İmtihan Sabır ve Zafer

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
İmtihan; insanın kalitesini ortaya koymak için bir takım zorluklarla denenmesidir. Bu bir bakıma madenin yüksek dereceli ateşe atılıp cevherle posanın ayrılması gibi bir ameliyedir. Zaten dünyada bulunuş sebebemiz de çeşitli imtihanlarla kalitemizi ortaya koymaktır. Yapılan bütün imtihanlar da ehliyeti belirlemeye, kaliteli insan seçmeye yöneliktir. Hayat baştan sona imtihandır diyebiliriz.

“Hanginizin daha güzel amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur” (Mülk: 2) “Andolsun ki, sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mal, can ve ürün eksikliğiyle imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele.” (Bakara: 155) “Yoksa siz, Allah içimizden cihad edenleri ve sabredenleri deneyip ayırmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Al-i imran: 142)

İmtihanı kazanmanın ilk şartı sabırdır. Sabır direniştir. Kalıcı ve daha güzel bir netice elde etmek için geçici rahat, zevk ve menfeati terkedebilmektir. Gayri insani ve gayri ahlâkî şartlara isyan etmektir. Zillete ve onursuzluğa razı olmamak, zülme ve zalimlere boyun eğmemektir. Kenarda durmak, olayları uzaktan seyretmek sorumsuzluktur. Kötülüklere karşı lâkayd kalmak yangını umursamamak gibidir. Müdahale edilmeyen yangın herkesi yakar. İyiliği emretmek kötülükten vazgeçirmek İslamın temel prensiplerindendir. Müslüman; olayları hassasiyetle takip eden, gücünün ve şartların elverdiği nisbette müdahale eden, sorumluluk taşıyan kimsedir.

Akif’in dediği gibi:


Adam sen de aldırmada çek git diyemem aldırırım
Çiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım” diyen kimsedir.

Her şeyin bir bedeli vardır. Hürriyetin, imanla yaşamanın, maddi ve mânevi kazanca erişmenin, kısaca zafer elde etmenin bedeli öncelikle sabırdır, direnmedir. Önce zorluk sonra kolaylık vardır. “Gerçekten her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah: 5)

Zorluğu göze alamayanlar kolaylığa erişemezler. Her başarılı hareket, çekilen sıkıntı ve zorlukların peşinden gelmiş, samimi gayretler hiç bir zaman boşa gitmemiştir. “Elbette ben, sizden erkek olsun, kadın olsun çalışan hiçbir kimsenin amelini karşılıksız bırakmayacağım.” (Al-i imran: 105)

İnkara ve zulme karşı verilen mücadelelerde en fazla direnen, en çok çile çekenlerin başında peygamberler ve onlara ilk iman edenler gelir, tarih bunlara dair ibretli misallerle doludur. İlk müslümanların Mekke müşriklerinden çektikleri eziyetler mâlumdur. Bilâl’in, Habbab’ın, Suheyl’in, Ammar’ın, Selman’ın, Ümmü Üneys’in gördükleri eziyetler ve çektikleri işkenceler cümlenin malumudur. Bunlar kolay dayanılacak eziyet ve işkenceler değildi.

Habbab b. Eret anlatıyor: Hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbenin gölgesinde dinlenirken Rasûlullah’a, gördüğümüz işkencelerden şikayette bulunduk ve:

-Bize yardım edilmeyecek, Allah’a bizim için dua etmeyecek misiniz? dedik. Allah Rasülü şöyle cevap verdi:

-Önceki ümmetler içinde bir mü’min tutuklanır, kazılan bir çukura konulurdu. Sonra bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti-kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini hakim kılacaktır. Öylesine ki, yalnız bir atlı Allah’tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiç bir şeyden korkmaksızın Sana’dan Hadramut’a kadar emniyet içinde gidecektir. Ne var ki siz sabırsızlanıyorsunuz. (Riyazü’s-Salihin. Hadis no: 42)

Müşriklerin verdiği eziyet gerçekten dayanılacak gibi değildi. Müslümanları dövüyorlar, aç susuz bırakıyorlar, Allah’ı bırakıp Lât ve Uzza’ya tapmaya zorluyorlardı. Meselâ Ümeyye b. Halef Bilâl’i öğle sıcağında dışarıya çıkarıyor, göğsüne ağır bir kaya koyup: Muhammedi inkar edip Lât ve Uzza’ya tapmazsan ölünceye kadar bu vaziyette kalacaksın diyor. Bilal de: Bir Allah’ı tanıyor, Lât ve Uzza’yı inkar ediyorum diyerek direniyordu. Yukarıdaki hadisin ravisi Habbab b. Eret de müslüman olduğu için ateşle dağlanıyor, başına kızgın demirler konuyordu. Ebu Fükeyhe Safvan b. Ümeyye’nin kölesi idi. Ümeyye b. Halef Ebu Fükeyhe’nin ayağına ip bağlıyor, yerde sürüklüyor, boğacak şekilde boğazını sıkıyor, Muhammed gelsin de sihiriyle seni kurtarsın diyerek alay ediyor o ise asla dininden dönmüyordu. Hz. Ebu Bekir de bunları teker teker âzad ediyordu. Yasir ailesinin çektikleri ise tarif edilmeyecek derece idi.

Görüldüğü gibi iman ve sabır en büyük güçtür. Çeliğin, ateşin yenemediği güç. Kur’an-ı Kerimde “Ashab-ı Uhdud”dan bahsedilir. Rivayete göre Himyer kralı Zûnüvâs Necranlı Hristiyanları ateşe atılmak veya Yahudiliğe girmek arasında muhayyer bırakmış, Hristiyanlıkta sebat eden on iki bin kişiyi hendeklerde diri diri yakmıştır. Bu olayın Kur’an’da zikredilmesinin sebebi mü’minleri sabır ve sebâta davet etmektir. Zikrettiğimiz hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.): “Ama siz acele ediyor, sabırsızlık gösteriyorsunuz” derken de onları direnmeye teşvik ediyordu. Geçmişten verilen bu tür misaller direnme gücünü artırır, beterin de beteri olduğunu, sabrın sonunun mutlaka selamet olacağını gösterir.

Belalara karşı sabır hem zafere kapı açar hem de günahlara keffaret olur. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular:

“Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar müslümanın başına gelen her şeyi Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Riyazü’s-Salihin. Hadis no: 38)

Her nimetin bir külfeti vardır. En değerli nimet Allah’ın rızası ve cennettir. Bu nimetleri elde etmenin de bir bedeli vardır. “Şüphesiz Allah, mü’minlerin canlarını ve mallarını kendilerine cennet verilmesi karşılığında satın almıştır. Onlar Allah yolunda öldürürler ve ölürler. Bu, Allah’ın Tevratta, İncilde ve Kur’an’da yerine getirmeyi üzerine aldığı gerçek bir va’ddir. Verdiği sözüne Allah’tan daha vefakar kim olabilir? Öyle ise yaptığınız bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe: 111)

Dünyevi hedeflere ulaşmak için yaşanan imtihanlar, gösterilen sabır ve fedakarlıkların da elbette bir kazancı vardır. Fakat Allah yolunda katlanılan sıkıntıların, gösterilen fedakarlıkların karşılığı dünyevi menfaatlerle karşılanamayacak kadar büyüktür. Dünyaya yönelik her şeyin neticesi ölümle geride kalmakta, ebedi hayata yönelik amellerin karşılığı ise ebedi olarak devam etmektedir. Fâniyi bâkiye çevirmek, kalıcı olanı elde etmek asıl kazançtır. Geçici kazançlar neticede kayıp hükmündedir. Ya sen onları bırakırsın ya da onlar seni. “Mal ve çocuklar dünya hayatının süsüdür. Bâki kalacak salih ameller ise Rabbinin katında hem sevap bakımından daha hayırlı, hem de ümit bakımından daha hayırlıdır.” (Kehf: 46)

Genelde dünyada iki şey için mücadele edilmektedir. Ya sırf dünyalık elde etmek veya onurlu bir hayatla birlikte edebi saadete kavuşmak için. Büyük neticeler büyük fedakarlıklar ister. Günümüzdeki savaşlar ve didişmeler genellikle dünyalık elde etmeye yönelik olmakla beraber son zamanlarda özellikle İslam âleminde zülüm ve baskı rejimlerinden, diktatörlerden kurtulmak, hürriyete ve insan onuruna yakışır bir hayata kavuşmak için soylu mücadelelere şahit olmaktayız. Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da ve Suriye’de sürdürülen bu mücadeleler de İslam’ın ilk dönemlerinde olduğu gibi yeni Bilal’lerin, Habbab’ların, Suheyb’lerin, Ammar’ların sabır, sebat ve fedakarlıklarıyla zafere dönüşecektir. Şehitlik ve gazilik kıyamete kadar sürecektir. Mevla sonunda daima mazlumların yanında olacaktır. “Gerçek şu ki, zalimler asla kurtuluşa eremezler.” (En’am: 21) Direnen mazlumların kaybı söz konusu değildir. Onlar hem dünyada hem de ukbada kazançlı olacaklardır. Hürriyet için, onurlu bir hayat için mücadele etmek bile -sonuç ne olursa olsun- başlı başına bir şeref ve kazançtır. İnsanı onurlu kılan bu mücadeledir. Bu mücadeleye imkanları ölçüsünde katılmayanların onurdan, haysiyetten bahsetme hakları yoktur. Hak yolda direnenler mutlaka kazanacaklardır. “Sabredenlere mükafatları hesapsız olarak verilecektir.” (Zümer: 10)
 
Üst