Peygamber efendimizin taktir ettikleri madeler halinde

  • Konuyu başlatan Kayıtsız Üye
  • Başlangıç tarihi
K

Kayıtsız Üye

Ziyaretçi
Peygamber efendimizin taktir ettikleri madeler halinde yazar mısınız?
 

ma'vera

Emektar
Özel Üye
Peygamberimizin ahlâkının en önemli özelliği, Allah vergisi oluşudur. O bütün güzel vasıfları, çalışıp, emek verip, bir çaba sonucu kazanmış değildir. Onun ahlâkı Allahtarafından ihsan edilmiş, ikram edilmiştir. Yüce Allah onu insanların örnek alacağı kusursuz, eksiksiz ve seçkin bir şekilde yaratmıştır.

O dünyaya gözünü açıp kapayıncaya kadar hep aynı huy ve ahlâk üzerinde yaşamıştır. Ondaki güzel vasıflar yaratılışında mevcuttu. Onu eğiten, edep ve ahlâkın en üstünözellikleriyle süsleyen Yüce Rabbidir.

İşte bundan dolayı, onu kendisine örnek kabul eden insan, onu ne kadar taklit edebilirse, o kadar istifadesi fazla olur, o nurdan aldığı feyiz, o nisbette çoğalır.
Peygamberimizin ahlâkının en belirgin özelliklerinden birisi de, insan yaratılışında var olan birbirine zıt ve ters huyları en mükemmel şekilde bağdaştırıp, bütün duyguların idealnoktasını bulmasıdır. Hiçbir şekilde aşırılığa kaçmadan, orta yola, doğruya ulaşmasıdır.
Peygamberimiz, herkesin arzu edip de bir türlü ulaşamadığı en üstün değerleri ve olgunluğu mükemmel bir şekilde hayâtı boyunca ümmetine göstermiş, bütün insanlığın gözleri önüne sermiştir.

Madem insanlara örnek olarak gönderilmiş ve Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmıştır, elbette kendisinin yaptığı şeyleri yapanlar takdire şayan davranış yapmış olurlar. O, bir insanda görülebilecek güzel ahlakın son mertebesindeydi.

Her insanın ulvî, yüksek bir gâyesi vardır; o da, hem Allahü teâlânın sevdiği, hem de kulların beğendiği bir kimse olma arzûsudur. Bir kimsenin bu hedefine ulaşması için neler yapması lâzım?
Bildiğimiz gibi, asırlardan beri unutulmayıp herkesçe sevilen ve sayılan âlim ve velî zâtlar var. Peki, onlar nasıl evliyâ oldular? Bu mertebeye erişmek için neler yaptılar? Bunların böyle sevilmelerinin sebepleri üzerinde duracak olursak, hedefi belki bizler de yakalayabiliriz.
Şüphesiz ki hedefe varmanın en kısa yolu, o yoldan daha önce geçmiş ve hedefe varmış kimselerin tecrübelerinden faydalanmaktır. Bunları maddeler hâlinde ele alabiliriz.
Peygamber efendimizin takdir ettiği davranışları sergileyen sahabe, alim,evliya ve asfiyaların özelliklerinden bazıları:

1- Doğruluktan hiç ayrılmazlardı: Hiç kimse için kötülük düşünmezlerdi. Hak neyse, onu söyler ve yaparlardı. “Müslüman, elinden ve dilinden emin olunan kimsedir” hadîs-i şerîfine uygun yaşarlardı. Müslüman, her yönüyle doğru insan demektir. İmanı doğru, ameli doğru, sözü doğru, özü doğru kimsedir. “Bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz, doğruyu söyleyeceğim” hadîs-i şerîfine uygun yaşarlardı.

2- Ömürleri iyilik etmekle geçerdi: Kendilerini, insanlara iyilik yapmak için adarlardı. Evlada yapılan iyilik, anaya babaya yapılmış demektir. Allahü teâlâ da, kendi kullarına yapılan iyiliği sever. Allahü teâlânın sevdiği kişiyi de herkes sever. Sevgi Allah’tan gelir. Allahü teâlânın sevgisini kazanmak isteyen, salih kulların sevgisini kazanarak, insanların hayırlısı olmalı. “İnsanlarınen hayırlısı, insanlara faydalı olandır” hadîs-i şerîfi de hayırlı insanın kim olduğunu bildirmektedir.


3- Çok cömertlerdi: Hiçbir cimri, Allah dostu olamaz. “Cömertlik öyle bir haslettir ki, insanın kötü huylarını örter. Cimrilik de, insanın iyi huylarını örter” hadîs-i şerîfine uyarak, hep vermişlerdir. Verdiği zaman, alandan daha çok sevinen, hakiki mümindir. Cömertlik, Cenab-ı Hakkın çok sevdiği bir ahlaktır. Bu, her kula nasip olmaz. Cömert olan bir kâfire, son nefeste iman nasip olma ihtimali yüksektir.

4- Kul haklarından çok korkarlardı: Kul hakkı, İslam ahlakının temelidir. Ahirette herkes, kul haklarından hesaba çekilecektir. Peygamber efendimiz, Sırat köprüsünde sorulacak yedi sualden sonuncusunun kul hakkı olduğunu, bundan peygamberlerin bile korktuklarını bildirmiştir.
Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa; fakat üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe Cennete giremez. Kul hakkı o kadar önemli ki, bir dank [yarım gram gümüş] hak için, cemaatle kılınmış, kabul olmuş yedi yüz namazın sevabı alınıp hak sahibine verilecektir, sevabı yoksa onun günahı buna yüklenecektir.
Müslüman, “Önce senin hakkın, sonra benim hakkım, önce senin menfaatin, sonra benim menfaatim, önce sen rahat et, mutlu ol, sonra ben; çünkü senin hakkın çok büyüktür. Allahü teâlâ bana, senin hakkından soru soracak” diye düşünür.
Müslümanlık su gibidir. Hayat suyla vardır. Ateş suyla söner. Suyu sevmemek olmaz. Müslüman da, herkes tarafından sevilen ve aranan su gibi olmalı. Hiç kimse ondan şikâyet etmemeli; ama herkesin ihtiyacı olmalıdır. Müslüman demek, hasreti çekilen insan demektir. Bir kimsenin hasreti çekilmiyorsa, son nefeste imanı tehlikededir. Nitekim, “Eğer bir Müslümana yaklaşmak zorsa, bu, onun felaketine sebep olabilir” hadîs-i şerîfi bu durumu açıklıyor.

5- Kalb kırmaktan çok korkarlardı: Kalb kırmak, yetmiş kere Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük günahtır. Kalb kırmakla küfür arasında çok ince bir perde vardır. Kalb kırmanın kapısı açılınca küfre girilebilir. Küfrün hemen yanında kalb kırmak vardır. Mümin, elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyen kimsedir. Mümin, hep güler yüzlü, tatlı sözlü olur. Müminin ağzından kötü söz çıkmaz. Evliya bir zata, Allahü teâlânın en çok sevmediği nedir diye sorulunca, o zat, “Allahü teâlânın en çok sevmediği, iman etmemek, kâfir olmak, bundan sonra da en çok sevmediği, kalb kırmaktır” buyurur.

6- Huyları çok yumuşaktı: “Allah yumuşaktır, yumuşaklığı sever” hadîs-i şerîfine uyarak, hep tatlılıkla, şefkatle muamele ederlerdi.

7- Hep güler yüzlüydüler: “Müslüman, tatlı dilli, güler yüzlü olur” hadîs-i şerîfine uygun hareket ederlerdi. Herkesin bir derdi vardır. Onlara yeni bir dert katmayıp, o derdi yok etmeye çalışmalıdır. Bunun da bir ibadet olduğunu bilen Müslüman, onları neşelendirir, ferahlandırmaya uğraşır.

8- Kendileriyle anlaşmak kolaydı: “İnsanlara, akılları derecesinde konuşun” hadîs-i şerîfine uyarak, kısa, açık ve herkesin seviyesine göre konuşurlardı. İslamiyet nedir diye soran bir bedeviye, Resulullah efendimiz, “Allahü teâlânın bütün emirlerine hürmet etmek, beğenmek ve Onun bütün mahlûklarına acımak, şefkat göstermektir” diye cevap vermiştir. Allah’ın emirlerine hürmet etmektir deniyor, onları yapmaktır denmiyor! Öyle deseydi, kaç kişi Müslüman olabilirdi? İmanla ölmek için, elbette yapmaya çalışmak da şarttır.

9- Kibirden çok korkarlardı: Allahü teâlâ, “Azamet ve kibriya benim hakkımdır, kim bana bunlarda ortak olursa, ona hiç acımam, yakarım” buyuruyor. O halde küfürden sonra en kötü ahlak, en büyük günâh, kibirli olmaktır. İnsanın kalbinden kibri çıkarmak, iğneyle dağı toz haline getirmekten daha zordur. Âile içerisinde, cemiyet içerisinde, her çektiğimiz sıkıntı kibirdendir. “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan Cennete giremez” hadîs-i şerîfine uymaya çalışmalı. Kibri çıkarmadan Cennete girmek zordur. Güzel ahlâk, kalb kırmamaktır. Kibirli olan, öfkeli olan, kalb kırar.

10- Tevâzu ehliydiler: “Allah için alçak gönüllü olanı, Allahü teâlâ yükseltir” hadîs-i şerîfine uyarak tevâzu sahibiydiler. Kendini yüksek gören kimse, yalnız kendisi kendisini yüksek bilir, herkes ondan nefret eder. Kibirliyi Allahü teâlâ sevmediği gibi, insanlar da sevmez.

11- Çok sabrederlerdi: Öfkelenip, kalb kırmazlar, “Allahü teâlâ sabredenleri sever” ve “Sabreden, zafere kavuşur” hadîs-i şerîflerine uyarak, hep sabrederlerdi.

12- Fitneden uzak dururlardı: Müslüman, Allah’tan başka kimseden korkmaz. Ancak kendisinden korkar. Bilir ki, benim yanlış bir hareketim, yanlış bir sözüm, bütün Müslümanlara zarar verir. Müslüman, “Fitne uykudadır, onu uyandırana Allah lanet etsin” hadîs-i şerîfine uyarak, taşıdığı elbisenin, kendi elbisesi değil, İslamiyet’in ve bağlı olduğu büyüklerin elbisesi olduğunu bilir. Buna bir şey dökülmesin, buna bir laf gelmesin diye titrer. Bilir ki, kendisi yüzünden bir Müslüman zarar görürse, bunun vebali çoktur.

13- Kendi hocalarının rızalarını kazanırlardı: Bütün büyükler, “Ümmeti arasında peygamber neyse, talebesi arasında hoca odur”hadîs-i şerîfine uyarlardı. Buyururlardı ki:
Bizim yaptığımız bunca hizmetin ecri, sadece mübarek hocamızadır; çünkü hocamızı tanımasaydık, doğruyu bulamazdık. Bu hizmetler sadece onlar vasıtasıyla olmaktadır. Bize ait bir şey var dersek, felakete uğrarız. Bu hizmetlerin zerresini kendimizden bilirsek, yanarız, mahvoluruz. Bizi doğru yola sevk eden, o büyüklerdir. Onların haklarını ödeyemeyiz.

14- Emir vermekten sakınırlardı: İnsanları felakete sürükleyecek olan huy, emir vermektir. İnsanların hücrelerinde emir vermek arzusu vardır. Bu, can çıkmadan önce, en son çıkacak huydur. İnsanlar için en büyük felaket, emir verme sevgisidir. Bu sevgi olmayan, emir verebilir; ama bu arzu ve heves varsa, verilen her emir kul hakkına girer. Büyükler, “Bize çavuş değil, er lazım” derlerdi. Er, emir vermez, peki der. Er olmak, kul olmak, en şerefli meziyet, en şerefli rütbedir. “Ben Allah’ın kuluyum” hadîs-i şerîfi, kulluğun, er olmanın önemini göstermektedir. Er olmayı kabul etmeyen, kaybeder; çünkü sular daima denize doğru akar, tepeye doğru akmaz. Bu nefsin azgınlığını durdurmak zor iştir. Bunu durduracak en iyi ilaç, peki demektir; çünkü nefs, hayır der, yaratılışı öyledir; ama peki derse, dünya ve ahiret saadetlerine kavuşur. Eshab-ı kiram, devenin üstündeyken kırbaçları yere düşse deveden inerler, kırbacı kendileri alır, tekrar binerlerdi. Deveye inip binmek zahmetli bir iştir. Buna rağmen, emir vermemek için böyle yaparlardı.
 
Üst