Rabia-tül Adeviyye

Nurun Ala Nur

Düzenleyici
Moderator
Rabia-tül Adeviyye

Râbia-tül Adeviyye biraz büyümüştü. Annesi ve babası vefât etti. Üstelik, Basra'da kıtlık ve fevkalâde pahalılık vardı. Bu hengâmede Râbia'nın ablaları dağıldılar. Kimsesiz kalan Râbia'yı zâlim bir kimse yakaladı ve hizmetçi olarak iş gördürdü. Sonra da köle olarak altı gümüş karşılığı bir ihtiyara sattı. O ihtiyarın hizmetçisi olarak, gösterilen zor işleri sabırla yapmaya çalışıyordu. Çok sıkıntılı günler geçirdi. Çok zahmetler çekti, fakat isyân etmedi. Allahü teâlânın takdirine râzı oldu. Edebi fevkalâde idi.


Bir gün karşısına bir nâmahrem, yabancı çıktı. Ondan sakınayım diye hızla giderken düşüp kolu kırıldı. Acz ve kırıklık içinde, mahzûn olmuş bir kalb ile Allahü teâlâya yalvardı.
"Yâ Rabbî! Garib ve kimsesizim. Yetim ve öksüzüm. Köle edildim. Bir de kolum kırıldı. Lâkin ben bunların hiç birine üzülmüyor, yalnız senin rızânı istiyorum. Benden râzı olup olmadığını da bilmiyorum" dedi.


Bu sırada bir ses duydu.


"Üzülme, sen âhirette meleklerin bile imreneceği bir makamda bulunacaksın." diyordu.
Râbia tekrar efendisinin evine döndü. Günlük hizmetleri yerine getirir, akşama kadar ayakta dururdu. Bununla beraber her gün oruçlu olur, geceleri de Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle geçirirdi. Bir gece efendisi uyandığında Râbia'nın odasından sesler geldiğini işitti. Pencereden bakınca, Râbia'nın, secde ettiğini, Allahü teâlâya şöyle yalvardığını duydu. Diyordu ki:


"Ey Rabbim! Benim arzumun senin emrine uymak olduğunu biliyorsun. Benim saâdetim senin huzûrunda bulunmaktır. Eğer elimden gelse, sana ibâdetten, bir ân geri kalmam. Fakat ev sâhibimin hizmetinde bulunduğum için ona hizmet ediyorum ve sana gereği gibi ibâdet edemiyorum..."


Ev sâhibi, bunları duydu. Ayrıca, Râbia'nın başı üstünde bir kandil bulunduğunu, kandilin bir yere asılı olmadan havada durduğunu, odanın o kandilin nûru ile aydınlandığını gördü ve hayretten dona kaldı.


"Artık Râbia köle olamaz!" diyordu.


Sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca hemen Râbia'yı çağırdı ve dedi ki:
"Artık serbestsin. Dilediğini yap. Ama burada kalırsan ben sana hizmet ederim."
Râbia;
"Gideyim." dedi.


Oradan ayrılıp küçük bir eve yerleşti. Bütün vakitlerini ibâdetle geçirir, bir gün ve gecesinde bin rekat namaz kılardı. Kefenini dâimâ yanında taşır, namaz kılacağı zaman onu serer, üzerine secde ederdi. Kefeni yanında olmadan gezdiğini, kefenini beraberine almadan konuştuğunu kimse görmedi. Süfyân-ı Sevrî ve Hasan-ı Basrî, ondan feyz alırlardı.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Rabia-i Adviyye Hazretleri, birgün yolda giderken birisiyle karşılaştı.

O kimse, Rabia’ya dikkatle bakmaya başlayınca, Rabia Hazretleri şöyle sordu:
"Ey kişi! Ne için namahrem bir kadına öyle bakarsın?"

Adam:
"Ey kadın! Senin muhabbetin bana tesir etti ve sana aşık oldum."

Rabia Hazretleri:
"Ey kişi, benim bir kız kardeşim var. O daha güzel, arkada geliyor."

O kişi de kardeşini göreyim diye arkasına bakınca, Rabia Hatun, adama kızıp der ki:

"Ey yalancı! Seni görünce ârif zannettim. Yanıma geldin âşık zannettim.
Şimdi ise tecrübe ettim ve gördüm ki, ne ârifsin ne de âşıksın, aynı zamanda muhabbet dâvâsında yalancısın. Eğer muhabbet davasında sadık olsaydın, benden başkasına iltifat etmezdin!"
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Kar yağarken gördüğümde defterlerin uçuşup sahiplerine dağılışını düşünürüm.

Çekirge sürüsü gördüğümde haşri hatırlarım.

Ezanı işittiğimde kıyamete seslenecek münadiyi hatırlarım.

Nefsime de şunu tavsiye ederim:

Rabbin takdiri gerçekleşene (ölene) kadar dünyada ağaca konan kuş gibi ol!

Rabia'tül Adeviyye(k.s)
 
Üst