Ayetlerden anlaşıldığı üzere ALLAH katında yegane din ''İslam'dır''.
Bu dini kabul edenlere Müslüman, geri kalanlara da gayrı müslim adı verilir.
Bu iki grupta toplananların birbirlerine karşı tavırları, kalplerindeki inançlar gibi farklıdır.
Müslümanın yolu; Allah'ın rızasına götüren Sırat-ı Müstakim'dir.Allah'ın gadabına uğramış Yahudilerin, dalalet ve sapıklık içindeki Hristiyanların yolu değildir.
Mü'min'in Yahudi ve Hristiyanlara karşı tutumu Kur'an'ı Kerim ve hadisi şeriflerde bildirilmiştir.
Peygaber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
''Her kim bir kavmin amellerini (yaptıklarını) severse (hoş görürse kıyamet gününde) onların arasında haşrolacak ve onların yaptıklarını yapmasa da onların hesabıyla muhasebe edilecektir.'' (Deylemi)
''Her kim bir cemaatin kalabalığını artırırsa o, onlardandır.Ve her kim bir kavmin (topluluğun) yaptıklarından razı ve memnun olursa o işi yapanların ortağı olur.'' (Deylemi)
Rivayete göre bir adam İbni Mes'ud (Radıyallahu Anh) Hazretlerini düğüne çağırmış İbni Mes'ud hazretleri düğün meclisine gireceği zaman içeride eğlence sesleri duymuş ve girmemiş, düğü sahibi kendisine:
''Niye gere döndün? diyince:
''Ben Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi vessellem) şöyle buyurduğunu duydum.'' diyerek yukarıdaki hadisi şerifi okumuştur.
''Bizden başkasına benzeyen bizden değildir.Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin.'' (Tirmizi)
''Bıyıkları kesin, sakalları bırakın, Yahudilere muhalefet edin. (Ali el- Mütteki, Kenzu'l Ummal)
''Müşriklere muhalefet edin,sakalları uzatın, bıyıkları kesin.'' (Buhari)
''Bıyıkları kesin, sakalları salın, Mesuci (ateşperest)lere muhalafet edin.'' (Müslim)
''Bıyıklarınızı kısaltınız.Çünkü Beni İsrail böyle yapmadılar da kadınları zinaya düştü.'' (Deylemi)
''Kim bir kavme benzerse onlardandır.'' (Ebu Davud)
''Bizimle müşrikler arasındaki fark takkler ve üzerinde sardığımız sarıktır.'' (Ebu Davud)
''Yahudi ve Hristiyanların selam verdiği gibi selam vermeyin.Zira onlar elle,başla, işaretlerle selam verirler.'' (Ramuzu'l-Ehadis)
İslamiyet ne ibadet,ne adet,ne de diğer hareketlerimizde gayrı müslimlere benzemeye müsade etmiştir.
İslam dini güneşi ilah kabul edenlerin tapınma vaktinde ibadet etmemizi yasaklamış ve bu vakitlere'' mekruh ibadetler'' adını vermişlerdir.
Nevruz adını alan ilkbahar günleri ile Mehrican denilen sonhabar günlerinde nafile oruç tutmak mekruh görülmüştür.Ancak tutmayı adet edindiği bir oruç bu günlere tesadüf gelirse bir mazur yoktur.
Gayrı müslimlerin ne karnavalı, ne noeli,ne de yılbaşısı Müslüman'ın özenti duyacağı bir şey olamaz , olmamalıdır.
Onların Müslümanlardan bekledikleri tek şey İslam'dan kopmaları, ayrılmaları kendi yollarına tabi olmalarıdır.
Bu husura Rabbimiz bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
''Onlar kendileri gibi sizin de kafir olup böylece kendilerine eşit olmanızı arzu ederler.'' (Nisa Suresi,89.Ayet)
Onlar hem Allah'ın, hem de mü'minlerin düşmanıdırlar:
''Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin.Oysa onlar, size gelen gerçeği inkar etmişlerdir.Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar.Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim.Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur.'' (Mümtehine Suresi, 60.ayet)
''Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur.Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'dan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.'' (Bakara Suresi, 120.ayet)
Kalbimizdeki imanın, elimizdeki Kur'anın nuru gözlerini kamaştırmakta, hasetlerinden bizi bu güzel değerlerden soymak arzusundadırlar.
''Ehli kitapdan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler.'' (Bakara Suresi, 109.ayet)
Tarih boyunca Haçlı seferlerini bu gaye ile düzenlemişlerdir.
Ayet-i Kerimelerde şöyle buyurulmaktadır.
''Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin.Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafı tutarlar).İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.Şüphesiz ALLAH, zalimler topluluğuna yol göstermez.'' (Maide Suresi,51.Ayet)
''Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?'' (Nisa Suresi, 144.Ayet)
''Ey iman edenler! Eğer kafirlere uyarlarsanız, gerisin geriye (eski dininize) döndürdüler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşerdiniz.'' (Al-i İmran, 149.ayet)
''Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin.Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler.Gerçekten, kin ve düşmanlıktan ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır.Kalplerinde sakladıkları (düşmalıkları) ise daha büyüktür.Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.
İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları severseniz.Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında ''İnandık'' derler; kendi başlarına kaldıklarında da,size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar.De ki: Kininizden (kahrolup) ölün! Şüphesiz ALLAH kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.
Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırı; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler.Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez.Şüphesiz ALLAH, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.'' (Al-i İmran Suresi,118.,119.,120.ayetler)
---------------------------------------------------------------------------------
İSLAM'DA DİN DÜŞMANLARINA MUHALEFETİN ÖNEMİ
''Bizden başkanısına benzeyen bizden değildir.Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin.'' (Tirmizi)
Bu ve buna benzeyen bir çok hadisi şerifte Yahudilere, Hristiyanlara, müşriklere, Mecusilere muhalafet emredilmiştir.
Dolayısıyla düşmanlara benzememek Şeriat-ı Garra'da kesinlikle emrolunan bir iştir.
Dini Mübin-i İslam, kendisine uyanlar, düşmanlar içerisinde tuzun suda eridiği gibi erimesinler ve her yerde düşmanlarından ayrılsınlar için, onlara düşmanlarıyla kendi aralarında ayırıcı özellik olacak bir takım hususiyetler vermiştir.
Nasıl ki Müslümanlar, kalp amellerinden olan inan meselelerinde düşmanlıklarından seçiliyorsa, aza amellerinde kılık kıyafette ayırıcı vasıflar taşımalıdır.
Zira kalpteki muhabbet zahirde benzemeyi gerektiği gibi, görünüşte benzemekte, kalp de bir nevi dostluk ve sevgi getirir.
Bu iş kimsenin inkar edemeyeceği fakat birden anlayamayacağı bir gerçektir ki, görünüşteki benzeyişlerin eseri yavaş yavaş kalbe tesir eder ki sahibi bunun bir sonra farkedebilir.
Şeyhul İslam Es Seyyid Hüseyin Ahmed El Medeni (Rahmetullahi Aleyh) sakal bırakmanın hikmetini beyan hususunda şu kıymetli açıklamaları yapmıştır:
''Biz yakinen bilmekte ve gözlerimize görmekteyiz ki, her devlet ve hükümet ayrı ayrı vazifelerde bulunan memurlarından her bir kısmı için diğerlerinden seçilecek bir kılık kıyafet tayin etmiştir.
Şehirlerdeki umumun emniyetiyle görevli polislerin kendine mahsus bir takım elbiseleri vardır ki onun rengi diğerlerinin renginden farklıdır.Hatta deniz askerlerinin elbiseleri kara askerlerinin elbileselerinden değişiktir.
İşte bütün özel bu elbiseler, herhangi bir görevde çalışanların şiarı ve nişanıdır.Hükümtler her görevliye özel bir elbise tayin ve tahsis etmekle yetinmeyip, vazifesine hükümetin emrettiği kılık kıyafetin dışında bir şekille gelen kimse hakkında takibat yapmakta,gerekirse onu vazifeden uzaklaştırmaktadır.
Yine böyle biz bütün kavimlerin,milletlerin,topluml arın ve devlet müesseselerinin kendine has bir takım farklılıklarla diğerlerinden ayrıldıklarını görmekteyiz.
Özellikle bu bayraklarında ve sancaklarında görülmektedir ki bu sayede harp meydanlarında dot düşmandan seçilir.Bu özellikler bulunmadığında elbette harp nizamı bozulacak ve bir hükümetin askerleri birbirlerini farkedemediklerinden kendi aralarında harp edeceklerdir.
Mesela: Bir asker kendi devletinin nişanını terk etmekle hükümetine ihanet etmiş sayılacağından büyük bir cezaya çarptırılır.Tarihi gözden geçirdiğimizde de görüyoruz ki, kendi özelliğini terk eden kimsenin istiklali kalmayıp benzediği cemaatlere katılmaya mecbur olur.
Mesela: Hindistan'ın sakinlerine bakalım, orada bulunan müşrik Hinduların kendilerine mahsus bir takım kılık kıyafetleri vardır ki, hariçten gelen herhangi bir kimse kendi şeklini korur ve kıyafetini muhafaza ederse müstakil bir varlığa sahip,seçkin bir kimse olarak kalır.
Nitekim kendi memleketlerinden gelen Fransızlar kılık kıyafetlerini değiştirmediklerinden kendi elbiseleriyle tanınmakta ve şekilleriyle seçilmektedirler, dolayısıyla onlar hakkında kimse ''Bunlar Hindulardandır.'' diyemez.
Yine böylece Hindulardan ayrılan Sih toplumu sakallarını,saçlarını, bıyıklarını,alabildiğine uzatıp hiç kısaltmayarak kendilerine özel bir şekil oluşturmuşlardır ki, onlarda o şekilleriyle seçilmektedirler.
Halbuki bu özellikleri olmasa, onlar da Hindulardan sayılacaklardı.Kendileri cidden azınlıkta oldukları halde, şu anda Hindistan'da müstakil bir haysiyetleri vardır.
Muhtelif memleketlerden Hindistan'a gelip yerleşerek Müşrikleri İslam'a davet eden ve birçok insanın Müslüman olmasına vesile olan Müslümanlar da, müşriklerin şehirlerinde ve köylerinde, kendi dinlerinde samimi, peygamberlerinin sünnet ve siretini muhafaza edici ve her türlü muamelelerinde ona itiba edici olarak yaşadıklarından herkesin kabul ve takdir ettiği bir varlığa sahip olmuşlardır.
Eğer Müslümanlar kendi özelliklerini korumasalardı, elbette yerli müşrikler gibi olurlar ve İslam'dan nasipleri ancak Müslüman ismi olurdu.
Bu anlatılanlardan açıkça ortaya çıkmıştır ki,bir kavmin veya mezhebin varlığı, ancak kendilerini kılık kıyafet,şekil-suret, özel ibadet ve hayat tarzı bakımından diğerlerinden ayırdıkları zaman mümkün olacaktır.
Allahhu Teala bu ümmeti diğerlerinden seçkin bir ümmet kılarak onlar, iç ve dışta, kılık kıyafette,gelenek ve görenekte ve bütün işlerde Peygamberinin sünnetine uymayı emretmiştir.
Nitekim Mevla Teala bu hakikati şu ayetiyle açıklamıştır.
''Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.'' (Ahzap Suresi,21.ayet)''
Dolayısıyla Müslüman ümmet, zahirde ve batında Nebisinin yoluna uyarak her hal ve herakette, her an ve mekanda Resulünün eselerine tabi olarak, müşriklernden, kafirlerden, Yahudi ve Hristiyanlardan, peygamberlerinden aldıkları özelliklerden ayırlmışlardır.
O halde bizim üzerimize düşen, Avrupa ve Amerika'ya kulluktan, şark ve garp beyinsizlerinin eteklerine sarılmaktan kurtularak, Allahu Teala'nın bize ikram ettiği, önce ve sonrakilerin Efendisinin (Sallallahu Aleyhi Vessellem) sünnetine uyma şerefine ermektir.
ALLAH Kur'an'ın bir ayetinde iman edenleri "Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir" (Müminun Sûresi, 3) sözleriyle tanımlamıştır. 'Boş işlerden ve boş sözlerden yüz çevirmek' önemli bir mü'min özelliğidir.
Bir başka ayette ise ALLAH, "Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir" (Furkan Sûresi, 72) sözleriyle, mü'minlerin böyle bir tavır ile karşılaştıklarında onur ve asaletlerinden ödün vermediklerine ve bu ahlakı yaşayan insanlara uyum sağlamadıklarına dikkat çekmiştir.
Boş sözlere dalmak ya da boş işlerle oyalanmak, cahiliye toplumlarındaki kadın karakterinde sıkça görülebilen tavırlardır. Kendilerine büyük idealler edinmedikleri takdirde, bu ahlakın hakim olduğu kadın karakterinde önemli olan belli başlı konular vardır.
Bunlar arasında kendilerine, ailelerine ya da çevrelerine fayda sağlayanları olduğu gibi, tamamen kendilerini oyalamak için edindikleri birtakım alışkanlıklar da yer almaktadır.
Bunlardan en bilinenleri; haftanın belirli günlerinde yapılan arkadaş toplantılarında vakit harcamak, tüm günü hiçbir fayda sağlamayan programlar izleyerek televizyon karşısında geçirmek, saatler süren telefon konuşmalarında ya da ev sohbetlerinde küçük büyük her konudan şikâyet edip yakınmak, dedikodu yapmak, insanların kusurlarını dile getirmek gibi tavırlardır.
Tüm bunların ortak özelliği ise, genellikle ne kendilerine ne de başkalarına hiçbir fayda sağlamayacak, alışkanlıklar oluşudur. ALLAH Kur'an'ın "Onların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır..." (Enbiya Sûresi, 3) ayetiyle, Allah'a iman etmeyen insanların bu özelliklerine dikkat çekmiş ve bu kimselerin kalplerinin dünya hayatına dair işlere karşı tutku dolu bir oyalanma içerisinde olduğunu bildirmiştir.
Müslüman kadın ise, cahiliye ahlakının kadın karakterine ait tüm bu özelliklerden uzak bir kişilik sergiler. Allah'ın insan için dünya hayatında çok kısıtlı bir ömür süresi belirlediğini ve zamanın hızla tükendiğini bilmektedir. İnsanların ahiret hayatında Allah'ın sonsuz cennetini, rahmetini ve rızasını kazanabilmek için ellerindeki tek imkân ise dünya hayatındaki bu ömür süreleridir.
Bu nedenle Müslümanlar yaşadıkları her anın kendileri için çok kıymetli olduğunu bilerek hareket ederler. Tek bir anlarını bile boş bir işle oyalanarak, boş sözlere dalarak geçirmelerinin büyük bir kayıp olacağının ve bunun, ahirette insanın büyük bir pişmanlık duymasına neden olabileceğinin farkındadırlar. Her anlarını bu dikkat açıklığı ile geçirir ve daima Allah'ın rızasını kazanabileceklerini umdukları işlere yönelirler. Allah'ın"Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır" (Al-i İmran Sûresi, 114) ayetiyle bildirdiği gibi, yaşadıkları her anı Allah'ın rızasını kazanabilmek için 'hayırlarda yarışarak' geçirirler
------------------------------------------------------------------
YAHUDİ VE HRİSTİYANLARI DOST EDİNMEYİN
''Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin.Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirlerinin tarafını tutarlar).İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.Şüphesiz ALLAH zalimler topluluğuna yol göstermez. (Maide Suresi,51.Ayet)
Mevla Teala bu ayeti kerimesinde Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyiniz dedikten sonra bu nehyin sebebini açıklamak üzere:
''Onlar birbirinin dostlarıdırlar.'' buyurmuştur.
Taberi tefsirinde zikredildiğine göre bunun manası Yahudiler mü'minlere karşı kendi aralarında birliktedirler, Hristiyanlar da böylece kendi dinlerine muhalefet eden herkese karşı birbirlerinin yardımcısıdırlar.'' demektir.
Nefesi tefsirinde zikredildiğine göre bu ayeti celilede küfrün tek millet olduğuna delil vardır.
Ruhu'l-Beyan tefsirinde de şöyle zikredilmiştir.Yahudi ve Hristiyanlar arasında haddi zatında bir dostluk yoktur.Ancak burada anlatılmak istenen Yahudi ve Hristiyanlardan her bir fırkanın kendi aralarındaki diğer fırkalarla dostluğudur.
Fakat şu anda Yahudi ve Hristiyanlardan her biri küfürde ittifak etmiş ve Müslümanlara zarar vermek fikrinde birleşmişlerdir.
Daha sonra Mevla Teala ''İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır.'' buyurmuştur.
Bu ifade-i celile, din konusunda muhalif ve farklı olan kimseden mutlaka uzaklaşılması konusunda Mevla Teala'nın te'kidli ve şiddetli açıklamasıdır.
Ebu Suud Efendinin beyanına göre bu ayeti celilede mü'minleri, kafirlerle hakikaten dost olmasalar da dost gibi görünmelerinden de, büyük bir engelleme vardır.Çünkü Mevla Teala mutlak olarak ''İçinizden onları dost edinen de şüphesiz onlardandır.'' buyurmuştur.
Hazin tefsirinde Ebu Musa el-Eş'ari (Radiyallahu Anh) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
Bir kere ben Hazreti Ömer (Radiyallahu Anh)'e:
-Benim Hristiyan bir katibim var, dedim.O'da:
-Hay ALLAH canına alasıca! Sana ne oluyor.Bir müslüman katib edinsene.Allah'ın <<ey iman edenler! Ne Yahudilei, ne de Hristiyanları dost edinmeyin>> , ayeti kerimesini hiç duymadın mı? buyurdu.Bunun üzerine ben:
-O'nun dini kendine ait bana lazım olan yazısıdr, deyince O:
-Madem ki ALLAH onları hor ve hakir kılmıştır, ben onlara ikram etmem.Allah ki onları alçak kılmıştır, ben onlara ikram etmem.Allah ki onları alçak kılmıştır, ben onları aziz kılmam.Allah onları rahmetinden uzaklaştırmışsa, ben onları yaklaştırmam.> buyurdu.O zaman ben:
-Basra'nın işi ancak onunla halleloluyor, diyince, Hz.Ömer (Radiyallahu Anh):
-Farzet ki Hristiyan öldü.O zaman ne yapacaksın? dedi.
Yani <<onun ölümünden sonra ne yapacaksan şimdi onu yap, ondan başka hiçbir Müslüman bularak ona muhtaç olma.>> buyurdu.
...Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin
Konyalı Mehmed Vehbi Efendi de şu açıklamaları buyurmuştur:
''İslam milleti bu ayeti kerimenin manasını gözetmediklerinden çok büyük felaketler görmüşlerdir.
Hatta Osmanlı Devleti'nde dış işleri başkanlığı bir zamanlar Müslüman olmayan kimselere teslim edildiğinden , onların zamanında bir çok İslam topraklarının elden çıktığı tarihlerde geçmektedir.
Son Balkan harbinde zımmi kabul ettiğimiz Hristyianlardan Müslümanların ne kadar çok zarar gördüğünü ve onlardan alınan askerlerin taburlarda ne kadar hainlik ettikleri görülmüştür.
Bu muharebelerde beş-altı vilayetin elden çıkmasının birçok sepebleri varsa da onlardan birisi de tab'amazdan olan Hristiyanların hainlikleri olduğu bilinmektedir
Şu halde İslam Hükümetinin, kendi dininden her işte hizmete elverişli sanatkarlar yetiştirip, yabancılara muhtaç olmamanın çaresini düşünmesi lazım olduğu gibi, mümkün olduğu kadar gayri müslimleri mühim işlerden uzaklaştırması gereklidir.
Eğer İslam ümmeti bu ayetin gereğince hareket etmiş olsa hiçbir zaman malıp düşmeyeceği şüphesizdir.Kafirleri mühim görevlere yerleştirmek, daha cesur, daha kabiliyetli olduklarından bahsetmek ve heryerde bu gibi sözleri söylemek, onların şecaat, gayret ve heveslerini arttırarak, Müslümanların hevesini kırmaktan ibaret olduğundan nekadar çirkin ve yanlış nir hareket olduğu bilinmektedir.
Maalesef bu gibi durumlar bir zamandan beri Müslümanların müptela olduğu bir hastalıktır ki, İslam ırkına tamamen zafiyet vermiş ve onları yerlerinden kalkamayacak bir hale getirmiştir.''
Allahu Teala İslam ümmetini bu müzmin hastalıktan kurtarsın.Amin
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
GAYRİ MÜSLİMLERE MUHALEFET , RESULULLAH'A İTTİBA
İslam, müstakil bir ümmettir.Her hususta kendine has, orjinal değerleri, tezahürleri olmalıdır.Yabancıya benzemek ve yabancıyı taklit etmek caiz değildir.
Kur'an-ı Kerim ve Hz.Peygamber'in(sallallahu aleyhi vessellem) hadisleri ilim ve tekniğin dışında, yabancılardan kültür almayı ve onlara benzemeyi yasaklar.
Hz.Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem) tebliğe başladığı ilk yıllarda ilahi emrin gelmediği, şekke düştüğü hususlarda müşriklerin tarzına uymanktansa,kitap ehli olan Tevrat ve İncil'e inanan Yahudi ve Hristiyanları müşriklere tercih ediyordu.
Ancak putperestler çoğunlukla İslam'a girip Kur'an ayetleri de Yahudi ve Hristiyanları insanların en sapığı olarak bildirince onların İslam'a kazanılma ümidi kaybolduğundan Hz.Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem) her hususta Ehli Kitaba muhalefer etmiştir.
Ehli Kitab'a muhalefet, kıblenin Kudüs cihetinden Kabe cihetine dönmesiyle başlayıp,saç şekli,boyanması,selam şekli,kıyafet,haftalık toplanma günü Cuma olması,nafile oruç günleri,hayızlı kadınlarla olan meseleler gibi bir çok şeyde meydana gelmiştir.
Hz.Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem)'in Ehli Kitab'a her hususta muhalefeti bir Yahudi'ye şöyle demiştir:
''Resulullah (sallallahu aleyhi vessellem) bize muhalefet etmedik birşey bırakmadı, her işimizde bize muhalefet etti.''
Bu muhalefet keyfiyeti, sadece Ehli Kitab'a karşı olmayıp başka milletlere karşı da muhalefetler emredilmiştir.
Bunun da ihmal edilmeyişinin sebeplerinden biri de ''müstekail ümmet'' fikrinin zihinlerde sabitleştirilmesi ve diğer ümmetlere muhalefet düşüncesinin fertlere meleke haline gelmesini sağlamaktır.
İnaç sisteminin bir olmasıyla birlikte, harici olan şeylerde de benzerlik, bu şeylere bürünen kimselerde birlik ve kardeşlik duygusunu uyandıracaktır.
İcmai kaynaşmanın sağlamlaştırılması meselesinde İslam alimleri bu çeşit dış benzerliklere de büyük önem vermişlerdir.
Bu hususu Malik İbni Dinar hazretleri bir teşbihle takviye ederek şöyle ifade eder:
''İki kişide aynı müşterek vasıf olmadıkça aralarında ülfet ve kaynaşma hasıl olmaz.İnsan cinsi, kuş cinsleri gibidir.Aralarında bir münasebet olmadıkça iki ayrı neviden olan kuş birlikte uçmaz.''
Günün birinde bir karga ile güvercini beraber görünce şaşırır.Nasıl olur da arkadaşlık yapabilirler diye incelemeye koyulur.Az sonra anlar ki, ikisi de topaldır.Ve bunları topallık vasfı bir araya getirmiştir.
Hülasa; çoğu kere ''sünnet'' diye ifade edilen dinin pek çok emirlerini ,İslam medeniyetinin ferdiyet ve şahsiyetini örmesi hasebiyle ''Cebrail Kur'an'ı indirdiği gibi Hz.Peygamber'e sünneti de indiriyordu.''
Rivayetinin de ifade ettiği hakikat çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir.
O sünnet ki kendisine uyulduğu nisbette bu ümmete vaad edilen meziyetler ve üstünlükler elde edilecektir.
Her Hususta Resulullah'a Uymak Hakkında Ayetler:
''Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.Allah'tan korkun.Çünkü Allah'ın azabı çetindir.'' (Haşr Suresi,7.Ayetten)
''Biz her Peygamberi -Allah'ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için göderdik.Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.''
''Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinden hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.''
(Nisa suresi,64.,65.Ayetler)
''Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.Her kim ALLAH ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.'' (Ahzap suresi,36.Ayet)
''Onun emrine aykırı davrananlar, başkalarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.'' (Nur suresi,63.Ayet)
'' (Resulüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.'' (Al-i İmran Suresi,31.Ayet)
''Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.'' (Ahzap Suresi,21.Ayet)
''Ey iman edenler! Allah'a itaat edin.Peygamber'e ve sizden olan ulü'l emre (idarecilere) de itaat edin.Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resulüne götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hemde netice bakımından daha güzeldir.'' (Nisa Suresi,59.Ayet)
''Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.Yüz çevirene gelince, semni onların başına bekçi göndermedik!'' (Nisa Suresi,80.Ayet)
''O, arzusuna göre de konuşmaz.''
''O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.'' (Necm Suresi,3.,4.Ayetler)
------------------------------------------------------------------------------------------
İMAM-I RABBANİ HAZRETLERİNİN KÜFÜR EHL-İ HAKKINDA BUYURDUKLARI
Küfür ve İslam Birbirinin zıddır:
Bizi İslam'a hidayet eden, nimetler veren ve Muhammed (Sallallahu aleyhi vessellem)'in ümmetinden eden Allah'a hamd olsun.
Şunu bil ki; dünya ve ahiret saadetini kazanmak ancak Resulullah'a hakkıyla tabi olmaya bağlanmıştır.
O'na tabi olmakta; İslam'ın hükümlerini yerine getirmek ve onları insanlar arasında icra etmek, küfür adetlerini kaldırıp iptal etmeki o adetleri bütün insanlardan def etmekle olur.
Çünkü İslam ve Küfür birbirinin zıddıdırlar.Kıyamete kadar, hatta kıyametle dahi bir araya gelmezler.
Bunlardan birini icra etmek, diğerini kaldırmayı gerektirir.Onlardan birini aziz etmek, diğerini zelil etmeyi gerektirir.
Muhakkak ki ALLAH (Celle Celaluhu) Kur'an-ı Mecidinde Habibine şöyle buyuruyor:
''Ey Nebi! Kafir ve münafıklarla cihad et ve onlara sert ol.'' (Tevbe Suresi, 73)
ALLAH (Celle Celaluhu) en güzel huylarla vasıflandırdığı Rasulüne bu emri verince bundan şu anlaşılır.
Onlara karşı sert çıkmak en güzel huylar arasındadır.
Her şahsın temenni ettiği bir şey vardır.Bu fakirin temennisi dahi Yüce Allah'ın ve O'nun Rasulü'nün düşmanlarına sert davranmaktır.
İslam dininin aziz olması küfrün ve küfür ehlinin zelil düşmesindendir.
Buna göre kim küfür ehlini ve adetlerini ağırlarsa İslam'ı ve İslam ehlini zelil etmiştir.
Kafirleri ağırlamak yanlız onlara tazim edip baş köşeye oturtmak değildir.Bilakis onları meclislere almak, onlarla sohbet etmek, onların dili ile konuşmak gibi hareketlerde onları ağırlamaya dahil olup onları aziz etmeyi gerektirir.
Onlara en uygun olan şey köpekleri uzaklaştırır gibi Müslümanların meclislerinden onları uzaklaştırmaktır.
Eğer onlarla dünya işlerine ait bir alaka kurmak gerekiyorsa ve bu da onlarsız zaruret miktarı onlarla olmak gerekir.
Ancak İslam'ın kemali böyle bir ihtiyacı da tamamen terk edip onlara iltifat etmemek ve onlara karışıp durmamaktır.
Zira noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH (Celle Celaluhu) Kur'an-ı Mecidin'de küfür ehlini kendinin ve Rasulünün düşmanı olarak tanıttı.
''Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım , sizinde düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin.Oysa onlar, size gelen gerçeği inkar etmişlerdir.Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar.Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim.Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur. (Mümtehine Suresi,1.Ayet)
''Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olursa bilsin ki ALLAH da inkarcı kafirlerin düşmanıdır.'' (Bakara Suresi,98 )
ALLAH ve ALLAH Rasulünün düşmanı olan kimselerle karışık durmak cinayetlerin en büyüklerindendir.
Allah'ın düşmanlarıyla karışık durmanın, onlarla arkadaşlık etmenin kişiye en az zararı, İslami emirlerine yerine getirmek hususunda ki gevşeklik ve zaaf gelmesidir.
Bundan başka onlarla arkadaşlığı sebebiyle küfre sebep olacak şeylerden kaçınmaya utanır.Böyle bir zarar gerçekten çok büyük bir zarardır.
Zira Allah'ın düşmanlarına karşı sevgi gösterisi ile ülfette bulunmak, Allah'ın ve Rasulünün düşmanlığına celbeder.
Bu şekilde yaşayan insan sanır ki, kendisi Müslümandır, ALLAH ve Rasulüne imanı vardır.
Halbuki bilmez ki bu gibi kötü ameller kendisinden İslam-iman devletinin giderir.
Düşmanımı seviyorsun sonra
Zannediyorsun ki ben seni seviyorum
Muhakkak ki senden akıl kaybolmuş gitmiş
Bu din düşmanı kafirlerin işi İslam'ı istihzaya ve Müslümanları maskaralığa almaktır.Aynı zamanda onlar fırsat bulsalar bizi İslam dininden çıkarıp hepimizi öldüreceklerdir.
''Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.'' (Bakara Sures, 217)
''Kim olanlar için dünya hayatı cazip kılındı.(Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alau ederler.Oysa ki, (iman edip) inkardan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir.Allah dilediğine hesapsız rızık verir. (Bakara Suresi,212)
Müslümanlara yakışan utanıp hayalı olmaktır.Baştaki emir sahiplerine düşen de şudur ki daima rezillikte olan bu kimselerin baş kaldırmalarına fırsat vermeyeler.
Hindistan'da bizzat cizye almak küfür ehlinden kaldırıldı.Bunun sebebi; ülkenin devlet başkanlarının küfür ehli ile sohbet etmesidir.
Onlardan cizye almaktan maksat kendilerini zelil etmektir.
Onları zelil etme işi o dereceye varmalıdır ki, cizye vermek korkusundan güzel elbise giyme imkanı bulamasınlar, ziynet eşyası kullanamasınlar.
Bu devlet başkanları, küfür ehlinden ciyze almayı nasıl men etmeye cesaret edebiliyorlar? Halbuki Cenab-ı Hak onların zilleti için cizye için emrini koydu.Bundan gaye onların düşük olup alçalmaları, Müslümanların ise üstünlüğü ve izzetidir.
----------------------------
--------------------------------
KÜFRÜN ZİLLETİNDENDİR, İSLAM'IN İZZETİ :
İslam devletine ulaşmanın alemeti küfür ehline buğzedip onları kerih görmektir.Allahu Teala Kur'an-ı Mecid'inde onları ''neces'' (pislik) (Tevbe,28.) ve rics (murdar) diye isimlendirdi.
Eğer devlet başkanları ve Müslümanlar o kafirleri böyle görmüş olsalardı, hiç şüphe yok ki onlarla arkadaşlık etmekten kaçınır, onlar gibi yaşamayı kerih görürlerdi.
Büyük zatlardan biri şöyle buyurdu:
''Sizden biriniz delilik sınırına ulaşmadıkça İslam'a ulaşamaz.''
Burada anlatılmak istenen ''delilik''ten maksat şudur:
İslam kelimesinin ve Müslümanların yükselmesi uğrunda nefsine ve nefsinin zararına iltifat etmemek, bir şeyin kazanılmasına veya elden gitmesine aldırış etmemektir.
Kafirlere her hususta muhalefet edip, İslam yaşanırsa, Hakkın ve Resulü'nün rızası hasıl olur.Hakkın rızasından daha büyük bir devlet olabilir mi?
Allah'ı Rap, İslam'ı din, Muhammed'i (Sallallahu Aleyhi Vessellem) Nebi ve Resul olarak kabul edip razı olduk.
Ya Rabbi; Seyyid'ül Mürselin hürmetine bizi bunun üzerine yaşat, bunun üzerine ruhumuzu kabzeyle. Amin.
(Mektubat-ı Rabbani, Mektup,163)
===============================
Yılbaşı nedir?
Hz.İsa'nın (a.s) doğumundan yaklaşık 350 yıl sonra Roma'da ortaya çıktı. Bu dönemde Roma imparatorluğunun her yerinde güneşe tapılıyordu. Roma İmparatorluğu putperestlik ile Hristiyanlığı birleştirerek güneş tanrısının doğum günü 25 aralığı Hz.İsa (a.s)'nın doğum günü kabul etti.
25 Aralığı kabul etmelerinin sebebi 24 aralığa kadar güneş biraz daha erken batıp senenin en kısa günleri yaşanıyordu.Batıda güneşe tapanlar tanrıları olan güneş her gün biraz daha erken kendilerini terk edince buna üzülüyorlardı.
25 Aralık'ta günler tekrar uzamaya başlayınca tanrıları kendileriyle kalmaya razı olmuş ve yeniden doğmuş anlamına geldiğinden mutluluklarını dans, çoşku, içki, ışıklandırma, ağaçlarla yeşillendirme, hindi kesme gibi eğlencelerle kutlarlardı.
İşte 25 Aralık- 1 0cak bu sebeple eğlence günleri ve tatil olarak kabul edilmiştir.Hristiyanlar bu günlerde domuz başı, kaz kızartması ve hindi yemeyi gelenek haline getirmişlerdir.
Haksızlığın, adaletsizliğinn ve zulmün kol gezdiği bir dünyada yaşıyoruz.Sırf Müslüman oldukları için Bosna-Hersek'te, Filistin'de,Irak'ta,Afganistan 'da, Çeçenistan'da, Cezayir'de,Keşmir'de ve daha bir çok yerde insanlar öldürüldü ve hala öldürülmeye devam ediyor.
Yılbaşı adetinin sahibi Hristiyanlar Bosnalı çocukları diri diri keserek köfte yapıp annelerine yedirdiler.Derilerini yüzdüler.Müslümanların kafalarını patlatarak beyinlerini köpeklere yedirdiler.Diri diri çocukların gözlerini oydular, çocukların ve kadınların namuslarını kirlettiler.Bebeklerin parmaklarını keserek kendilerine kolye yaptılar.Kadınları birbirine bağlayarak yaktılar.Camileri yakıp yıktılar.
Yakın zamanda Amerika'nın Irak'lı çocukları ne hale getirdiğini televizyon ve gazetelerde görüldü.
İşte özendiğimiz batının bizim için düşündükleri.
Bütün bunlar olurken bizim Müslümanlar hala kimin yılbaşısını kutlayacak ve niçin eğlenecek?
Kolları ve bacakları bombalarla koparılmış çocuklar için mi? Yoksa namusu çiğnenen Müslüman kız kardeşleri için mi?
Neden hep biz onlara her şeyde uyacağız? Onlar bize hiç uyuyorlar mı?
Onlar bizim dini ve milli bayramlarımızı yahud mübarek gün ve gecelerimizi biliyor ve kutluyorlar mı?
Bizim hicri yıl başımız Peygamberimiz'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem ) Mekke'den, Medine'ye hicret günü olan günü kutluyorlar mı?
Kocaman HAYIR......
O halde şu hadis-i şerifi iyi belleyelim inşallah....
''Her kim bir kavmin amellerini (yaptıklarını) severse (hoş görürse kıyamet gününde) onların arasında haşrolacak ve onların yaptıklarını yapmasa da onların hesabıyla muhasebe edilecektir.'' (Deylemi)
=====================================
Bu dini kabul edenlere Müslüman, geri kalanlara da gayrı müslim adı verilir.
Bu iki grupta toplananların birbirlerine karşı tavırları, kalplerindeki inançlar gibi farklıdır.
Müslümanın yolu; Allah'ın rızasına götüren Sırat-ı Müstakim'dir.Allah'ın gadabına uğramış Yahudilerin, dalalet ve sapıklık içindeki Hristiyanların yolu değildir.
Mü'min'in Yahudi ve Hristiyanlara karşı tutumu Kur'an'ı Kerim ve hadisi şeriflerde bildirilmiştir.
Peygaber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
''Her kim bir kavmin amellerini (yaptıklarını) severse (hoş görürse kıyamet gününde) onların arasında haşrolacak ve onların yaptıklarını yapmasa da onların hesabıyla muhasebe edilecektir.'' (Deylemi)
''Her kim bir cemaatin kalabalığını artırırsa o, onlardandır.Ve her kim bir kavmin (topluluğun) yaptıklarından razı ve memnun olursa o işi yapanların ortağı olur.'' (Deylemi)
Rivayete göre bir adam İbni Mes'ud (Radıyallahu Anh) Hazretlerini düğüne çağırmış İbni Mes'ud hazretleri düğün meclisine gireceği zaman içeride eğlence sesleri duymuş ve girmemiş, düğü sahibi kendisine:
''Niye gere döndün? diyince:
''Ben Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi vessellem) şöyle buyurduğunu duydum.'' diyerek yukarıdaki hadisi şerifi okumuştur.
''Bizden başkasına benzeyen bizden değildir.Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin.'' (Tirmizi)
''Bıyıkları kesin, sakalları bırakın, Yahudilere muhalefet edin. (Ali el- Mütteki, Kenzu'l Ummal)
''Müşriklere muhalefet edin,sakalları uzatın, bıyıkları kesin.'' (Buhari)
''Bıyıkları kesin, sakalları salın, Mesuci (ateşperest)lere muhalafet edin.'' (Müslim)
''Bıyıklarınızı kısaltınız.Çünkü Beni İsrail böyle yapmadılar da kadınları zinaya düştü.'' (Deylemi)
''Kim bir kavme benzerse onlardandır.'' (Ebu Davud)
''Bizimle müşrikler arasındaki fark takkler ve üzerinde sardığımız sarıktır.'' (Ebu Davud)
''Yahudi ve Hristiyanların selam verdiği gibi selam vermeyin.Zira onlar elle,başla, işaretlerle selam verirler.'' (Ramuzu'l-Ehadis)
İslamiyet ne ibadet,ne adet,ne de diğer hareketlerimizde gayrı müslimlere benzemeye müsade etmiştir.
İslam dini güneşi ilah kabul edenlerin tapınma vaktinde ibadet etmemizi yasaklamış ve bu vakitlere'' mekruh ibadetler'' adını vermişlerdir.
Nevruz adını alan ilkbahar günleri ile Mehrican denilen sonhabar günlerinde nafile oruç tutmak mekruh görülmüştür.Ancak tutmayı adet edindiği bir oruç bu günlere tesadüf gelirse bir mazur yoktur.
Gayrı müslimlerin ne karnavalı, ne noeli,ne de yılbaşısı Müslüman'ın özenti duyacağı bir şey olamaz , olmamalıdır.
Onların Müslümanlardan bekledikleri tek şey İslam'dan kopmaları, ayrılmaları kendi yollarına tabi olmalarıdır.
Bu husura Rabbimiz bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
''Onlar kendileri gibi sizin de kafir olup böylece kendilerine eşit olmanızı arzu ederler.'' (Nisa Suresi,89.Ayet)
Onlar hem Allah'ın, hem de mü'minlerin düşmanıdırlar:
''Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin.Oysa onlar, size gelen gerçeği inkar etmişlerdir.Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar.Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim.Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur.'' (Mümtehine Suresi, 60.ayet)
''Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur.Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'dan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.'' (Bakara Suresi, 120.ayet)
Kalbimizdeki imanın, elimizdeki Kur'anın nuru gözlerini kamaştırmakta, hasetlerinden bizi bu güzel değerlerden soymak arzusundadırlar.
''Ehli kitapdan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler.'' (Bakara Suresi, 109.ayet)
Tarih boyunca Haçlı seferlerini bu gaye ile düzenlemişlerdir.
Ayet-i Kerimelerde şöyle buyurulmaktadır.
''Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin.Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafı tutarlar).İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.Şüphesiz ALLAH, zalimler topluluğuna yol göstermez.'' (Maide Suresi,51.Ayet)
''Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?'' (Nisa Suresi, 144.Ayet)
''Ey iman edenler! Eğer kafirlere uyarlarsanız, gerisin geriye (eski dininize) döndürdüler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşerdiniz.'' (Al-i İmran, 149.ayet)
''Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin.Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler.Gerçekten, kin ve düşmanlıktan ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır.Kalplerinde sakladıkları (düşmalıkları) ise daha büyüktür.Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.
İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları severseniz.Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında ''İnandık'' derler; kendi başlarına kaldıklarında da,size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar.De ki: Kininizden (kahrolup) ölün! Şüphesiz ALLAH kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.
Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırı; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler.Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez.Şüphesiz ALLAH, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.'' (Al-i İmran Suresi,118.,119.,120.ayetler)
---------------------------------------------------------------------------------
İSLAM'DA DİN DÜŞMANLARINA MUHALEFETİN ÖNEMİ
''Bizden başkanısına benzeyen bizden değildir.Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin.'' (Tirmizi)
Bu ve buna benzeyen bir çok hadisi şerifte Yahudilere, Hristiyanlara, müşriklere, Mecusilere muhalafet emredilmiştir.
Dolayısıyla düşmanlara benzememek Şeriat-ı Garra'da kesinlikle emrolunan bir iştir.
Dini Mübin-i İslam, kendisine uyanlar, düşmanlar içerisinde tuzun suda eridiği gibi erimesinler ve her yerde düşmanlarından ayrılsınlar için, onlara düşmanlarıyla kendi aralarında ayırıcı özellik olacak bir takım hususiyetler vermiştir.
Nasıl ki Müslümanlar, kalp amellerinden olan inan meselelerinde düşmanlıklarından seçiliyorsa, aza amellerinde kılık kıyafette ayırıcı vasıflar taşımalıdır.
Zira kalpteki muhabbet zahirde benzemeyi gerektiği gibi, görünüşte benzemekte, kalp de bir nevi dostluk ve sevgi getirir.
Bu iş kimsenin inkar edemeyeceği fakat birden anlayamayacağı bir gerçektir ki, görünüşteki benzeyişlerin eseri yavaş yavaş kalbe tesir eder ki sahibi bunun bir sonra farkedebilir.
Şeyhul İslam Es Seyyid Hüseyin Ahmed El Medeni (Rahmetullahi Aleyh) sakal bırakmanın hikmetini beyan hususunda şu kıymetli açıklamaları yapmıştır:
''Biz yakinen bilmekte ve gözlerimize görmekteyiz ki, her devlet ve hükümet ayrı ayrı vazifelerde bulunan memurlarından her bir kısmı için diğerlerinden seçilecek bir kılık kıyafet tayin etmiştir.
Şehirlerdeki umumun emniyetiyle görevli polislerin kendine mahsus bir takım elbiseleri vardır ki onun rengi diğerlerinin renginden farklıdır.Hatta deniz askerlerinin elbiseleri kara askerlerinin elbileselerinden değişiktir.
İşte bütün özel bu elbiseler, herhangi bir görevde çalışanların şiarı ve nişanıdır.Hükümtler her görevliye özel bir elbise tayin ve tahsis etmekle yetinmeyip, vazifesine hükümetin emrettiği kılık kıyafetin dışında bir şekille gelen kimse hakkında takibat yapmakta,gerekirse onu vazifeden uzaklaştırmaktadır.
Yine böyle biz bütün kavimlerin,milletlerin,topluml arın ve devlet müesseselerinin kendine has bir takım farklılıklarla diğerlerinden ayrıldıklarını görmekteyiz.
Özellikle bu bayraklarında ve sancaklarında görülmektedir ki bu sayede harp meydanlarında dot düşmandan seçilir.Bu özellikler bulunmadığında elbette harp nizamı bozulacak ve bir hükümetin askerleri birbirlerini farkedemediklerinden kendi aralarında harp edeceklerdir.
Mesela: Bir asker kendi devletinin nişanını terk etmekle hükümetine ihanet etmiş sayılacağından büyük bir cezaya çarptırılır.Tarihi gözden geçirdiğimizde de görüyoruz ki, kendi özelliğini terk eden kimsenin istiklali kalmayıp benzediği cemaatlere katılmaya mecbur olur.
Mesela: Hindistan'ın sakinlerine bakalım, orada bulunan müşrik Hinduların kendilerine mahsus bir takım kılık kıyafetleri vardır ki, hariçten gelen herhangi bir kimse kendi şeklini korur ve kıyafetini muhafaza ederse müstakil bir varlığa sahip,seçkin bir kimse olarak kalır.
Nitekim kendi memleketlerinden gelen Fransızlar kılık kıyafetlerini değiştirmediklerinden kendi elbiseleriyle tanınmakta ve şekilleriyle seçilmektedirler, dolayısıyla onlar hakkında kimse ''Bunlar Hindulardandır.'' diyemez.
Yine böylece Hindulardan ayrılan Sih toplumu sakallarını,saçlarını, bıyıklarını,alabildiğine uzatıp hiç kısaltmayarak kendilerine özel bir şekil oluşturmuşlardır ki, onlarda o şekilleriyle seçilmektedirler.
Halbuki bu özellikleri olmasa, onlar da Hindulardan sayılacaklardı.Kendileri cidden azınlıkta oldukları halde, şu anda Hindistan'da müstakil bir haysiyetleri vardır.
Muhtelif memleketlerden Hindistan'a gelip yerleşerek Müşrikleri İslam'a davet eden ve birçok insanın Müslüman olmasına vesile olan Müslümanlar da, müşriklerin şehirlerinde ve köylerinde, kendi dinlerinde samimi, peygamberlerinin sünnet ve siretini muhafaza edici ve her türlü muamelelerinde ona itiba edici olarak yaşadıklarından herkesin kabul ve takdir ettiği bir varlığa sahip olmuşlardır.
Eğer Müslümanlar kendi özelliklerini korumasalardı, elbette yerli müşrikler gibi olurlar ve İslam'dan nasipleri ancak Müslüman ismi olurdu.
Bu anlatılanlardan açıkça ortaya çıkmıştır ki,bir kavmin veya mezhebin varlığı, ancak kendilerini kılık kıyafet,şekil-suret, özel ibadet ve hayat tarzı bakımından diğerlerinden ayırdıkları zaman mümkün olacaktır.
Allahhu Teala bu ümmeti diğerlerinden seçkin bir ümmet kılarak onlar, iç ve dışta, kılık kıyafette,gelenek ve görenekte ve bütün işlerde Peygamberinin sünnetine uymayı emretmiştir.
Nitekim Mevla Teala bu hakikati şu ayetiyle açıklamıştır.
''Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.'' (Ahzap Suresi,21.ayet)''
Dolayısıyla Müslüman ümmet, zahirde ve batında Nebisinin yoluna uyarak her hal ve herakette, her an ve mekanda Resulünün eselerine tabi olarak, müşriklernden, kafirlerden, Yahudi ve Hristiyanlardan, peygamberlerinden aldıkları özelliklerden ayırlmışlardır.
O halde bizim üzerimize düşen, Avrupa ve Amerika'ya kulluktan, şark ve garp beyinsizlerinin eteklerine sarılmaktan kurtularak, Allahu Teala'nın bize ikram ettiği, önce ve sonrakilerin Efendisinin (Sallallahu Aleyhi Vessellem) sünnetine uyma şerefine ermektir.
ALLAH Kur'an'ın bir ayetinde iman edenleri "Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir" (Müminun Sûresi, 3) sözleriyle tanımlamıştır. 'Boş işlerden ve boş sözlerden yüz çevirmek' önemli bir mü'min özelliğidir.
Bir başka ayette ise ALLAH, "Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir" (Furkan Sûresi, 72) sözleriyle, mü'minlerin böyle bir tavır ile karşılaştıklarında onur ve asaletlerinden ödün vermediklerine ve bu ahlakı yaşayan insanlara uyum sağlamadıklarına dikkat çekmiştir.
Boş sözlere dalmak ya da boş işlerle oyalanmak, cahiliye toplumlarındaki kadın karakterinde sıkça görülebilen tavırlardır. Kendilerine büyük idealler edinmedikleri takdirde, bu ahlakın hakim olduğu kadın karakterinde önemli olan belli başlı konular vardır.
Bunlar arasında kendilerine, ailelerine ya da çevrelerine fayda sağlayanları olduğu gibi, tamamen kendilerini oyalamak için edindikleri birtakım alışkanlıklar da yer almaktadır.
Bunlardan en bilinenleri; haftanın belirli günlerinde yapılan arkadaş toplantılarında vakit harcamak, tüm günü hiçbir fayda sağlamayan programlar izleyerek televizyon karşısında geçirmek, saatler süren telefon konuşmalarında ya da ev sohbetlerinde küçük büyük her konudan şikâyet edip yakınmak, dedikodu yapmak, insanların kusurlarını dile getirmek gibi tavırlardır.
Tüm bunların ortak özelliği ise, genellikle ne kendilerine ne de başkalarına hiçbir fayda sağlamayacak, alışkanlıklar oluşudur. ALLAH Kur'an'ın "Onların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır..." (Enbiya Sûresi, 3) ayetiyle, Allah'a iman etmeyen insanların bu özelliklerine dikkat çekmiş ve bu kimselerin kalplerinin dünya hayatına dair işlere karşı tutku dolu bir oyalanma içerisinde olduğunu bildirmiştir.
Müslüman kadın ise, cahiliye ahlakının kadın karakterine ait tüm bu özelliklerden uzak bir kişilik sergiler. Allah'ın insan için dünya hayatında çok kısıtlı bir ömür süresi belirlediğini ve zamanın hızla tükendiğini bilmektedir. İnsanların ahiret hayatında Allah'ın sonsuz cennetini, rahmetini ve rızasını kazanabilmek için ellerindeki tek imkân ise dünya hayatındaki bu ömür süreleridir.
Bu nedenle Müslümanlar yaşadıkları her anın kendileri için çok kıymetli olduğunu bilerek hareket ederler. Tek bir anlarını bile boş bir işle oyalanarak, boş sözlere dalarak geçirmelerinin büyük bir kayıp olacağının ve bunun, ahirette insanın büyük bir pişmanlık duymasına neden olabileceğinin farkındadırlar. Her anlarını bu dikkat açıklığı ile geçirir ve daima Allah'ın rızasını kazanabileceklerini umdukları işlere yönelirler. Allah'ın"Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır" (Al-i İmran Sûresi, 114) ayetiyle bildirdiği gibi, yaşadıkları her anı Allah'ın rızasını kazanabilmek için 'hayırlarda yarışarak' geçirirler
------------------------------------------------------------------
YAHUDİ VE HRİSTİYANLARI DOST EDİNMEYİN
''Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin.Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirlerinin tarafını tutarlar).İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.Şüphesiz ALLAH zalimler topluluğuna yol göstermez. (Maide Suresi,51.Ayet)
Mevla Teala bu ayeti kerimesinde Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyiniz dedikten sonra bu nehyin sebebini açıklamak üzere:
''Onlar birbirinin dostlarıdırlar.'' buyurmuştur.
Taberi tefsirinde zikredildiğine göre bunun manası Yahudiler mü'minlere karşı kendi aralarında birliktedirler, Hristiyanlar da böylece kendi dinlerine muhalefet eden herkese karşı birbirlerinin yardımcısıdırlar.'' demektir.
Nefesi tefsirinde zikredildiğine göre bu ayeti celilede küfrün tek millet olduğuna delil vardır.
Ruhu'l-Beyan tefsirinde de şöyle zikredilmiştir.Yahudi ve Hristiyanlar arasında haddi zatında bir dostluk yoktur.Ancak burada anlatılmak istenen Yahudi ve Hristiyanlardan her bir fırkanın kendi aralarındaki diğer fırkalarla dostluğudur.
Fakat şu anda Yahudi ve Hristiyanlardan her biri küfürde ittifak etmiş ve Müslümanlara zarar vermek fikrinde birleşmişlerdir.
Daha sonra Mevla Teala ''İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır.'' buyurmuştur.
Bu ifade-i celile, din konusunda muhalif ve farklı olan kimseden mutlaka uzaklaşılması konusunda Mevla Teala'nın te'kidli ve şiddetli açıklamasıdır.
Ebu Suud Efendinin beyanına göre bu ayeti celilede mü'minleri, kafirlerle hakikaten dost olmasalar da dost gibi görünmelerinden de, büyük bir engelleme vardır.Çünkü Mevla Teala mutlak olarak ''İçinizden onları dost edinen de şüphesiz onlardandır.'' buyurmuştur.
Hazin tefsirinde Ebu Musa el-Eş'ari (Radiyallahu Anh) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
Bir kere ben Hazreti Ömer (Radiyallahu Anh)'e:
-Benim Hristiyan bir katibim var, dedim.O'da:
-Hay ALLAH canına alasıca! Sana ne oluyor.Bir müslüman katib edinsene.Allah'ın <<ey iman edenler! Ne Yahudilei, ne de Hristiyanları dost edinmeyin>> , ayeti kerimesini hiç duymadın mı? buyurdu.Bunun üzerine ben:
-O'nun dini kendine ait bana lazım olan yazısıdr, deyince O:
-Madem ki ALLAH onları hor ve hakir kılmıştır, ben onlara ikram etmem.Allah ki onları alçak kılmıştır, ben onlara ikram etmem.Allah ki onları alçak kılmıştır, ben onları aziz kılmam.Allah onları rahmetinden uzaklaştırmışsa, ben onları yaklaştırmam.> buyurdu.O zaman ben:
-Basra'nın işi ancak onunla halleloluyor, diyince, Hz.Ömer (Radiyallahu Anh):
-Farzet ki Hristiyan öldü.O zaman ne yapacaksın? dedi.
Yani <<onun ölümünden sonra ne yapacaksan şimdi onu yap, ondan başka hiçbir Müslüman bularak ona muhtaç olma.>> buyurdu.
...Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin
Konyalı Mehmed Vehbi Efendi de şu açıklamaları buyurmuştur:
''İslam milleti bu ayeti kerimenin manasını gözetmediklerinden çok büyük felaketler görmüşlerdir.
Hatta Osmanlı Devleti'nde dış işleri başkanlığı bir zamanlar Müslüman olmayan kimselere teslim edildiğinden , onların zamanında bir çok İslam topraklarının elden çıktığı tarihlerde geçmektedir.
Son Balkan harbinde zımmi kabul ettiğimiz Hristyianlardan Müslümanların ne kadar çok zarar gördüğünü ve onlardan alınan askerlerin taburlarda ne kadar hainlik ettikleri görülmüştür.
Bu muharebelerde beş-altı vilayetin elden çıkmasının birçok sepebleri varsa da onlardan birisi de tab'amazdan olan Hristiyanların hainlikleri olduğu bilinmektedir
Şu halde İslam Hükümetinin, kendi dininden her işte hizmete elverişli sanatkarlar yetiştirip, yabancılara muhtaç olmamanın çaresini düşünmesi lazım olduğu gibi, mümkün olduğu kadar gayri müslimleri mühim işlerden uzaklaştırması gereklidir.
Eğer İslam ümmeti bu ayetin gereğince hareket etmiş olsa hiçbir zaman malıp düşmeyeceği şüphesizdir.Kafirleri mühim görevlere yerleştirmek, daha cesur, daha kabiliyetli olduklarından bahsetmek ve heryerde bu gibi sözleri söylemek, onların şecaat, gayret ve heveslerini arttırarak, Müslümanların hevesini kırmaktan ibaret olduğundan nekadar çirkin ve yanlış nir hareket olduğu bilinmektedir.
Maalesef bu gibi durumlar bir zamandan beri Müslümanların müptela olduğu bir hastalıktır ki, İslam ırkına tamamen zafiyet vermiş ve onları yerlerinden kalkamayacak bir hale getirmiştir.''
Allahu Teala İslam ümmetini bu müzmin hastalıktan kurtarsın.Amin
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
GAYRİ MÜSLİMLERE MUHALEFET , RESULULLAH'A İTTİBA
İslam, müstakil bir ümmettir.Her hususta kendine has, orjinal değerleri, tezahürleri olmalıdır.Yabancıya benzemek ve yabancıyı taklit etmek caiz değildir.
Kur'an-ı Kerim ve Hz.Peygamber'in(sallallahu aleyhi vessellem) hadisleri ilim ve tekniğin dışında, yabancılardan kültür almayı ve onlara benzemeyi yasaklar.
Hz.Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem) tebliğe başladığı ilk yıllarda ilahi emrin gelmediği, şekke düştüğü hususlarda müşriklerin tarzına uymanktansa,kitap ehli olan Tevrat ve İncil'e inanan Yahudi ve Hristiyanları müşriklere tercih ediyordu.
Ancak putperestler çoğunlukla İslam'a girip Kur'an ayetleri de Yahudi ve Hristiyanları insanların en sapığı olarak bildirince onların İslam'a kazanılma ümidi kaybolduğundan Hz.Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem) her hususta Ehli Kitaba muhalefer etmiştir.
Ehli Kitab'a muhalefet, kıblenin Kudüs cihetinden Kabe cihetine dönmesiyle başlayıp,saç şekli,boyanması,selam şekli,kıyafet,haftalık toplanma günü Cuma olması,nafile oruç günleri,hayızlı kadınlarla olan meseleler gibi bir çok şeyde meydana gelmiştir.
Hz.Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem)'in Ehli Kitab'a her hususta muhalefeti bir Yahudi'ye şöyle demiştir:
''Resulullah (sallallahu aleyhi vessellem) bize muhalefet etmedik birşey bırakmadı, her işimizde bize muhalefet etti.''
Bu muhalefet keyfiyeti, sadece Ehli Kitab'a karşı olmayıp başka milletlere karşı da muhalefetler emredilmiştir.
Bunun da ihmal edilmeyişinin sebeplerinden biri de ''müstekail ümmet'' fikrinin zihinlerde sabitleştirilmesi ve diğer ümmetlere muhalefet düşüncesinin fertlere meleke haline gelmesini sağlamaktır.
İnaç sisteminin bir olmasıyla birlikte, harici olan şeylerde de benzerlik, bu şeylere bürünen kimselerde birlik ve kardeşlik duygusunu uyandıracaktır.
İcmai kaynaşmanın sağlamlaştırılması meselesinde İslam alimleri bu çeşit dış benzerliklere de büyük önem vermişlerdir.
Bu hususu Malik İbni Dinar hazretleri bir teşbihle takviye ederek şöyle ifade eder:
''İki kişide aynı müşterek vasıf olmadıkça aralarında ülfet ve kaynaşma hasıl olmaz.İnsan cinsi, kuş cinsleri gibidir.Aralarında bir münasebet olmadıkça iki ayrı neviden olan kuş birlikte uçmaz.''
Günün birinde bir karga ile güvercini beraber görünce şaşırır.Nasıl olur da arkadaşlık yapabilirler diye incelemeye koyulur.Az sonra anlar ki, ikisi de topaldır.Ve bunları topallık vasfı bir araya getirmiştir.
Hülasa; çoğu kere ''sünnet'' diye ifade edilen dinin pek çok emirlerini ,İslam medeniyetinin ferdiyet ve şahsiyetini örmesi hasebiyle ''Cebrail Kur'an'ı indirdiği gibi Hz.Peygamber'e sünneti de indiriyordu.''
Rivayetinin de ifade ettiği hakikat çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir.
O sünnet ki kendisine uyulduğu nisbette bu ümmete vaad edilen meziyetler ve üstünlükler elde edilecektir.
Her Hususta Resulullah'a Uymak Hakkında Ayetler:
''Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.Allah'tan korkun.Çünkü Allah'ın azabı çetindir.'' (Haşr Suresi,7.Ayetten)
''Biz her Peygamberi -Allah'ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için göderdik.Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.''
''Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinden hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.''
(Nisa suresi,64.,65.Ayetler)
''Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.Her kim ALLAH ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.'' (Ahzap suresi,36.Ayet)
''Onun emrine aykırı davrananlar, başkalarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.'' (Nur suresi,63.Ayet)
'' (Resulüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.'' (Al-i İmran Suresi,31.Ayet)
''Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.'' (Ahzap Suresi,21.Ayet)
''Ey iman edenler! Allah'a itaat edin.Peygamber'e ve sizden olan ulü'l emre (idarecilere) de itaat edin.Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resulüne götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hemde netice bakımından daha güzeldir.'' (Nisa Suresi,59.Ayet)
''Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.Yüz çevirene gelince, semni onların başına bekçi göndermedik!'' (Nisa Suresi,80.Ayet)
''O, arzusuna göre de konuşmaz.''
''O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.'' (Necm Suresi,3.,4.Ayetler)
------------------------------------------------------------------------------------------
İMAM-I RABBANİ HAZRETLERİNİN KÜFÜR EHL-İ HAKKINDA BUYURDUKLARI
Küfür ve İslam Birbirinin zıddır:
Bizi İslam'a hidayet eden, nimetler veren ve Muhammed (Sallallahu aleyhi vessellem)'in ümmetinden eden Allah'a hamd olsun.
Şunu bil ki; dünya ve ahiret saadetini kazanmak ancak Resulullah'a hakkıyla tabi olmaya bağlanmıştır.
O'na tabi olmakta; İslam'ın hükümlerini yerine getirmek ve onları insanlar arasında icra etmek, küfür adetlerini kaldırıp iptal etmeki o adetleri bütün insanlardan def etmekle olur.
Çünkü İslam ve Küfür birbirinin zıddıdırlar.Kıyamete kadar, hatta kıyametle dahi bir araya gelmezler.
Bunlardan birini icra etmek, diğerini kaldırmayı gerektirir.Onlardan birini aziz etmek, diğerini zelil etmeyi gerektirir.
Muhakkak ki ALLAH (Celle Celaluhu) Kur'an-ı Mecidinde Habibine şöyle buyuruyor:
''Ey Nebi! Kafir ve münafıklarla cihad et ve onlara sert ol.'' (Tevbe Suresi, 73)
ALLAH (Celle Celaluhu) en güzel huylarla vasıflandırdığı Rasulüne bu emri verince bundan şu anlaşılır.
Onlara karşı sert çıkmak en güzel huylar arasındadır.
Her şahsın temenni ettiği bir şey vardır.Bu fakirin temennisi dahi Yüce Allah'ın ve O'nun Rasulü'nün düşmanlarına sert davranmaktır.
İslam dininin aziz olması küfrün ve küfür ehlinin zelil düşmesindendir.
Buna göre kim küfür ehlini ve adetlerini ağırlarsa İslam'ı ve İslam ehlini zelil etmiştir.
Kafirleri ağırlamak yanlız onlara tazim edip baş köşeye oturtmak değildir.Bilakis onları meclislere almak, onlarla sohbet etmek, onların dili ile konuşmak gibi hareketlerde onları ağırlamaya dahil olup onları aziz etmeyi gerektirir.
Onlara en uygun olan şey köpekleri uzaklaştırır gibi Müslümanların meclislerinden onları uzaklaştırmaktır.
Eğer onlarla dünya işlerine ait bir alaka kurmak gerekiyorsa ve bu da onlarsız zaruret miktarı onlarla olmak gerekir.
Ancak İslam'ın kemali böyle bir ihtiyacı da tamamen terk edip onlara iltifat etmemek ve onlara karışıp durmamaktır.
Zira noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH (Celle Celaluhu) Kur'an-ı Mecidin'de küfür ehlini kendinin ve Rasulünün düşmanı olarak tanıttı.
''Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım , sizinde düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin.Oysa onlar, size gelen gerçeği inkar etmişlerdir.Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar.Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim.Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur. (Mümtehine Suresi,1.Ayet)
''Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olursa bilsin ki ALLAH da inkarcı kafirlerin düşmanıdır.'' (Bakara Suresi,98 )
ALLAH ve ALLAH Rasulünün düşmanı olan kimselerle karışık durmak cinayetlerin en büyüklerindendir.
Allah'ın düşmanlarıyla karışık durmanın, onlarla arkadaşlık etmenin kişiye en az zararı, İslami emirlerine yerine getirmek hususunda ki gevşeklik ve zaaf gelmesidir.
Bundan başka onlarla arkadaşlığı sebebiyle küfre sebep olacak şeylerden kaçınmaya utanır.Böyle bir zarar gerçekten çok büyük bir zarardır.
Zira Allah'ın düşmanlarına karşı sevgi gösterisi ile ülfette bulunmak, Allah'ın ve Rasulünün düşmanlığına celbeder.
Bu şekilde yaşayan insan sanır ki, kendisi Müslümandır, ALLAH ve Rasulüne imanı vardır.
Halbuki bilmez ki bu gibi kötü ameller kendisinden İslam-iman devletinin giderir.
Düşmanımı seviyorsun sonra
Zannediyorsun ki ben seni seviyorum
Muhakkak ki senden akıl kaybolmuş gitmiş
Bu din düşmanı kafirlerin işi İslam'ı istihzaya ve Müslümanları maskaralığa almaktır.Aynı zamanda onlar fırsat bulsalar bizi İslam dininden çıkarıp hepimizi öldüreceklerdir.
''Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.'' (Bakara Sures, 217)
''Kim olanlar için dünya hayatı cazip kılındı.(Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alau ederler.Oysa ki, (iman edip) inkardan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir.Allah dilediğine hesapsız rızık verir. (Bakara Suresi,212)
Müslümanlara yakışan utanıp hayalı olmaktır.Baştaki emir sahiplerine düşen de şudur ki daima rezillikte olan bu kimselerin baş kaldırmalarına fırsat vermeyeler.
Hindistan'da bizzat cizye almak küfür ehlinden kaldırıldı.Bunun sebebi; ülkenin devlet başkanlarının küfür ehli ile sohbet etmesidir.
Onlardan cizye almaktan maksat kendilerini zelil etmektir.
Onları zelil etme işi o dereceye varmalıdır ki, cizye vermek korkusundan güzel elbise giyme imkanı bulamasınlar, ziynet eşyası kullanamasınlar.
Bu devlet başkanları, küfür ehlinden ciyze almayı nasıl men etmeye cesaret edebiliyorlar? Halbuki Cenab-ı Hak onların zilleti için cizye için emrini koydu.Bundan gaye onların düşük olup alçalmaları, Müslümanların ise üstünlüğü ve izzetidir.
----------------------------
--------------------------------
KÜFRÜN ZİLLETİNDENDİR, İSLAM'IN İZZETİ :
İslam devletine ulaşmanın alemeti küfür ehline buğzedip onları kerih görmektir.Allahu Teala Kur'an-ı Mecid'inde onları ''neces'' (pislik) (Tevbe,28.) ve rics (murdar) diye isimlendirdi.
Eğer devlet başkanları ve Müslümanlar o kafirleri böyle görmüş olsalardı, hiç şüphe yok ki onlarla arkadaşlık etmekten kaçınır, onlar gibi yaşamayı kerih görürlerdi.
Büyük zatlardan biri şöyle buyurdu:
''Sizden biriniz delilik sınırına ulaşmadıkça İslam'a ulaşamaz.''
Burada anlatılmak istenen ''delilik''ten maksat şudur:
İslam kelimesinin ve Müslümanların yükselmesi uğrunda nefsine ve nefsinin zararına iltifat etmemek, bir şeyin kazanılmasına veya elden gitmesine aldırış etmemektir.
Kafirlere her hususta muhalefet edip, İslam yaşanırsa, Hakkın ve Resulü'nün rızası hasıl olur.Hakkın rızasından daha büyük bir devlet olabilir mi?
Allah'ı Rap, İslam'ı din, Muhammed'i (Sallallahu Aleyhi Vessellem) Nebi ve Resul olarak kabul edip razı olduk.
Ya Rabbi; Seyyid'ül Mürselin hürmetine bizi bunun üzerine yaşat, bunun üzerine ruhumuzu kabzeyle. Amin.
(Mektubat-ı Rabbani, Mektup,163)
===============================
Yılbaşı nedir?
Hz.İsa'nın (a.s) doğumundan yaklaşık 350 yıl sonra Roma'da ortaya çıktı. Bu dönemde Roma imparatorluğunun her yerinde güneşe tapılıyordu. Roma İmparatorluğu putperestlik ile Hristiyanlığı birleştirerek güneş tanrısının doğum günü 25 aralığı Hz.İsa (a.s)'nın doğum günü kabul etti.
25 Aralığı kabul etmelerinin sebebi 24 aralığa kadar güneş biraz daha erken batıp senenin en kısa günleri yaşanıyordu.Batıda güneşe tapanlar tanrıları olan güneş her gün biraz daha erken kendilerini terk edince buna üzülüyorlardı.
25 Aralık'ta günler tekrar uzamaya başlayınca tanrıları kendileriyle kalmaya razı olmuş ve yeniden doğmuş anlamına geldiğinden mutluluklarını dans, çoşku, içki, ışıklandırma, ağaçlarla yeşillendirme, hindi kesme gibi eğlencelerle kutlarlardı.
İşte 25 Aralık- 1 0cak bu sebeple eğlence günleri ve tatil olarak kabul edilmiştir.Hristiyanlar bu günlerde domuz başı, kaz kızartması ve hindi yemeyi gelenek haline getirmişlerdir.
Haksızlığın, adaletsizliğinn ve zulmün kol gezdiği bir dünyada yaşıyoruz.Sırf Müslüman oldukları için Bosna-Hersek'te, Filistin'de,Irak'ta,Afganistan 'da, Çeçenistan'da, Cezayir'de,Keşmir'de ve daha bir çok yerde insanlar öldürüldü ve hala öldürülmeye devam ediyor.
Yılbaşı adetinin sahibi Hristiyanlar Bosnalı çocukları diri diri keserek köfte yapıp annelerine yedirdiler.Derilerini yüzdüler.Müslümanların kafalarını patlatarak beyinlerini köpeklere yedirdiler.Diri diri çocukların gözlerini oydular, çocukların ve kadınların namuslarını kirlettiler.Bebeklerin parmaklarını keserek kendilerine kolye yaptılar.Kadınları birbirine bağlayarak yaktılar.Camileri yakıp yıktılar.
Yakın zamanda Amerika'nın Irak'lı çocukları ne hale getirdiğini televizyon ve gazetelerde görüldü.
İşte özendiğimiz batının bizim için düşündükleri.
Bütün bunlar olurken bizim Müslümanlar hala kimin yılbaşısını kutlayacak ve niçin eğlenecek?
Kolları ve bacakları bombalarla koparılmış çocuklar için mi? Yoksa namusu çiğnenen Müslüman kız kardeşleri için mi?
Neden hep biz onlara her şeyde uyacağız? Onlar bize hiç uyuyorlar mı?
Onlar bizim dini ve milli bayramlarımızı yahud mübarek gün ve gecelerimizi biliyor ve kutluyorlar mı?
Bizim hicri yıl başımız Peygamberimiz'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem ) Mekke'den, Medine'ye hicret günü olan günü kutluyorlar mı?
Kocaman HAYIR......
O halde şu hadis-i şerifi iyi belleyelim inşallah....
''Her kim bir kavmin amellerini (yaptıklarını) severse (hoş görürse kıyamet gününde) onların arasında haşrolacak ve onların yaptıklarını yapmasa da onların hesabıyla muhasebe edilecektir.'' (Deylemi)
=====================================