Hangi kadın velisinin izni olmaksızın nikahlanırsa onun nikahı batıldır. Onun nikahı

enes61

KF Ailesinden
Özel Üye
Hangi kadın velisinin izni olmaksızın nikahlanırsa onun nikahı batıldır. Onun nikahı batıldır. Onun nikahı batıldır." Hakkında------------------
---------------------------------------
“Kadınlar kocalarıyla marufa uygun olarak anlaştıkları zaman evlenmelerine engel olmayın.” (Bakara 2/232)

Âyetteki “kocaları” kelimesi, koca adayları anlamında mecazdır. Çünkü kadın kocasıyla zaten evli olur.

Bir başka âyette Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"(Kocası ölen kadınlar) Bekleme süresinin sonuna vardıklarında kendileri için marufa uygun olarak ne yaparlarsa yapsınlar, onun size bir günahı yoktur[1]."

Böyle bir kadının yapacağı en önemli iş yeniden evlenmesidir.

Nikâh için kadın ile erkeğin anlaşmaları yeterli görülmez. Bu konuda her toplum, kendi inancına, gelenek ve göreneklerine göre kurallar koymuştur. Âyetlerdeki “maruf” bu anlamdadır. Eski Araplarda kız, babasından veya velisinden istenir, mehri[2] verilir ve nikâhı kıyılırdı[3]. Hıristiyanlar nikâhı kilisenin, Yahudiler havranın gözetiminde kıyarlar. Laik toplumlarda nikâh, yetkili makamın izni ve gözetimi ile kıyılır.

Âyetler, kadının marufa uygun kararına engel olmayı yasaklamaktadır. Maruf; güzelliği akıl veya din yoluyla anlaşılan şey[4] diye tarif edilmiştir. Kur’ân ve Sünnette konu ile ilgili hükümler vardır. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemin sözleri, marufa uygunluğu velinin denetleyeceğini gösterir. O, şöyle demiştir:

“Velisiz nikâh olmaz[5].”

“Hangi kadın, velisinin izni olmadan nikâhlanırsa onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır. Erkek onunla ilişkiye girmişse bu ilişkiye karşılık kadının mehir alma hakkı vardır. Eğer anlaşamazlarsa sultan (yetkili kişi) velisi olmayanın velisidir[6].”

Veli, isteyip istemediğine bakmaksızın, bir başkasını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini elinde bulunduran kişidir. Bu yetkiye velâyet denir[7].

Hizam adında bir kişi, dul kızı Hansâ’yı nikâhlamıştı. Kız bu evliliği istemiyordu. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve selleme geldi ve durumu anlattı. O da babasının kıydığı nikâhı geçersiz saydı. Sonra kadın Ebû Lübâbe b. Abdilmunzir ile nikâhlandı[8].

Bir bakire kız Aişe’nin yanına geldi. ”Babam beni kardeşinin oğluyla evlendirdi ki, benimle kendi konumunu yükseltsin. Ama ben bundan hoşlanmıyorum.” dedi. Aişe, “Allah’ın Elçisi gelinceye kadar otur.” dedi. Allah’ın Elçisi geldi. Kız durumu ona anlattı. O, hemen babasına bir adam gönderip çağırttı. O konudaki yetkiyi kıza verdi. Kız dedi ki:

“Ey Allah’ın Elçisi! Aslında ben babamın yaptığına izin vermiştim ama bu konuda kadınların bir hakkı var mı, yok mu; öğrenmek istedim[9].”

Bir çok yerde kızlar, nikâh akdinin tarafı olmaktan hoşlanmazlar. Bazen kızın, evliliğe onay verip vermediğini öğrenmek bile zor olabilir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin konu ile ilgili sözleri şöyledir:

“Dul kadın, kendisi ile ilgili olarak velisinden daha çok hakka sahiptir. Bakirenin onayı alınır. Dendi ki, “Ey Allah’ın Elçisi, bakire konuşmaktan utanır.” Dedi ki, “Onun susması onay vermesi demektir[10].”

“Dul, kendi ile ilgili açık konuşur. Bakirenin susması onay vermesi demektir[11].”

Meşhur mezhepler, âyet ve hadislere önyargılı yaklaşmış ve farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Hanefî mezhebi, hürriyetçi yaklaşımla, velinin izni olmadan evlenilebileceğini ileri sürmüştür[12]. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri ise gelenekçi bir yaklaşımla veliyi nikahı denetleme konumundan nikaha taraf olma konumuna çıkarmışlardır. Onlara göre veli, kadın adına nikâha taraf olmazsa nikâh kıyılamaz. Kadın nikâhta ne kendini, ne de başkasını temsil edebilir. Velisinden başkasını vekil etmeye de yetkili değildir, yoksa nikâh geçersiz olur. Baba bâkire kızını, ona sormadan evlendirebilir[13]. Zahirî mezhebi de hadisleri öne alan bir yaklaşım sergilemiştir. Buna göre “kadın ister bakire, ister dul olsun, velisinin izni olmaksızın evlenemez. Velileri izin vermezse onu yetkili bir kimse evlendirir[14]. “Bakirenin nikahı, babayla kızın görüşlerinin aynı kişi üzerinde birleşmesi halinde kıyılabilir[15].”

Şimdi bu görüşlerin dayandırıldığı delillere bakalım:

Hanefî Mezhebinin Delilleri

Mezhepte Ebû Hanîfe’nin görüşü esas alınmıştır. Onun görüşü, şu üç âyete dayandırılmıştır:

(Kocanın üçüncü kez boşadığı kadın) bir başka kocayla nikâhlanıncaya kadar ilk kocaya helâl olmaz.[16]”

"(Kocası ölen kadınlar) Bekleme süresinin sonuna vardıklarında kendileri için ne yaparlarsa yapsınlar, onun size bir günahı yoktur[17]."

“...o kadınların kocalarıyla nikâh kıymalarına engel olmayın[18]..."

Âyetlerde kadın, nikâh fiilinin faili olduğu için Ebu Hanife onu, nikâhın tarafı saymış ama son iki âyetteki marufa uygunluk şartını dikkate almamıştır. Bu da ilgili hadislerin değerlendirme dışı kalmasına, ve üçüncü âyet için şu yorumun yapılmasına yol açmıştır: “Âyetteki engelleme, fiilî engelleme, yani kadını eve hapsedip evlenmesine engel olmadır. Hitap kocalaradır. Çünkü âyetin başında, “Kadınları boşadığınız zaman...” ifadesi geçmektedir[19].

Kadın iddetini tamamlayınca kocası ile ilişkisi kesilir. Yapacağı yeni evliliği denetleme görevi ona düşmez. Bu sebeple Ebu Hanife’nin değerlendirmesine katılmak mümkün olmamaktadır.

Hanefîler, velisinin onayını almadan evlenen kadınlarla ilgili şöyle derler: Kadın, izin almadan evlenmişse bakılır; kocası kendine denk ve aldığı mehir kendi seviyesindeki kadınların mehrinden (mehr-i misil[20]) az değilse velilerin bu evliliğe itiraz hakları olmaz. Kadın, kendine denk olmayan bir koca ile evlenirse velilerini sıkıntıya sokar. Sıkıntıdan kurtulmak için, onların evliliğe itiraz hakları doğar. Bu, velilere tanınmış bir haktır. Kadın onların bu hakkını düşüremez[21].

Kadının aldığı mehir, mehr-i mislinden azsa veliler; mehrin artırılmasını veya eşlerin ayrılmasını isteyebilirler. Çünkü onlar, mehrin fazlalığı ile övünür, azlığından utanırlar. Bir de bu, o kabilenin kadınlarını zarara sokar. Çünkü bundan sonra onlardan kim, mehir belirlemeden evlense, onun mehri bu kadının mehrine göre belirlenir. Kabilenin kadınlarının hakkını erkekler koruyacağından itiraz hakkı erkeklere tanınır[22].

Malikî, Şafiî ve Hanbelîlerin Delilleri

Bu üç mezhep, ilgili âyet ve hadisleri, geleneğe göre yorumlamışlardır. Arap toplumunda kız, babasından veya velisinden istenir, mehir verilir ve nikâh kıyılırdı[23]. Erkek nikâhın tarafı olur ama kadın olamazdı. Onun yerine velisi otururdu. Onlar bu konuda şu âyete dayanmışlardır:

"Kadınları boşadınız, bekleme sürelerinin sonuna vardılar... Kocalarıyla marufa uygun olarak anlaştıkları zaman, evlenmelerine engel olmayın[24]."

Diyorlar ki; Âyette geçen (عضل = engel olma), (الإمتناع من تزويجها = kadını evlendirmekten kaçınma) anlamınadır. Bu da kadını evlendirmenin veliye bırakıldığını gösterir[25]. Yukarıdaki ön kabul olmasaydı âyeti böyle anlayamazlardı. Çünkü âyet, “... kocalarıyla nikâhlanmalarına engel olmayınız[26]" şeklindedir. Engel olma, bir kişinin yapabileceği bir konuda olur. Nikâh fiilinin faili kadındır. Bu, kadının nikahın tarafı olması demektir. Bir işi engelleme başka, yapmaktan kaçınma, başkadır. Engel olmayı, kaçınma diye tercüme etmek, âyetin anlamını değiştirmek olur.

Bir de şöyle diyorlar: “أن ينكحن أزواجهن = kocalarıyla nikâhlanmaları...” ifadesinde kadının fail olması, nikâha konu olmasından dolayıdır. Kadın nikah’ın tarafı olamadığına göre, kadının veli veya vekil olarak bir tek kişiyi bile evlendirmesi caiz olmaz[27].

Kadını nikâh fiilinin faili yapan Allah Teâlâ, konusu yapan da Arap geleneğidir. Gelenek esas alındığı için Allah’ın açık sözü mecaz sayılmış, yanlış üzerine yanlış yapılmıştır.

Kadını nikâhın konusu sayanlar, alınan mehri onun bedeli gibi görmüş, evlenmeden boşanmaya kadar bütün sistemlerini bu anlayış üzerine kurmuşlardır. Bu mezheplerden hiç biri iftidâyı, yani kadının evliliği sona erdirme hakkını kabul etmemiş, onun yerine, muhâlaa adını verdikleri bir sistem geliştirmişlerdir. Muhâlaa, kadının kocasına vereceği bir mal karşılığında kocanın evliliği sona erdirmesidir. Muhâlaa ile ilgili görüşler, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Şâfiîlerden Şirbînî şöyle diyor:

“Erkek, bir bedel karşılığı kadından yararlanma hakkına sahip olunca bu hakkı bir bedel karşılığı elinden çıkarabilir. Muhâlaanın câiz olmasının sebebi budur. Bu tıpkı alım-satım gibi olur. Nikâh, satın almaya, muhâlaa ise satmaya benzer[28].”

İbn Teymiyye, muhâlaanın talâk olmadığını ispat için şöyle demiştir:

“Muhâlaa, kadının kendini kocasından kurtarmasıdır. Tıpkı esirin kendini esaretten kurtarmasına benzer. Bu, üç talâktan sayılmaz... Dört mezhebin imamlarına ve cumhura göre esir için fidye vermekte olduğu gibi bu işlemi kadının dışında bir başkası yapabilir. Yabancı bir kişi, köleyi azat etmesi için köle sahibine onun bedelini verebilir. Bu sebeple kişinin maksadı, esire fidye öder gibi kadını, kocasının boyunduruğundan kurtarmaksa ödeme yaparken bunu şart koşmalıdır... Çünkü muhâlaa bedeli, kadını kocasına köle olmaktan kurtarmak ve onun kadın üzerindeki hakimiyetini ortadan kaldırmak için verilir. Yoksa bu, kadının, kendi üzerindeki hakimiyeti kendi eline alması için değildir[29].

Bunlar kadına, köle kadar bile değer vermemişlerdir. Çünkü köle hürriyete kavuşunca kendi üzerinde hakim hale gelir. Ama onlara göre kadın, kocanın hakimiyetinden çıkınca velinin hakimiyeti altına girer. Kadın, satılık mal olamayacağı için onu nikâhın konusu sayıp mehri mal bedeli gibi görmek, kabul edilemez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“…Mâruf ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı olan hakkına denktir.” (Bakara 2/228)

Bu âyete göre kadını kocanın kölesi gibi görmek mümkün değildir. Çünkü köleyle efendi arasında denk haklardan bahsedilemez.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile verin[30].

“Mehirler” diye tercüme edilen “sadukât” “saduka”nın çoğuludur. Kelimenin kökü sıdk, yani doğru sözlü olmak, sözü özüne uymaktır[31]. Erkekler evlendikleri kadınlara değer verdiklerini söylerler. Bir miktar malı mehir olarak vermek, bu iddianın ispatı olur. Âyette bir de “gönül rızası” diye tercüme edilen “nihle” vardır. “Nihle” karşılıksız ikram anlamınadır[32]. Bütün bunlara göre mehir, herhangi bir şeyin bedeli olamaz.

Âyetlere şartlı yaklaşınca hadisler arasında ayırımcılık kaçınılmaz olmuş, şu hadis görülmemiştir:

Bir bakire kız Aişe’nin yanına geldi ve “Babam beni kardeşinin oğluyla evlendirdi ki, benimle kendi konumunu yükseltsin. Ama ben bundan hoşlanmıyorum.” dedi. Aişe, “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem gelinceye kadar otur.” dedi. Allah’ın Elçisi geldi. Kız durumu ona anlattı. O, hemen babasına bir adam gönderip çağırttı. O konudaki yetkiyi kıza verdi. Kız dedi ki:

“Ey Allah’ın Elçisi! Aslında ben babamın yaptığına izin vermiştim ama istedim ki, bu konuda kadınların bir hakkı var mı, onu öğreneyim[33].”

Üç mezhebin kendilerine delil aldıkları şu hadiste de nikah fiilinin faili kadındır.

“Hangi kadın, velisinin izni olmadan nikâhlanırsa onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır[34].”

Şu görüşleri kabul etmek de imkansızdır: Mâlikî Mezhebine göre baba, bakire kızını zorla evlendirebilir. Koca ister kör, ister şimdiki veya gelecekteki durumuna bakılınca kızdan kötü olsun, ister çirkin bulunsun, isterse kızın mehri bir kantar altın iken o, bir çeyrek dinarla evlendirmiş olsun fark etmez. Kız, 60 veya daha yukarı yaşta ve evlenmesi velisi tarafından engellenmiş durumda da olabilir. Yeter ki koca, yumurtaları ve erkeklik organı kesilmiş veya organı olmakla birlikte meni gelmeyecek şekilde yumurtaları çıkarılmış olmasın. Sahih görüşe göre bu durumda baba, kızı zorlayamaz. Deli, alaca hastalığına tutulmuş, cüzamlı, erkeklik organı sertleşmeyen (ınnîn), hadım veya güçsüz olan erkek için de zorlama yapılamaz[35].

Şafiî Mezhebine göre de bakire kızı evlendirme hakkı babaya aittir. Onlarla konuşup görüş ve onaylarını almak iyi olur ama şart değildir. Kızın annesinin iznini almak da iyidir[36].

Zahiri Mezhebinin Delilleri

Bu mezhep, nikahın denetimi konusunda âyetlere değil, yalnız hadislere yer vermiştir. Bu da hadislerin doğru anlaşılmasını engellemiştir. Bu yaklaşımın mantığı şudur:

“Allah’ın, Elçisine yaptığı vahiy ikiye ayrılır; biri olduğu gibi kabul edilen vahiy (vahy-i metluvv)[37], dizilişi insanı aciz bırakan bir telif, yani Kur’ân’dır. İkincisi, rivâyet edilen, nakledilen, telif edilmemiş, dizilişi insanı aciz bırakmayan, olduğu gibi kabul edilmeyen (gayr-i metluvv)[38] ama okunan, Allah’ın Elçisi’nden bize ulaşan haberdir. O, Allah’ın bizden ne istediğini açıklar. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: "... kendilerine ne indirildiğini insanlara açıklayasın diye[39]." Allah, birinciye yani Kur’ân’a uymayı farz kıldığı gibi, ikinciye yani sünnete uymayı da farz kılmıştır, arada bir fark yoktur[40].

Sünnet, eğer Allah’ın bizden ne istediğini açıklıyorsa, Kur’ân’a ihtiyaç kalmaz. Kitap ile Sünnet arasında fark görülmemesi bundandır. Allah Peygamber’e; "... kendilerine ne indirildiğini insanlara açıklayasın.[41]" demiştir. Yoksa, "... kendilerinden ne istendiğini açıklayasın " dememiştir. Bu yanlış, bir çok yanlışa yol açmıştır. Konumuzla ilgili olarak İbn Hazm şöyle diyor:

“Peygamberin söylediği; “Dul kadın kendisi ile ilgili olarak velisinden daha çok hakka sahiptir[42].” sözü, onun izni olmadan velinin bir şey yapamayacağı anlamına gelir. O, kiminle isterse onunla evlenir ama velisinin izni olmadan nikâh kıyamaz. Eğer veli direnirse, burnu sürtülse de kadını, yetkili kişi evlendirir[43].”

Madem velinin itiraz hakkı yok, öyleyse varlığının anlamı nedir? Allah’ın dininde böyle anlamsız, hikmetsiz şey olur mu?

Bir de şöyle diyor: “Bakirenin nikahı, babayla kızın görüşlerinin aynı kişi üzerinde birleşmesi halinde kıyılabilir[44].” Demek ki, ikisinin görüşü aynı kişi üzerinde birleşmezse evlilik olmayacaktır. Marufa[45] uygunluk kıstası aranmayınca bu sonuçlar kaçınılmaz olmaktadır.

İbn Hazm, hadislerin âyetleri açıkladığını görse de önce âyetlere sonra hadislere baksaydı, velinin iznine başvurmanın bir anlamı olduğunu anlar ve sistemini ona göre kurardı. Onun böyle bir metodu olmadığı için ilgili âyetlere yer vermemiştir:

SONUÇ

Yukarıdaki âyetler ve hadislere göre nikahı, marufa uygunluk açısından denetlemek gerekir. Denetimi kızın velisi yapar. Bir anlaşmazlık olursa yetkili makam devreye girer. Çiftlerin evlenmesinde sakınca görülmediği taktirde onlar, şahitler huzurunda evlenme kararlarını açıklayarak nikahlanarak yeni bir aile kurarlar.

Mezheplerin konuya farklı yaklaşması, çok sayıda sıkıntının doğmasına sebep olmuştur.

Hanefi mezhebi, iki şahitle kıyılan denetimsiz nikahı geçerli saydığı için bu görüş; okullarda, iş yerlerinde ve bir çok mekanda gizli nikahlara veya kız kaçırmalarına yol açmıştır. Kaçırılan kıza iki şahit huzurunda evet dedirtilerek iş bitirilmiştir.

Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezheplerinin görüşü, başlık parasına yol açmıştır. Madem velinin taraf olmadığı nikah geçersizdir, öyleyse onu ikna etmek gerekir. Bunun en kısa yolu başlık vermektir. Başlığı mehirle karıştırmamak gerekir. Mehir kızın kendine verilir. Başlık ise babasına, kardeşine, amacasına vs. verilir.

Âyet ve hadislere uyulsa ne kız kaçırma olur, ne kadının duygusallığını kullanıp onu sıkıntıdan sıkıntıya sokan evliliklere geçit verilir, ne de başlık parası ortaya çıkardı.





--------------------------------------------------------------------------------

* Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, Kur'an-ı Kerim'in Açıklamalı Meali, İstanbul, 2003, s. 213-221

[1]- Bakara 2/234.

[2]- Mehir, evlenme sırasında erkeğin eşine vermeyi üstlendiği maldır.

[3]- Buhari, Nikâh, 36.

[4]- Er- Rağıb el- İsfehâni, Müfredât, عرف maddesi.

[5]- Et-Tirmîzî, Nikâh, bab 14; İbn Mâce, Nikâh, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned c. VI, s. 260.

[6]- Ebû Dâvûd, Nikâh, 20; Tirmîzî, Nikâh, 14; İbn Mâce, Nikâh, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 66.

[7]- Şemsuddin es-Serahsî, el- Mebsût, c. XVI, s. 124, Babü men la tecuzü şehadetühü; Kasım b. Abdullah Ali, Enîs’ul-fukahâ, s. 148.

[8]- Ebû Dâvûd, Nikâh, 26; İbn Mâce, Nikâh, 12; en-Nesâî, Nikâh, 35; (Metin İbn Mace’nindir. Hansâ ismi Ebu Davud ve en-Nesâî’de geçmektedir.)

[9]- En-Nesâî, Nikâh, 36; İbn Mâce, Nikâh, 12; Ebû Dâvûd, Nikâh, 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned c. VI, s. 136. (Metin Nesâî’den alınmıştır.)

[10]- Müslim, Nikâh, 66, 67, 68; Ebû Dâvûd, Nikâh, 26; İbn Mâce, Nikâh, 11; en-Nesâî, Nikâh, 33, 34.

[11]- İbn Mâce, Nikâh, bab 11, hadis no 1872.

[12]- Serahsî, el-Mebsût, c. V, s. 13. Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukı İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İst. 1967, c. II, s. 49. Paragraf 175 (Bilmen burada veliyy-i akreb ifadesini kullanmaktadır. Baba ve dedenin veliyy-i akreb olduğu açıktır.)

[13]- İbn Kudâme, Abdullah b. Ahmed el –Makdisî (540/620) el-Muğnî, Beyrut, 1405, c. VII, s. 5.

[14]- İbn Hazm, el-Muhallâ, c. IX, s. 25.

[15]- İbn Hazm, el-Muhallâ, c. IX, s. 25-38.

[16]- El-Bakara 2/230.

[17]- El-Bakara 2/234.

[18]- El-Bakara 2/232.

[19]- Serahsî, el-Mebsût, c. V, s. 10.

[20]- Mehr-i misil, kendine denk kadınların aldığı mehirdir.

[21]- Serahsî, el-Mebsût, c. V, s. 13.

[22]- Serahsî, el-Mebsût, c. V, s. 14.

[23]- Buhari, Nikâh, 36.

[24]- El-Bakara, 2/232.

[25]- İbn Kudâme el-Muğnî, c. VII, s. 338.

[26]- El-Bakara, 2/232.

[27]- İbn Kudâme el-Muğnî, c. VII, s. 338.

[28]- Şirbînî, Muğni’l-Muhtac, c. III, s. 262.

[29]- İbn Teymiyye, Mecmuu el- Fetâvâ, c. XXXII, s. 306-307.

[30] Nisâ 4/4.

[31]- İsfehâni, Müfredât, “sdk” maddesi.

[32]- Müfredât, “نحل” maddesi.

[33]- En-Nesâî, Nikâh, 36; İbn Mâce, Nikâhbab, 12; Ebû Dâvûd, Nikâh, 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned c. VI, s. 136. (Metin Nesâî’den alınmıştır.)

[34]- Ebû Dâvûd, Nikâh, 20; Tirmîzî, Nikâh, 14; İbn Mâce, Nikâh, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 66.

[35]- Seydi Ahmed ed-Derdîr, eş- Şerh’ul- Kebîr, Muhammed Ali’nin tahkikiyle, Beyrut, c. II, s. 221 – 223.

[36]- Muhammed b. İdris eş-Şafiî (150/204 h.), el- Um, Beyrut 1393, c. V, s. 13-15.

[37]- Yani Cebrail’in Peygamber’e getirdiği kelimelerle bize aktarıldığı için metni, tartışmasız doğru sayılır ve uyulur.

[38]- Yani Peygamberin ağzından çıkan kelimelerle değil, anlamı ile bize aktarıldığı için metni, tartışmasız doğru sayılmaz.

[39]- En –Nahl, 16/44.

[40]- İbn Hazm, Ali b Ahmed b. Said el-Endelüsî, el –İhkâm fî usûl’il-ahkâm, (Bir ilim adamları heyeti tarafından tahkik edilmiştir,) Dar’ul-hadîs (Kahire) 1404/1984, c. I, s, 93.

[41]- En –Nahl. 16/44.

[42]- Müslim, Nikâh, 66, 67, 68; Ebû Dâvûd, Nikâh, 26; İbn Mâce, Nikâh, 11; en-Nesâî, Nikâh, 33, 34.

[43]- İbn Hazm, el-Muhallâ, c. IX, s. 25-38.

[44]- İbn Hazm, el-Muhallâ, c. IX, s. 25-38.

[45]- Maruf; bilinen ve malum olan şey demektir. Bu bilgi, ya gelenek ve göreneklerden ya da Kitap ve Sünnetten elde edilir. Gelenek ve görenekten elde edilmişse Kitap ve Sünnete aykırı olmaması gerekir. Böyle bir bilgiyi akıl ve din güzel bir bilgi sayar.

Alıntıdır
 

FERASETLİ

KF Ailesinden
Özel Üye
Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezheplerinin görüşü, başlık parasına yol açmıştır. Madem velinin taraf olmadığı nikah geçersizdir, öyleyse onu ikna etmek gerekir. Bunun en kısa yolu başlık vermektir. Başlığı mehirle karıştırmamak gerekir. Mehir kızın kendine verilir. Başlık ise babasına, kardeşine, amacasına vs. verilir.

Âyet ve hadislere uyulsa ne kız kaçırma olur, ne kadının duygusallığını kullanıp onu sıkıntıdan sıkıntıya sokan evliliklere geçit verilir, ne de başlık parası ortaya çıkardı.

:tşk::alkş::spr:
 
K

Kayıtsız Üye

Ziyaretçi
Esselamü Aleykum .Bir imam olarak bana böyle bir soru yöneltildi.Ben kitapları karıştırdım,fakat net bir cavap bulamadım.Fakat internet ortamında cevap bulmaya çalıştım.Karşıma sizin siteniz çıktı.Çok net ve ayrıntılı bir şekilde konuyu açıklamışsınız.Malesef şafi mezhebinin çok yaygın olduğu doğu ve güneydoğu bölgelerimizde,bu mezhebin görüşü esas alındığından,kocaya kaçan kız çocukları öldürülmekte veya ağır cezalar verilmektedir.Batı illerinde de kocaya kaçma,velinin onayı alınmadan evlilikler yapılmaktadır.Sonrasında da pişmanlıklar ve aileler arasında küslükler meydana gelmektedir.Emeklerinizden dolayı Allah sizlerden razı olsun.
 
Üst