delinin biri
Tecrübeli
Her insanın iki şeytanı vardır. Bu şeytanlar, en büyük şeytan iblise bağlıdır. iblisin emir komutasında, kişiyi şerre sevk eden bu şeytanlar, kişinin nefsi ve ahlakına göre şekillenmişlerdir. Bunlar kişinin damarlarında dolaşarak, kişiyi kendilerine bağlarlar. Şuuru bunların elinde olan kişi, hayrı şer, şerri hayır olarak görmeye başlar. Bu şeytanlar şayet iman etmişlerse, kişiyi hayra sevk ederler. iblisin emir komutasından çıkanlar, iblisin bir yalancı, sahte, aciz olduğunu söylerler.
Hainler korkak olur. Bütün korkaklar hain ve yalancıdır. Şeytanın adımlarına uyan, şeytana dost olan, Muhammedi ahlaktan uzak bir hayatı yaşayanlara dikkat edin ki, korkaktırlar. Dikkat edin ki haindirler, gürültüyü, şaşaayı, tantanayı severler. Mertlik yoktur onlarda. Hiçbir şeyi muhatabın yüzüne konuşamazlar. Kalabalıklarda, tenhalarda dedikodu ve gıybet yollu konuşurlar. Şeytan ve dostlarının en büyük silahı, dedikodu ve gıybettir. Ve onlar gerçekleri belirsiz ve kinayeli konuşurlar.
Şeytan insana nasıl musallat olup korku ve ümit verir?
Şeytan gaflet –uyku, duyu organlarının her şeyden kayıtsız kalması hali- anında veya nefsin bir günaha meyli halinde insan bedenine girer. Girmesi, ısının vücuda sirayet edip, kana karışmasından daha kolaydır. Şeytan, ateşten yaratıldığına göre hararetin kalbe sirayeti çok basit ve bilinen şeydir. Kalbe sirayet ettikten sonra, kalp de oluşturduğu yoğunlukla duyu organlarını harekete geçirir. Herhangi bir şeye karşı onu korkutmaya, kan basıncını hızlandırmaya başlar. Kişi, kalbindeki bu korkunun farkına varıp, korkunun asılsız bir vesveseden ibaret olduğunu ve bu korkunun ALLAHU TAALA’YA karşı duyulan korkuyu bastırmaya çalıştığını anlayınca, hemen gafletten uyanırlar.
Gaflet anında musallat olan şeytan, şuur ehline yaklaşamaz. Ondandır ki, peygamber ve varislerinde gaflet hali oluşmaz. Onların uykusunun dahi ibadet olması bundandır. Çünkü onlar göz ve beyin olarak uyusalar da, kalpleri ALLAHU TAALA’NIN ayanına açıktır. Gaflet, duyu organlarının eşya ve olaylardan kayıtsız kalma halidir. Bu hal, kişide olduğu sürece, kişi yürüyor, konuşuyor olsa da o kişi uykudadır. Kişi bazı zorunlu ihtiyaçlarını temin etse de, bu ihtiyaç denkleminde hareket etse de, gafildir. Gafiller, ihanet ve yalandan ve dolayısıyla korkudan uzak kalmazlar.
Şeytanın musallat olduğu kişiye bakılırsa şu haller görülecektir. Sürekli dalgınlık, unutkanlık ve yorgunluk hali. Kalpleri şeytanın tohumlarıyla o kadar çok çırpınmıştır ki, halleri gafletin resmi olmuştur. Bu insanlara ALLAHU TAALA’NIN ne ayet-i kerimesi tesir edebilir, ne başak bir şey. Bu insanlar namaz da kılıyor, oruç da tutuyor olabilirler. Fakat bu ibadetleriyle dahi gaflet içindedirler. Bunların beş duyu organı iptal olmuştur. Bunları gafletten uyandıracak şey, direkt gönül, Hakk sözüdür. Bunlar Hakk sözü duymaya başlayınca, başlangıçta kulaklarında bir uğuldama, sonrasında ise bir esneme oluşur. Kulaklarındaki uğuldama, şeytanın verdiği son iğve, vesvese son tohumdur. işte bu esnada gafil, saldırgan olur. Mekkeli müşriklerin tepkisi bundandır. ikinci halde ise, gafil, esner ve esneyişle şeytan dışarı çıkar. Bu aşamadan sonra gafil, gevşer ve rahatlar. Şeytanın baskısı kalp üzerinden kalkınca, kalp yumuşar ve Hakk sözü içine alır.
Şeytan ümit ve korkuyu pekiştirir, sağlamlaştırır. ümit korkunun zıddı bir hal değildir. Korkulan şeyden beklentiye girme halidir. ümit, korkulan şeyin vaadine tam inanıp, o vaadin gerçekleşmesini bekleme durumudur. Bu bekleyiş onu tembelliğe, gevşekliğe ve durgunluğa sevk eder. ibadetten uzaklaştırır. Böylelikle kişi, korkudan uzaklaşarak gafletin pençesine düşer.
Zevk, şekil ve desen, giyimi belirleyen üç unsurdur. Burada renk zevki, desen zarafeti, şekil karakteri, kişiliği gösterir. Bu üç unsur bir araya geldiğinde, giyim ortaya çıkar. Dikkat edilirse bu üç unsur da nefisle, insanların kendi iç âlemleriyle ilgilidir. Yani kişiye göre değişebilen şeyler. Bunların taklidi olamaz. Şu şahıs şunu giyiyor ve ona yakışıyor diye aynısını diğer şahıs giyerse, ona yakışmayabilir. Aynı renk, desen ve şekilde giyinmek ayniyeti doğurur. Ayniyetse, insan fıtratına(yaradılışına) aykırıdır. imtihanın hikmeti, ayrılığı gerektirmektedir. Zira zevk, nefse hitap etmektedir. Mubah(haram edilmeyen şeyler) dâhilinde olduğu sürece, nefsi tatmin etmek gerekir. Zira nefsin de bir hakkı vardır ve ona zulmedilmemelidir. Şayet nefs, mubah –serbest- çerçevesinde tatmin edilmezse isyan eder. Tatmin etmeme hali de ifrattır( aşırılıktır) ki, şeytan’ın işini kolaylaştırır. Zira o, insana ancak ifrat ve tefrit anlarında (aşırılık ve normalin altında) yaklaşabilmektedir. Bugün Hıristiyanların tefrit ve ifrattaki hali de bunu göstermektedir. Emin olmadığı halde onların ruhbanlığı onları saptırmıştır. Çünkü ruhbanlık, nefse zulüm ve fıtrata aykırıdır. Rahip ve rahibelerin giyim kuşamı, cinsi lezzetten uzaklaşmaları. Hep ifrat ve tefritin neticesidir.
Renk zevke, zevk de nefse hitap eder. Nefsin aynı renkten zevk alması, nefsin ayrı yetine aykırıdır. O sebeple, ne herkes siyah renge, ne gri renge, vs. büründürülebilir. Zaten asr-ı saadet’te de böyle bir şey yoktu. Yani herkesin aynı rengi tercihi. Bunlar sonradan çıkmadır –bidattir- ve bu bidatler zevki dondurmuştur. Her rengin ayrı zevki vardır. Bu ayrı renkler, nefse ait bir açıklamada bulunur. Misal: kırmızı renk şehvet ve gazabı, mavi ve tonları olan renkler hoşgörüyü, sarı renk hayal ve isteği, pembe renk hafifliği, ifade eder. Tüm renklerin bir nefsanî açıklaması vardır. Burada kastımız; renkler üzerine derinleme açıklama değil, insanların tek renge büründürülemeyeceğidir.
Giyim kuşamda ikinci unsur olan şekil, karaktere hitap eder. Karakter de akla bağlı bir cevherdir. Şekil; giyim kuşamda tüm beşeri münasebetlere yansıyan bir şeydir. Akıl, fıtratı gereği daima düzen ve şekle muttalidir; yani daima düzen ve şekil meselelerini bilendir. Düzen ve şekil aklın, akıllı olmanın bir gereğidir. Mecnunların, meczupların (kendini bir şeye kaptırmış olanların), filozof ve dervişlerin –ki bunlar ya aklını zayi etmiştir, ya aklı, akıllı yaşamayı kaile almıyorlar- darmadağınık giyimleri sözümüze açıklık getiriyor. insanların akli seviyeleri, sosyal mevkileri aynı olmadığı için, aynı şekilde elbise giymek de doğru değildir. Tüm insanların pantolon gömlek giyip kasket taktıklarını tahayyül (hayal) edersek, ortaya çıkan manzaranın hazmedilecek bir şey olmadığı görülür. Yine tüm insanların beyaz sarık takıp beyaz cübbe giydiğini tahayyül edelim. Ortaya çıkan manzara aynıdır.
Giyimde üçüncü unsur olan desen, zarafeti temsil edip ruha hitap eder. Kişinin hassasiyeti, inceliği giyimindeki desenlerde belli olur. Kaba saba giysiler habis ruhlu; narin, zarif giysiler, nezih ruhlu insanlarındır. Desenlerdeki geometrik, simetrik, kübik, tabii şekiller, hep ruhun iştiyak(şiddetli isteklerinin) ve isteklerinin ifadesidir.
Giyimdeki -tesettürdeki- bu üç unsuru bir araya getirdiğimizde temizlik -nezahet- yoluna gireriz. Zaten örtünmeden maksadın necaseti setretmek, yani pisliği örtüp gizlemek ve bu sebeple temizliği gösterme olduğu bilinmektedir. Yani; necaset örtünmeye, nezahet de açığa çıkarılmaya muhtaçtır. Aksine, örtünme değil, başka bir şey olur.
Ruh, zarafeti; akıl nezaketi; nefs, zafiyeti davet eder. Tesettürün maksadı da pisliği gizlemektir. Tüm bu sebepler birbirine o kadar bağlıdır ki, birini ihmal, diğerini sekteye uğratıyor yani durduruyor. Tesettür hayâya, hayâ imana delalet eder yani delil olur, yol gösterir. Aksi de, küfür ve şirke delalet eder.
Zaman öyle hale şahit oluyor ki, belki şimdiye dek hiç bu kadar şen’isini(kötüsünü), şerlisini görmemiştir. Lut kavmini helak eden lutiliği(erkek erkeğe cinsel ilişki ), bu ümmet de yapıyor, bir de lezbiyenliği ekliyor. Her yönden her yandan necaset, pislik yağıyor. Necasetten lezzet alma gibi bir gariplik meşru ve akla uygun görülüyor. Mümin, her zamanda olduğu gibi garip, mahzun.
Şer-i şerif’in hadleri belli. Erkeğin ve kadının mahrem ölçüleri de belli. Bize düşen, bu belirli çerçeve içinde giyinmek. Erkeğin giyimi, erkeği hafifletmeyecek, tiksindirtmeyecek şekilde olmalı. Vakarlı, edepli. Kadının giyim kuşamı da aynı şekilde. Şekli, rengi, deseni belirleyen, insanın kendisidir. Erkeğin giyim şeklini benzeteceği bir insan varsa, o da âlemlere rahmet olarak gönderilen Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’dir. Ne şu hoca, ne şu şeyh, ne bu adam. Giyim kuşamımız, hayâmızı muhafaza etsin de nasıl olursa olsun.
Giyim ve kuşam, insanın cemiyet içerisinde rahatça yaşaması için zaruridir. Zira insan, cami’ bir varlık olmakla cemiyet kurmuştur. insana hediye edilen büyük bir lütuf olan akıl, beraberinde hayâyı -imanı- getirmiştir. Hayâ, insanı hayvandan ayıran yegâne unsurdur. Hayâ, tüm çirkinlikleri, pislikleri def’ eden bir nur şulesidir.
Her şey zıddıyla mevcuttur. Hayâyı daha iyi idrak etmek için zıddı olan necasete başvurmak, yani anlamak lazım. Necaset, necaset olarak kabul edilip tanınmayınca, hayâ anlaşılmaz. Hayâ madeni Aleyhisselatu Vesselam efendimiz, bir mübarek hadisinde hayâ hakkında şöyle haber vermekte: ‘’iman yetmiş küsur şubedir. En üstünü ‘la ilahe iLLALLAH’ sözü, en düşüğü yolda birine eziyet veren bir mâniayı kaldırmadır. Hayâ da imandandır’’ yani hayâ, bir sebep değil, sebeplerin sebebi olan ALLAHU TAALA’YA varmada, ALLAHU TAALA’YA ulaşmada bir gayedir. iman nurdur, zıddı ise zulümattır. Nurdan bir parça olan hayânın zıddı ise pislik, necasettir. Dikkat edilirse insanın en necis yeri, nefse en lezzetli gelen yerdir. Bu lezzet, ancak iştiha anında oluşur. Şayet iştihasız bir şekilde o necis yerler görülse yahut tahayyül edilse, insanda bir tiksinti uyandırır. Yeri gelmişken şu hakikati de ifade etmek zaruriyet arz ediyor. Kişi, kendisinin yahut bir başkasının cinsiyet uzvunu görmemeli. Zira uzuvların necaset kanalı olması gözdeki nuru alıyor. Göz nurdur; cinsiyet uzuvlarıysa zulümat. Bunlar birbirinin gece ile gündüz misali, zıddıdır. Birinin varlığı, diğerini yok eder. Gözden yüze hayâ yayılmıştır. Hayâ, insanın yüzündedir. Bu yüz, bütünüyle o pis yerlere teveccüh edince, hayâ ve beraberinde olan iman gidiyor. Günümüzde hususiyle bu meselede haddi aşmalar olmuştur. Evliler buna çok dikkat etmelidirler. Bakın, hayâ ve iffet madeni Aleyhisselatu Vesselam efendimiz, pak validemizi kastederek diyorlar ki: ‘’ne gördüm, ne gördü’’ gelen haber mealen bu. Bu meselenin beyanında dahi kullanılan müphem(belirsiz) kelimelere dikkat edin. Zira ‘’beyan insanın aynıdır’’ atasözü meşhurdur.
Hayâ ve örtünmeyi daha iyi anlamak için ilk insan Âdem Aleyhisselamın cennet’teki kıssasına müracaat etmek lazım. Malum olduğu üzere Adem ile Havva atamız, cennet’te meşk ve sürurla (sevinç ve neşe içinde) yaşarlardı. imtihanın hikmeti icabı, kendilerine bir meyve yasaklanmıştı. Batılı Hıristiyan kaynaklarına göre bu, ‘’bilgi ağacıdır’’ yani levh-i mahfuz’da yazılı olan bilgi. Diğer adıyla, kader. aksine, irfan ehlince bu ‘’fena ağacı’’dır. Mayası dünya ile aynı. Cennet’te her şey, dünyadakine zıt ve muhaliftir(karşıdır, aykırıdır). Bu ağaç buğday ağacıdır. Buğday, bütün meyvelerin, sebzelerin özünü kendinde toplayan bitkidir. işte, şeytan’ın vesvese ve iğvasıyla(baştan çıkarmasıyla) yenilen buğday, Havva validemizde bir ağırlık yapmıştı. Bu ağırlık necasetin ağırlığıydı. Necaset, kendini hissettirince nur zail olmuş (son bulmuş), zail olan nurla birlikte taaccüp(şaşma) hissi doğmuştur. O an Havva validemiz ve Adem babamız edep yerlerinin farkına varmışlardır. Edep yerleri, yani pis yerler. Orada bulunan cennet ağaçlarından birinin yaprağıyla edep yerlerini kapatmışlardır. Bu ağaç da, ALLAHU âlem incir ağacıdır. ALLAHU TAALA kur’an-ı kerim’de bismillahirrahmanirrahıym:‘’ey âdemoğulları! Şeytan nasıl ki anne babalarınızı çirkin yerlerini kendilerine göstermek için cennet’ten çıkardıysa, sakın sizi de belaya uğratmasın’’( Sadakallahül azıym.) buyurmuştur.
Hayâ, pislik ve çirkinliğin zıddıdır. Dünya ve cevheri olan ‘’fena’’, insan bünyesinde mevcuttur. ilahi hikmet icabı, nur ve zulümat insanda barınabilmektedir. Nurun yatağı kalp, zulümatın yatağı ise kalbin aşağısında bulunan mide ve mideye bağlı organlardır. Nefsin isteği, şeytanın baştan çıkarmasıyla dünya, yani mide, kalbe baskın gelebilmektedir. Mide kalbe baskın gelirse, kalp zulümat yatağı olur. Bunun bariz misali, dünyevi herhangi bir istek kalbe yerleştiği zaman –ki dünyevi şeylerin tümü fenadır- nur gider. Şayet atalarımız fena meyvesini yememiş olsalardı, zulümat insana hiç sirayet etmeyecek, insan necaseti tanımayacaktı. ilahi sırrın daha nice hikmeti vardır ki, bunu bizim kıt aklımız idrak edemez. Bu meselede edep haddini ihlal etmemek lazım. Bilmemiz gereken, dünyada örtünmenin elzem olduğudur. Zira insanda mevcut hayâ bunu gerektirmektedir. Necaset örtünmeye, örtünme hayâya işarettir. Ne Firdevs’te, ne cehennem’de örtü vardır. Zira orası tüm perdelerin açıldığı yerdir.
insanın yaradılışında var olan hayâ, temizliği, temizlik de örtünmeyi, gizlenmeyi şart kılmıştır. Örtü, bu yönüyle anlaşılınca bir mana ifade eder. Aksine, yine bir tahrik ve fitne sebebi olmaktan öteye geçmez. Bu örtünme, hem erkekte, hem kadında aynıdır. Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin getirdiği ölçüler, tüm kâinatı kapsayan mahiyettedir. Erkeğin ve kadının örtünme yerleri bellidir. Kim kime karşı sakınmalıdır, yoruma ihtiyaç kalmayacak şekilde aşikârdır. Erkeğin diz ve göbek dâhil göbek ve diz arası mahrem, kadının el yüz hariç tüm vücudu, şekil ve şemaili tanınmayacak, hissedilmeyecek şekilde mahremdir. Örtünmede esas, fitneye düşmemek ve düşürmemek. nefs, cesede hâkimiyet kurunca, edep yerlerini aşikâr ettirmek ister. Parmakla gösterilsin yahut kendisine iltifat edilsin diye.
ilahi her ölçüde bin bir hikmet fışkırmakta ve akıl bunu idrak, ceset hissedince aciz kalmakta. Bu acziyet(acizlik), taat (söz dinleme) ve ibadete da yansıyor. ALLAHU Taala’yı şahit tutarak söylüyorum ki, hepimiz şaşkın şaşkın dolaşmakta, irademizle bir şey yapamamakta; aklı, hikmetin insanı aciz bırakan benzerini yapmaya kendini kaptırmış, cesedi mefluç(felçli) vaziyetteyiz.
Bu örtünme mevzuundaki maksat anlaşılınca taat(söz dinleme), yani riyasız kulluk doğacaktır. Şayet maksat anlaşılmazsa, sebebin karışık ve dolambaçlı yollarına takılıp kalınırsa, yapılan kulluk; azgınlığa, sapkınlığa, imansızlığa, yoldan sapan ve saptıranlara. Dönüşür. Sebep yumağı olan dünya hayatındaki bütün münasebetler bu minval(tarz, gidiş) üzerinedir.
Günümüzde bazen soytarıca, komik, bazen ürkütücü giyim kuşam halleri mevcut. Giyim kuşamda dikkat edilmesi gereken unsurlardan biri itidaldir(orta halliliktir). Yani ne tahrik ettirecek kadar şık, ne tahkir ettirecek (aşağılanacak) kadar dağınık olmamak lazım. Bu, hem kadın için hem erkek için geçerlidir. Zaten kadının zaruri haller dışında sokağa çıkması, arz-ı endam etmesi (boy-pos göstermesi) sakıncalıdır.
Tütün otunun kurutulup kâğıda sarılmasıyla elde edilen sigara, yakılarak, ağızdan nefes yoluyla çekilen bir içecektir. içilen, sigaranın dumanıdır. Duman, önce ciğerlere, oradan kan yoluyla vücudun her tarafına, ayak parmaklarından kafatasına kadar sirayet eder. Kanın ulaşabildiği her yere dumana ulaşır. Kalp ve beyne giden damarlar –atar ve toplardamarlar- ana damar olduğundan, bunların içinden geçen duman daha fazladır. Dolayısıyla etkisini en çok kalp ve beyine gösterir. Tıbben hafif tesirli uyuşturucu olduğu tespit edilen dumanın, kalp ve beyin hücrelerini uyuşturduğu kesindir. Bütün yiyecek ve içeceklerde olduğu gibi mide, nikotinin depolandığı yerdir. Depolanan nikotinin fazlalığı, bağırsaklar yoluyla dışarıya atılır.
Nikotinin yakıcılık özelliği hücrelerde oluşan yağı eritir. Hücreler, yağdan teşekkül ettiğinden ölürler. Zannedildiği gibi alışkanlık nikotinden kaynaklanmaz. Alışkanlık, sigaranın içiş şeklinden kaynaklanır. Bu şekil ve hevesten olup, değişebilir. Alışkanlıkların tümü hevestendir. Hevesler –nefsten kaynaklanan istekler- zamanla değişebilir.
insan kalbi, şuurun merkezi olması bakımından nur ve zulmete açıktır. Nur ve zulmet, kalbe damla damla geldiği için, aynı nispette de çıkar. Nur, aydınlığı temsil ederken, zulümat karanlığı temsil eder. Nura boğulmuş bir kalp, ALLAHU TAALA’NIN lütuf ve ikramına mazhar olur. zulümatta ise şeytanın kölesi, kulu olur. Nikotin zehri, nuru damla damla yakar. Geriye yalnızca zulümat kalır. insan, kalp ve bedeniyle şeytanın bir emir kulu olur.
Nurun sirayet etmediği bir kalp, mutlaka zıddı olan zulümat ile doludur. Böyle bir kalp de şeytan ve yardımcıları taht kurar. Şeytanın gıdası, malum ve meşhur habere göre; hayvan pisliği, insan artığı, kemik, kül ve pis olan her şeydir. insan vücuduna giren temiz rızıkdan şeytan ve yardımcıları nefret eder. Onların sevdiği, pis ve zararlı şeylerdir. Nikotin, şeytanın en sevdiği gıdalardan birisidir. Bu gıda, midede olduğu sürece şeytan ve yardımcıları insan vücudundan dışarı çıkmaz.
Sigara dumanı ve zehri ile beslenen şeytan, midede ikamet ederek insanı yönlendirir. Tiryaki, sigaraya devam ettiği sürece bu şeytan -cin- vücutta kalır. Zahiri ve batini birçok hastalıklara sebebiyet veren bu cin, ilim, iman ve amele musallat olur.
Sigara dumanı, ihtiva ettiği nikotin zehri ile beynin ilme yoğunlaşmasına mani olur. Sigara içenlerin ‘’efkâr dağıttım, efkâr dağıtalım.’’ dedikleri, gerçek bir beyandır. Efkâr fikir demektir. Fikir, asaletli olur gerçekte merdiveni temsil eder. Fikir olmayınca ilim olmaz. Fikir, akıl yürütme kuvveti olup, hak ile batılı birbirinden ayıran bir hâkimdir. Bu kuvvet olmayınca hak ile batıl birbirine karışır ve ‘’şirk’’ oluşur.
insan vücudunda sürekli kalan şeytanın, kalpteki fikir ve ilhamı bozarak vesvese vermesi şirkin başlangıcıdır. Vesveseli bir kalp, başkasından korkmaya, başkasından ümit etmeye, başkasını büyük tanımaya başlar. Vesvese, imanı bozan şeytani tohumlardır. Paranoya, şizofren, fobi, halisünasyon ve ilizyon gibi psikolojik klişeli birçok hastalık, şeytani vesveselerin doğurduğu bozukluklardır. Şeytan efkârı dağıtan, ilhamı kaldıran, imanı bozup kuruntuları, yersiz korkuları bir numaraya oturtandır. Bu şeytan, midede sabitlenip kalp de kurulurken eûzu billâh tan korkup kaçmaz. Çünkü eûzu billahi ayet-i kerimesi dıştan gelen şeytana karşı bir sığınaktır. Kalenin içinde, kumanda köşkünde oturan şeytan bununla dışarı çıkmaz. Bunun çıkışı ancak vücuttan şeytanı kovmaktır. Eğer bu devam ettirilmezse kendisi kaçar, devam ettirilen bir bedene sığınır. Bu şeytan kalp de, bedenin kumanda köşkünde olduğu sürece bedenin bütün organları bunu över; bunu büyük bilir. Çünkü onun vereceği sahte korkuları beden büyültür, tembelliğe, gevşekliğe ve lezzete de dil şükreder.
Sigara müptelası olan şirkten uzak değildir. Bedeni, kalbi ve dili pistir. iman temizdir, pisliği kabul etmez. Pis olan bir kalp ile dua etse, duasına cevap verilmez. Çünkü ALLAHU Taala hazretleri temizdir. Temiz olan, pisin çağrısına cevap vermez.
iman ile zulümatın kalbe damla damla girip damla damla çıktığı malumdur. zulümat girdiği an, iman çıkar ve insan günaha girip mutlaka bir günah işler. Arkasından tövbe edip, zulümat çıkar ve iman nuru girer. zulümat ateşten olduğu için, yani ateşin simsiyah dumanı şeklinde olduğu için giriş ve çıkışı süratlidir. iman ise nurdan olduğu, nurun ise serin olduğu malumdur. Serinliğinden dolayı imanın giriş çıkışı yavaştır.
Hainler korkak olur. Bütün korkaklar hain ve yalancıdır. Şeytanın adımlarına uyan, şeytana dost olan, Muhammedi ahlaktan uzak bir hayatı yaşayanlara dikkat edin ki, korkaktırlar. Dikkat edin ki haindirler, gürültüyü, şaşaayı, tantanayı severler. Mertlik yoktur onlarda. Hiçbir şeyi muhatabın yüzüne konuşamazlar. Kalabalıklarda, tenhalarda dedikodu ve gıybet yollu konuşurlar. Şeytan ve dostlarının en büyük silahı, dedikodu ve gıybettir. Ve onlar gerçekleri belirsiz ve kinayeli konuşurlar.
Şeytan insana nasıl musallat olup korku ve ümit verir?
Şeytan gaflet –uyku, duyu organlarının her şeyden kayıtsız kalması hali- anında veya nefsin bir günaha meyli halinde insan bedenine girer. Girmesi, ısının vücuda sirayet edip, kana karışmasından daha kolaydır. Şeytan, ateşten yaratıldığına göre hararetin kalbe sirayeti çok basit ve bilinen şeydir. Kalbe sirayet ettikten sonra, kalp de oluşturduğu yoğunlukla duyu organlarını harekete geçirir. Herhangi bir şeye karşı onu korkutmaya, kan basıncını hızlandırmaya başlar. Kişi, kalbindeki bu korkunun farkına varıp, korkunun asılsız bir vesveseden ibaret olduğunu ve bu korkunun ALLAHU TAALA’YA karşı duyulan korkuyu bastırmaya çalıştığını anlayınca, hemen gafletten uyanırlar.
Gaflet anında musallat olan şeytan, şuur ehline yaklaşamaz. Ondandır ki, peygamber ve varislerinde gaflet hali oluşmaz. Onların uykusunun dahi ibadet olması bundandır. Çünkü onlar göz ve beyin olarak uyusalar da, kalpleri ALLAHU TAALA’NIN ayanına açıktır. Gaflet, duyu organlarının eşya ve olaylardan kayıtsız kalma halidir. Bu hal, kişide olduğu sürece, kişi yürüyor, konuşuyor olsa da o kişi uykudadır. Kişi bazı zorunlu ihtiyaçlarını temin etse de, bu ihtiyaç denkleminde hareket etse de, gafildir. Gafiller, ihanet ve yalandan ve dolayısıyla korkudan uzak kalmazlar.
Şeytanın musallat olduğu kişiye bakılırsa şu haller görülecektir. Sürekli dalgınlık, unutkanlık ve yorgunluk hali. Kalpleri şeytanın tohumlarıyla o kadar çok çırpınmıştır ki, halleri gafletin resmi olmuştur. Bu insanlara ALLAHU TAALA’NIN ne ayet-i kerimesi tesir edebilir, ne başak bir şey. Bu insanlar namaz da kılıyor, oruç da tutuyor olabilirler. Fakat bu ibadetleriyle dahi gaflet içindedirler. Bunların beş duyu organı iptal olmuştur. Bunları gafletten uyandıracak şey, direkt gönül, Hakk sözüdür. Bunlar Hakk sözü duymaya başlayınca, başlangıçta kulaklarında bir uğuldama, sonrasında ise bir esneme oluşur. Kulaklarındaki uğuldama, şeytanın verdiği son iğve, vesvese son tohumdur. işte bu esnada gafil, saldırgan olur. Mekkeli müşriklerin tepkisi bundandır. ikinci halde ise, gafil, esner ve esneyişle şeytan dışarı çıkar. Bu aşamadan sonra gafil, gevşer ve rahatlar. Şeytanın baskısı kalp üzerinden kalkınca, kalp yumuşar ve Hakk sözü içine alır.
Şeytan ümit ve korkuyu pekiştirir, sağlamlaştırır. ümit korkunun zıddı bir hal değildir. Korkulan şeyden beklentiye girme halidir. ümit, korkulan şeyin vaadine tam inanıp, o vaadin gerçekleşmesini bekleme durumudur. Bu bekleyiş onu tembelliğe, gevşekliğe ve durgunluğa sevk eder. ibadetten uzaklaştırır. Böylelikle kişi, korkudan uzaklaşarak gafletin pençesine düşer.
Zevk, şekil ve desen, giyimi belirleyen üç unsurdur. Burada renk zevki, desen zarafeti, şekil karakteri, kişiliği gösterir. Bu üç unsur bir araya geldiğinde, giyim ortaya çıkar. Dikkat edilirse bu üç unsur da nefisle, insanların kendi iç âlemleriyle ilgilidir. Yani kişiye göre değişebilen şeyler. Bunların taklidi olamaz. Şu şahıs şunu giyiyor ve ona yakışıyor diye aynısını diğer şahıs giyerse, ona yakışmayabilir. Aynı renk, desen ve şekilde giyinmek ayniyeti doğurur. Ayniyetse, insan fıtratına(yaradılışına) aykırıdır. imtihanın hikmeti, ayrılığı gerektirmektedir. Zira zevk, nefse hitap etmektedir. Mubah(haram edilmeyen şeyler) dâhilinde olduğu sürece, nefsi tatmin etmek gerekir. Zira nefsin de bir hakkı vardır ve ona zulmedilmemelidir. Şayet nefs, mubah –serbest- çerçevesinde tatmin edilmezse isyan eder. Tatmin etmeme hali de ifrattır( aşırılıktır) ki, şeytan’ın işini kolaylaştırır. Zira o, insana ancak ifrat ve tefrit anlarında (aşırılık ve normalin altında) yaklaşabilmektedir. Bugün Hıristiyanların tefrit ve ifrattaki hali de bunu göstermektedir. Emin olmadığı halde onların ruhbanlığı onları saptırmıştır. Çünkü ruhbanlık, nefse zulüm ve fıtrata aykırıdır. Rahip ve rahibelerin giyim kuşamı, cinsi lezzetten uzaklaşmaları. Hep ifrat ve tefritin neticesidir.
Renk zevke, zevk de nefse hitap eder. Nefsin aynı renkten zevk alması, nefsin ayrı yetine aykırıdır. O sebeple, ne herkes siyah renge, ne gri renge, vs. büründürülebilir. Zaten asr-ı saadet’te de böyle bir şey yoktu. Yani herkesin aynı rengi tercihi. Bunlar sonradan çıkmadır –bidattir- ve bu bidatler zevki dondurmuştur. Her rengin ayrı zevki vardır. Bu ayrı renkler, nefse ait bir açıklamada bulunur. Misal: kırmızı renk şehvet ve gazabı, mavi ve tonları olan renkler hoşgörüyü, sarı renk hayal ve isteği, pembe renk hafifliği, ifade eder. Tüm renklerin bir nefsanî açıklaması vardır. Burada kastımız; renkler üzerine derinleme açıklama değil, insanların tek renge büründürülemeyeceğidir.
Giyim kuşamda ikinci unsur olan şekil, karaktere hitap eder. Karakter de akla bağlı bir cevherdir. Şekil; giyim kuşamda tüm beşeri münasebetlere yansıyan bir şeydir. Akıl, fıtratı gereği daima düzen ve şekle muttalidir; yani daima düzen ve şekil meselelerini bilendir. Düzen ve şekil aklın, akıllı olmanın bir gereğidir. Mecnunların, meczupların (kendini bir şeye kaptırmış olanların), filozof ve dervişlerin –ki bunlar ya aklını zayi etmiştir, ya aklı, akıllı yaşamayı kaile almıyorlar- darmadağınık giyimleri sözümüze açıklık getiriyor. insanların akli seviyeleri, sosyal mevkileri aynı olmadığı için, aynı şekilde elbise giymek de doğru değildir. Tüm insanların pantolon gömlek giyip kasket taktıklarını tahayyül (hayal) edersek, ortaya çıkan manzaranın hazmedilecek bir şey olmadığı görülür. Yine tüm insanların beyaz sarık takıp beyaz cübbe giydiğini tahayyül edelim. Ortaya çıkan manzara aynıdır.
Giyimde üçüncü unsur olan desen, zarafeti temsil edip ruha hitap eder. Kişinin hassasiyeti, inceliği giyimindeki desenlerde belli olur. Kaba saba giysiler habis ruhlu; narin, zarif giysiler, nezih ruhlu insanlarındır. Desenlerdeki geometrik, simetrik, kübik, tabii şekiller, hep ruhun iştiyak(şiddetli isteklerinin) ve isteklerinin ifadesidir.
Giyimdeki -tesettürdeki- bu üç unsuru bir araya getirdiğimizde temizlik -nezahet- yoluna gireriz. Zaten örtünmeden maksadın necaseti setretmek, yani pisliği örtüp gizlemek ve bu sebeple temizliği gösterme olduğu bilinmektedir. Yani; necaset örtünmeye, nezahet de açığa çıkarılmaya muhtaçtır. Aksine, örtünme değil, başka bir şey olur.
Ruh, zarafeti; akıl nezaketi; nefs, zafiyeti davet eder. Tesettürün maksadı da pisliği gizlemektir. Tüm bu sebepler birbirine o kadar bağlıdır ki, birini ihmal, diğerini sekteye uğratıyor yani durduruyor. Tesettür hayâya, hayâ imana delalet eder yani delil olur, yol gösterir. Aksi de, küfür ve şirke delalet eder.
Zaman öyle hale şahit oluyor ki, belki şimdiye dek hiç bu kadar şen’isini(kötüsünü), şerlisini görmemiştir. Lut kavmini helak eden lutiliği(erkek erkeğe cinsel ilişki ), bu ümmet de yapıyor, bir de lezbiyenliği ekliyor. Her yönden her yandan necaset, pislik yağıyor. Necasetten lezzet alma gibi bir gariplik meşru ve akla uygun görülüyor. Mümin, her zamanda olduğu gibi garip, mahzun.
Şer-i şerif’in hadleri belli. Erkeğin ve kadının mahrem ölçüleri de belli. Bize düşen, bu belirli çerçeve içinde giyinmek. Erkeğin giyimi, erkeği hafifletmeyecek, tiksindirtmeyecek şekilde olmalı. Vakarlı, edepli. Kadının giyim kuşamı da aynı şekilde. Şekli, rengi, deseni belirleyen, insanın kendisidir. Erkeğin giyim şeklini benzeteceği bir insan varsa, o da âlemlere rahmet olarak gönderilen Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’dir. Ne şu hoca, ne şu şeyh, ne bu adam. Giyim kuşamımız, hayâmızı muhafaza etsin de nasıl olursa olsun.
Giyim ve kuşam, insanın cemiyet içerisinde rahatça yaşaması için zaruridir. Zira insan, cami’ bir varlık olmakla cemiyet kurmuştur. insana hediye edilen büyük bir lütuf olan akıl, beraberinde hayâyı -imanı- getirmiştir. Hayâ, insanı hayvandan ayıran yegâne unsurdur. Hayâ, tüm çirkinlikleri, pislikleri def’ eden bir nur şulesidir.
Her şey zıddıyla mevcuttur. Hayâyı daha iyi idrak etmek için zıddı olan necasete başvurmak, yani anlamak lazım. Necaset, necaset olarak kabul edilip tanınmayınca, hayâ anlaşılmaz. Hayâ madeni Aleyhisselatu Vesselam efendimiz, bir mübarek hadisinde hayâ hakkında şöyle haber vermekte: ‘’iman yetmiş küsur şubedir. En üstünü ‘la ilahe iLLALLAH’ sözü, en düşüğü yolda birine eziyet veren bir mâniayı kaldırmadır. Hayâ da imandandır’’ yani hayâ, bir sebep değil, sebeplerin sebebi olan ALLAHU TAALA’YA varmada, ALLAHU TAALA’YA ulaşmada bir gayedir. iman nurdur, zıddı ise zulümattır. Nurdan bir parça olan hayânın zıddı ise pislik, necasettir. Dikkat edilirse insanın en necis yeri, nefse en lezzetli gelen yerdir. Bu lezzet, ancak iştiha anında oluşur. Şayet iştihasız bir şekilde o necis yerler görülse yahut tahayyül edilse, insanda bir tiksinti uyandırır. Yeri gelmişken şu hakikati de ifade etmek zaruriyet arz ediyor. Kişi, kendisinin yahut bir başkasının cinsiyet uzvunu görmemeli. Zira uzuvların necaset kanalı olması gözdeki nuru alıyor. Göz nurdur; cinsiyet uzuvlarıysa zulümat. Bunlar birbirinin gece ile gündüz misali, zıddıdır. Birinin varlığı, diğerini yok eder. Gözden yüze hayâ yayılmıştır. Hayâ, insanın yüzündedir. Bu yüz, bütünüyle o pis yerlere teveccüh edince, hayâ ve beraberinde olan iman gidiyor. Günümüzde hususiyle bu meselede haddi aşmalar olmuştur. Evliler buna çok dikkat etmelidirler. Bakın, hayâ ve iffet madeni Aleyhisselatu Vesselam efendimiz, pak validemizi kastederek diyorlar ki: ‘’ne gördüm, ne gördü’’ gelen haber mealen bu. Bu meselenin beyanında dahi kullanılan müphem(belirsiz) kelimelere dikkat edin. Zira ‘’beyan insanın aynıdır’’ atasözü meşhurdur.
Hayâ ve örtünmeyi daha iyi anlamak için ilk insan Âdem Aleyhisselamın cennet’teki kıssasına müracaat etmek lazım. Malum olduğu üzere Adem ile Havva atamız, cennet’te meşk ve sürurla (sevinç ve neşe içinde) yaşarlardı. imtihanın hikmeti icabı, kendilerine bir meyve yasaklanmıştı. Batılı Hıristiyan kaynaklarına göre bu, ‘’bilgi ağacıdır’’ yani levh-i mahfuz’da yazılı olan bilgi. Diğer adıyla, kader. aksine, irfan ehlince bu ‘’fena ağacı’’dır. Mayası dünya ile aynı. Cennet’te her şey, dünyadakine zıt ve muhaliftir(karşıdır, aykırıdır). Bu ağaç buğday ağacıdır. Buğday, bütün meyvelerin, sebzelerin özünü kendinde toplayan bitkidir. işte, şeytan’ın vesvese ve iğvasıyla(baştan çıkarmasıyla) yenilen buğday, Havva validemizde bir ağırlık yapmıştı. Bu ağırlık necasetin ağırlığıydı. Necaset, kendini hissettirince nur zail olmuş (son bulmuş), zail olan nurla birlikte taaccüp(şaşma) hissi doğmuştur. O an Havva validemiz ve Adem babamız edep yerlerinin farkına varmışlardır. Edep yerleri, yani pis yerler. Orada bulunan cennet ağaçlarından birinin yaprağıyla edep yerlerini kapatmışlardır. Bu ağaç da, ALLAHU âlem incir ağacıdır. ALLAHU TAALA kur’an-ı kerim’de bismillahirrahmanirrahıym:‘’ey âdemoğulları! Şeytan nasıl ki anne babalarınızı çirkin yerlerini kendilerine göstermek için cennet’ten çıkardıysa, sakın sizi de belaya uğratmasın’’( Sadakallahül azıym.) buyurmuştur.
Hayâ, pislik ve çirkinliğin zıddıdır. Dünya ve cevheri olan ‘’fena’’, insan bünyesinde mevcuttur. ilahi hikmet icabı, nur ve zulümat insanda barınabilmektedir. Nurun yatağı kalp, zulümatın yatağı ise kalbin aşağısında bulunan mide ve mideye bağlı organlardır. Nefsin isteği, şeytanın baştan çıkarmasıyla dünya, yani mide, kalbe baskın gelebilmektedir. Mide kalbe baskın gelirse, kalp zulümat yatağı olur. Bunun bariz misali, dünyevi herhangi bir istek kalbe yerleştiği zaman –ki dünyevi şeylerin tümü fenadır- nur gider. Şayet atalarımız fena meyvesini yememiş olsalardı, zulümat insana hiç sirayet etmeyecek, insan necaseti tanımayacaktı. ilahi sırrın daha nice hikmeti vardır ki, bunu bizim kıt aklımız idrak edemez. Bu meselede edep haddini ihlal etmemek lazım. Bilmemiz gereken, dünyada örtünmenin elzem olduğudur. Zira insanda mevcut hayâ bunu gerektirmektedir. Necaset örtünmeye, örtünme hayâya işarettir. Ne Firdevs’te, ne cehennem’de örtü vardır. Zira orası tüm perdelerin açıldığı yerdir.
insanın yaradılışında var olan hayâ, temizliği, temizlik de örtünmeyi, gizlenmeyi şart kılmıştır. Örtü, bu yönüyle anlaşılınca bir mana ifade eder. Aksine, yine bir tahrik ve fitne sebebi olmaktan öteye geçmez. Bu örtünme, hem erkekte, hem kadında aynıdır. Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin getirdiği ölçüler, tüm kâinatı kapsayan mahiyettedir. Erkeğin ve kadının örtünme yerleri bellidir. Kim kime karşı sakınmalıdır, yoruma ihtiyaç kalmayacak şekilde aşikârdır. Erkeğin diz ve göbek dâhil göbek ve diz arası mahrem, kadının el yüz hariç tüm vücudu, şekil ve şemaili tanınmayacak, hissedilmeyecek şekilde mahremdir. Örtünmede esas, fitneye düşmemek ve düşürmemek. nefs, cesede hâkimiyet kurunca, edep yerlerini aşikâr ettirmek ister. Parmakla gösterilsin yahut kendisine iltifat edilsin diye.
ilahi her ölçüde bin bir hikmet fışkırmakta ve akıl bunu idrak, ceset hissedince aciz kalmakta. Bu acziyet(acizlik), taat (söz dinleme) ve ibadete da yansıyor. ALLAHU Taala’yı şahit tutarak söylüyorum ki, hepimiz şaşkın şaşkın dolaşmakta, irademizle bir şey yapamamakta; aklı, hikmetin insanı aciz bırakan benzerini yapmaya kendini kaptırmış, cesedi mefluç(felçli) vaziyetteyiz.
Bu örtünme mevzuundaki maksat anlaşılınca taat(söz dinleme), yani riyasız kulluk doğacaktır. Şayet maksat anlaşılmazsa, sebebin karışık ve dolambaçlı yollarına takılıp kalınırsa, yapılan kulluk; azgınlığa, sapkınlığa, imansızlığa, yoldan sapan ve saptıranlara. Dönüşür. Sebep yumağı olan dünya hayatındaki bütün münasebetler bu minval(tarz, gidiş) üzerinedir.
Günümüzde bazen soytarıca, komik, bazen ürkütücü giyim kuşam halleri mevcut. Giyim kuşamda dikkat edilmesi gereken unsurlardan biri itidaldir(orta halliliktir). Yani ne tahrik ettirecek kadar şık, ne tahkir ettirecek (aşağılanacak) kadar dağınık olmamak lazım. Bu, hem kadın için hem erkek için geçerlidir. Zaten kadının zaruri haller dışında sokağa çıkması, arz-ı endam etmesi (boy-pos göstermesi) sakıncalıdır.
Tütün otunun kurutulup kâğıda sarılmasıyla elde edilen sigara, yakılarak, ağızdan nefes yoluyla çekilen bir içecektir. içilen, sigaranın dumanıdır. Duman, önce ciğerlere, oradan kan yoluyla vücudun her tarafına, ayak parmaklarından kafatasına kadar sirayet eder. Kanın ulaşabildiği her yere dumana ulaşır. Kalp ve beyne giden damarlar –atar ve toplardamarlar- ana damar olduğundan, bunların içinden geçen duman daha fazladır. Dolayısıyla etkisini en çok kalp ve beyine gösterir. Tıbben hafif tesirli uyuşturucu olduğu tespit edilen dumanın, kalp ve beyin hücrelerini uyuşturduğu kesindir. Bütün yiyecek ve içeceklerde olduğu gibi mide, nikotinin depolandığı yerdir. Depolanan nikotinin fazlalığı, bağırsaklar yoluyla dışarıya atılır.
Nikotinin yakıcılık özelliği hücrelerde oluşan yağı eritir. Hücreler, yağdan teşekkül ettiğinden ölürler. Zannedildiği gibi alışkanlık nikotinden kaynaklanmaz. Alışkanlık, sigaranın içiş şeklinden kaynaklanır. Bu şekil ve hevesten olup, değişebilir. Alışkanlıkların tümü hevestendir. Hevesler –nefsten kaynaklanan istekler- zamanla değişebilir.
insan kalbi, şuurun merkezi olması bakımından nur ve zulmete açıktır. Nur ve zulmet, kalbe damla damla geldiği için, aynı nispette de çıkar. Nur, aydınlığı temsil ederken, zulümat karanlığı temsil eder. Nura boğulmuş bir kalp, ALLAHU TAALA’NIN lütuf ve ikramına mazhar olur. zulümatta ise şeytanın kölesi, kulu olur. Nikotin zehri, nuru damla damla yakar. Geriye yalnızca zulümat kalır. insan, kalp ve bedeniyle şeytanın bir emir kulu olur.
Nurun sirayet etmediği bir kalp, mutlaka zıddı olan zulümat ile doludur. Böyle bir kalp de şeytan ve yardımcıları taht kurar. Şeytanın gıdası, malum ve meşhur habere göre; hayvan pisliği, insan artığı, kemik, kül ve pis olan her şeydir. insan vücuduna giren temiz rızıkdan şeytan ve yardımcıları nefret eder. Onların sevdiği, pis ve zararlı şeylerdir. Nikotin, şeytanın en sevdiği gıdalardan birisidir. Bu gıda, midede olduğu sürece şeytan ve yardımcıları insan vücudundan dışarı çıkmaz.
Sigara dumanı ve zehri ile beslenen şeytan, midede ikamet ederek insanı yönlendirir. Tiryaki, sigaraya devam ettiği sürece bu şeytan -cin- vücutta kalır. Zahiri ve batini birçok hastalıklara sebebiyet veren bu cin, ilim, iman ve amele musallat olur.
Sigara dumanı, ihtiva ettiği nikotin zehri ile beynin ilme yoğunlaşmasına mani olur. Sigara içenlerin ‘’efkâr dağıttım, efkâr dağıtalım.’’ dedikleri, gerçek bir beyandır. Efkâr fikir demektir. Fikir, asaletli olur gerçekte merdiveni temsil eder. Fikir olmayınca ilim olmaz. Fikir, akıl yürütme kuvveti olup, hak ile batılı birbirinden ayıran bir hâkimdir. Bu kuvvet olmayınca hak ile batıl birbirine karışır ve ‘’şirk’’ oluşur.
insan vücudunda sürekli kalan şeytanın, kalpteki fikir ve ilhamı bozarak vesvese vermesi şirkin başlangıcıdır. Vesveseli bir kalp, başkasından korkmaya, başkasından ümit etmeye, başkasını büyük tanımaya başlar. Vesvese, imanı bozan şeytani tohumlardır. Paranoya, şizofren, fobi, halisünasyon ve ilizyon gibi psikolojik klişeli birçok hastalık, şeytani vesveselerin doğurduğu bozukluklardır. Şeytan efkârı dağıtan, ilhamı kaldıran, imanı bozup kuruntuları, yersiz korkuları bir numaraya oturtandır. Bu şeytan, midede sabitlenip kalp de kurulurken eûzu billâh tan korkup kaçmaz. Çünkü eûzu billahi ayet-i kerimesi dıştan gelen şeytana karşı bir sığınaktır. Kalenin içinde, kumanda köşkünde oturan şeytan bununla dışarı çıkmaz. Bunun çıkışı ancak vücuttan şeytanı kovmaktır. Eğer bu devam ettirilmezse kendisi kaçar, devam ettirilen bir bedene sığınır. Bu şeytan kalp de, bedenin kumanda köşkünde olduğu sürece bedenin bütün organları bunu över; bunu büyük bilir. Çünkü onun vereceği sahte korkuları beden büyültür, tembelliğe, gevşekliğe ve lezzete de dil şükreder.
Sigara müptelası olan şirkten uzak değildir. Bedeni, kalbi ve dili pistir. iman temizdir, pisliği kabul etmez. Pis olan bir kalp ile dua etse, duasına cevap verilmez. Çünkü ALLAHU Taala hazretleri temizdir. Temiz olan, pisin çağrısına cevap vermez.
iman ile zulümatın kalbe damla damla girip damla damla çıktığı malumdur. zulümat girdiği an, iman çıkar ve insan günaha girip mutlaka bir günah işler. Arkasından tövbe edip, zulümat çıkar ve iman nuru girer. zulümat ateşten olduğu için, yani ateşin simsiyah dumanı şeklinde olduğu için giriş ve çıkışı süratlidir. iman ise nurdan olduğu, nurun ise serin olduğu malumdur. Serinliğinden dolayı imanın giriş çıkışı yavaştır.