Kendini Bilmezliğin Sonu

_HAMZA44_

Tecrübeli
KENDİNİ BİLMEZLİĞİN SONU



Bir çakal boyacı küpüne düştü, orada bir müddet kaldı. Sonra postu boyanmış olarak çıkıp “Ben illiyyin tavusuyum, demeye başladı. Postu boyanmış pek güzel parlamış, güneş de o renklere vurmuştu. Çakal, kendini yeşil, kızıl, pembe ve sarı renklerde görüp o çeşitli renklerle öbür çakallara göründü.

Hepsi de “A çakalcık, bu ne hal? Fazlasıyla neşelere dalmışsın, pek memnunsun. Neşeden adeta bizden nefret ediyorsun! Bu ululuğu nereden elde ettin?” dediler. Fakat çakallardan biri “ Sen ya hile yapıyorsun, yahut da hakikatten bir neşeye sahip oldun, neşeliler arasına katıldın.

Mimbere çıkmaya, lafla ulu görünüp bu halkı, kendine meftun etmeye kalkıştın bir hayli çalıştım, fakat bir aşk, bir hararet görmeyince hileye sapıp utanmazlığı ele aldım” dedi. Doğruluk ve yanıp yakılma, velilere adettir. Utanmazlık da her aşağılık kişinin sığındığı bir sanat. Bu suretle neşeliyiz diye halkı kendilerine çekerler ama iç yüzlerine bakılırsa hiç de hoş değildirler.

Aşağılık bir adam, bir kuyruk parçası buldu. Her sabah bıyıklarını onunla yağlar, devlet sahiplerinin yanına varıp “Evde yağlı yemek yedim” der. Sözünün doğruluğunu ispat için de, bıyıklarıma bakın gibilerden eliyle bıyıklarını sıvazlarlar. “ İşte sözümün doğruluğuna şahit, bıyıklarım, yağlı, yağlı şeyler yediğime delil” demek isterdi.

Karnı ise sessiz, sedasız “ Tanrı, yalancıların düzenini kurutsun! Senin lafın bizi ateşlere yaktı. O yağlı bıyığın kökünden kopsun. A yoksul şu kötü davan olmasaydı belki bir kerem sahibi bize acırdı. Yahut da noksanını, yoksulluğunu söyleseydin, bu yalanları, bu düzenleri düzüp koşmasaydın, bir doktor çıkarda derdine dava ederdi.” Dedi.

Tanrı” Ey eğri adam , kulağını, kuyruğunu sallama, doğrulara, doğrulukları fayda verir” dedi. A cenabet, mağarada eğri büğrü yatma. Neyin varsa göster, “doğrul, doğru ol” ayıbını söylemiyorsan bari sus, gösterişte, hileyle kendini öldürme! Bir para elde ettiyse ağzını açma, yolda sınama taşları var.

Sınama taşlarının önünde de halli, hallerine sınamalar var, onlarda imtihanlara tabi! Tanrı, “ Doğumdan bu ana kadar onlara her iki kere sınanırlar” dedi. Babam, imtihan içinde imtihan var. Derlen toplan da ufacık bir imtihanla kendini satma!

Babur oğlu Bel’am’la melun iblis, en son imtihanda alçaldılar. “ o adam da kendi iddiasınca devletli görünürdü ya, fakat midesi, bıyığına lanet eder, “ Yarabbi, şu adamın gizlendiğini sen dışarıya meydana çıkar. Bizi yaktı, yandırdı, sen onu rüsvay et” derdi. Onun bedeninin bütün cüzleri, ona düşman olmuştu. O bahardan dem vurdu ama onlar, kışın ta kendisindeydiler.

Adam, ihsandan, keremden dem vururdu ama merhamet dalını, ta kökünden kesmekteydi. Ya doğru ol, doğruluğunu göster, yahut sus da merhamete eriş, sonra coş. Adamın karnı da bıyıklarına düşman kesilmiş, gizlice el kaldırıp dua ediyor. “ Yarabbi, sen bu aşağılık herifi rüsvay et de kerem sahipleri bize merhamete gelsinler” diyordu.

Karnın duası kabul oldu. İhtiyaçtan doğan yanıp yakılma dışarıya kadar bayrak açtı, görünür bir hale geldi. Tanrı “ Beni çağırdın mı, suçlu olsam da, putperest de olsam ben yine icabet ederim. Onun için duadan hiç çekinme; hiç usanma. Dua, nihayet seni gulyabani nefsin elinden kurtarır.” Demiştir.

Karın, kendini Tanrıya ısmarlayınca ansızın bir kedi gelip o kuyruk parçasını kaptı, götürdü. Ev halkı, kedinin peşine düştüler, fakat kedi koşup kaçtı. Babamın azarına uğrayacağım diye çocuğunun beti, benzi kaçtı. Babası, bir toplulukta otururken o çocukcağız gelip işi anlattı. O lafla geçinen adamın şerefini bir paralık etti.

Dedi ki: “ Hani her sabah dudaklarını, bıyıklarını yağladığın o kuyruk parçası yok muydu? Kedi geldi onu kapıverdi. Ardına düştük, bir hayli koştuk ama faydasız yakalayamadık ki!” oradakiler şaşırıp gülüştüler. Bu hale acıdılar. Onu davet edip doyurdular, yeryüzüne benzeyen varlığına merhamet tohumunu ektiler. O da ululardan doğruluk zevkini görünce ululuğu bırakıp doğruluğa kul oldu.

O rengarenk çakal gizlice çıkagelip kendisini kınayanın kulağına dedi ki: “ Hele bir bana bak. Şamanın bile böyle bir putu yoktur. Gül bahçesi gibi ne de güzel bir hale geldim, ne de hoş yüzlerce renklere boyandım. Benden baş çekme, secde et bana! Şu güzelliğime, şu letafetime, şu rengime bak da bana Fahri Dünya, Rükn-i din de!

Tanrı lütfuna mazhar oldum ululuk sırlarını şerheden levh haline geldim. Çakallar, oraya toplandılar, mumun etrafındaki pervaneye döndüler. Hiç çakalda bunca güzellik mi olur?” “ peki a elmasım, sana ne diyelim?” diye sordular. Çakal. “ Müşteri yıldızına benzer erkek aslan deyin” dedi.

Bunun üzerine dediler ki: “ İyi ama can tavusları gül bahçelerinde salınır cilvelenirler.” “ Sen de öyle cilveleniyor musun?” çakal, “yok canım çöle düşmeden nasıl Mina’ya vardım diyebilirim?” dedi. Peki tavus kuşları gibi bağırabilir misin?” diye sordular. “kara taştan kaynak mı çıkar hiç” diye cevap verdi.

Bunun üzerine dediler ki. “ Tavusun güzellik elbisesi gökten gelir, ezelidir. Hileyle dava ile hiç, o güzelliği elde edebilir misin sen?

Firavun da saçını, sakalını süslemişi eşekliğinden kendisini Musa’dan yüce göstermeye, ondan daha yücelere bir derece üstün uçmaya kalkışmıştı. O da, boyacı, küpüne düşen dişi çakalın soyundandı. O da mal ve mevki küpüne düşmüştü! Kim onun Mevkiini, malını gördüyse secde etti, o da saçma sapan heriflerin secdelerine kapandı.

O yamalı hırka giyen yoksul halkın secdesinden, malına mülküne karşı şaşırmasından adeta kendinden geçmiş, bir sarhoşçuk oluvermişti! Mal yılandır, onda zehirler var. Halkın mal sahibini büyük sayması, ona secde etmesiyse ejderhadır adeta. A firavun, ululanıp durma, sen bir çakalsın, tavusluk davasına kalkışma.

Tavusların arasına varsan aciz kalır, onlar gibi salınamaz, rüsvay olursun. Musa ile Harun, tavuslara benzerlerdi. Karşısında salındılar, cilvelendiler, seni perişan ettiler. Çirkinliğin meydana çıktı, rüsvay oldun gitti. Yücelikten aşağılıklara düşüverdin! Mehenk taşını görünce kalp akça gibi simsiyah oldun.

Üstündeki aslan nakşı gitti, köpekliğin meydana çıktı. A uyuz çirkin köpek, hırsından, kızgınlığından aslan postuna bürünme. Aslan kükrer de seni sınar. O vakit üstünde aslan, sureti olduğu, fakat hakikatte köpeklerin huylarına sahip olduğun anlaşılır.

Tanrı, söz gelişiminde Peygambere dedi ki: “ Münafıkların anlaşılması için en kolay ve görünür delil şudur: münafık iri yarı, korkunç, zahiren babayiğit görünse bile sen onun sesinin tonundan ve sözünden tanır anlarsın, testi aldığın zaman o testilere vurursun değil mi?

Neden vurursun? Sesinden kırık testiyi anlama için. Kırık testinin sesi daha başka türlü olur. Ses, çavuşa benze, önde gider” ses gelir de o şeyin ne olduğunu anlatır, onun ahvalini sayar, döker. Ses matara benzer, fiil de o mastarı tasrif eder! Sınama sözü gelince hemencecik Harut hikayesini hatırladım.
 
Üst