Osmanlı Nükteleri

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Koca Ragıp Paşa sadrazam iken bir gün ahbaplarına hitaben "Rüşvet almadığınıza yemin edebilir misiniz?" dedikten sonra, oradakiler yemini billah ederek rüşvet almadıklarını söylerler. Mecliste meşhur Haşmet de vardı ve bir köşeye çekilmiş sessizce duruyordu.

Ragıp Paşa,

- Haşmet, Rumeli de hayli mansıplarda bulundun. Sessizce durup yemin edemediğine bakılırsa bir hayli rüşvet almışa benzersin" deyince,
Haşmet
- Sultanım, Müslümanlarda, yalan yere yemin edenler çatlar diye bir itikat vardır. Şimdi ben efendilere bakıyorum. Eğer çatlamazlarsa ben de yemin edeceğim" demiş.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici


Sağlam Devlet

Bir ecnebi mahfilde Osmanlı İmparatorluğu'nun hala sağlam olduğundan bahsediliyordu. Fuat Paşa şöyle teyit etti:
- Evet, muhakkak ki sağlamdır. Çünkü siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz da gene dayanıyor.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici

Size Naklediyor muyum?

Abdülaziz Paris'te iken, III. Napolyon bir gün Fuat Paşa'ya, Abdülaziz ile ilgili bazı latifeler yapar ve Paşa'ya da sıkı sıkı tembihte bulunarak: - Sakın bunları padişah hazretlerine söyleme! Der. Paşa da şu latife ile teminat verir:
- Bu pek tabiidir haşmetmeap. Padişahımızın sizin hakkınızda söylediklerini de size naklediyor muyum?
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Aklıma Gelmedi

Vaktiyle reayadan haraç alındığı malum; haraç tahsildarları şurayı burayı teftiş ederlerken bir meyhanede başı açık ve hangi milletten olduğu belli olmayacak bir kılıkta oturan Bekri Mustafa'yı görünce haraç kağıdı sormuşlar. Bekri keyif haliyle onları terslemiş, onlar da yanlarındaki zabıta kuvveti ile alelacele ve yaka paça kaldırıp yola düzülmüşler. Yolda giderken bir tanıdık rastlamış, sormuş ve işi anladıktan sonra Bekri'ye:

- Müslüman olduğunu niçin söylemedin? deyince:
- Sus be kardeş aklıma gelmedi, demiş.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Eşekler neyin nesi?

Çevresindekilerce gizliden gizliye "Öküz" olarak adlandırılmış olan Mehmet Paşa'nın komuta ettiği ve İran'a karşı düzenlenen bir seferde, ordu komuta heyeti kışlak çadırında toplanmış taarruz planlarını gözden geçirirlerken, birliklerin iaşesi ve taşıma işleri icin getirilmiş öküzlerden biri çadırın aralığından kafasını uzatıp gözlerini Öküz Mehmet Paşa'ya dikmiş. Çevresindekiler gülmemek icin kendilerini zor tutmuşlar, biraz tebessüm ederlerken, ökuz gitmiş. Ancak bir süre sonra tekrar gelip, başını yine içeri uzatmış ve yine uzun uzun Öküz Mehmet Paşa'yı süzmüş. Bu sefer çevresindekiler artık kendilerini tutamayıp kahkahaları basmışlar. Herkes gülmekten kırılırken, Ökuz Mehmet Paşa,

"Bu hayvan bana ne diyor biliyor musunuz?" diye sormuş.

"'Hadi senin kim olduğunu anladım da, bu yanındaki eşekler neyin nesi?' diye soruyor."
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Ancak ondan anlar

II. Abdülhamit zamanında Enderun'da Tıfli lakabı ile meşhur bir zat vardı.

Bir gece körkütük sarhoş olmuş ve Karacaahmet mezarlığına giderek, ölen arkadaşının başında nara atmış ve kahkalarla gülmeye başlamıştı. Ancak bölgenin güvenliğinden sorumlu subaşı kendisini yakalayıp karakola götürür.

Komiser Tıfli'yi şöyle bir süzdükten sonra sordu:

"Gece yarısı mezarlıkta ne işin vardı?"

"Arkadaşıma üç ihlas, bir fatiha okuyordum, komiserim" dedi.

Bu duruma öfkelenen komiser:

"Ulan, atarak ve kahkahayla fatiha okunduğu nerde görülmiştür?" deyince Tıfli şu cevabı verdi:

"Komiserim sen bilmezsin, orada yatan ancak bundan anlar."
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Atla Ne Konuştu?

Asıl adı Mustafa olan İncili Çavuş, Nasrettin Hoca'dan sonra en büyük Türk fıkra kahramanlarından biridir.

İncili Çavuş unvanını, Padişah IV. Murat'ın başlığına takdırdığı inciden almıştır. Şakacılığı ve hazır cevaplığıyla tanınmış olan İncili Çavuş, İran'a elçi olarak gönderilmişti Hediyelerle ve bir heyetle birlikte İran Şahı'nı ziyaret edip gerekli görüşmelerde bulunarak İran'daki programı tamamlamıştı. Artık İstanbul'a dönülecekti.

İran Şahı, Türk elçilik heyetine görkemli bir uğurlama töreni hazırlatmış, ileri gelenleri ve halkı toplatmıştı.

İncili Çavuş'a bir at hediye etmiş ve: "Bu küheylan benim sana hediyemdir. Yolculuk esnasında binersin." demişti. Ama bu hu öyle bir attı ki; uyuz mu uyuz, cılız mı cılız, zayıf mı zayıf. Üf desen yıkılacak. Ayakta zor duracak kadar yaşlı.

İncili Çavuş adeta kendisiyle alay edilircesine böyle bir at hediye edilmesi karşısında bozulmuş, ama bozuntuya vermeden ağzını atın kulaklarına götürerek bir şeyler söylemiş. Sonra da kulaklarını atın ağzına götürerek bir süre dinlemiş ve basmış kahkahayı.

Başta Şah olmak üzere vezirler ve halk, şaşkın şaşkın bu manzarayı izledikten sonra Şah sormuş:

"Atla ne konuştun? Sen ata ne dedin? At sana nesöyledi ki, böyle kahkahayla gülersin?"

İncili Çavuş şöyle demiş:

"Ben ata sordum: Ey ruhumun ruhu! Tanır mısın Hz. Nuh'u?"
Şah: "Eee! At ne dedi?" deyince,
İncili Çavuş: "Valla, at bana şöyle dedi:
Nuh da ne ki be gardaş Sırrımı kimseye etme faş
Ben Hz. Adem'e taş taşımışam, taş."
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Bana Burada iş Yok

Osmanlıların yirmi ikinci padişahı olan Sultan II. Mustafa 1695-1703 yılları arasında hüküm sürmüştür. Bu devirde İran Şahı bir nezaket eseri olarak Osmanlı sarayına, iyi yetişmiş ve mesleğinde uzman olan bir doktor göndermişti. Osmanlı sarayına gelen hekim, sarayın sosyal yaşamını soruyor. Deniyor ki:

"Burada acıkmadan sofraya otuurlmaz ve tam doymadan sofradan kalkılır."
Bunu öğrenen hekim:
"Öyle ise bana burada iş yok, boşuna gelmişim." diyerek memleketine dönüyor.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Ateşten Bir Yer Talebi

Uzun müddet açıkta kalan bir kadı, Emir BuhariHazretlerine müracaat ederek bir makama tayini için kazasker efendiye bir tavsiyename yazmasını rica eder.

Hazret-i Emir:

"Peki!" deyip derhal şu mealde bir tezkire yazar:

"Duacınızın mektubunu getiren, Cehennem'den bir hasır serecek kadar yer talebinde bulunduğundan, mes'ulüne müsaade buyurulması rica olunur."
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Size de Yemin Ettirdi mi?

Sultan Üçüncü Mustafa Han, nükteleriyle meşhur Şair Haşmet'i merak edip görmek istemiş ve bu arzusunu Koca Ragıp Paşa'ya söylemişti. Paşa da

"Efendim, Haşmet hakikaten nüktedan bir adamdır ve nedim olmaya layıktır. Ancak kendisi pek arsız ve aç gözlüdür. Korkarım ki, ihsanınıza kanmayarak sizi rahatsız eder. İstirham ederim, kendisine bir şey ihsan buyurmayınız!"dedi.

Ertesi gün Haşmet'e arsızlık etmemesini, bir şey istememesini sıkı tenbih ettikten ve bir de yemin ettirdikten sonra onu saraya göndermiş. Haşmet huzura çıktı ve pek çok nüktedanlık yaptı. Sarayda üç gün kaldı, fakat hiç ihsan görmedi. Üçüncü günün sonunda tekrar huzura çıktı ve veda etti. Yine ihsan görmedi. Saraydakilerle vedalaştı, yine ihsan yok. Belki çıkışta verirler ümidiyle kapıya vardı, yine ihsan yok. Ağalara göründü, ihsan yok.. Geri döndü, huzura çıkmak için izin istedi. Padişah onu kabul etti:

"Hayrola, hani gidiyordun, niye geldin? diye sordu. Şair Haşmet yer öptü, sonra pek müteessir bir halde:

"Efendimiz", dedi. Ragıp Paşa beni•, buraya gönderirken bir şey istemememi tenbihle yemin ettirdi. Ben (le bir şey istemedim. Fakat giderken de bir ihsan çıkii ıayınca merak ettim, acaba size de, Haşmet'e ihsanda lı"lunmayın diye yemin ettirdi mi?"Haşmet'in bu sözünden memnun olan padişah ona umduğundan da fazla ihsanda bulundu.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Kuyumcu Ustasından Bin Sopa Yiyen Şehzade

Kanuni Sultan Süleyman, şehzadeliğinde kuyumculuğu öğrenmesi için babası tarafından İstanbul'un en meşhur kuyumcu ustası olan Kostantin'in yanına çırak olarak verilmişti. Belli saatlerde ustasının yanına gider ve çıraklık ya pardı.

Henüz tecrübesiz olduğu ilk günlerinde ustasını kızdırmış ve Kostantin Usta yemin ederek Şehzade Süleyman'a:

"Eğer şu işleri iyi çıkarmazsan sana bin değnek vuracağım" diyerek yemin etmişti. Şehzade Süleyman da bunu annesi Hafsa Sultan'a anlatmıştı. Validesi, Kostantin Usta yı çağırarak, oğlunu affetmesini rica edip kendisine ihsanda bulunmuştu. Kostantin Usta ise, aldığı altınları, Şehzade Süleyman'a vererek:

"Al bunları, eritip beş yüz tel çubuk haline getir!" dedi. Şehzade Süleyman söylenileni yaptı ve ustasına verdi. Kostantin usta onu dövmek için yemin etmişti ve bunu bir şekilde yerine getirmek istiyordu. Şehzade Süleyman'ı falakaya yatırdı ve elindeki beşyüz altın çubukla ayaklarına iki sefer vurdu. Bu suretle yeminini iki sefer vurduğu beş yüz çubukla yerine getirmiş oldu.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Geri Verilen Yemin!.

Yıldırım Bayezid üzerine gelen Haçlı ordusunda en mükemmel cinsten on bin Fransız süvarisi vardı ve bunlara Burgondiya dukasının henüz yirmi iki yaşındaki oğlu, gayet mağrur Prens Korkusuz Jean kumanda ediyordu. Fransızlar:

"Gök düşecek olsa mızraklarımızın ucunda tutarız!" diyorlardı.

Korkusuz Jean da Yıldırım Bayezid'i esir edeceğini söylüyor; ona neler yapacağı hakkında yüksekten atıp tutuyordu.

Niğbolu Muharebesi Türk ordusunun zaferiyle bitti. 1. Korkusuz Jean ve daha birçokları esir düştüler.

Yıldırım, onlara iyi davrandı. Memleketlerine gönderirken bir daha kendisine karşı silah kullanmayacakları hakkında yemin ettirdi. Bununla beraber Korkusuz Jean'a dedi ki:

"Bu yemini sana geri veriyorum. Eğer şerefli bir adamsan silahını yeniden ve mümkün olduğu kadar çabuk eline al; benimle harp için bütün hükümdarlarla birleş. Bu hoşuma gider, zira bana parlak bir zafer daha kazanmak fırsatını vermiş olursun."

 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Ayrılık Çeşmesi

Devletin içine düştüğü müthiş para buhranına çare aranır ve saraydaki altın eşyanın paraya çevrilmesi düşünülürken Abdülaziz'e bunu Fuat Paşa söylemiş ve Abdülaziz'in:

- Demek ki saraylıların su içtikleri altın tasları fazla görüyorsunuz? Demesi üzerine Paşa şu cevabı vermek cesaretini göstermiştir:
- Padişahım, yarın maazallah bu memlekete düşman girince bizler efendimizin rikabına sarılarak Konya ovalarını tuttuğumuz zaman hanım sultanlar bu altın taslarla ayrılık çeşmesinde mi su içecekler?
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Masrafsız Hayat

Abdülaziz Fuat Paşa ile beraber Paris'e gittiği zaman eski Şehremini muavini Ömer Faiz Efendi de maiyetindekilerle berabermiş. Hazret latifeci, nüktedan birisi imiş. Fuat Paşa Paris Şehreminine iadei ziyarete giderken Faiz Efendi'yi de belediyeci olmak münasebeti ile yanına almış. Laf arasında Paris Emini, İstanbul'un nasıl sulandığını ve masrafının ne kadar tuttuğunu sormuş. O zaman İstanbul sokakları sulanmazmış. Ömer Efendi Fuat Paşa'ya:

- Paşam, masraf yoktur; kahveci, berber, bakkal ve aşçıların himmetiyle sulanır. Bunların nargile suyu, çirkefi varken masrafa ne gerek var diyelim mi? demiş.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Okuryazar

Meşhur Hattat Yesarizade Mustafa İzzet Efendi'nin şöhretine güzel yazıdaki büyük mahareti kadar basit ilmi ve yalan derecesindeki mübalağaları da yardım etmişti. Kendisi Keçecizade İzzet Molla ile pek sıkı fıkı ahbap idi. Bir gün II. Mahmut, İzzet Molla'ya bu sıkı fıkılığın sebebini sordu ve şu cevabı aldı:
- Ben biraz okurum, fakat yazım fenadır. Onun da okuması kıt, fakat yazısı güzeldir. İkimiz bir araya gelince bir adam oluyoruz.

Ben bir kasabayı alana kadar dünyanın zorluğunu çekiyorum

Kanunı Sultan Süleyman Han, bir gün bir şehirde gezerken tanınmış bir şairi son derece pejmürde bir kılık ile görmüş. Her şair gibi bu şairin de sevgilisine şiirlerinde bol keseden beldeler ve şehirler bağışlamış olduğunu hatırlayan Padişah şaire şöyle der:

"Eeee, Şair efendi, sevgilinin bir benine Semerkand ile Buhara'yı verecek kadar hovardalık edenin sonu işte budur. Ben bir kasabayı alıncaya kadar dünyanın zorluğunu çekiyorum. Sen her mısranda beşini-onunu birden harcıyorsun- "

 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici

Ellisinide Ona Vurun

Sultan Üçüncü Murad Han'ın müsahiplerinden biri huzurdan ayrılırken bahşiş verileceği sırada padişaha şöyle der:

"Padişahım, bu gün altın istemem. Onun yerine bana yüz değnek vurulsun."

Padişah yüz değnek vurulmasını emretmiş. Dayağın elli sopası vurulunca müsahip şöyle demiş: .

"Durun, bir ortağım var, ellisini de ona vurun."
Padişah ortağın kim olduğunu sorar:
"Her gün beni davet eden Bostancı, seni ben çağırdım diyerek verilen bahşişin yarısını elimden alıyor. Bugün bana vurulan sopaların yarısı onun olsun.
Padişah bu sözden çok hoşlanmış ve geri kalan elli sopayı da Bostancı'ya vurdurmuş.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
İki Haklı Olursa

Bir kadıya sormuşlar:

- Davayı nasıl hallederesiniz?

- Haklıyı haklı, haksızı haksız çıkararak, demiş.

- Ya ikisi de haklı olursa ne yaparsınız?

Kadı bu soruya şu cevabı vermiş:

- Vallah,, ben bunca yıldır kadılık ederim, daha iki haklının mahkeme kapısından içeri girdiğini görmedim.

 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Fransızlar korkak adamlardır

19. yüzyılda Almanya nın Mülhaym şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu.
Fransızlar, her sene nehrin Almanlar'daki kısmına geçip mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı.

O sıralar, birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna fazla ses çıkaramıyorlardı tabiî. Her sene böyle olunca çareyi Osmanlı Sultanına durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar.

Mektupta şöyle denmektedir:

"Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet'in dehalifesisiniz. Bizi şu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkanı sağlayın."

Çöküş faslına girildiği bir zamana denk gelen yardım isteğini inceleyen padişah asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kâfi bulur ve cevabı bir mektupla beraber içi askeri elbise dolu üç çuval yollanır. Şaşkına dönen Almanlar, çuvalı alıp mektubu okurlar:

"Fransızlar korkak ademlerdir. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfidir. Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin. Mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerinde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu kâfidir."



Bağ bahçe sahipleri hemen Osmanlı askerinin kıyafetini kapışırlar. Hasat vakti büyük bir heyecanla yeniçeri kıyafetinde, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar.

Ertesi gün, karşıdan gelen haber, Almanlar'ın sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur:

"Osmanlılar'dan imdat geldiğini düşünen Fransızlar, korkudan köylerini de terkederek iç kısımlara doğru kaçmaktalar. Mahsulünüzü rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona ermiştir."

Bu olay, Mülhaymli'lerin gönüllerin de taht kurmuştur. Giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym'a bağlı Karlsruher Müzesi'ne koyup ziyarete açarlar.

Şehrin en yüksek binasına da Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, halen olayın yıldönümünde de şehirde bir karnaval düzenleyip, hadiseyi temsilen kutlarlar.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
505 Kuruş

Çengeloğlu Tahir Paşa, cesur vatan evlatlarındandı. Gençliğinde korsanlık etmiş, sonra donanmaya katılmıştı. Mesleğinde süratle ilerleyen Tahir Paşa, bir süre sonra Kaptan Paşa oldu. Akdeniz'deki adalardan bir kısmının idaresi ona verildi. Paşa, adaların birindeki bir konsolostan memnun değildi. Onu uzaklaştırmak için nazikane telkinlerde bulundu. Adam oralı olmayınca, hiddetlendi, bir gün konsolosa:

- Beni, 505 kuruştan çıkaracaksın, dedi. 500 kuruşa bir köle alıp seni öldürtecek, 5 kuruşluk iple de herifi astıracağım.

Ertesi gün konsolos adayı terk etti.
 
Üst