Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
İnsanlar çok eskilerden beri “gayb” ve “gaybin bilinmesi” meselesi üzerinde çokça durmuşlardır. Ancak bilim, kendi yöntemleri ile açığa çıkarılmayan bir “bilinmeyen”in sıradan bir insan tarafından bilenebileceğini kabul etmediğinden, konu ne yazık ki “bilim dışı” olarak damgalanmış olan “din” içinde mütalâa edilmiştir. Böylece insanlara bir takım kimselerin “gayb”i bildiği, “gayb”den haber verdiği şeklinde asılsız ve tehlikeli görüşler empoze edilmiş, din adına öne sürülen bu yalanlar dini bilmeyen cahil kitlelere benimsetilmeye çalışılmıştır.
Allah’ın arı duru dini İslâm elbette bu yönde oluşan din dışı kabullerden etkilenmemiştir. Ne var ki, kendilerini doğru yolda zanneden şaşkınlar bu hurafelere inanmak ve halkı da inandırmaya çalışmakla İslâm’dan iyice uzaklaşmışlardır.
Bu nedenle “gayb”ın ne olduğu ve nasıl anlaşılması gerektiği hakkında her mümin bilgi sahibi olmalıdır. Gayb hakkında insanları doğru bilgilendirmek ve bu konuda uydurulmuş yalanları ortaya çıkarmak ancak konunun Kur’an tarafından nasıl ele alındığını bilmekle mümkündür. Konunun ihmal edilemez öneminden dolayı, gerek doğrudan Kur’an’daki ayetlerden, gerekse bu ayetleri tefekkür etmek suretiyle aklın ulaştığı doğrulardan yola çıkarak “gayb” hakkında detaylı bir inceleme yazısı hazırlanmıştır. Bu incelemenin okuyucuya sunulmasının yararlı olacağı kanısındayız.
“GAYB” NEDİR?
“ الغيبGayb”, sözlüklerde “şekk, gizli olan, görünmeyen, belirsiz” olarak tanımlanmıştır. (Lisanü’l-Arab; c:6, s:704,705) Bu tanım, “gayb”in karşıt anlamlısı olan “ شهودşühûd ve شهادة şehadet [aşikar]” kavramından hareketle biraz daha açılacak olursa, “gayb”ın da vasıtalı ya da doğrudan duyu organları ile algılanamayan, insanın kendi kendine edinebileceği bilgilerle özellikleri kavranamayan her türlü olay, nesne veya mekân gibi şeyler olduğu söylenebilir. Yani herhangi bir şeyin “gayb” sayılabilmesi için o şeyin algılanamaması, öğrenilememesi gerekir. Eğer o şey, herhangi bir araç yardımıyla bile olsa algılanabiliyor ve öğrenilebiliyorsa “gayb” olmaktan çıkar, “aşikâr” olur.
Meselâ bir insan kendi kaşını, gözünü, ensesini görememesine rağmen basit bir ayna ile bunları “aşikâr” hâle getirebilir. Ya da arabanın dikiz aynası bir şoförün arkasında olup biteni ona “gayb” olmaktan çıkarabilir. Benzer şekilde modern teknoloji ile iç organların görüntülenmesi, vücudun herhangi bir yerinde oluşan kistin yerinin ve özelliklerinin tespiti, ana rahmindeki bebeğin cinsiyetinin bilinmesi, çok uzaklardaki nesnelerin görüntülenmesi, işitilmesi ve ne olduklarının öğrenilmesi de “gayb”i “aşikâr” etmekte ve hakkında bilgi edinilen bu şeyler “gayb” olmaktan çıkmaktadır.
“GAYB”İ KİM BİLEBİLİR?
Bu sorunun cevabı Kur’an’da verilmiştir. Allah’ın Kur’an’da bildirdiğine göre: - “Gayb”i Allah’tan başkası bilemez.
- “Gayb”i peygamberler de bilemez.
- Allah, razı olduğu elçilerine bazı “gayb” haberlerini bildirir.
Bu hususlardaki ayetler aşağıda bölümler hâlinde verilmiştir.
“GAYB”İ SADECE ALLAH BİLİR:
En’am 59: Ve gaybin anahtarları yalnızca O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.
Hud 123: Ve göklerin ve yerin gaybi sadece Allah’a aittir. Ve tüm iş/oluş yalnızca O’na döndürülür. O halde O’na kulluk et, O’na dayanıp güven. Rabbin, yapmakta olduklarınızdan gafil [habersiz, duyarsız] değildir.
Ra’d 9: (Allah)gaybi de, açıkta olanı da bilendir, pek büyüktür, yücedir.
Nahl 77: Ve göklerin ve yerin gaybi sadece Allah’a aittir. Saatin emri [kıyametin koparılması] de yalnızca göz açıp kapama gibidir veya o, daha yakındır. Şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir.
Neml 65: De ki: “Göklerde ve yerde gaybi Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar, ne zaman diriltileceklerinin bilincine de varmazlar.
Fatır 38: Kesinlikle Allah göklerin ve yerin gaybini bilendir.Hiç şüphesiz O, göğüslerin içindekini de çok iyi bilendir.
Hucurat 18: Hiç şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybini bilir. Allah yapmakta olduklarınızı da görendir.
Cinn 26: (O) gaybi bilendir. O kendi gaybini kimseye açık tutmaz.
Yunus 20: Ve: “Ona Rabbinden bir ayet [mucize] indirilseydi ya!” (Onlara) “gayb kesinlikle Allah’a aittir. Hadi bekleyin. Ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim” deyiver.
Yukarıdaki ayetlerden başka Maide/116, En’âm/73, Tövbe/94, 78, 105, Müminun/92, Secde/6, Sebe/3, 48, Zümer/46, Haşr/22, Cuma/8, Tegabün/18, Kehf/26, Furkan/6. ayetler de aynı anlamdadır.
Kıyametin kopma zamanı demek olan “ السّاعةSaat” da insanların özellikle üzerinde en fazla durdukları “gayb”a ait konulardan birisidir. Rabbimiz bu konuyu kendi uhdesinde tutmuş, bununla ilgili kimseye bilgi vermemiş ve vermeyeceğini açıkça bildirmiştir:
Ahzab 63: İnsanlar sana o saatten [kıyametin saatinden] soruyorlar. De ki: “Kesinlikle ona ait bilgiAllah katındadır.” Ne bilirsin, belki de saat yakındadır.
A’râf 187: Ne zaman demir atacak [gelip çatacak] diye sana o saatten [kıyamet saatinden] soruyorlar. De ki: “Ona ait bilgi kesinlikle Rabbimin katındadır. Onun süresini yalnızca O açıklar. Göklere de yere de ağır gelmiştir o. O, size ansızın gelecektir, başka değil.” Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.”
Bu ayetlerden başka Mülk/25, 26, Cinn/25, Naziat/42, 43, Enbiya/109, 110, Lokman/34. ayetler de aynı anlamdadır.
PEYGAMBERLER DE “GAYB”İ BİLMEZLER:
Maide 109: Allah, elçileri toplayacağı gün şöyle diyecek: “Size verilen cevap nedir?” Onlar da: “Bizim hiçbir bilgimiz yoktur; şüphesiz ki gaybleri bilen Sensin, Sen.”
En’âm 50: De ki: “Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybi de bilmem ben.Size ben bir meleğim de demiyorum. Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum.” De ki: “Körle gören eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz ?”
A’râf 188: De ki: “Ben kendi nefsime, Allah’ın dilediğinden başka bir yarara güç yetiremem. Zarara da. Ve eğer ben gaybi bilseydim elbette daha çok hayır yapardım. Ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, inanan bir toplum için bir uyarıcı ve müjdeciden başka bir şey değilim.”
Tövbe 101: Ve çevrenizdeki bedevîlerden / bilgiçlik taslayanlardan münafıklar var. Medine halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar var. Sen bilmezsin onları. Biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba itilecekler.
Hud 31: (Nuh peygamber) Ben size “Allah’ın hazineleri benim yanımdadır”demiyorum ki. Ben gaybi bilmem.Ben bir meleğim de demiyorum. Ama gözlerinizin horlayarak baktığı kişiler için “Allah bunlara hiçbir hayır vermeyecek” diyemem. Onların nefislerinde neyin saklı olduğunu Allah daha iyi bilir. Başka türlü davranırsam kesinlikle zalimlerden olurum.
Ahkâf 9: De ki: “Ben, elçilerden bir türedi değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum. Ve ben açıkça uyaran bir elçiden başka bir şey değilim.
ALLAH’IN RAZI OLDUĞU PEYGAMBERLERE “GAYB”İ BİLDİRMESİ:
Rabbimiz Kur’an’da, seçtiği ve kendilerinden razı olduğu elçilerine “gayb”i bildireceğini açıklamıştır:
Âl-i Imran 179: Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırt edinceye kadar müminleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz şey üzerinde bırakacak değildir. Allah sizleri gayb üzerine muttali kılacak da değildir. Velâkin Allah, elçilerinden dilediğini seçer.Öyleyse Allah’a ve elçisine iman edin. Ve eğer iman eder ve takvalı davranırsanız, işte o zaman sizin için büyük bir karşılık vardır.
Cinn 26, 27: (O) Gaybi bilendir. O kendi gaybini kimseye açık tutmaz.
Ancak razı olduğu / seçtiği bir elçi müstesna... Çünkü O, onun [elçisinin] önünden ve arkasından gözetleyiciler salar.
Yusuf 86: (Yakup peygamber) Dedi ki: “Ben, içimi doldurup taşan özlemimi, kederimi Allah’a arz ederim. Ve sizin bilmediğiniz şeyleri Allah’tan biliyorum.
Bu ayetler peygamberlerin kendiliğinden “gayb”i bilemeyeceklerini ancak Allah’ın peygamberlerine vahyederek onlara gaybe ait bazı bilgileri verdiğini göstermektedir. “Gayb”e ait haberler bu elçilere vahiy yoluyla ayetler hâlinde bildirilir, elçiler de bu bilgileri görevleri gereği insanlığa ulaştırırlar. Bunun böyle olduğunu gösteren Kur’an’da daha birçok ayet vardır:
Âl-i Imran 44: Bunlar [Imran ailesi, Meryem ve Zekeriyya ile ilgili anlatılanlar] gayb haberlerindendir. Bunları sana vahyediyoruz. Çünkü onlardan hangisi Meryem’i sorumluluğuna alacak diye kalemlerini atarlarken [kura çekerlerken] sen yanlarında değildin. Onlar çekişirlerken de sen yanlarında değildin.
Hud 49: Bunlar (Nuh ile ilgili anlatılanlar), sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz akıbet, takvalı davrananlarındır.
Yusuf 102: İşte bunlar (Yusuf ile ilgili anlatılanlar) sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onlar işlerine birlikte karar verip tuzak kurarlarken sen yanlarında değildin.
Kasas 44–46: Biz Musa’ya o emri yerine getirttiğimizde, sen batı tarafında değildin. Sen tanıklardan da değildin.
Ancak biz birçok nesiller inşa ettik de onların üzerine ömürler uzayıp geçti. Ve sen Medyen içinde yaşayıp da ayetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş değilsin. Ancak gönderen Biziz.
Seslendiğimiz zaman da sen Tur’un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olmak üzere senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için. Umulur ki, öğüt alıp düşünürler diye.
Allah’ın gelecekteki olayların görüntülerini görme ve bu görüntüleri tevil etme ayrıcalığı tanımak suretiyle elçilerine gaybi bildirdiğine dair örnekler de vardır. Meselâ Yüce Allah Yusuf peygambere “olayların tevili”ni öğretmiş, Yusuf peygamber de bu sayede zindan arkadaşlarının gördükleri görüntüleri ve hükümdarın gördüğü görüntüyü doğru olarak açıklamıştır. Başka bir ifade ile Yusuf peygamber, Allah’ın kendisine öğrettikleri ile geleceğe ait görüntüleri tevil etmiş ve o görüntülerin neleri ifade ettiğini bilmiştir. Bu olayların ayrıntıları Yusuf suresinin 36-49. ayetlerindedir.
Allah’ın, geleceğe ait görüntüleri göstermek suretiyle gaybten bilgi vermesinin bir örneği de peygamberimizle ilgilidir. Fetih suresinin 27. ayetinden anlaşıldığına göre, Rabbimiz, Mekke’yi fethedeceğinin görüntülerini peygamberimize önceden göstermiştir. Böylelikle peygamberimiz, gayb haberi mahiyetinde olan bu görüntüler sayesinde Mekke’nin fethini önceden bilmiştir:
Fetih 27: Ant olsun ki Allah, elçisine o görüntüyü hakk ile doğru çıkardı. Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Öyleyse O [Allah], sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da bundan önce size yakın bir fetih verdi.
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, Yüce Allah, peygamberler dâhil olmak üzere “gayb”i kendisinden başka kimsenin bilmediğini Kur’an’da kesin bir dille ifade etmiştir. Ancak Allah, gerekli gördüğü gaybî bilgileri vahiy yoluyla bildirmiş ve bunların hepsi de Kur’an’da yer almıştır. Bunların dışında peygamberimize izafe edilen “gayb”i bilme haberlerinin tümü uydurma rivayetlerden ibarettir.
Allah’ın Kur’an’daki bu açıklamalarına rağmen Kur’an bilmez bazı cahiller peygamberimizin “gayb”i bildiğine dair kitaplar yazmışlar, bazıları da bu tür kitaplardan derlemeler yapmışlardır. “Hasais”, “Şifa”, “Delailü’n-Nebüvve”, “Şevahidü’n-Nübüvve”, “Mevahibu Ledünniyye” ve “Huccetullahi Ale’l-Âlemin” adlı kitaplar buna örnektir. Allah’ın sözlerinin aksine peygamberimizin “gayb”i bildiğini iddia eden ve “Mucizeler Listesi” adı altında 300’den fazla madde hâlinde derlenmiş olan bu uydurma rivayetlerden bir bölümü aşağıya çıkarılmıştır:
28- Rasülüllah’ın gayptan haber verdiği çok görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır.
Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki, bunlara verdiği cevaplar, çok kâfirlerin, katı kalpli düşmanlarının imana gelmelerine sebep olmuştur.
İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.
Üçüncü kısmı, kendisinden sonra kıyamete kadar dünyada ve âhirette olacak şeyleri bildirmesidir. Burada ikinci ve üçüncü kısımlardan bir kaçı aşağıda bildirilecektir.
İslâma davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, ashâbı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Rasülüllah Mekke-i Mükerreme’de kalan ashâbı kiramla beraber, üç sene her türlü görüşme, alış veriş yapma, Müslümanlardan başkalarıyla konuşma gibi bütün ictimâî muamelelerden men olundular.
Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahidnâme yazarak, Ka’be-i Muazzama’ya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü Teâlâ, “arza” denilen bir çeşit ağaç kurdunu o vesikaya musâllat etti. Yazılı bulunan “ Bismikellahümme” ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtçuk yedi, bitirdi. Allahü Teâla bu hâli Cibril-i Emin vasıtasıyla Peygamberimize bildirdi. Peygamberimiz de bu hâli amcası Ebu Talib’e anlattı.
Ertesi gün Ebu Talib müşriklerin ileri gelenlerine gelerek: “Muhammed’in Rabb’i O’na şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mâni olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de O’nu artık himâye etmeyeceğim” dedi.
Kureyş’in ileri gelenleri bu teklifi kabul ettiler. Herkes toplanarak Ka’be’ye geldiler. Ahidnâmeyi Ka’be’den indirerek açtılar ve Rasülüllah’ın buyurduğu gibi “Bismikellahümme” ibaresinden başka bütün yazılanların silinmiş olduğunu gördüler.
Acem padişahı Hüsrev’den Medine’ye elçiler geldi. Bir gün, bunları çağırıp “Bu gece Kisra’nızı kendi oğlu öldürdü” buyurdu. Bir müddet sonra, oğlunun babasını öldürdüğü haberi geldi.
29- Bir gün zevcesi Hafsa’ya ”Ebu Bekr ile baban, ümmetimin idaresini ellerine alacaklardır” buyurdu. Bu sözle Ebu Bekr’in ve Hafsa’nın babası Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi.
30- Ebu Hüreyre’yi Medine’de zekât olarak gelmiş olan hurmaların muhafazasına memur etmişti. Sonra o bir kimseyi hurma çalarken yakaladı. “Seni Rasülüllah’a götüreceğim” dedi. Hırsız “Fakirim, çoluğum çocuğum çoktur” diyerek yalvarınca, bıraktı. Ertesi gün, Rasülüllah Ebu Hüreyre’yi çağırıp “Dün gece bıraktığın adam ne yapmıştı?” dedi. Ebu Hüreyre anlatınca, “Seni aldatmış. Yine gelecektir” buyurdu. Ertesi gece yine geldi ve yakalandı. Tekrar yalvarıp “Allah aşkına bırak!” dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece tekrar gelip yakalanınca, yalvarmaları fayda vermedi. “Beni bırakırsan birkaç şey öğretirim, sana çok faydası olur” dedi. Ebu Hüreyre kabul etti. “Gece yatarken Âyetü’l-Kürsi’yi okursan Allahü Teâla seni korur, yanına şeytan yaklaşmaz” dedi ve gitti.
Ertesi gün Rasülüllah Ebu Hüreyre’ye tekrar sorup cevap alınca: “Şimdi doğru söylemiş. Halbuki kendisi çok yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?” dedi. “Hayır, bilmiyorum” deyince, “O kimse şeytan idi” buyurdu.
31- Rum imparatorunun orduları ile harb için Mûte denilen yere asker gönderdiğinde, sahâbeden dört emîrin arka arkaya şehîd olduklarını, kendisi Medine’de minber üzerinde iken Allahü Teâlâ’nın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi.
32- Muaz b. Cebel’i vâli olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar uğurlayıp ona çok nasihatler verdi. “Seninle kıyamete kadar artık buluşamayız.” dedi. Muaz Yemen’de iken Rasülüllah Medine’de vefât etti.
33- Vefat ederken kızı Fâtıma’ya, “Akrabam arasında bana evvelâ kavuşan sen olacaksın” dedi. Altı ay sonra Fâtıma vefât etti. Akrabasından ondan evvel kimse vefât etmedi.
34- Kays b. Şemmas’a “Güzel olarak yaşarsın ve şehîd olarak ölürsün” buyurdu. Ebu Bekr halife iken Yemame’de Müseylemetü’l-Kezzab ile yapılan muharebede şehîd oldu.
35- Acem padişahı Kisra’nın ve Rum padişahı Kayser’in memleketlerinin Müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi.
36- Ümmetinden çok kimselerin denizden gazâya gideceklerini ve sahâbeden olan Ümmü Hirâm’ın o gazâda bulunacağını haber verdi. Osman halife iken Müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da beraber idi. Orada şehîd oldu.
37- Rasülüllah bir gün yüksek bir yerde oturuyordu. Yanındakilere dönerek: “Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz? Yemin ederim ki, evlerinizin arasında, sokaklarda meydana gelecek fitneleri görüyorum” buyurdu. Osman’ın şehîd edildiği günlerde ve sonra Yezid zamanında, Medine’de büyük fitneler meydana geldi. Sokaklarda çok kimselerin kanı döküldü.
38- Bir gün kendi zevcelerinden birinin halifeye karşı isyan edeceğini haber verdi. Âişe bu söze gülünce: “Ya Humeyra! Bu sözümü unutma! Bu kadın sen olmayasın” buyurdu. Sonra, Ali’ye dönüp “Bunun işi senin eline düşerse, kendisine yumuşak davran!” dedi. Otuz sene sonra, Âişe Ali ile harp etti ve ona esir düştü. Ali, O’nu ikram ve ihtiram ile Basra’dan Medine’ye gönderdi.
39- Muâviye’ye “Bir gün ümmetimin üzerine hâkim olursan iyilik yapanlara mükafat et! Kötülük edenleri de affeyle!” buyurdu. Muâviye, Osman zamanında Şam’da yirmi sene vâlilik, sonra yirmi sene de halifelik yaptı.
40- Birgün “Muâviye hiç mağlup olmaz” buyurdu. Ali, Sıffîn muharebesinde, bu hadisi işitince, “Eğer önceden işitseydim, Muâviye ile harp etmezdim” dedi.
41- Sa’d b. Muaz, Uhud gazâsında yaralandı. Bir zaman sonra vefat etti. Namazında yetmiş bin meleğin bulunduğunu Rasülüllah haber verdi. Kabri kazılırken, her tarafa misk kokusu yayıldı.
42- Kızı Fâtıma’nın oğlu Hasan için: “Bu oğlum çok hayırlıdır. Allahü Teâlâ, Müslümanlardan iki büyük ordunun sulh olmasına bunu sebep yapacaktır” buyurdu. Büyük bir ordu ile Muâviye’ye karşı harp edeceği zaman, fitneyi önlemek, Müslümanların kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muâviye’ye teslim etti.
43- Abdullah b. Zübeyr, Rasülüllah’ın hacamat edilirken çıkan kanını içti. Bunu görünce: “İnsanlardan senin başına neler gelecek biliyor musun? Senden de insanlara çok şey gelecek. Cehennem ateşi seni yakmaz” buyurdu. Abdullah b. Zübeyr Mekke’de halifeliğini ilan edince, Abdülmelik b. Mervân, Haccâc’ı Şam’dan büyük bir ordu ile Mekke’ye gönderdi. Abdullah’ı yakalayıp öldürdüler.
44- Abdullah b. Abbas’ın annesine bakıp: “Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir” dedi. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezan ve kamet okuyup mübarek tükürüğünden ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. “Halifelerin babasını al, götür!” dedi. Abbas bunu işitip gelip sorunca: “Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar arasında seffâh, Mehdi ve İsâ (as) ile namaz kılan bir kimse bulunacaktır” dedi. Abbasiye devletinin başına çok halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah b. Abbâs’ın soyundan oldu.
45- Bir gün, “Ümmetim arasında Rafızî denilen çok kimseler meydana gelecektir. Bunlar İslâm dininden ayrılacaklardır” buyurdu.
Yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı gibi, Allah’ın bunca ayetine rağmen gerek peygamberimizin “gayb”i bildiğini iddia eden, gerekse bu iddiaya inanan insanların Kur’an okumadıkları veya Kur’an’a itibar etmedikleri meydandadır. Ama acaba neden bu insanlar herkesin yapabileceği şu basit akıl yürütmelerini yapmamışlardır?
1- Tarih ve siyer kitapları yanında, “sahih” denilen hadis kitaplarında da genişçe yer verildiği gibi, peygamberimiz hem Mekke’de hem de Medine’de istihbaratçı casuslar kullanmıştır. Eğer “gayb”i bilseydi, bu yönteme gerek duymaz, “gayb”i bildiği için durumu kendine göre değerlendirirdi.
2-Yine tüm “sahih” hadis kitaplarında belirtildiği gibi, peygamberimiz, mahkemelerde baktığı davalarda her iki tarafın da davalarını ispat edebilmeleri için mutlaka tanıklar getirmelerini istemiştir. Eğer “gayb”i bilseydi, tanık beyanına gerek duymaz,“gayb”i bildiği için hükmünü ona göre verir geçerdi.
3- İslâm tarihinde çok önemli bir yer tutan ve başta kendisi olmak üzere tüm Müslümanları tedirgin eden “ifk [iftira] olayında peygamberimiz “gayb”i bilmediğinden dolayı çok üzülmüş, endişelenmiş ve eşi Ayşe’yi babasının evine göndermiştir. Ta ki, vahiy gelip de Ayşe’nin suçsuzluğu, ona iftira edildiği açıklığa kavuşuncaya kadar... Eğer peygamberimiz “gayb”i bilseydi, bunlara hiç lüzum kalmaz, sahabesine söylentinin bir iftiradan ibaret olduğunu açıklar, böylece ne kendisi ne de sahabe üzülürdü. Ne var ki, söylentinin bir iftiradan ibaret olduğunu peygamberine bizzat Allah bildirmiş, peygamberimiz de kendisi için bir “gayb” olan hadisenin içyüzünü [Ayşe’nin suçsuzluğunu] ancak vahiy ile öğrenebilmiştir. (Ahzab 6)
4- Mescid-i Dırar olayında da peygamberimiz münafıkların bu mescidi ne amaçla yaptıklarını bilemediğinden olayı hoş görmüştür. Buna karşılık, münafıkların kötü amaçlı oldukları ve oranın bir fesat yuvası olduğu kendisine bizzat Allah tarafından vahiy ile bildirilmiştir. (Tövbe 107, 108)
5- Tahrim suresinden öğrendiğimize göre, peygamberimiz eşlerinin kendisine kurdukları entrikaları bilmediğinden, olay kendisine Allah tarafından vahiy ile bildirilmiştir. (Tahrim 3)
6- Peygamberimiz, muhatap olduğu insanların, doğru sözlü mü, yalancı mı, mümin mi, münafık mı olduklarını bilmediğinden, bu konular yine kendisine Allah tarafından vahiy ile bildirilmiştir. (Tövbe 101)
Kur’an okumayan, Kur’an’a itibar etmeyen, yukarıdakilere benzer akıl yürütmelerini de yapmayan bu tür insanlar, ne gariptir ki, çok itibar ettikleri hadisler arasında yer alan ve peygamberimizin bizzat kendi ağzı ile “gayb”i bilmediğini söylediği şu hadise de itibar etmemişlerdir:
“... Muavviz kızı Rubeyyi şöyle demiştir: ‘Ben gelin olduğum günün kuşluk vaktinde Peygamber evlenme törenime geldi ve senin oturduğun gibi döşeğimin üzerine oturdu. O sırada bir takım kızlar def çalıp Bedir’de şehit olan babalarını övüyorlardı. Bu kızlardan birisi:
- “İçimizde bir peygamber vardır ki, o, yarın ne olacağını bilir” dedi.
Bunun üzerine Peygamber:
-“Öyle söyleme, söylemekte olduğun şeyleri söyle!” buyurdu.
(Sahih-i Buhari, Kitab-ı Mağazi, rivayet no: 49)
Bütün bunlar göstermektedir ki, peygamberimizin “gayb”i bildiğini iddia eden ve bu iddiaya inanan cahil ve gafiller, bilerek veya bilmeyerek İslam’ın yozlaştırılmasına sebep olmaktadırlar.
Tarikat ve tasavvuf kitaplarına bakıldığında, tarikat önderi büyüklerin “gayb”i bildiklerine dair yığınlarca menkıbe anlatıldığı görülür. Bu haberler ya şeyhlerin kendilerinden menkuldür, ya da onların cahil müritlerinin sonradan uydurdukları ve genellikle birbirinin aynısı olan yalanlardır. Aslı astarı olmayan bu yalanların çoğu, Yahudi ve Hıristiyanların kendi azizleri için uydurdukları hikâyelerin tarikat şeyhlerine, manevi âlemin kutup ve üstatları kabul edilen tarikat büyüklerine uyarlanması ile oluşturulmuştur. Çok memnuniyet vericidir ki, “gaybı bildikleri, keramet sahibi oldukları” şeklindeki yalanların kahramanları olan bu kişiler ve onlara ait menkıbeler sadece tarikat ve tasavvuf çevrelerinde itibar görmekte, aklını kullanan, dinini tanıyan çevrelerde ise sadece fıkraların konusu olmaktadırlar.
Kalp okuma, uzakları görme, müridin aklından geçenleri bilme gibi gayble ilgili nice maharetlerin dile getirildiği meşayıh menkıbeleri, Tasavvuf edebiyatının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu din ve akıl dışı rezillik yüzyıllar boyunca devam etmiş ve safsata bataklığında çırpınan bu insanların üzerine sürekli pislik yağmıştır. Dinlerinin saf ve katışıksız halini bozup onu garip bir halitaya çeviren bu tür kişiler, hem temsil ettikleri dinin imajını lekelemişler, hem de kendilerini rezil rüsva etmişlerdir. Yaşadıkları bu rezilliğin sebebi bize göre şudur: Müritlerin büyük çoğunluğu bu akıl ve din dışı anlayışa içinde bulundukları gafletten dolayı düşmüşlerdir. Onları bu gaflet içinde görüp sessiz kalan tarikat şeyhleri ise, en iyimser yorumla, insanlar nezdinde iktidar olma hırslarını az bir meta karşılığında halis dine bağlı kalmaya tercih etmişlerdir.
SONUÇ:
Adı sanı ne olursa olsun, hiç kimse “gayb”i bilemez. “Gayb”i bilmek Allah’ın tekelindedir. Anlatılan ve yazılan aksi bilgilerin hepsi yalan ve uydurmadır. Bu yalan ve uydurmalar istismar amacıyla yüzyıllardır tedavülde tutulmaktadır.
Allah’a (Kur’an’a) ve peygamberimize rağmen “gayb”in bazı kimselerce bilinebileceği şeklindeki sapık inanış maalesef cahil kitleler arasına yerleşmiştir.
Nasıl ki bizzat Yüce Allah çocuk edinmediğini ilân etmesine ve bunlardan münezzeh olduğunu bildirmesine rağmen, Hıristiyanlar “İsa Allah’ın oğludur”; Yahudiler de “Üzeyr Allah’ın oğludur” dedikleri için kâfir oluyorlarsa (Tövbe/30, Maide/72); Kur’an’ın Allah’tan başka kimse gaybi bilmez, bilemez” demesine rağmen, peygamberimizin veya başka herhangi birinin “gaybi bildiğinin” ileri sürülmesi de aynı şekilde kâfirliktir. Bunun bu kadar büyük bir dinî cürüm olmasının nedeni, gaybi bildiği iddia olunan şahıslar üzerinden hem dinin inanç ilkelerinin zarar görmesi, hem de bu tür şahıslara manevi nüfuz sağlanarak onların üzerinden sosyal hayatın imkânlarını kullanmayı sağlayacak iğrenç istismarlara zemin hazırlanmasıdır.