A
AhDe_VeFaLi
Ziyaretçi
HüZN-ü HaZaN..
“Zaman Gül’dür; Gül'ü böldüm
Yeşil gülü: semerat’ül fuad
Yürüdüm aşklara doğru
Hüzün geldi: benat suad
dedi,gömün
Beni örtün beni örtün”
Yeşil gülü: semerat’ül fuad
Yürüdüm aşklara doğru
Hüzün geldi: benat suad
dedi,gömün
Beni örtün beni örtün”
Bak yıldızımız yanıp yanıp sönüyor, gel gel ediyor. Böyle olmamış bilmem kaç milyon yıldan beri ve bilmem kaç milyon yıl kere de olmazmış. Fark eder mi sen söyle bana. Ben böyle acılar içinde yanarken ve gözlerin duru bir su gibi pırıl pırılken içimde. Ne güldürebilir beni. Zımparalanmış, kanamış yüreğimi, sağaltacak merhem, neredeymiş. Neredeymiş, hüznümün ilacı.
Bak, çığlık çığlığa martılar gülüm, çığlık çığlığa yaşam. İşporta tezgahlarda yaşamı doğruyorlar. Yaşamı pazarlıyorlar, alenen ve çığlık çığlığa. Yaşamı içiyorlar kana kana, soluk soluğa. Oysa ben, her hazan; boş bir namlu gibi paslı ve eski. Antika bir ayna gibi kırık dökük, unutulmuş şarkılar gibi bölük pörçük.
Emanet bir sözdür taşıyıp durduğum dilimin ucunda. Ödünç bir ileniştir sevdam; yarım yamalak, paramparça. Geçmiş gitmiş, yaşanmış bitmiş bir gün gibi, puslu, bulanık, belli belirsiz. Bölüşülmemiş, çoğalmamış, kuru bir ekmek gibi öylece kalakalmış.
Sonbahar, ah sen ne uğursuzmuşsun meğer. Meğer sen sarı yapraklarla beraber ömrümüzün sayfalarını sürüklerken derbeder, bizi de sürüklermişsin, birer ikişer. Meğer ne çok sessiz gemi kalkarmış bu limandan. Meğer ne kadar uzağa gidermiş bütün gemiler.
Her hazan ben, göçmen bir kuş gibi mütereddit ve tedirgin. Her hazan ben, bir dal gibi kurumuş ve yapayalnız. Her hazan ben, üşümüş ve buğulu.
Bu şehrin ışıkları şimdi davetkar göz kırpsa da biliyorum. Şimdi yağmur kokan loş sokaklar, arada bir dönüp ihtiyatlı bir bakış fırlatan sakin kediler söylemese de biliyorum. Biliyorum dönmeyecek.
[FONT=Times New Roman, Times, serif][FONT=Times New Roman, Times, serif]Biliyorum, şimdi hüzn-ü hazandır... [/FONT][/FONT]