisyonu



  1. Asr, 103/1-2
  2. Furkan, 25/64
  3. Ahmed b. Hanbel; Müsned, c. 1 s. 259





 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator

KORKU VE ÜMİT ARASINDA YAŞAMAK



İLİ :ANKARA

AY-YIL : HAZİRAN-2011

TARİH : 03/06/2011

97570202418465979194.jpg



KORKU VE ÜMİT ARASINDA YAŞAMAK

Kardeşlerim!

Resûlullah Efendimiz bir gün son anlarını yaşamakta olan bir gencin ziyaretine gider. Ona; “Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sorar. Genç; “Ey Allah'ın Resûlü, Allah'tan ümidim var, ancak günahlarımdan da korkuyorum” der. Bunun üzerine Rahmet Peygamberi(s.a.s.); “Bu durumda olan bir kulun kalbinde ümit ve korku birleşti mi, Allah o kulun ümit ettiği şeyi mutlaka verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar.”1 buyurarak o gencin şahsında hepimizi müjdeler.



Kulun Rabbi karşısındaki ruh halini tasvir eden, umarken korkmayı, korkarken de umudu öğreten ne güzel bir tablo…



Kardeşlerim!

Yüce kitabımız müminleri korku ve ümit sıfatlarıyla birlikte anar ve şöyle der; “Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar…”2



Allah’ın emir ve yasaklarına yönelik hükümler insanı salt korkuya değil, aynı zamanda Allah’a karşı sorumluluk bilincine yöneltir. Allah’tan korkmak kulu; Rabbinin hoşnutsuzluğuna neden olacak davranışlardan sakındırır.



Allah’ın sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olmasının mümindeki bir tecellisi de ümittir. Ümit; Efendimizin ölüm döşeğindeyken ziyaret ettiği o genç gibi; cennetin nimetleriyle gelecek mükafatı özlemektir.


“Ey âdemoğlu! Sen bana dua edip, affımı ümid ettikçe ben senden her ne sâdır olsa, aldırmam, seni affederim.

Ey âdemoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim.

Ey âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda şirksiz bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım.”3 müjdesiyle hayat bulmaktır.



Kardeşlerim!

Bir kediyi kasten aç ve susuz bırakarak ölümüne sebep olan ve bu yüzden cehennemi hak eden kadından bahseder İnsanlığın Efendisi(s.a.s.)… Sonra susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su verdiği için affedilen kadından… Rahmet peygamberi hep ümit ufkunu gösterir her an korkudan sarsılanlara. Rehavete kapılanlara da korku ve endişe ufkunu…



İnsan hayatı da, işte bu korku ve ümitlerin çalkantısı içinde seyreder. O çalkantıyı gönüllerinde hissedenler ise; “Cennete bir tek kişi girecek!” dense “Acaba ben miyim?”; “Cehenneme bir tek kişi girecek!” dense; “Yoksa ben miyim?” derpeygamber dostu bir sahabî gibi…



Ne kadar güzel davranışlarda bulunursak bulunalım ve ne kadar ibadet edersek edelim, hiç birimizin mutlaka cennete girme gibi bir garantisi yoktur. Nitekim Kuran’da; “Rablerinin azabından emin olunamaz.”4 ayetiyle bu gerçeğe karşı insanlar uyarılmıştır.



Öte yandan hata ve günahımız ne kadar çok olsa da, ümitsizliğe düşmemeliyiz. İşlediğimiz günahlardan samimi bir şekilde tevbe etmeli ve Rabbimizin mağfiretinden ümidi kesmemeliyiz.



Allah cümlemizi umduklarımıza nail ve korktuklarımızdan emin eylesin kardeşlerim…




Hazırlayan: S. Nurdan YAĞLI

Din Hizmetleri Uzmanı

Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe Komisyonu



1. Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 8, III, 311

2. Secde, 32/16

3. Tirmizi, Sünen, Daavat, 49, V, 548.

4. Me’âric, 70/28

 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator

KUR’AN EĞİTİMİ




İLİ : ANKARA

AY-YIL : HAZİRAN-2011

TARİH : 17/06/2011

125tcm1.jpg



KUR’AN EĞİTİMİ



Muhterem Müslümanlar!

Yüce Kur’an’ın inmeye başladığı andan bugüne 1401 yıl geçti. Geliniz vahyin ilk gelişini birlikte yad edelim. Peygamber Efendimiz(s.a.s.) yaklaşık beş yıldır yapageldiği üzere sık sık çıktığı Nur Dağı’ndaki Hira mağarasında yine tefekküre dalmıştı. İnsanlığın içine düştüğü cehalet ve azgınlığın tahammül edilemez dereceye ulaştığını görüyor, ancak elinden bir şey gelmiyordu. Bu da ona ızdırap veriyordu. Ama artık zamanı gelmişti. İnsanlığı nura kavuşturacak hayat rehberi ona verilecekti. Daha önce hiç görmediği melek bir anda önünde beliriverdi. Ona ilk sözü “Oku!”1 oldu. “Ben okuma bilmem” dedi. Bu diyalog ikisi arasında birkaç kez tekrarlandı. Sonra melek Cebrail: “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku. O insanı “alak”tan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”2 şeklindeki ayetleri vahyetti. Bunun üzerine Efendimiz(s.a.s.) aynı cümleleri tekrar etti. “Okuma” ve “Okunan şey” anlamlarına gelen “Kur’an”ı okumak artık onun hayatının bir parçası haline geldi. Yeni Müslüman olanlar da Kur’an’ı ondan öğreniyor, ezberliyor, öğrendiklerini anlamaya ve yaşamaya çalışıyordu. Cahilî anlayış ve hayat tarzının yüreklerinde oluşturduğu kir ve pası Kur’an’ın nuruyla temizliyorlardı.



Kardeşlerim!

Rahman Suresi’nin ilk ayetlerinde Allah Teala’nın insanı yarattığı, ona Kur’an’ı ve beyanı öğrettiği[FONT=&quot][1][/FONT]ifade edilmekte, böylece insanın yaratılışının Kur’an’ı öğrenmek ve anlamakla ne kadar iç içe olduğu ortaya konulmaktadır.



Efendimiz de; “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir”3 buyurmuşlardır. Bu ayet ve hadislerin ilhamıyla Kur’an’ı öğrenmek ve
[FONT=&quot]öğretmek maksadıyla ecdadımız, İran’dan Türkistan’a Mısır’dan İstanbul’a binlerce kilometre yol kat etmişlerdir.[/FONT]


Kur’an aşığı bu gönül insanları nasıl büyük bir coşku ile harekete geçmişse, bugün bizim de onu öğrenme, öğretme, anlama, anlatma ve hayatımızı Kur’an’a göre tanzim etme konusundaki azmimizin son derece yüksek olması gerekmektedir.



Değerli Kardeşlerim!

Özellikle çocuklarımızın Kur’an eğitimini zamanında vermemiz büyük önem arzetmektedir. Okullarımız yaz tatiline girdikten kısa bir süre sonra ülkemiz genelinde tüm camilerimizde ve Kur’an kurslarımızda yaz Kur’an kursları başlamaktadır. Binlerce din görevlimiz ile bu mekanlarda çağdaş eğitim metotlarına uygun olarak çocuklarımızın Kur’an eğitimini almaları konusunda büyük bir seferberlik başlatıyoruz.



Veliler olarak bizler yarınlarımızı kendilerine emanet edeceğimiz yavrularımızın gözlerinin, gönüllerinin ve zihinlerinin Kur’an’ın nuruyla aydınlanması, ülkesini, milletini seven bilinçli, ahlaklı ve erdemli gençler olarak yetişmeleri için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamalıyız. Zira anne ve babaların çocukları için bırakacakları en büyük miras bu olacaktır. Resulullah Efendimiz(s.a.s.) de “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da kesilir. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”4 buyurmuşlardır.



Aziz Kardeşlerim

Şunu kat’iyyetle ifade edelim ki, yaz Kur’an kurslarına gitme yaşında çocuğu olan kardeşlerimizin birkaç yıllık tatillerinden ailece fedakarlık etmeleri gerekebilir. Tatil yapma imkanı daha sonra da bulunur ama Kur’an öğrenmek için zamanı ve yaşı geri getirmek imkansızdır. Bu konuyu dikkate almadan çocuklarının büyüdüğünü fark eden birçok insanımızın yaşadığı pişmanlığa çoğumuz şahit olmuşuzdur.



Böyle bir pişmanlık yaşamamak için gelin hep beraber Efendimiz(s.a.s.)’in şu tavsiyelerine kulak verelim:



“Şunu bilin ki, kim Kur'an'ı öğrenip, başkalarına öğretir ve ondaki emirlerle amel ederse, ben onu cennete sevk eden ve cenneti ona gösteren kılavuz olacağım."5


“…Bir topluluk Allah'ın evlerinden birinde Kur'an okur da onu aralarında ders konusu yaparlarsa, onların üzerine sükûnet ve iç huzuru iner, onları rahmet kaplar, melekler onları kuşatır, Allah yanında bulunanların içinde onları anar.”6



Hazırlayan: Prof.Dr. Ali ERBAŞ

Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü

Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe Komisyonu

[FONT=&quot][1][/FONT] Alak,1.

2 Alak, 2-5.

3 Rahman, 1-4.

4 Buhari, Fezailü’l-Kur’an, 21.

5 Müslim, Vasiyyet, 14.

6 Kenzü’l-Ummal, 2375.


 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator


MİRAÇ KANDİLİ

İLİ : ANKARA
AY-YIL : HAZİRAN - 2011
TARİH : 24/06/2011

11957823232510628609.jpg


MİRAÇ KANDİLİ

Kardeşlerim!
Mekke’de müşriklerin Müslümanlara uyguladıkları zulüm ve şiddet tahammül gücünü zorlayacak sınırlara ulaşmıştı. Müslümanlar üç yıl boyunca her türlü insani ve ticari ilişkileri ortadan kaldıran bir boykota maruz bırakıldılar. Boykotun sona erdiği günlerde Resulullah Efendimiz(s.a.s.), önce amcası Ebu Talib’i, sonra da eşi Hz. Hatice’yi kaybetmişti. Hüznün gönülleri kuşattığı, ümitlerin tükenme noktasına geldiği günlerdeydi müminler… Bugünlerden birinde Yüce Allah, Muhammed Mustafa’sını bir gece Mescidi Haram’dan çevresini mübarek kıldığı Mescidi Aksa’ya götürüyor, oradan da en yüce makam olan “Sidretü’l-Müntehâ’ya” yükseltiyordu.[SUP]1[/SUP]

Varlık aleminin ötesinde gerçekleşen bu buluşmada, Alemlerin Efendisi(s.a.s.), “Selamların en güzeli, salâtın her çeşidi ve sözlerin en temizi Allah içindir” diyerek selamlıyordu Alemlerin Rabbini(c.c.)…
Rabbi de, “Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun Ey Nebî!” hitabıyla habibine mukabele ediyordu.
İşte bu gece tarihe Miraç gecesi olarak mührünü vurdu.
Aziz Kardeşlerim!
Yaşanan onca acı olayın akabinde Miraç ile Rabbimiz, Resulünü ve müminleri hem teselli etmiş hem de ödüllendirmiştir. Miraç, özelde Resulullah’a, genelde bütün müminlere her zorluktan sonra bir kolaylığın, her üzüntüden sonra bir sevincin olacağını müjdelemektedir. Tıpkı ayeti kerimede buyrulduğu gibi: “Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu açar. Onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şeye bir ölçü koymuştur.”[SUP]2[/SUP]

Kardeşlerim!
Allah katında en yüce mertebe O’nun rızasına uygun bir kulluktur. Bu yüzdendir ki, Kâinatın Efendisi’nin Miraç gibi mucizevi bir yolculuğu anlatılırken başka vasfı değil de özellikle kulluğuna vurgu yapılmıştır. Mevlâna Hazretleri de kulluğun en büyük bir pâye olduğunu: “Kul oldum, kul oldum, kul oldum. Ben Sana hizmette iki büklüm oldum. Kullar âzâd olunca şâd olur; ben Sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum.” sözleriyle ifade eder. İşte bu gerçeğin bir işareti olarak, Miraç gecesinde Allah’tan başkasına kulluk etmeyenlerin, cennetle mükafatlandırılacakları müjdelenmiştir.
Efendimiz(s.a.s.) bu gecenin manevî hazzının ümmetine de verilmesi için duada bulunmuş ve bu dua kabul edilerek müminlere Rableriyle günde beş vakit buluşacakları namaz hediye edilmiştir. Bu itibarla namaz, bir külfet değil bir nimet; bir imtiyazdır. Rabbin huzuruna kabul ediliştir. Yüce Nebi de bu gerçeği, ‘namaz, müminlerin miracıdır’ sözüyle gönüllerimize nakşetmiştir.

Kıymetli Kardeşlerim,

Miraç gecesini idrak etmeye hazırlandığımız şu günlerde gelin biz de bir miraç olalım! Düşenler bize tutunup kalksınlar, kalkanlar ötelere bizimle kanat açıp, uçsunlar. Lebimizden dökülen kevser olsun, her sözümüz cevher olsun. Bize gelenler bizde Hz. İbrahim’in aşkını, Hz. Eyyub’un sabrını, Hz. Yusuf’un affını, Hz. Musa’nın kelamını ve kainatın medar-ı iftiharı Hz. Muhammed Mustafa’nın rahmet, şefkat, sehavet, adalet, kanaat ve bil cümle güzel ahlakını bulsun. Biz insanlığın miracı olalım, namaz bizim miracımız olsun.

Kardeşlerim, önümüzdeki 28 Haziran Salı gecesi kutlayacağımız Miraç kandilinin, bütün insanlık için yaratanına miraç, bunalan gönüllere ilaç olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyor ve kandilinizi tebrik ediyorum.



Hazırlayan ve Redaksiyon:
DİB Hutbe Komisyonu



1. İsrâ / 1
2. Talâk / 2,3

 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator


YETİMLERİ HİMAYE EDELİM

İLİ : ANKARA
AY-YIL : TEMMUZ-2011
TARİH : 22/07/2011

45470556070897152768.jpg


YETİMLERİ HİMAYE EDELİM

Kardeşlerim!
Uhud’ta şehit düşen bir müslümanın küçük oğlu, aynı gün akşamüstü gönlü yaralı ve acılı bir halde Resulullah Efendimiz(s.a.s.)’e sorar: “Babam nerede?” “Baban şehit düştü.” der Allah Resulü(s.a.s.). Şehit çocuğu ağlamaya başlar. Efendimiz(s.a.s.) dayanamaz, başını okşar çocuğun, kucağına alır onu ve: “İstemez misin, ben baban olayım, Ayşe de annen olsun!” der.


Aziz Kardeşlerim!
Uhut’da şehit olan babasının ardından gözyaşı döken o çocuk gibi, yalnızlık kaderi, hüzün nasibi olanlar var. Onlar; ağladığında gözyaşını silecek kimse bulamayanlar. Korktuğunda sığınacak bir sineye hasret kalanlar. Sevinçleri kederli, üzüntüleri katmerli, baba şefkatinden mahrum, anne sevgisinden bîhaber yetimler…

“Sakın öksüzü ezme...”[SUP]1[/SUP] ilahi kelamı ile koruma altında olan yetimler… Kaybettikleri anne babalarının yerine Rablerinin gözetimindedir onlar… İkazların en çetini düşer yetimi tanımayanların payına! “Sakın öksüzü ezme!” yoksa azığın ateş olur ahiret yamaçlarında… Yetimleri kollayanlarla eşit tutar kendini Efendiler Efendisi(s.a.s.)… Dünyada yetime kanat gerenle, ahirette birlikte olacağını müjdeler… İki mübarek parmağını bir araya getirir; “Ben ve yetimi himaye eden kimse cennette şöylece beraber bulunacağız”[SUP]2[/SUP] der…

Çünkü yetimdi Allah’ın en sevgilisi(s.a.s.)… Kur’an bu hakikati o yetime de(s.a.s.) hatırlatır ve “Rabbin seni yetim bulup himaye etmedi mi?”[SUP]3 [/SUP]der. İşte bu ilahi ikazla yönelmiştir yetimlere Efendimiz(s.a.s.)…

Ve sahip çıkmıştır etrafındaki kimsesizlere şefkat ve muhabbetle… Okşamıştır onların başlarını. Bayramda ziyaret etmiştir hanelerini. Ayrı görmemiştir torunlarından hiçbirini. Bir dizinde Hasan oturursa, diğerine misafir etmiştir yetimleri.

Çünkü Resulullah Efendimiz(s.a.s.) bilir onların neler hissettiklerini. Bizlere de derki; “kalbinin yumuşamasını istiyorsan, yoksulu doyur ve okşa yetimin başını.”[SUP]4[/SUP]

Kardeşlerim!
Hayır hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz! Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz!”[SUP]5[/SUP]
“Hem itip kakıyorsunuz yetimleri, hem de özendirmiyorsunuz onlara kol kanat germeyi”[SUP]6[/SUP] buyuruyor Yüce Rabbimiz kerim kitabında…

Yetime ayrı bir yer verilmiştir Kur’an-ı Kerim’de. Onlara ikram, iyilik sahiplerinin vasıflarından sayılmıştır.[SUP]7 [/SUP]Bu öyle bir ikramdır ki; hem Allah rızası hem de gönül rızası vardır işin içinde. O iyilik sahipleri seve seve ikram ederler yetimlere mallarının en kıymetlilerinden. Çünkü yetime harcamak Allah yolunda harcamaktır.[SUP]8 [/SUP]Ve yetime adım atmak Rabbin rızasına doğru bir adım atmaktır.

Değerli Kardeşlerim!
Hazreti Cafer’i anarken, yetimlerini koklayan, onlara bayramı, hiçbir şekilde unutturmayan; “Dünyada ve ahirette onların velisi benim!”[SUP]9[/SUP] diye üstüne basa basa hatırlatan bir Resulümüz(s.a.s.) var. Uhud’da babası şehit düşen çocuğa baba olan, tam on yıl boyunca hane-i saadette yetişen Enes’i, bir kere bile azarlamayan[SUP]10[/SUP] şefkat ve merhamet rehberimiz var.

Yetime karşı sorumluluğumuzu bize hatırlatan en güzel örnek!

Resulümüzle aynı safı paylaşabilme ve cennette ona komşu olabilme bahtiyarlığına ermek istiyorsak; geliniz karışalım yetimlerin arasına. Ve haşyet kaplasın kalplerimizi onlar hakkında. “Hak ettikleri şefkat ve merhameti gösterebildik mi?” diye soralım kendimize. Endişe duyalım onlar hakkında ve bir kalp taşıdığımızı hatırlayalım bu vesile ile. Böylece, hissedelim yetimlerin kalp atışlarını. Onların kalbiyle aynı ritimde atarsa kalbimiz, belki bizler de rahmeti ilahiyi üstümüze çekeriz.

En sevgilin hürmetine, içimizdeki yetimler hürmetine; Rasulün dilinden sana yalvarıyoruz: “Allah’ım kalplerimizi birleştir. Aramızı düzelt ve bizi kurtuluş yollarına ilet. Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkar. Ve büyük günahların açığından da gizlisinden de uzaklaştır.”[SUP]11[/SUP]


Hazırlayan: Semra Nurdan YAĞLI
Din Hizmetleri Uzmanı
Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe Komisyonu

  1. Duhâ, 93/9​
  2. Riyazü’s-Salihin, Hadis No:264​
  3. Duhâ,93/6​
  4. Ahmed bin Hanbel, II, 263, 387​
  5. Fecr,89/17-18​
  6. Mâ’ûn,107/3​
  7. Beled,90/16-17​
  8. Bakara,2/215​
  9. Ahmed, I, 204-205; Ebû Dâvûd, Tereccül, 13/4192​
  10. Buhârî, Edeb, 39​
  11. Ebu Dâvûd, Sâlât, 182

 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator


RAMAZANA GİRERKEN

İLİ : ANKARA
AY-YIL : TEMMUZ-2011
TARİH : 29/07/2011

22236732063541835257.jpg


RAMAZANA GİRERKEN
Değerli Kardeşlerim!
Hz. Musa’nın Hızır(a.s.)’la üç aşamalı yolculuğu misali, kutlu üç aylardaki hikmet yolculuğumuzun son halkasına, “Ramazan”a kavuşmak üzereyiz. Önümüzdeki pazartesi günü on bir ayın sultanı olarak bilinen yeni bir Ramazan ayına hoş geldin diyeceğiz.

Ramazan ve bu ayı güzelleştiren, özelleştiren, pek kıymetli hale getiren oruç, teravih, fıtır sadakası ve Kadir gecesi sayesinde tüm İslâm aleminde müstesna bir heyecan yaşanmakta, unutulan manevi değerlerimiz hatırlanmakta, körelen vicdanlarımız adeta yeniden hayat bulmaktadır.

Kardeşlerim!
Ramazan düşenin elinden tutmak, fakir fukarayı, gözetmek, yetimi ve garipleri sevindirmek gibi kerem ve faziletlerin, yüksek ahlaki değerlerin yaşadığı bir aydır.

Rahmet ve mağfiret ayıdır Ramazan. Bilerek ya da bilmeyerek işlediğimiz günahlardan kurtulmak, arınıp tertemiz olabilmek için bulunmaz bir fırsat ayıdır. Peygamber Efendimiz(s.a.s.) bir hadisi şeriflerinde; “Her kim Ramazanda farziyetine inanarak ve yalnız Allah rızasını umarak oruç tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”[SUP]1[/SUP] buyurmuşlardır.

Ramazan sadece bir oruç ayı değildir. Onda ruhumuzu yücelten, ahlakımızı güzelleştiren pek çok hikmet ve faziletler vardır. İnsanlığa ebedi bir nur, kurtuluş ve hidayet kaynağı olarak gönderilen Kur’an-ı Kerim peygamber efendimize bu ayda indirilmeye başlamış, bin aydan daha değerli olduğu ifade edilen kadir gecesi bu ay içerisinde gizlenmiştir. Peygamber Efendimiz(s.a.s.); “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapatılır ve şeytanlar da hakkıyla oruç tutan müminlere zarar veremez hale gelirler.”[SUP]2[/SUP] buyurmak suretiyle bu ayın bizim için ne kadar önemli olduğunu ifade etmişlerdir.

Kardeşlerim!
İçerisinde bulunduğumuz şu mübarek günler bizim için hiçbir anı zayi edilmeyecek kadar çok önemlidir. Ramazan kötü huy ve davranışlarımızdan vazgeçerek iyi bir kul olacağımıza dair yüce Rabbimize söz vereceğimiz bir fırsat olarak görülmelidir. Öyleyse bu rahmet ve mağfiret ayının her biri bir ömre bedel gündüzlerini ve her biri kadir gibi hikmetli gecelerini en güzel şekilde değerlendirmeye çalışalım. Hayır ve hasenatta, cömertlik ve anlayışta birbirimizle yarışalım. Karşılıklı ziyaretlerde bulunalım. Ramazan ayı boyunca bizim için açılan cennet kapılarından her vesile ile girmeye gayret edelim.

Ramazanın tüm İslam alemine huzur ve saadet getirmesini temenni ediyor, Cenabı Allah’tan bu ayda yapacağımız hayırlı amellerimizin ve halis niyetlerimizin kabullerin en güzeli ile makbul olmasını diliyorum.



Hazırlayan: Muammer TURAN
Altındağ Müftüsü
Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe Komisyonu

  1. Buhari, III/33, Müslim 1/423​
  2. Nesai, Sıyâm, 4

 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
[FONT=&quot]ZEKÂTI SIRF ALLAH RIZASI İÇİN VEREBİLMEK![/FONT]

İLİ : ANKARA
AY-YIL : AĞUSTOS-2011
TARİH : 19/08/2011

29989462536587039721.jpg


ZEKÂTI SIRF ALLAH RIZASI İÇİN VEREBİLMEK!
Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz(s.a.s.) ashabın önde gelenlerinden Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken kendisine şu tavsiyede bulunur: “Ey Muâz, Yemen halkını, önce Allah’tan başka bir ilah olmadığına, benim de Allah’ın elçisi olduğumu bilmeye ve tanımaya davet et. Eğer bunu kabul ederlerse, kendilerine gece ve gündüz beş vakit namazın farz kılındığını öğret. Eğer bunu da kabul ederlerse, onlara, Allah’ın kendilerine mallarından zekât vermelerini farz kıldığını haber ver. Bu zekât, zenginlerden alınır, yoksullara verilir.”[SUP]1[/SUP]

Değerli Kardeşlerim!
Nimetin asıl sahibi Mevla’nın kullarına lütfettiği nimetlerin bir kısmını başkalarına vermelerini emrettiği, eğer o emri tutarlarsa, buna karşılık o nimetleri artıracağını vaat ettiği bir arınma vesilesidir zekât…
Fertleri cimrilik hastalığından koruyup cömertlik erdemine kavuşturur zekât… Kulun gönlünü manevî kirlerden, servetini ise ihtiyaç sahiplerinin haklarından arındırır. Çünkü varlıklı kişilerin mallarında yardıma muhtaç olup ve iffetinden dolayı isteyemeyen kimseler için bir hak vardır.[SUP]2[/SUP] Kişi helalinden kazanmış olduğu malından zekâtını vermekle işte bu hakları ödemiş olur.
Kur’an, o hak sahiplerini gözeten seçkin insanları “yiğitler” olarak niteler ve şöyle der;
“Hiçbir ticaretin ve hiçbir alış verişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı yiğitler buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar. Bütün bunları Allah, kendilerini yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırsın ve lütfundan onlara daha da fazlasını versin diye yaparlar. Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır.”[SUP]3[/SUP]
Bu yiğitler yönlerini Mevla’sına çevirip, gönüllerini namazla aydınlatanlar, mallarını zekâtla arındıranlardır. Kuran-ı Kerim’de namazla zekâtın bir arada zikredilişi böyle bir hikmeti içinde barındırır.
Rabbimiz bu kullarına, “İşte onlar cennetlerde ikram göreceklerdir.”[SUP]4 [/SUP]buyurarak müjdesini duyurur.

Aziz Kardeşlerim!
Kur’an bizden infak ruhuna ve paylaşım ahlakına sahip müminler olmamızı ister. Bu müminler sadece kendileri için yaşamaz, “ben tok olayım da başkasının açlığı beni ilgilendirmez” diyemez. Yoksulluğun ve yoksunluğun ızdırabını yüreğinde hisseder.
Zekât, sadece zenginden fakire bir mal ve gelir transferi değil, sevgi, saygı ve güven akışıdır aynı zamanda. Gönüller arası dostluk köprüleri kurar zekât adeta.
Efendimiz; “Kalpler iyilik yapana karşı sevgi duyar, kötülük yapandan da nefret eder.”[SUP]5[/SUP] sözleriyle bu gerçeğe dikkatlerimizi çeker.

Kardeşlerim!
Efendimizin ailesi bir koyun kesmiş ve etini dağıtmışlardı. Yüce Nebi(s.a.s.): “Ondan geriye ne kaldı?” diye sorduğunda Hz. Âişe validemiz, “Sadece bir kürek kemiği kaldı.” cevabını verdi. Bunun üzerine Allah Resulü; “Desene bir kürek kemiği hariç, hepsi bizim oldu!”[SUP]6[/SUP] buyurdu.
Hane-i saadette yaşanan bu örnek gösteriyor ki, geçici olan malı ahiret yatırımına dönüştürerek kalıcı hale getirmektir zekât.

Muhterem Kardeşlerim!
Geliniz zekâtlarımızı, mallarımızın helalinden ve kalitelisinden verelim. Zekât vermeyenlerin Allah’ın rahmet ve bereketinden mahrum kalacaklarını bilelim. Zekâtımızı belirlenen yerlere ulaştırırken, insanları incitmemeye, onurlarını rencide etmemeye gayret edelim. Güzel bir söz ve bağışlamanın, peşinden gönül kırmanın geleceği bir zekât ve sadakadan daha hayırlı olacağını unutmayalım.
Allah rızasının yoksulu yedirip içirmekten, yetimin başını okşamaktan geçtiğini bilelim. Ve diyelim ki;
“…Biz size sırf Allah rızası için veriyor, Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de teşekkür bekliyoruz.”[SUP]7[/SUP]


Hazırlayan: Dr. Muhlis AKAR
Din İşleri Yüksek Kurul Üyesi
Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe Komisyonu


  1. Buhârî, Zekât, 1.
  2. Zâriyât, 51/19
  3. Nûr,24/36-37-38
  4. Me’âric,70/35
  5. Beyhakî, Şuabü’l-Îmân,VI,481,h.no. 8983.
  6. Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 33.
  7. İnsan,76/9


 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator


ÖLÜM EN ETKİLİ NASİHATTİR

İLİ : ANKARA
AY-YIL : EYLÜL-2011
TARİH : 16/09/2011

78910848911733308325.png


ÖLÜM EN ETKİLİ NASİHATTİR
Değerli Müminler
Peygamber Efendimiz bir gün ashabıyla otururken yere bir çubuk dikti. Sonra onun yanına ikinci bir çubuk, biraz ilerisine üçüncü bir çubuk daha dikti. Daha sonra onlara dönerek “Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar “Allah ve Rasulü daha iyi bilir.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine kendisini merakla dinleyen ashabına meseleyi şöyle açıkladı: “Bu birinci çubuk insan, ikincisi onun eceli, üçüncüsü de istek ve arzularıdır. İnsan kuruntular peşinde koşup dururken ecel önünü keser ve onu alıp götürür.”[1]
Muhterem Kardeşlerim
Efendimizin belirttiği gibi, günlük meşgaleler peşinde, istek ve arzularımızı gerçekleştirmek için koşuşturup dururken bir gün öleceğimiz unutuyoruz. Bu unutkanlık da bizleri, dünyada ebedi yaşayacakmışız, hayatımız hiç sona ermeyecekmiş gibi davranmaya sevmekte. Oysa gerçek tam da bunun tersidir. Çünkü ölüm her nerede olursak olalım bize ulaşacak,[2] “Her nefis ölümü tadacaktır.”[3] Her gelecek ise yakındır. O halde hayat yolculuğumuzu, ölümü hatırlayarak, yolculuğumuzun sonunu düşünerek sürdürmemiz gerekmez mi? Böyle bir durumda ölüm bizler için en etkili nasihat olacaktır.

Aziz Kardeşlerim,
Ölümü hatırlayarak hayatımızı yaşamak, dünyaya başka bir gözle bakmamızı sağlar; unuttuğumuz, görmezden geldiğimiz görmek istemediğimiz şu hakikatleri bizlere hatırlatır:
Dünya fanidir; ellerimizin altından kayıp giden bu geçici hayatta kalıcı olan güzel davranışlara değer vermeli. [1]
Nefeslerimiz sayılıdır; bu nefesleri O’na isyan yolunda zayi etmemeli. Bizi var edip bu dünyaya gönderen ve bir gün tekrar çağıracak olan Allah’ın emirlerine riayet ederek ve yasaklarından sakınarak hayatı yaşamalı. [2]
Hayatın bir sonu vardır; hayatın ne kadar kıymetli olduğunu unutmamalı. Ölüm gelmeden önce hayatın kıymetini bilmeli.[3] Elden çıktığında hayatı telafi etmek asla mümkün değildir. Boş, faydasız, kötü işleri terk etmeli. Güzel işler yapmalı; yaptığımız işler insanlara faydalı, arkamızdan dua ile anılmaya vesile olacak ameller olmalı.
Vakit dardır; sevdiklerimizin kıymetini bilmeli. Ailemiz, anne-baba, akraba ve arkadaşlarımızla olan bağlarımız ölümle kopmadan önce onlara karşı görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeye daha bir önem vermeli.
Zamanımız sınırlıdır, bu sınırlı zamanı hırsımızın esiri olup dünyalık temin etmeyi gaye-i hayat edinerek heder etmemeli. Gurur ve kibire konu olan özelliklerin toprak altında hükmünün olmadığını bilmeli.
Kardeşlerim,
Efendimiz; “Lezzetleri bıçak gibi kesen ölümü çok hatırlayın.”[4] buyurmaktadır. Ölümü hatırlayarak yaşamak, görev ve sorumluluklarımızı ihmal etmek olarak anlaşılmamalıdır. Zira yüce dinimiz bizden, dünyamız ile ahiretimiz arasında denge kurmamızı istemektedir. Dünya kötü değildir; kötü olan dünyevi istek ve arzulara boyun eğip Allah’ı unutmaktır. Bunu önlemenin yolu da Efendimizin tavsiyesi üzere ölümü hatırlamaktır.
Hutbemizi Hz. Ömer’in şu tavsiyeleriyle tamamlayalım: “Hesaba çekilmeden önce nefislerinizi hesaba çekiniz. Kendinizi en büyük buluşma için hazırlayınız. Kıyamet gününde hesap, ancak dünyada kendini sorgulayanlar için kolay olur.”[5]
Hazırlayan: Abdülkadir ERKUT
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe Komisyonu


[1] Ahmed b. Hanbel, III, 18.

[2] Nisa 4/78

[3] Ankebut 29/57.​

[4] Kehf 18/46

[5] İbrahim 14/31; Münafikun 63/10-11.

[6] Buhari, Rikak, 3

[7] Tirmizi, Zühd, 4)
[8] Tirmîzi, Kıyame, 25.



 

Bitter

KF Ailesinden
Özel Üye
İLİ : ANKARA
AY-YIL : EYLÜL-2011
TARİH : 30/09/2011


CAMİ-ÇOCUK BULUŞMASI




Muhterem Kardeşlerim! Peygamberimiz(s.a.s.), Amcasının oğlu Abdullah’ı bineğinin arkasına bindirmiş yol alırken, bir yandan onunla sohbet ediyor ve şöyle diyordu: “Yavrum, sana bak ne öğreteceğim: Allah‟ın hakkını koru ki, O da seni korusun. Allah‟ın hakkını koru ki, O‟nu her daim yanında bulasın. Bir şey isteyeceğin zaman Allah‟tan iste; yardım dileyeceğin zaman Allah‟tan yardım dile. Şunu bilmelisin ki, bütün varlıklar sana bir konuda yardım etmek üzere bir araya gelseler, Allah‟ın senin hakkında karar verdiğinden başka yardımda bulunamazlar. Yine sana bir konuda zarar vermek üzere elbirliği etseler, Allah‟ın senin için takdir ettiğinden başka bir zarar veremezler.”1 diyordu. Küçük bir çocuğa ibadetin, kulluğun özünü böyle anlatıyordu şefkat peygamberi Efendimiz(s.a.s.). Şartlar ne olursa olsun, Rabbi ile arasındaki bağı koparmamayı öğütlüyordu.

Kardeşlerim!
Efendimiz, meclisinde ve mescidinde çocukların bulunmalarına izin vererek onlara kendisini dinleme ve örnek alma fırsatı tanımıştır. Kutlu Nebi, dini öğretmek ve ibadet etmek gibi ciddi işlerle meşgulken bile, çocukların bu ciddiyeti bozması endişesini taşımamış, onları ilim ve ibadet ortamının dışında bırakmamıştır. Onların çocukça davranışlarını hoş görmüş, hataları sebebiyle onları mescidin dışına çıkarmamıştır. Öyle ki, bir gün hutbe okurken torunları Hasan ve Hüseyin’in düşe kalka mescide girdiklerini görünce dayanamamış, minberden inip onları kucağına aldıktan sonra tekrar minbere çıkmış ve şöyle buyurmuştur: “Allah, „Mallarınız ve çocuklarınız imtihan vesilesidir‟2 derken ne kadar doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka yürüyüşünü görünce dayanamadım da, sözümü keserek onları kucağıma aldım.”3 Merhamet ve şefkat bunu gerektirir değil mi?

Değerli Kardeşlerim! Peygamber Efendimiz’in bu tavrı, çocuklar ile kurduğu sevgi ve merhamet dolu ilişkiyi ibadet eğitiminde de benimsediğini göstermektedir. Çocuğun horlanarak kovulduğu, sesi çıktığında azarlandığı, soru sorduğunda terslendiği bir mescide tazecik gönlünün ısınması nasıl mümkün olabilir ki? Çocuğun ibadeti sevmesi ve benimsemesi, öncelikle ibadet eden büyüklerle aynı ortamı paylaşması ve orada bulunduğundan dolayı taltif görmesi ile mümkün olacaktır. Çocuklarımızın Allah’a kulluk bilinci, ibadet aşkı ve mescit sevgisiyle büyümesini istiyorsak geliniz; hem gönüllerimizi hem mescitlerimizi onlara açalım. Onların yüreklerine iman mayası çalalım. Yavrularımızın ruhunu camide doyuralım. Kalplerine Allah’ın ve Resulü’nün sevgisini koyalım. Kur’an’ı öğretelim, İslam’ı sevdirelim. Cennet çiçeği çocuklarımızı, adeta birer cennet bahçesi olan camilerimizle buluşturalım. Onları dinî terbiye ile yetiştirelim. Resulullah Efendimiz’in şu öğüdünü hatırımızdan çıkarmayalım:“Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz.”4

Kardeşlerim!
Peygamberimiz döneminde çocukla cami arasındaki bu sıcak ilişkinin tekrar yoğun bir şekilde yaşanması amacıyla, Başkanlığımız, “Cami-Çocuk Buluşması” adı altında bir kampanya başlatmıştır. Bu kampanya aracılığıyla yavrularımızın camiyi şenlendirmeleri ve bütün ayrıntılarıyla camilerimizi tanımaları sağlanacaktır. Bu noktada tüm görevlilerimizin ve cemaatimizin duyarlılığını beklemekteyiz. Unutmayalım ki; camilerimizin imarı, sahip olduğumuz çocuklarımızın manevi imarıyla gerçekleşebilir.

Hazırlayan ve Redaksiyon:Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
1
Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59.2 Enfâl 8/28.3 Tirmizî, Menâkıb, 30; Nesâî, Cuma, 30.4 Tirmizî, “Birr”, 33
 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
DİN GÖNÜLLÜĞÜ

İLİ : ANKARA
AY-YIL : EKİM-2011
TARİH : 07/10/2011



DİN GÖNÜLLÜĞÜ
Kardeşlerim!
Güzel bir özdeyişimiz vardır: “Gönülsüz yapılan aş, ya karın ağrıtır ya baş!” Aşk ve heyecanla, yüreği ortaya koyarak yapılan işe; “cân-ı gönülden yapmak” demişiz.

Gönül ne kadar yüceyse, içine gönül katılan iş de o derece anlam ve değer kazanır. Bizzat istemektir gönüllülük. Yapılan işe maddi bir karşılık talep etmemek ve mükafatını yalnızca Allah’tan beklemektir.

Kardeşlerim!
Kerim Kitabımız’da peygamberlerin lisanından defalarca şu hakikat ilan edilir. “Sizden bir ücret istemiyorum. Hizmetimin mükafatı ancak Alemlerin Rabbine aittir.”[SUP]1[/SUP]

Zira, dine hizmet vazifesinin özünde gönüllülük vardır. Allah için gönüllü olmaktır aslolan. Ve bu vazife inananlar olarak hepimize aittir. İslâm, iyiliklerin ve ahlaki değerlerin yaygınlaştırılması ve kötülüklerle mücadele konusunda, hepimize sorumluluk yükler. Yüce Rabbimiz ayetinde “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız...”[SUP]2[/SUP] buyurur.

Efendimiz de; “Sizden kim bir kötülük görürse, eğer gücü yetiyorsa, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle o kötülüğü değiştirsin. Buna da gücü yetmiyorsa, o zaman kalbiyle buğzetsin. İmanın gerektirdiği en alt sorumluluk bilinci budur.”[SUP]3[/SUP] buyurarak bu hususa işaret eder.

Hepimizin, eşimize, evladımıza, komşularımıza, arkadaşlarımıza karşı bu anlamda bir sorumluluğumuz vardır. Bu sorumluluğu yerine getirirken Resulümüz’ün; “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz…”[SUP]4[/SUP] uyarıları rehberimiz olmalıdır. Gönülden gönüle köprüleri ancak böyle kurabiliriz.

Kardeşlerim!
İnsanı sevmek demektir din gönüllülüğü. Kur’an’a ve Allah resulüne sevdalı olmak ve bu sevgiyi hayat gayesi haline getirmektir.
Sadakatini, samimiyetini, ilim ve irfanını yaptığı her işe katabilmektir. Gönülleri Allah’ın diniyle, dini de insanların gönülleriyle buluşturabilmektir.
Kutlu Nebi gibi, insanlar imanla kurtuluşa ersin diye çırpınmak, bu gayretle gecesini gündüzüne katmak demektir gönüllülük.
Güler yüzle, tatlı dille yürekleri fethetmek ve Efendimiz’in Hz. Ali’ye verdiği şu öğüdü adeta kendine söylenmiş bilmektir:
“Ey Ali! Senin vasıtanla bir kişinin hidayete ermesi, ovalar dolusu kızıl deveden, yani dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır…”[SUP]5[/SUP]

Kardeşlerim!
İnsanlık geçmişte nasıl peygamberlere muhtaç idiyse, bugün de din hizmetini ihlas ve samimiyetle yerine getirecek gönül erlerine muhtaçtır. Yaratılanı yaratandan ötürü hoş gören Yunuslar, kapısını ve gönlünü herkese açan Mevlanalar, insanlığı şefkatle kucaklayan Hacı Bektaşi Veliler misali, özü-sözü bir din gönüllüleri, toplum için büyük kazanımdır.

Unutulmamalıdır ki, din gönüllüsü Efendimiz’in manevi mirasçısı makamındadır. Özünde onu yaşatmalı, sözleri onun sözleri olmalıdır.

Geliniz, o halde her birimiz bir din gönüllüsü olmaya ahdedelim ve Yüce Resulümüz gibi Rabbimize şu samimi ikrarda bulunalım;

“Ben bu yaptığım tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum, ancak Rabbine bir iman ve itaat yolu tutmak isteyen kimseler istiyorum.”[SUP]6[/SUP]


Hazırlayan ve Redaksiyon :
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü


  1. Şu’arâ, 26/109​
  2. Âl-i İmran 110​
  3. Tirmizi, Fiten, 11.​
  4. Buhari, İlim, 11, Megazi, 60.​
  5. Buhârî, Cihâd, 143​
  6. Furkan, 25/57

 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
HACCI ANLAMAK

İLİ : ANKARA
AY-YIL : EKİM-2011
TARİH : 14/10/2011



HACCI ANLAMAK

Değerli Müslümanlar!
Gelin birkaç dakikalığına bundan binlerce yıl öncesine gidelim ve gözümüzde şöyle bir manzara canlandıralım: Yer, bu günkü Mekke. Gölgede 60[SUP]0 [/SUP]dereceye çıkan kavurucu bir sıcak. Kuran’ın ifadesiyle “ot bitmez”[1], kuş uçmaz kervan geçmez, ıssız-sessiz bir çölün ortası. Hacer validemiz, kendisini ve oğlu İsmail’i hiçbir hayat emaresi olmayan bu vadiye bırakan İbrahim efendimize: “Bu ıssız çöllerde bizi kimlere bırakıyorsun” der. İbrahim de: “Sizi Allah’a emanet ediyorum” cevabını verir. Bunun üzerine Hacer validemiz “O halde bize teslim olup itaat etmek düşer” diyerek rıza gösterir. İşte hac, bir yönüyle Hacer validemizin bu hatırasını yâd ederek onun teslimiyet ve itaatini yaşayabilmektir.

Kardeşlerim!
İnanan bir insan için hac, ömrü boyunca sahip olduğu her şeyini; malını, canını, işini, evladını ve hatta yurdunu Allah için terk ederek İbrahim yani Halilullah olmak arzusudur.

Hac, İsmail’in, kendisini kurban edeceğini söyleyen babasına dönüp: “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap! Şüphesiz beni sabredenlerden bulacaksın”[2] diye şeytanı mağlup ettiği meydana çıkmaktır. Böylece Allah’a itaat ederek İsmail olmak yiğitliğini gösterebilmektir.



[1] İbrahim, 14/37.

[2] Saffât, 37/102.


Değerli Kardeşlerim!
İhtiva ettiği inceliklerle bir Müslümanın hayatını bütünüyle kuşatır hac. İmanını, malını, canını, muhabbet ve samimiyetini bir araya getirerek en sevgili için seferber edebildiği bir sadakat göstergesidir. İşte Hacılık, Allah’ın kulları üzerindeki hakkını[1] verme şerefine erişmek ve onun misafiri olabilme izzetine ulaşabilmektir.[2]

Hac, Efendimiz’in; “Kim hacceder, kötü söz söylemez ve günah işlemezse anasından doğduğu gibi günahsız döner”[3] nebevi müjdesine erişebilmektir.

Hac, Safa ve Merve’de zemzeme kavuşmak, Hira dağında Cebrail ile tanışıp vahye layık olmak, Mina’da şeytanı taşlayıp lütfu ilahiye mazhar olmaktır. Müzdelife’de şuur ve şiar kazanmak, Arafat’ta vakfe yaparak hakikate vakıf olmaktır.

Değerli Müslümanlar!

Tavaf; Kâbe’nin etrafında beyhude bir dönüş değil aksine tevhid halkasına katılmak ve kesrette vahdete erişmektir.

Telbiye, Allah’a itaat ve teslimiyetimizi, emir ve yasakları karşısındaki tavrımızı ifade ediştir.

İhram, efendisine karşı şeytanla bir olup savaş açan zalim nefsin pişman olması ve barış talebiyle açtığı beyaz bayraktır. Beyaz bayrağı kabul edilenler, kendilerine yeni ve temiz bir ömür sayfası açılanlardır.

Mevlam bizlere bu şuur ve bilinçle haccetmeyi ve haccın kazanımlarını her daim koruyabilmeyi lütfetsin…




Hazırlayan:
Mümin ŞENER
DİB Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü



[1] Âli İmran 3/97.

[2] İbni Mâce, Menâsik, 5.

[3] Buhari, Hac, 4.








 

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
KURBAN İBADETİ

İLİ : ANKARA
AY-YIL : KASIM-2011
TARİH : 04/11/2011

10121228564164074426.png


KURBAN İBADETİ
Kardeşlerim!
Kerȋm Kitabımız, insanlığın yeryüzü serüvenini Hz. Adem’le başlatırken, bilvesile haberdar kılar bizi yeryüzünün ilk kurban hikayesinden: İki “Ademoğlu”, Habil ile Kâbil, birer kurban takdim eder Yaratana. Biri reddedilir dergah-ı ulȗhiyette, diğeri kabul olunur. Ve ilahi alemden hepimize duyurulur: “Kurban ancak takva sahiplerinden kabul olunur.”[SUP]1[/SUP]
Yüce Kur’an’ımız, takva elbisesine bürünmüş bir çift gönül üzerinden bir başka kurban hikayesiyle buluşturur bizi: Uzun yıllar evlat hasretiyle tutuştu Hz.İbrahim’in yüreği. Dua edip Mevla’dan bu hasretin bitmesini diliyor ve katından “salih bir evlat” istiyordu. Ve işte beklenen semavi müjde gelmiş, malıyla, canıyla sınanıp muhabbetullahını ağır bedeller ödeyerek ispat eden Halilinin duasını Rabbi kabul buyurmuştu. İsmail’di müjdelenen… Hakkında: “O halim, selim bir oğuldur.”[SUP]2[/SUP] denilen. Gelişip ergenlik çağına geldiğinde, çok sevgili babasının; “Yavrucuğum rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Ne dersin?” sualine, “Babacığım emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.”[SUP]3[/SUP] cevabını veren İsmail’di o…
Kardeşlerim!
Kurbanda rükün kanın akıtılmasıdır. Lakin, kurban hayvan boğazlamaktan ibaret değildir. İbrahimȋ bir sadakatin, İsmailȋ bir teslimiyetin, Muhammedȋ bir muhabbetin ortaya konması, hasılı peygamberlerle aynı safta buluşulmasıdır. Kurban, Meryem misali Rabbe adanmışlıktır. Tam bir yönelişle Hakka iltica eyleyiştir kurban (Müzzemmil, 8). Kurban, kulu takvaya ulaştıran bir vesile kılınmıştır Yüce Allah tarafından. Zira kesilen hayvanların ne etleri ne kanlarıdır Hak katında arzulanan. Hakikatte canın, sahibine sunulmasıdır kurban. “Bizim Yunus” ne güzel söylüyor:
İsmâilem Hak yoluna canımı kurban eylerem
Çünkü bu can kurban imiş koçu kurbanı neylerem

Kardeşlerim!
Kurban, cimriliğimizi tedavi eder, merhamet pınarımızı coşturur. Vermeyi, paylaşmayı yaşatır gönülden. Tok iken ne kadar anlayabiliyoruz ki açın halinden? Unutmayalım ki; yediğimiz değil, verdiğimiz bizimdir. Hesapsız dağıttıkça kurbanımızın etinden, tuttukça komşularımızın, yoksul ve yetimlerimizin ellerinden, kurbanımız da tutar bizim elimizden. İhlâsımızı, sadakatimizi, teslimiyetimizi gösterir kurbanlarımız. Cennette bir merasime dönüşür böylece bayramlarımız.
Kardeşlerim!
“Can kurban” diye sesleniriz çoğu zaman dostlarımıza. “Seni verene kurban olayım” diyerek dile getiririz muhabbetimizi onlara. “Kurbanın olayım” yakarışıyla iletiriz talebimizi yakınlarımıza.
Hasılı kardeşlerim; kurban yeryüzünün insanlıkla yaşıt en eski, ama eskimeyen ibadetidir. Kurban; görünüşü itibariyle kan akıtmak olsa da, ruhu takva olan ibadettir. Kulluğumuzun inşasında ve âhiretimizin imarında ise bütün ibadetler bir vasıtadır, amaca ulaştıran araçtır. Gaye; rızayı bâriye erişmektir.
O halde kardeşlerim geliniz; Resulullah Efendimiz(s.a.s.)’in şu sözlerine kulak verelim; “Âdemoğlu, kurban bayramı günlerinde Allah için kurban kesmekten daha sevimli bir iş yapmış olamaz.”[SUP]4[/SUP]
Ve Yüce Mevla’nın bizden beklediği ihlâsı, sadakati ve samimiyeti kuşanarak kurbanlarımız vesilesiyle bir kez daha ikrar ederek gönülden;
“…Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamım da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”[SUP]5 [/SUP]diyelim.

Rabbim takvamızın kendisine ulaşacağı kurbanları kesmeyi bizlere nasip eylesin.


1. Mâide, 5/27
2. Sâffât, 37/101
3. Sâffât, 37/102
4. Tirmizi, Edahi, 1
5. En’âm, 6/162

Hazırlayan: Dr. Ülfet GÖRGÜLÜ / DİYK Uzmanı
Redaksiyon: DİB Hutbe Komisyonu

 
Üst