Nur Talebesi Olmak

Vuslat 71

Çalışkan Üye
Kademeli
Neden beklemeyelim :-) Ben şahsen okuyup anlamasını ondan sonra kabul edebileceğini düşünüyorum :) Ki kabul edilmeyecek bişey olmamakla beraber arkadaşımızın risale-i nur okumadığını, çevresinden, karşıt görüşlü bir kaç siteden, dergiden ve yayınlardan birşeyler okuyup buraya yazdığını düşünüyorum. Şimdi nette ararsanız bir ton karşıt yazı vardır. (Bu net aleminde insanın önüne herşey çıkabilir.)

Eğer kabul etmediğiniz bir konu varsa delil verin burda görelim.



Demişsiniz. Taviz veren kim ne konuda taviz veriyor. Sizden bunları öğrenmek istiyorum.

demişsiniz.
Hangi görüşleri uymuyor.

Söylediğimiz sözleri üstü kapalı bırakmayalım yoksa anlam, kavram karışıklığı oluşturmuş oluruz.
Bir de sakin olalım.

Kardeşliğe atılan emin adımlar

kardeş ben bir konuyu kesinlikle internetten araştırıp yazmam ne olursa olsun ayrıca risalei nurun bir kısmını okudum beni üzen ve geren bazı kişilerin körü körüne bağlanmasıdır o insanları çok yüce görmeleridir aynı şey tarikatlardada mevcut
 

Vuslat 71

Çalışkan Üye
Kademeli
Saptırmak mı:) Külliyattan aldın başörtüsüne vurdun ben mi saptırıyorum dikkat et bakalım.Taviz verenin düşünmesi gereken bir durum bu. Birisi taviz verdi diye tüm cemaati sorumlu kılamazsınız. Cemaatin mensubu olun diyende yok. Laf etmeyin, taşlamayın yeter. Ben seve seve okuyorum Risale-i Nur külliyatını.Herkesede tavsiye diyorum.

ayrıca okuyun bundan banane buna bişey diyemem yalnız ben tercih etmem bundanda sizene.....
 
G

g@ribdiLd@r

Ziyaretçi
uzatmıyorum biraz önce nette kesiklik olduğu için cevap yazamamıştım şimdi yazıyorum:)
oyleyse uzatmayalim diyeyim ben :)
yani o size sanane demis
siz ona sanane filan...
yani bunlarin bizelre yakisamdigini dusunuyorum


tartisma ortaminda hickimse kolay kolay birseyler ogrenip birseylere ikna olmaz.. ozelliklede dini mevzularda
siz diyorsunzuki korukoruna baglanmissinzi o yuzden risalede celiskiler var tutarsiz dusunceler var ayica okuyan kisiler yanlis tavirlar icinde
bende (bizde) diyorumki siz bu konuya cok korukorune yaklasiyorsunz
bilmediginiz cok sey oldugunu dusunuyorum risale ve risale cemaatleri hakkinda..

yani bu durumda sizde bende inadimizdan dolayi ikna olamiyoruz
hatta birbirimizi dinlemiyor, anlamak icin caba sarfetmiyorz :gula:
 
A

AhDe_VeFaLi

Ziyaretçi
kalbinizi kırmak istemem seviyeli tartışın lütfen körükörüne bağlanan birine bunları anlatmak zor biliyorum ama.....

Şuana kadar size karşı hiç seviyemi bozmadım. Bozmamda...
Benim körü körüne bağlandığımı nereden biliyosun. Neden su-i zanda bulunuyosun. Ama sağol kardeş benim günahım çoktur.Yükümü hafifletiyosun. Sizinle daha fazla tartışmaya niyetim yok. Karşındaki seni anlarsa konuşursun anlamak istemiyosa ettiğin sözler boş laf kalabalığıdır. Vesselam.
 

Vuslat 71

Çalışkan Üye
Kademeli
:) yazık ALLAH yar ve yardımcınız olsun valla RABBİM kalbimi biliyor bende sizinle hiç muhattap olmak istemiyorum lakin.....suizanın günah olduğunuzu aklınıza getiriyorsunuz ama daha mühim şeyler var dikkat etmeniz gereken....KARDEŞİM
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Allah kelamının edildiği bir ortamda buna izin vermem
Msn adresinizi pm ile alın orda tartışın
 

Vuslat 71

Çalışkan Üye
Kademeli
oyleyse uzatmayalim diyeyim ben :)
yani o size sanane demis
siz ona sanane filan...
yani bunlarin bizelre yakisamdigini dusunuyorum


tartisma ortaminda hickimse kolay kolay birseyler ogrenip birseylere ikna olmaz.. ozelliklede dini mevzularda
siz diyorsunzuki korukoruna baglanmissinzi o yuzden risalede celiskiler var tutarsiz dusunceler var ayica okuyan kisiler yanlis tavirlar icinde
bende (bizde) diyorumki siz bu konuya cok korukorune yaklasiyorsunz
bilmediginiz cok sey oldugunu dusunuyorum risale ve risale cemaatleri hakkinda..

yani bu durumda sizde bende inadimizdan dolayi ikna olamiyoruz
hatta birbirimizi dinlemiyor, anlamak icin caba sarfetmiyorz :gula:

doğru söylüyorsun kardeş katılıyorum çok fazla bilgim yok risalei nur hakkında farkındaysanız tartışmayı başlayan ben değilim ben fikrimi söyledim bazı görüşleri bana ters
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Tartısanların ikiside yönetici olunca böyle oluyor işte :) konuyu kapattıydım ben kardeşler bunu bilerek yazmassanız sevinirim.
 

Vuslat 71

Çalışkan Üye
Kademeli
ewet konunun kapanmsı iyi oldu anlaşılan ikimizde birbirimizi anlamıyacağız:) hakkınızı helal edin
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
BİRİNCİ NOKTA:

Mühim ve müdhiş bir sual: Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hatta ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyânet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilâf ediyorlar? İttifak ehl-i vifâkın hakkı iken ve hilâf ehl-i nifâkın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?

Elcevap: Bu elîm ve fecî ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hâdise-i müdhişenin pek çok esbâbından, yedi sebebini beyan edeceğiz.

BİRİNCİSİ: Ehl-i hakkın ihtilâfı hakikatsızlıktan gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakikatdarlıktan değildir... Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mekteb gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cem'iyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u câh ve şan ü şeref noktasında teveccüh-ü nâsdan alacakları (Hâşiye) mânevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzahâme ve münakaşayı ve rekabeti intac edecek derecede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler. Amma ehl-i din ve ashab-ı ilim ve erbab-ı tarikat ise, bunların herbirisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de teayyün ve tahassus etmediği.. ve herbirinin makam-ı içtimaîde ve teveccüh-ü nâsda ve hüsn-ü kabuldeki hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzed olur. Maddî ve mânevî herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzâhame ve rekabet tevellüd edip; vifâkı nifâka, ittifakı ihtilâfa tebdil eder.

_____________________________

Tenbih: Bu mübârek Isparta'nın medâr-ı şükran bir hüsn-ü tâli'idir ki, ondaki ehl-i takva ve ehl-i tarîkat ve ehl-i ilmin -sair yerlere nisbeten- rekabetkârâne ihtilâfları görünmüyor. Gerçi lâzım olan hakiki muhabbet ve ittifak yoksa da, zararlı muhâlefet ve rekabet de başka yerlere nisbeten yoktur.



İşte bu müdhiş marazın merhemi, ilâcı ihlâstır. Yâni hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enâniyetin hatırına galib gelmekle اِنْاَجْرِىَاِلاَّعَلَىاللّهِ sırrına mazhar olup.. nâsdan gelen maddî ve mânevî ücretten istiğnâ etmekle (Hâşiye) وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاَغُsırrına mazhar olup.. hüsn-ü kabul ve hüsn-ü te'sir ve teveccüh-ü nâsı kazanmak noktalarının Cenab-ı Hakk'ın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dahil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlâsa muvaffak olur. Yoksa ihlâsı kaçırır.

_______________________________

(Hâşiye): İhtar: Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyaya girer. Şan ü şeref arzusiyle teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlâssızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet amel-i salihin hayatı olan ihlâsın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz'iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azâb-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.(Hâşiye): Sahabelerin senâ-i Kur'aniyeye mazhar olan "îsar" hasletini kendine rehber etmek. Yâni: Hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-ı maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsân-ı İlâhî bilerek, nâsdan minnet almıyarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır. Çünki: Hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakitte, hizmetimin ücretidir denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârâne başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek, وَيُؤْثِرُونَعَلَىاََنْفُسِهِمْوَلَوْكَانَبِهِمْخَصَاصَةٌ sırrına mazhariyetle, bu müdhiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir...



İKİNCİ SEBEB: Ehl-i dalâletin zilletindendir ittifakları... Ehl-i hidayetin izzetindendir ihtilâfları. Yâni ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalâlet, hak ve hakikata istinad etmedikleri için zaif ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimî yapışırlar. Hatta meslekleri dalâlet ise de, yine ittifakı muhafaza ederler. Âdeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o dalâlette bir ihlâs, o dinsizlikte dinsizdârane bir taassub ve o nifakta bir vifak yaparlar, muvaffak olurlar. Çünki samimî bir ihlâs, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlâs ile kim ne isterse Allah verir. (Haşiye-1)


Amma ehl-i hidayet ve diyânet; ve ehl-i ilim ve tarîkat, hak ve hakikata istinad ettikleri için ve herbiri bizzat tarik-ı hakta yalnız Rabbisini düşünüp, tevfikıne itimad ederek gittiklerinden, manen o meslekten gelen izzetleri var. Zaaf hissettiği vakit; insanların yerine Rabbisine müracaat eder, meded ondan ister. Meşreblerin ihtilâfıyla, zâhir meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor... İttifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enaniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek; ittifak ve muhabbet yerine, ihtilâf ve rekabet ortaya girer. İhlâsı kaçırır, vazifesi zîr ü zeber olur.

İşte bu müdhiş sebebin verdiği vahîm neticeleri görmemenin yegâne çaresi, "dokuz emirdir."

1 - Müsbet hareket etmektir ki; yâni: Kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahâle etmesin; onlarla meşgul olmasın.

2 - Belki daire-i İslâmiyet içinde hangi meşrebde olursa olsun, medâr-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok râbıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek...

3 - Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: "Mesleğim haktır, yahud daha güzeldir." diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini îmâ eden, "Hak yalnız benim mesleğimdir." veyahût "Güzel benim meşrebimdir." diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.

____________________________________

(Hâşiye-1): Evet, مَنْ طَلَبَ وَ جَدَّ وَجَدَ bir düstur-u hakikattır. Külliyeti geniş ve genişliği mesleğimize de şamil olabilir.


4 - Ve ehl-i hakla ittifak, Tevfik-ı İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medârı olduğunu düşünmekle...

5 - Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık -tesanüd sebebiyle- cemaat sûretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehasiyle hücumu zamanında; o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlup düştüğünü anlayıp ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp o müdhiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek.

6 - Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için...

7 - Nefsini ve enaniyetini...

8 - Ve yanlış düşündüğü izzetini...

9 - Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terketmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkiyle ifa eder. (Hâşiye)

ÜÇÜNCÜ SEBEB: Ehl-i hakkın ihtilâfı, himmetsizlikten ve aşağılıktan ve ehl-i dalâletin ittifakı, uluvv-ü himmetten değildir. Belki ehl-i hidayetin ihtilâfı, uluvv-ü himmetin sû-i istîmâlinden ve ehl-i dalâletin ittifakı, himmetsizlikten gelen zaaf ve aczdendir. Ehl-i hidayeti, uluvv-ü himmetten sû-i istîmâle ve dolayısiyle ihtilâfa ve rekabete sevkeden, âhiret nokta-i nazarında bir haslet-i memdûha sayılan hırs-ı sevab ve vazife-i uhreviyede kanaatsızlık cihetinden ileri geliyor. Yâni: "Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben irşad edeyim, benim sözümü dinlesinler." diye, karşısındaki hakikî kardeşi ve cidden muhabbet ve muavenetine ve uhuvvetine ve yardımına muhtaç bir zata karşı rekabetkârâne vaziyet alır. "Şâkirdlerim ne için onun yanına gidiyorlar?.. Ne için onun kadar şâkirdlerim bulunmuyor." diye, enâniyeti oradan fırsat bulup, mezmum bir haslet olan hubb-u câha temayül ettirir, ihlâsı kaçırır, riya kapısını açar.

İşte bu hatanın ve bu yaranın ve bu müdhiş maraz-ı ruhânînin ilâcı şudur ki: Cenab-ı Hakk'ın rızası ihlâs ile kazanılır. Kesret-i etba' ile ve fazla muvaffakıyet ile değildir. Çünki onlar Vazife-i İlâhiyyeye ait olduğu için istenilmez; belki bâzen verilir. Evet bazen bir tek kelime

__________________________________

(Hâşiye): Hatta Hadîs-i Sahîhle, âhir zamanda Îsevîlerin hakiki dindarları ehl-i Kur'an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medâr-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medâr-ı münakaşa ve niza' etmiyerek müşterek düşmanları olan mütecâviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçdırlar...


sebeb-i necat ve medâr-ı rıza olur. Kemmiyetin ehemmiyeti o kadar medâr-ı nazar olmamalı. Çünki bâzen bir tek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar Rıza-i İlâhîye medâr olur. Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmaktır. Yoksa, "Benden ders alıp sevab kazandırsınlar." düşüncesi, nefsin ve enâniyetin bir hilesidir.

Ey sevaba hırslı ve a'mâl-i uhreviyeye kanaatsız insan! Bâzı Peygamberler gelmişler ki, mahdud birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etba' ile değildir. Belki hüner, Rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile "Herkes beni dinlesin." diye vazifeni unutup, vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenab-ı Hakk'ın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah'ın vazifesine karışma. Hem hak ve hakikatı dinleyen ve söyleyene sevab kazandıranlar, yalnız insanlar değildir. Cenab-ı Hakk'ın zîşuur mahlukları ve ruhanîleri ve melâikeleri kâinatı doldurmuş, her tarafı şenlendirmişler. Madem çok sevab istersin, ihlâsı esas tut ve yalnız Rıza-yı İlâhîyi düşün. Tâ ki senin ağzından çıkan mübarek kelimelerin havadaki efradları; ihlâs ile ve niyet-i sadıka ile hayatlansın, canlansın, hadsiz zîşuurun kulaklarına gidip onları nurlandırsın, sana da sevab kazandırsın. Çünki, meselâ: Sen "Elhamdülillâh" dedin; bu kelâm, milyonlarla büyük küçük "Elhamdülillâh" kelimeleri, havada izn-i İlâhî ile yazılır. Nakkaş-ı Hakîm abes ve israf yapmadığı için, o kesretli mübarek kelimeleri dinliyecek kadar hadsiz kulakları halketmiş. Eğer ihlâs ile, niyet-i sadıka ile o havadaki kelimeler hayatlansalar, lezzetli birer meyve gibi ruhanîlerin kulaklarına girer. Eğer Rıza-yı İlâhî ve ihlâs o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez; sevab da yalnız ağızdaki kelimeye münhasır kalır. Seslerinin ziyade güzel olmadığından, dinliyenlerin azlığından sıkılan hâfızların kulakları çınlasın!..


DÖRDÜNCÜ SEBEB: Ehl-i hidayetin rekabetkârane ihtilâfı, âkıbeti düşünmemekten ve kasr-ı nazardan olmadığı gibi; ehl-i dalâletin samîmâne ittifakları, âkıbet-endişlikten ve yüksek nazardan değildir. Belki ehl-i hidayet; hak ve hakikatın te'siriyle, nefsin kör hissiyatına kapılmayarak; kalbin ve aklın dûr-endişane temayülâtına tâbî olmakla beraber, istikameti ve ihlâsı muhafaza edemediklerinden, o yüksek makamı muhafaza edemeyip ihtilâfa düşüyorlar. Ehl-i dalâlet ise: Nefsin ve hevânın te'siriyle, kör ve âkıbeti görmiyen ve bir dirhem hazır lezzeti bir batman ilerideki lezzete tercih eden hissiyatın mukteziyatiyle, birbirine samimi olarak, muaccel bir menfaat ve hazır bir lezzet için şiddetli ittifak ediyorlar. Evet dünyevî ve hazır lezzet ve menfaat etrafında aşağı, kalbsiz nefisperestler samimî ittifak ve ittihad ediyorlar. Ehl-i hidayet, âhirete ait ve ileriye müteallik semerat-ı uhreviyeye ve kemalâta, kalb ve aklın yüksek düsturlariyle müteveccih oldukları için, esaslı bir istikamet ve tam bir ihlâs ve gâyet fedakârane bir ittihad ve ittifak olabilirken; enâniyetten tecerrüd edemedikleri için, ifrat ve tefrit yüzünden, ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, ihlâs da kırılır... Ve vazife-i uhreviye de zedelenir... Kolayca Rıza-yı İlâhî de elde edilmez.

Bu mühim marazın merhemi ve ilâcı: "Elhubb-u fillâh" sırriyle, tarîk-ı hakta gidenlere refakatla iftihar etmek ve arkalarından gitmek; ve imamlık şerefini onlara bırakmak; ve o Hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle enâniyetinden vazgeçip ihlâsı kazanmak ve ihlâs ile bir dirhem amel, ihlâssız batmanlar ile amellere râcih olduğunu bilmekle ve tâbiiyeti dahi sebeb-i mes'uliyet ve hatarlı olan metbûiyete tercih etmekle o marazdan kurtulur ve ihlâsı kazanır.. vazife-i uhreviyesini hakkiyle yapabilir.

BEŞİNCİ SEBEB: Ehl-i hidayetin ihtilâfı ve adem-i ittifakı zaaflarından olmadığı gibi; ehl-i dalâletin kuvvetli ittifakı da kuvvetlerinden değildir. Belki ehl-i hidayetin ittifaksızlığı, îmân-ı kâmilden gelen nokta-i istinad ve nokta-i istinaddan neş'et eden kuvvetten ileri geldiği gibi; ehl-i gaflet ve ehl-i dalâletin ittifakları, kalben nokta-i istinad bulmadıkları itibariyle zaaf ve aczlerinden ileri gelmiştir. Çünki: Zaifler ittifaka muhtaç oldukları için, kuvvetli ittifak ederler. Kavîler ihtiyacı tam hissetmediklerinden, ittifakları zaîftir. Arslanlar, tilkiler gibi ittifaka muhtaç olmadıkları için ferdî yaşıyorlar. Yabanî keçiler, kurdlardan muhafaza için, bir sürü teşkil ederler. Demek zaiflerin cem'iyeti ve şahs-ı mânevîsi kavî olduğu gibi, (Hâşiye) kavîlerin cem'iyeti ve şahs-ı mânevîsi ise zaiftir. Bu sırra bir işaret-i lâtife ve zarif bir nükte-i Kur'aniyedir ki ferman etmiş: وَقَالَنِسْوَةٌفِىالْمَدِينَةِ Müenneslerin cemaatine, iki katlı müennes olduğu halde, müzekker fiili olan قَالَ buyurması; hem قَالَتِاْلاَعْرَابُ buyurmakla müzekkerlerin cemaatine, müennes fiili olan قَالَتِ tâbîriyle, lâtifane işaret ediyor ki: Zaif ve halim ve yumuşak kadınların cem'iyeti kuvvetleşir, sertlik ve şiddet kesbedip bir nevi recûliyet kazanır. Müzekker fiilini iktizâ ettiğinden وَ قَالَ نِسْوَةٌ tabîriyle, gâyet güzel düşmüş. Kavî erkekler ise, hususan bedevi a'râb olsa; kuvvetlerine güvendikleri için cem'iyetleri zaif olup hem ihtiyatkârlık, hem yumuşaklık vaziyetini aldığından, bir nevi kadınlık hasiyeti takındıkları için, müennes fiilini iktiza ettiğinden قَالَتِاْلاَعْرَابُ müennes fiiliyle tâbîri tam yerindedir. Evet ehl-i hak gâyet kuvvetli bir nokta-i istinad olan Îmân-ı Billâhdan gelen tevekkül ve teslim ile, başkalara arz-ı ihtiyaç edip, muavenet ve yardımlarını istemez. İstese de gâyet fedakârane yapışmaz. Ehl-i dünya, dünya işlerinde hakikî nokta-i istinadlarından gaflet ettiklerinden, zaaf ve acze düşüp, şiddetli bir surette yardımcılara ihtiyacını hisseder; samîmâne, belki fedakârane ittifak ederler.

____________________________________

(Hâşiye): Avrupa komiteleri içinde en şiddetlisi ve en te'sirlisi ve bir cihette en kuvvetlisi, cins-i lâtif ve zaîf ve nâzik olan kadınların Amerika'daki Hukuk ve Hürriyet-i Nisvan Komitesi olduğu... Hem milletler içinde az ve zaif olan Ermenilerin komitesi, gösterdikleri kuvvetli fedakârane vaziyetle bu müddeâmızı te'yid ediyor.


İşte ehl-i hak, ittifaktaki hak kuvvetini düşünmediklerinden ve aramadıklarından, haksız ve muzır bir netice olan ihtilâfa düşerler. Haksız ehl-i dalâlet ise; ittifaktaki kuvveti, aczleri vasıtasiyle hissettiklerinden, gâyet mühim bir vesile-i makasıd olan ittifakı elde etmişler.

İşte ehl-i hakkın bu haksız ihtilâf marazının merhemi ve ilâcı: وَلاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ Âyetindeki şiddetli nehy-i İlahî, وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى Âyetinde hayat-ı içtimaiyece gâyet hikmetli emr-i İlahîyi düstur-u hareket etmek. Ve ihtilâfın İslâmiyete ne derece zararlı olduğunu ve ehl-i dalâletin ehl-i hakka galebesini ne derece teshil ettiğini düşünüp, kemal-i zaaf ve acz ile, o ehl-i hakkın kafilesine fedakârane, samîmane iltihak etmektir; şahsiyetini unutmakla riya ve tasannudan kurtulup, ihlâsı elde etmektir...

ALTINCI SEBEB: Ehl-i hakkın ihtilâfı nâmerdliklerinden, himmetsizliklerinden, hamiyetsizliklerinden olmadığı gibi; gafletli ehl-i dünyanın ve ehl-i dalâletin, hayat-ı dünyeviyeye ait işlerde samîmane ittifakları dahi merdlikten, hamiyetten, himmetten değildir. Belki, ehl-i hakkın ekseriyetle âhirete ait olan faideleri düşünmekle, o ehemmiyetli ve kesretli mes'elelere hamiyeti, himmeti, merdliği inkısam eder. Hakikî sermaye olan vaktini bir mes'eleye sarfetmediği için, meslekdaşlariyle ittifakı muhkemleşmiyor. Çünki mes'eleler çok, daire dahi geniştir. Gafletli ehl-i dünya ise, yalnız hayat-ı dünyeviyeyi düşündüklerinden, bütün hissiyatiyle ve ruh u kalbiyle şiddetli bir surette hayat-ı dünyeviyeye ait mes'elelere sarılır. Ve o mes'elede ona yardım edene kuvvetli yapışır. Ve hakikat nokta-i nazarında beş paraya değmeyen ve ehl-i hak ona on para kıymet vermiyen mes'elelere, divane olmuş elmasçı bir yahudinin beş paralık cam parçasına beş lira fiat verdiği gibi, beşyüz lira kıymetindeki vaktini o mes'eleye hasreder. Elbette bu kadar fiat verip ve şiddetli hissiyat ile sarılmak, bâtıl yolunda dahi olsa samimî bir ihlâs olduğundan, o mes'elede muvaffak olur ve ehl-i hakka galebe eder. Bu galebe neticesinde ehl-i hak zillete ve mahkûmiyete ve tasannua ve riyaya düşüp, ihlâsı kaybeder. O nâmerd, himmetsiz, hamiyetsiz bir kısım ehl-i dünyaya dalkavukluk etmeğe mecbur olur.

Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarîkat! Bu müdhiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz! وَاِذَا مَرّوُا بِاللَّغْوِ مَرّوُا كِرَامًا edeb-i Furkanî ile edebleniniz! Ve hâricî düşmanın hücumunda dâhilî münâkaşatı terketmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer Âyât ve Ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp; bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslekdaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz.. yâni, ihtilâfa düşmeyiniz. Böyle küçük mes'eleler için kıymetdar vaktimi sarfetmekten ise, o çok kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymetdar şeylere sarfedeceğim deyip çekilerek, ittifakı zaîfleştirmeyiniz. Çünki bu mânevî cihadda küçük mes'ele zannettiğiniz, çok büyük olabilir. Bir neferin, bir saatte mühim ve hususî şerait dahilindeki nöbeti bir sene ibadet hükmüne bazen geçmesi gibi; bu ehl-i hakkın mağlubiyeti zamanında, mânevî mücâhede mesailinde, küçük bir mes'eleye sarfolunan senin kıymetdar bir günün, o neferin o saati gibi bin derece kıymet alabilir, bir günün bin gün olabilir. Madem livechillâhtır; o işin küçüğüne büyüğüne, kıymetli ve kıymetsizliğine bakılmaz. İhlâs ve Rıza-yı İlâhî yolunda zerre, yıldız gibi olur. Vesîlenin mâhiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Mâdem neticesi Rıza-yı İlâhîdir ve mâyesi ihlâstır; o küçük değildir, büyüktür.

YEDİNCİ SEBEB: Ehl-i hak ve hakikatın ihtilâf ve rekabetleri, kıskançlıktan ve hırs-ı dünyadan gelmediği gibi; ehl-i dünyanın ve ehl-i gafletin ittifakları dahi, civanmerdlikten ve uluvv-ü cenabtan değildir. Belki ehl-i hakikat, hakikattan gelen uluvv-ü cenab ve uluvv-ü himmet ve tarîk-ı hakda memduh olan müsabakayı tam muhafaza edemediklerinden ve nâehillerin girmesi yüzünden bir derece sû-i istimâl ettiklerinden; rekabetkârane ihtilâfa düşüp hem kendine, hem cemaat-ı İslâmiyeye ehemmiyetli zarar olmuş. Ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ise, meftun oldukları menfaatlerini kaçırmamak ve menfaat için perestiş ettikleri reislerini ve arkadaşlarını küstürmemek için, zilletlerinden ve nâmerdliklerinden, hamiyetsizliklerinden; mutlak arkadaşlariyle, hatta denî ve hâin ve muzır olsalar dahi, hâlisâne ittihad.. hem menfaat etrafında toplanan ne şekilde olursa olsun şerikleriyle samîmane ittifak ederler. Samimiyet neticesi olarak istifade ederler.

İşte ey musîbetzede ve ihtilâfa düşmüş ehl-i hak ve eshâb-ı hakîkat! Bu musîbet zamanında ihlâsı kaçırdığınızdan ve Rıza-yı İlâhîyi münhasıran gaye-i maksad yapmadığınızdan, ehl-i hakkın bu zillet ve mağlubiyetine sebebiyet verdiniz. Umûr-u dîniye ve uhreviyede rekabet, gıbta, hased ve kıskançlık olmamalı. Ve hakikat nokta-i nazarında olamaz. Çünki kıskançlık ve hasedin sebebi; bir tek şeye çok eller uzanmasından ve bir tek makama çok gözler dikilmesinden ve bir tek ekmeği çok mîdeler istemesinden müzâhame, münakaşa, müsâbaka sebebiyle gıbtaya, sonra kıskançlığa düşerler. Dünyada bir şey-i vâhide çoklar tâlip olduğundan ve dünya dar ve muvakkat olması sebebiyle insanın hadsiz arzularını tatmin edemediği için, rekabete düşüyorlar. Fakat, âhirette tek bir adama beşyüz sene (Hâşiye) mesafelik bir Cennet ihsan edilmesi.. ve yetmiş bin kasır ve huriler verilmesi.. ve ehl-i Cennet'ten herkes kendi hissesinden kemal-i rıza ile memnun olması işaretiyle gösteriliyor ki, âhirette medâr-ı
rekabet birşey yoktur ve rekabet de olamaz. Öyle ise, âhirete ait olan a’mâl-i sâlihada dahi rekabet olamaz; kıskançlık yeri değildir. Kıskançlık eden ya riyakârdır, a'mâl-i sâliha suretiyle dünyevî neticeleri arıyor.. veyahud sâdık câhildir ki, a'mâl-i sâliha nereye baktığını bilmiyor ve a’mâl-i sâlihanın ruhu, esası ihlâs olduğunu derketmiyor. Rekabet suretiyle Evliyaullaha karşı bir nevi adâvet taşımakla, vüs'at-ı Rahmet-i İlâhiyyeyi ittiham ediyor. Bu hakikatı te'yid eden bir vâkıa:

Eski arkadaşlarımızdan bir adamın, bir adama karşı adâveti vardı. O adamın yanında senakârane onun düşmanı amel-i sâlihle, hatta velâyetle tavsif edildi. O adam kıskanmadı, sıkılmadı. Sonra birisi dedi: "Senin o düşmanın cesurdur, kuvvetlidir." Baktık ki o adamda şiddetli bir kıskançlık ve bir rekabet damarı uyandı. Ona dedik: "Velâyet ve salâhat hadsiz bir hayat-ı ebediyenin pırlantası gibi bir kuvvet ve bir yüksekliktir. Sen buna bu cihette kıskanmadın. Dünyevî kuvvet öküzde ve cesaret canavarda dahi bulunmakla beraber, velâyet ve salâhata nisbeten; bir âdi cam parçasının elmasa nisbeti gibidir." O adam dedi ki: "Bir noktaya, bir makama ikimiz bu dünyada gözümüzü dikmişiz. Oraya çıkmak için basamaklarımız da kuvvet ve cesaret gibi şeylerdir. Onun için kıskandım. Âhiret makâmatı hadsizdir. O burada benim düşmanım iken, orada benim samimi ve sevgili kardeşim olabilir."


_______________________________

(Hâşiye): Mühim bir taraftan ehemmiyetli bir sual: Rivayette gelmiş ki; Cennet'te bir adama beşyüz senelik bir Cennet verilir. Bu hakikat akl-ı dünyevînin havsalasında nasıl yerleşir?

Elcevap: Nasılki bu dünyada herkesin dünya kadar hususî ve muvakkat bir dünyası var. Ve o dünyanın direği onun hayatıdır. Ve zâhirî ve bâtınî duygulariyle o dünyasından istifade eder. Güneş bir lâmbam, yıldızlar mumlarımdır der. Başka mahlûkat ve zîruhlar bulunmaları, o adamın mâlikiyetine mani olmadıkları gibi, bilâkis onun hususî dünyasını şenlendiriyorlar, zîynetlendiriyorlar. Aynen öyle de, fakat binler derece yüksek, herbir mü'min için binler kasır ve hurileri ihtivâ eden has bahçesinden başka, umumî Cennet'ten beşyüz sene genişliğinde birer hususî Cennet'i vardır. Derecesi nisbetinde inkişaf eden hissiyatiyle, duygulariyle Cennet'e ve ebediyete lâyık bir surette istifade eder. Başkaların iştiraki onun mâlikiyetine ve istifadesine noksan vermedikleri gibi, kuvvet verirler. Ve hususî ve geniş Cennetini zîynetlendiriyorlar. Evet, bu dünyada bir adam, bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir seyrangâhtan ve bir aylık bir memleketten ve bir senelik bir mesiregâhta seyahatından; ağziyle, kulağiyle, gözüyle, zevkiyle, zaikasiyle, sair duygulariyle istifade ettiği gibi; aynen öyle de, fakat bir saatlik bir bahçeden ancak istifade eden bu fâni memleketteki kuvve-i şâmme ve kuvve-i zâika, o bâkî memlekette bir senelik bahçeden aynı istifadeyi eder. Ve burada bir senelik mesiregâhtan ancak istifade edebilen bir kuvve-i bâsıra ve kuvve-i sâmia orada beşyüz senelik mesiregâhındaki seyahattan; o haşmetli, baştan başa zîynetli memlekete lâyık bir tarzda istifade eder. Her mü'min derecesine ve dünyada kazandığı sevablar, haseneler nisbetinde inbisat ve inkişaf eden duygulariyle zevk alır, telezzüz eder, müstefid olur.


Ey ehl-i hakikat ve tarikat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gâyet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirane alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârane o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor. Vazifenizde müttehem olup, ehl-i dalâletin nazarında, sizden ve sizin mesleğinizden yüz derece aşağı olan, din ile dünyayı kazanmak ve ilm-i hakikatla maişeti temin etmek, tama' ve hırs yolunda rekabet etmek gibi müdhiş ittihamlara maruz kalıyorsunuz. Bu marazın çare-i yegânesi: Nefsini ittiham etmek ve nefsine değil, daima karşısındaki meslekdaşına tarafdar olmak... Fenn-i Âdâb ve İlm-i Münazara'nın uleması mâbeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu: "Eğer bir mes'elenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına tarafdar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır." Hem zarar eder. Çünki haklı çıktığı vakit o münazarada bilmediği bir şeyi öğrenmiyor, belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa; zararsız, bilmediği bir mes'eleyi öğrenip, menfaatdar olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip, tarafdar çıkar, memnun olur.

İşte bu düsturu ehl-i din, ehl-i hakikat, ehl-i tarîkat, ehl-i ilim kendilerine rehber ittihaz etseler, ihlâsı kazanırlar. Ve vazife-i uhreviyelerinde muvaffak olurlar. Ve bu feci sukut ve musîbet-i hâzıradan Rahmet-i İlâhiyye ile kurtulurlar.

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
 

zeyd

KF Ailesinden
Özel Üye
DEĞERLİ KARDEŞLER EPEY Bİ ARADAN SONRA BAKINMAK İSTEDİM AHKKINIZI HELAL EDİN
BU FORUM BAYA UZAMIŞ
HEPİNİZDEN ALLAHC.C. RAZI OLSUN
BAZI KARDEŞLER
NUR LARIN ASIL AMACINI ANLAMAMIŞ GALİBA
BEN BU FFORUMU AÇMAKLA OSMANLICA RİSALE OKUMANIN ÖNEMİNİ ANLATMAK VEDE OSMANLICA OKUNMASINI BİLMEYEN KARDEŞLERİN
BARİ LATİNCESİNİOKUMALARINI OSMANLICA OKUMAK ASLINDA DAHA TAT VERİYOR OKUMAYAN BİLEMEZ
LATİNCE DAHA ZOR GİBİ GELEBİLRİ İNSANA
AMA DEDİĞİ GİBİ KARDEŞİMİZİN NURLARIOKUYACAĞINA MEAL OKUDİYENLER NURLARIN AMACINI BİLMEYİP AMAÇLARLA ARAÇLARIN YERİNİ TAM TASPİTEDEMEYEBİLRLER
ADI ÜZERİNDE RİSALE(KİTAP)NUR ALLAHIN C.C. İSMİ YANİ NURLU KİTAP ANLAMINDA
EVET BİR GÜN BU DİN İSLAM DİNİ TÜM DÜNYADA MAKES BULACAK ZERRE ŞÜPHEMİZ YOK DEĞİLMİ VE ALLAHIN HURUFU İSLAM HARFLERİ O ZAMAN KİM ONUNYAZISINI MUHAFAZA EDŞYORSA O KİŞİLERE ÇOK İŞ DÜŞECEĞE BENZER Kİ RİSALE-İ-NUR YAZISINI MUHAFAZA ETMEK NUR TALABELERİN BİRİNCİ GÖREVİDİRDİYORYA ÜSTADIMIZ SIR BURDAN GELİYOR GALİBA
ALLAHEBEDEN RAZI OLSUN
BİLAHERE MUAYME HOCAMIZA VE DİĞER TÜM KARDEŞLERİ SA,YGIİLE SELAMLIYOR İSTEK VE İŞTİYAKINIZIN KEMAL DERECESŞNDE OLMASINI DİLİYOR VE DİLENİYORUM
BİZİMİŞTİYAKIMIZ ARTTIKÇA MERAKIMIZ ARTACAK MERAKIMIZ ARTINCADA ALLAHIN VARLIĞINI BİRLİĞİNİ ÖĞRENME ADINA BİR İSTEK DAHA GELECEK BU NİSBETTE TERAKKİ MERAKLA OLACAK MERAK TERAKKİYE TERAKKİYÜKSELİŞDE KEMALE ERMENİN KAPISINI AÇACAK KEMALE EREN İSE BELKİDE SEYRÜ SÜLÜKDE O GÜZELLİKLERİ TEMAŞA EDECEK TEMAŞA EDEN LEZZET ALACAK
ESSELAMU ALEYKÜMMM :tşk::ççk::ççk:
 

abdulsaid

Tecrübeli
Nur Talebesi olmak için günlük düzenli okunur ve ilginizi Risale-i Nur'a harcarsanız inş. Allah sizleride Risale-i nur talebesi eder inş.
 

FERASETLİ

KF Ailesinden
Özel Üye
Risale-i Nur’u ilk günkü heyecan ve tazeliğiyle sevmeniz, dört elle sarılmanız, okuyup anlamanız için özel plân ve programlar yapmanız gerekir. Bir sonraki bölümde böyle bir programın teknikleri üzerinde duracağız.

Bediüzzaman'ı tanımadan külliyatların nasıl yazıldığını ne amaca hizmet ettiğini tam bilmeden laf etmesek iyi olur. :gül2::tşk::gül2:
 
Üst