Öyle taşlar var ki ,Allah korkusundan yuvarlanır

İlim Talebesi

KF Ailesinden
Özel Üye
74- Bu mucizeden sonra kalbleriniz yine katılaştı. Onlar taş gibi hat*ta daha da katı oldu. Çünkü öyle taşlar vardır ki onlardan nehirler fışkırır. Öyleleri de vardır ki yarılır, aralarından su çıkar. Taşlar vardır ki, Allah'ın korkusundan yuvarlanırlar. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. (Bakara/74)

Tefsiri

İbn Ebu Hatim der ki; bana babam... Yahya İbn Ebu Tâlib'in «Zira taşın öylesi vardır ki ondan ırmaklar kaynar» âyeti konusunda şöyle dediğini nak*letti : Bu çok ağlamak demektir, «öylesi vardır ki yanlıp ondan su fışkı*rır.» Bu da az ağlamaktır, «öylesi vardır ki Allah korkusundan yuvar*lanır.». Bu da gözden yaş dökmeden kalb ile ağlamaktır. (İbn Kesirden naklen)

Taberî kendi Tefsirinde şöyle demiştir:
Allah teala, onların kalbeleri için bu misali vererek şunu bildirmek is*temiştir: Taşlar bile, delilleri gördükleri halde iman etmeyen bu adamların kal*binden daha yumuşaktır. Halbuki Allah teala onlara, akıllara durgunluk verecek deliller göstermiş ve onlara, taşlara vermediği selim bir kalb ve akıl vermiştir. Buna rağmen, insanlığın efendisi olan Hz. Muhammedi yalanladılar

İmam Kurtubî'nin tefsirinde şu bilgiler geçiyor:

"Öylesi de vardır ki, Allah korkusundan yuvarlanır." Yani kimi taşlar si*zin kalplerinizden daha faydalıdır. Çünkü bunların kimisinden sular çıkar, ki*misi de yukarıdan aşağıya doğru yuvarlanır. Mücahid der ki: Bir dağın tepe*sinden ne kadar taş yuvarlanırsa, bir taştan ne kadar pınar kaynamışsa ve bir taştan ne kadar su çıkmışsa mutlaka hepsi Allah korkusundan olmuştur. Kur'an-ı Kerim bunu ifade etmektedir.

Buna benzer bir ifade İbn Cüreyc'den de nakledilmiştir. Bazı kelamcılar yüce Allah'ın: "Öylesi de vardır ki, Allah korkusundan yuvarlanır" buyru*ğu hakkında: Bu, bulutlardan düşen dolu demektir. Burada "yuvarlanmak" kelimesi mecazdır da denilmiştir. Şöyle ki kalpler taşların yaratılışından ib*ret aldığından, ona bakarak kalplerde Allah'ın korkusu harekete geçtiğinden dolayı o taşlara bakan kimsenin alçakgönüllülüğü, burada taşlara izafe edil*miştir. Nitekim Araplar: "Ticaret yapan dişi deve" derler. Yani kendisini gö*reni satın almak üzere harekete geçiren demektir.

Taberi, bir grubun şöyle dediğini nakletmektedir. Burada haşyet (Allah kor*kusu) taşlar hakkında istiaredir. Nitekim yüce Allah'ın: "Çökmek isteyen bir duvar" (el-Kehf, 18/77) buyruğunda da duvar hakkında irade tabiri, istiare yoluyla kullanılmıştır. Nitekim Zeyd el-Hayl de şöyle demiştir:
"Zübeyrîn (şehadet) haberi gelince Medine suru ve Allah'tan korkan dağlar alçalarak boyun eğdi."

İbn Bahr da yüce Allah'ın: "ondan" kelimelerindeki zamirin taşlara değil kalplere ait olduğunu zikretmektedir. Yani kimi kalpler vardır ki Allah kor*kusundan dolayı boyun eğer.

İmam Kurtubî en son olarak diyor ki : ''Derim ki: Bütün bu söylenenler, lafza uygun açıklamalardır. Birincisi ise doğru olan açıklama şeklidir. Çünkü birtakım cansız varlıklara marifet veri*lerek akleder hale gelmeleri imkansız değildir

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 2/177-179


Râzî tefsirinde ise dediğin kısım hakkında geniş bilgi vardır :Allah Korkusundan Taşın Düşmesi Ne Demektir?


Bil ki burada bir müşkilât vardır. O da şudur: Allah korkusundan dolay yere düşmek, akıllıların ve canlıların vasfıdır. Halbuki taş, cansızdır. Dolayı*sıyla Allah korkusundan dolayı bu yere düşme mânası, taşta tahakkuk etmez. İşte bu müşkilâttan dolayı bu ayet hakkında birçok görüş zikredilmiştir:

a) Özellikle Ebü Müslim'in görüşüdür. Buna göre Hak Teâlâ'nın, ifâdesindeki zamir, kalblere racidir. Çünkü kalblerin haşyet içinde olması uygun olur. Taşlar hakkında haşyet caiz olmaz. Taşlar zikredildiği gi*bi, kalbler de daha önceden zikredilmiştir. Bu konuda söylenen en son söz, taşların zikredilenlerin en yakın olmasıdır. Ne var ki bu haşyet vasfı, taşlara değil de kalblere yakışınca, zamiri taşlara değil de kalblere râci kılmak gerek*miştir.
Alimler, Ebû Müslim'e iki bakımdan itiraz etmişlerdir:
1) Allahu Teâlâ'nın, "Onlar taş gibidirler ve*ya daha katı" ifâdesi tam bir cümledir. Daha sonra Cenâb-ı Hak söze tekrar başlayarak taşın durumunu "Öyle taşlar vardır ki, onlardan nehirler fışkırır" diyerek, anlatmıştır. Bu sebeple, O'nun: "Öyle taşlar da vardır ki Allah kor*kusundan düşerler" âyetindeki zamirin de, ona, taşa raci olması gerekir.
2)Yuvarlanmak, kalblere değil, taşa yakışır. Bu sebeple, hubûtu (yuvar*lanıp düşme) tevil etmek, haşyeti te'vilden daha evlâ değildir.

b) Müfessirlerden bir topluluğun görüşüdür. Buna göre deki zamir, taşa racidir. Ancak biz taşın diri ve akıllı olmadığını kabul etmiyoruz. Bunun izahı şöyledir. Bundan maksat, Rabbi kendisine tecelli ettiğinde parçalanan Hz.Musa (a.s)'nın dağıdır. Bu böyledir, çünkü Cenâb-ı Hak onda hayatı, aklı ve idraki yaratmıştır. Bu Allah'ın kudretine nazaran, imkânsız görülmez.
Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın:
"Derilerine, niçin bizim aleyhimize şahitlik yaptınız? dediler. Onlar da, bizi, dediler, her şeyi söyleten Allah söyletti"(Fussılet, 21) âyetidir. Allah deriyi konuşturduğu, ona işitme va akletme kaabiliyeti verdiği gibi, dağa da korku kabiliyeti verebilir. Ve yine Cenâb-ı Hak:
"Şayet biz bu Kur'an-ı bir dağa tndirseydtk, sen onu huşu içinde ve Allah korkusundan parçalanmış olarak görürdün"(Haşr,21) buyurmuştur. Âyetin tak*diri şöyledir: "Allahu Teâlâ şayet o dağda akıl ve anlayış yaratmış olsaydı, iş*te bu şekilde olurdu."
Hz.Peygamber (s.a.s) minbere çıkarken, minber olarak üzerine çıktığı kü*tüğün inlediği rivayet edilmiştir. Yine Hz.Peygamber (s.a.s)'den, peygamber*liğinin ilk devrelerinde vahyi müteakip evine dönerken taşların ve ağaçların kendisine selâm verdiği, bunların hepsinin, "Ya Resûlallah, sana selâm olsun" dedikleri rivayet edilmiştir. Âlimler, bazı taşlarda Cenâb-ı Hakk'ın akıl ve anla*yış yaratması ve böylece onda bir haşyetin meydana gelmesinin imkânsız ol*madığını söylemişlerdir.
MÛ'tezile, bu te'vili kabul etmemiştir. Çünkü onlara göre, bünye ve yara*tılışın mutedil ve dengeli olması, hayatı ve aklı kabul edebilmenin şartıdır. Bün*yeyi şart koşmalarının tek sebebi, bunu imkânsız sanmalarıdır, yoksa hiç bir delilleri yoktur. Bu sebeple onlara iltifat edilmemesi gerekir.

c) Müfessirlerden ekseriyetin görüşü olup buna göre, daki zamir, her ne kadar taş akledemeyip anlayamazsa bile, taşa aittir. Onlar bu görüşle*rine dair çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
1) Taşlardan, bulundukları yüksek yerlerden yuvarlanıp da, aşağılara inen*ler vardır. Ama bu kâfirler inadlarında ve kibirlerinde devam etmektedirler. Buna göre, sanki yüksekten inmek, bir inkiyâd misâli olarak verilmiştir. Allah'ın: desi "şu manaya gelir. Şayet bu iniş ihtiyarî olan ve akıllı kimse tarafından yapılmış olsaydı, bu Allah'tan olan haşyetten ötürü olmuş olurdu. Bu tıpkı Cenâb-ı Hakkın:
"Derken oradan yıkılmak isteyen bir duvar buldular da, Hızır onu doğrulttu"(Kehf, 77) âyeti gibidir. Yani, kendisinde eğilme bulunan duvar, demektir. Ye*re düşmenin yakın olması ise, şayet böyle bir şey canlı ve irade sahibi birinden zuhur etmiş olsaydı, bu şey yıkılmayı istemiş olurdu. Araplardan birisinin şu sözü de böyledir: "Alacalı (siyahlı beyazlı) atların ağıllarından uzaklaştığını ve tepelerin o atla*rın tırnakları altında secdeye kapandığını görürsün." Cerîr'in şu şiiri de böyle*dir:
"Zübeyr'in haberi geldiği zaman, şehrin surları ve huşu içindeki dağlar eriyip inceldiler."
Birinci şair, tepelerin atlara karşı koyamayıp üzerlerine onların izlerinin çıkmasını, tepelerin at tırnaklarına secde etmesi şeklinde göstermiştir. İkinci şâir de şehir halkının feryadını huşu gibi saymıştır. İşte mütefekkirler Allah Teâlâ'nın: "Yedi gök ile yer ve hurdamı içinde bulunan varlıklar Onu teşbih eder*ler. Htçblrsey hariç olmaksızın hepsi O'nu hamd ile teşbih eder'(İsra,44). Göklerde ve yerde olan her varlık Allah’a secde eder...(Nahl, 49)
"Gövdesi olmayan bitkiler de, ağaçlar da Allah'a secde ederler "(Rahman, 6) âyetlerini bu izah tarzına göre te'vil etmişlerdir.

2) Cenâb-ı Hakk'ın,buyruğu, "Allah Teâla kullarının ken*disini sayması, korkarak dua ve niyaz ile, tevbe ile kendisine sığınmaları ihti*yacını uyandırmak için zelzeleler meydana getirir. Bu depremlerde yuvarla*nan, yanlan, birbirinden ayrılıp giden taşlar bulunur" demektir. Bunun hakikati şudur: Şiddetli zelzelelerde taşların yuvarlanmasından asıl maksad, kulların kalbinde Allah korkusunun meydana gelmesi olduğu için, bu korku o yuvar*lanmanın bir illeti, sebebi gibi olmuş olur. Buna göre bu âyetteki, eda*tı "ibtidâ-i gaye" için olur. Bu sebeple Allah'ın, buyruğunun manası, "Kalblerde Allah korkusunun meydana gelmesi için..." şeklinde olur.
3) Bu, Cübbâi'nin söylediği görüştür: O, âyette geçen taşı, "Allah tara*fından kulları korkutmak ve vasıtası ile kulları kötülüklerden menetmek için bulutlardan inen dolu" diye tefsir ederek: âyeti, "Allah korkusu ile, yani kulları korkutmak için veya Allah'tan korkmaya sebeb olacak bir şey için iner" manasınadır" demiştir. Nitekim "Kur'an inerek şunu haram kıldı, şunu da helâl kıldı" denilir. Bu "haramı ve helâli insanlara gerekli kılmak için inmiştir" manasına gelir" demiştir. Kâdî (Abdulcebbar): "Bu te'vil, bir zaruret olmadığı halde zahirî manayı terketmektir. Çünkü doluya taş denmez. Zira her nekadar o şiddetli olarak ve büyük büyük yağsa da, aslında sudur. Ona "taş" demek yersizdir.
Cenâb-ı Hakk'ın: "Allah, sizin yaptıklarınızdan habersiz (gâfil) değildir" âyetinin manası'Allah Teâlâ, şu kalpleri katılaşan kimseleri gözetliyor, yaptıklarını tesbit edip muhafaza ediyor. Bu amellerine hem dünyada hem de âhirette karşılık verecektir" demektir. Bu aynen:"Senin Rabbin unutmaz "(Meryem, 64) âyeti gibidir. Bu âyette, günahlardan sa*kınıp Allah'a itaat etsinler diye İsrâiloğutlarına ilâhî bir tehdid ve büyük bir kor*kutma vardır.
İmdi şayet: "Allah'ın, "gafil değildir" diye nitelendirilmesi doğru olur mu?" denilirse, deriz ki: Kâdî bunun doğru olamayacağını, zira bunun, Allah hak*kında gafletin olabileceği vehmini uyandıracağını söylemiştir. Halbuki durum hiç de böyle değildir. Çünkü bir varlıkta bir sıfatın olmadığını söylemek:
"O Allah'ı ne bir uyuklama ne de bir uyku alır"(Bakara, 255)ve: "O doyurur, fakat doyurulmaz"(En'am,14) âyetlerinin de göstereceği gibi, o sı*fatın o varlık hakkında düşünülmesinin doğru olabileceği manasına gelmez


Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 3/104-107. -
 
Üst