Dünya Ahiretin Tarlasıdır

ma'vera

Emektar
Özel Üye
Kur’an diyor ki: çalışın …

Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim, insanlığın hidayeti, refahı ve mutluluğu için Allah (c.c) tarafından Cebrail (a.s) vasıtasıyla Hz. Muhammed (sas)’e gönderilen en son ilahî kitaptır. Bu sebeple, kıyamete kadar her çağın insanına hitap eden ve yol gösteren prensiplere sahiptir.

Bazılarının dediği gibi Kur’an, sadece, 14 asır önceki insanlara hitap eden bir kitap değil, her devirdeki insanlara hitap eden ve bizlere ilim, ilerleme, başarı ve medeniyetin yollarını gösteren evrensel bir kitaptır. Kur’an’ın getirdiği prensipler bugüne kadar hiç eskimemiştir, kıyamete kadar da eskimeyecektir. Mesela Kur’an, doğruluğu, gerek ticarette, gerekse insanlarla olan diğer münasebet ve muamelelerimizde dürüst olmamızı, ahde vefayı, adaleti, barışı, yoksullara ve muhtaçlara yardımı, çalışmayı emrediyor. Kur’an’ın bu emirleri hangi devirde geçerli değildir?

Kişinin gerçek mutluluğa ulaşması, insanlık için bütün saadet ilkelerini içeren Kur’an-ı Kerim’in gösterdiği yola yönelip onun hikmet dolu prensiplerini hayatında uygulamasıyla gerçekleşebilir.

Kur’an’ın içerdiği eskimeyen evrensel prensiplerden biri de çalışmaktır. Çalışmak, Allah’ın ezelî kanunudur. Kâinatta her şey bu kanuna boyun eğmiş, her zerrenin varlığı, çalışmaya bağlı kılınmıştır. Her yaratık, hayatını devam ettirebilmek için sürekli bir çalışma içindedir. Maddenin en küçük parçası olan atomda, elektronlar çekirdek etrafında dönmezse atom parçalanır. Gezegenler güneş sistemindeki hareketlerine devam etmeseler, âlemin düzeni bozulur. Kalbimiz çalışmazsa, hayatımız sona erer.

Çalışmak genel anlamda iki türlüdür: Biri dünyevî, diğeri uhrevîdir. Dinimiz ikisini birbirinin tamamlayıcısı olarak kabul etmektedir. Zira dünyayı ahiretten ayırmak imkânsızdır. Ruhumuz bedenimizle nasıl kaynaşmış ise ahiret de dünya ile öyle kaynaşmıştır. Ahiret âlemi, bu dünyanın iç cephesi, ruhu demektir. Hangisi ihmal edilse öteki yarım kalır.

Kur’an, insanın dünyadan elini eteğini çekmesini, mutlak olarak zühd yoluna girmesini ve kendini tamamen ibadete vermesini ve Allah’a daimî bir yalvarış-yakarış içerisinde bulunmasını istememektedir. Kur’an, kendisine tabi olanların tamamen dünyaya yönelmelerini, sırf dünya için çalışmalarını ve maddeye karşı aşırı hırs göstermelerini de kabul etmez. Zira bu iki anlayış da doğru değildir. Çünkü hayattan uzak kalmak, insanın enerjisini, fikrî ve iradî gücünü ve çalışma kudretini boşa harcamaktır. İnsanın omzuna yüklenen kâinatın mamur edilmesi ve ilerlemesi emaneti ve görevinin yerine getirilmesinde ihmalkâr davranmaktır.

Ayrıca sadece dünya için alabildiğine çalışmak; sevgi ve yardımlaşma bağlarını kesmeye, rahmetten mahrum kalmaya, katı kalpliliğe alışmaya, açgözlülüğe ve cimriliğin alışkanlık haline gelmesine, kin ve düşmanlık sebeplerinin artmasına, madde-perestliğin artmasına, zevk-ü sefa içine ve dünyanın süslerine dalmaya sebep olur.

Ahiretin tarlası: Dünya

Kur’an’daki hükümler sistemi ise dünyanın ahiretle sıkı bir irtibat kurması, ikisi arasındaki birbirini tamamlama anlayışının gerçekleştirilmesi, ‘dünyanın ahiretin tarlası’ şeklinde telakki edilmesi ve insanoğlunun hem dünya hem de ahiret hayatında mutluluğa erdirilmesi esası üzerine kurulur.

Zira dünya ekme yeri, ahiret ise hasat yeridir. Dünyada ekmeden, ahirette biçmek mümkün değildir. İnsanın ahirette, mutluluk ve başarıya ulaşabilmesi için dünya hayatını iyi değerlendirmesi ve Allah’ın rızasına uygun salih ameller işlemesi gerekir.

Nitekim Kur’an diyor ki: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde fesat çıkarmağa çalışma. Allah fesat çıkaranları sevmez.” (Kasas, 28/77)

Yüce Allah bu ayette başlıca üç noktaya dikkatlerimizi çekmektedir:
1. Elimizdeki sahip olduğumuz dünyaya ait imkânlarla ahiretin aranması, gözetilmesi,
2. Bununla birlikte, dünyanın ve ondan faydalanmanın da tamamen terk edilmemesi,
3. İyilik yapılması ve insanların zararına çalışıp, fitne ve fesat çıkarılmaması.

Görüldüğü gibi bu ayette ahireti aramak, dünyayı da unutmamak emredilmiş, başka bir ifadeyle şöyle denilmek istenmiştir: Sınırlı ve geçici olan dünya hayatını küçük görmeyin, önemsiz saymayın. Zira sonsuz ve sınırsız olan ahiret mutluluğu ona bağlıdır. (1)

Hz. Peygamber bir hadis-i şeriflerinde “dünya ahiretin tarlasıdır.” (2) buyurmuştur. Dünya ve ahiretin birlikte değerlendirilmesi konusunda, Peygamber Efendimizin başka tavsiyeleri de vardır.

Mesela; “Sizin en hayırlınız, ahireti için dünyasını, dünyası için ahiretini terk etmeyip, her ikisini birlikte yürüteninizdir. Zira dünya ahirete ulaştırıcı bir vasıtadır. Sakın insanlara yük olmayınız.

(3), “Ebedî yaşayacakmış gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışınız.” (4), “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır.” (5) buyurmuşlardır.

Dünyayı da ahireti de istemeli

Dinimize göre ahiret de dünya da Allah’ındır. (6) Kur’an-ı Kerim’de dünya ve ahiret kelimeleri 115’er defa geçmektedir. (7) Kur’an’da çok defa, dünyevî nimetlerden bahseden ayetleri ahiret nimetlerini konu edinen ayetler takip eder. Tercih hakkı, ebedî oluşundan ötürü ahiretindir. (8)

İslam’da dünya, iman ve amel; ahiret, hesap ve adalet yeridir. Ahiretteki hesapta ise dünyanın mal, evlat ve makam gibi değerleri değil, bunların dünyadaki kullanılış şekilleri etkili olacaktır. (9)

Dünya-Ahiret dengesinde bizlerin iradesi tamamen bir yöne çevrilmemiştir. Kul, her iki hayat sahnesinden birini tercih yetkisine sahiptir. (10) Ancak her iki dünya mutluluğunu birden istemek, Allah Teâla’nın iradesine daha uygundur. Nitekim Yüce Allah, hem dünya hem de ahiret için çalışanları Kur’an’da şöyle övmektedir: “İnsanlardan kimi “Rabbimiz bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver, bizi ateş azabından koru!” der. İşte onlara, kazandıklarından bir pay vardır. Allah, hesabı çabuk görendir.” (Bakara, 2/201, 202)

‘Dünya mü’minin zindanıdır’ ne demek?

Dinimizde, Hıristiyanlıkta olduğu gibi ruhbanlık (sadece ahiret için çalışmak) yoktur. Burada konuyla ilgili halkımız arasında yanlış anlaşılan bir hadis üzerinde durmak istiyorum. Hz. Peygamber (sas) “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” (Müslim, Zühd, 1; Tirmizî, Zühd, 16) buyurmuştur. Bazı tembel Müslümanlar, bu hadisi tembelliklerine sebep göstermektedirler. “Dünya kâfirin, ahiret müminindir.” diyerek, dünya için çalışmayı terk edip, dünya nimetlerinden el etek çekmektedirler.

Oysa bu hadisin gerçek manası onların anladıkları gibi değildir. Bu hadisin doğru anlamı şu şekildedir: “Müslüman’ın cennette kavuşacağı ebedî ve mutlu hayat karşısında dünya hayatı, adeta zindan hayatı gibidir. Çünkü dünyada sıkıntı eksik olmaz. Kâfir de ahirette sonsuz ve çetin bir azabın içine düşeceğinden dolayı, dünya hayatı ona cennet gibi gelecektir.” Bu hadis, mümin ve kâfirin ahiretteki hallerine göre, dünya hayatının durumunu açıklamaktadır.

İşte, buna benzer hadisleri yanlış anlayarak, dünyada çalışmayı terk etmek, uyuşuk uyuşuk oturmak, çok yanlıştır. Çünkü dünya da Müslümanlar içindir ahiret de. Nitekim, bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: ‘Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?’ De ki: ‘O, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet gününde de yalnız onlarındır.’ İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklarız.” (A’râf, 7/32)

Görüldüğü gibi dünyadan yararlanmak hakkı temelde Müslümanlarındır. Müslümanlar birtakım yanlış düşüncelerden dolayı bu haklarını kullanmayacak olurlarsa; elbette dünyada hâkimiyet kâfirlerin eline geçecektir.

Hurafeler yüzünden geri kaldık

Hal böyle iken nereden geldiği ve kim tarafından söylendiği belli olmayan, “insan için bir lokma bir hırka kâfidir” sözü de yanlıştır. Bu yanlış söz, birtakım maksatlı kişiler tarafından İslam’a mal edilmek istenmiştir. Bu söz, İslam’a ve İslam’ın ruhuna uymayan, Müslümanları geri bırakmak için din düşmanları tarafından uydurulan bir sözdür. Müslümanlar artık uyanık olmalı ve bu gibi safsatalara kanmamalıdırlar.

Hz. Peygamber sadece ahiret için çalışmayı, dünyayı ve dünya nimetlerini terk etmeyi planlayan sahabîleri şiddetle azarlamıştır. Şöyle ki; Sahabîlerden bir grup, Peygamber Efendimizin zevcelerine gelir ve peygamberimizin nasıl ibadet ettiğini sorarlar. Aldıkları cevap üzerine, kendi amellerini azımsayarak; “Geçmiş ve gelecek günahları affedilmiş olan Peygamber (sas) böyle ibadet ederken bizler ne haldeyiz?” derler. İçlerinden biri;
- Bundan sonra ben, geceleri uyumayıp, devamlı namaz kılacağım, der. Öbürü;
- Ben de sürekli oruç tutacağım, der. Ötekisi de;
- Ben de kadınlardan (hanımlarımdan) ayrılacağım ve asla evlenmeyeceğim der. Böylece sözleşirler.

Bunların durumu Peygambere ulaşınca; bu kişileri çağırır ve onlara: “Şöyle şöyle konuşanlar sizler misiniz? Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’tan sizden daha çok korkarım, daha çok sakınırım. Fakat ben bazen oruç tutarım, bazen iftar ederim. Namaz kılarım, uyku da uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimi terk ederse, o benden değildir.” diyerek onları ikaz etmiştir. (11)

Dinimizde sadece dünya için çalışmak da yoktur. “Çalışmak ibadettir”, diyerek Yüce Allah’ın farz kıldığı ibadetleri terk ederek, insanın kendini tamamen dünyaya vermesi doğru değildir. Evet, çalışmak da ibadettir, fakat üzerimize farz olan ibadetleri yerine getirdikten sonra, meşru yoldan çalışmak, çoluk çocuğumuzun rızkını temin etmek için gayret sarf etmek ibadettir.

Sadece dünya için çalışanlar, Kur’an’da şöyle ayıplanmaktadır: “Kim acele, şu peşin dünyayı isterse, biz de ona, hemen çabucak dilediğimiz miktarda dünya zevkini veririz; sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.” (İsrâ, 17/18) “Kim de Ahireti ister ve inanarak ona yaraşır biçimde çalışırsa, öylelerin çalışmalarının karşılığı verilir.” (İsrâ, 17/19)

Yine başka bir ayette ise şöyle buyurulmaktadır: “Kim ahiret ekinini istiyorsa onun ekinini artırırız; kim dünya ekinini istiyorsa ona da dünyadan bir şey veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.” (Şûrâ, 42/20)

Medeniyet kurmanın yolu çalışmaktan geçer

İnsanlığın sapıklıktan dolayı yıkılmaya yüz tuttuğu bir zamanda, Hızır misali yetişen Kur’an, çalışmayı, hem dünya hem de ahiret için çalışmayı emrederek, gerçek medeniyetin yollarını açmıştır. Bu sebepledir ki, Kur’an’ın getirmiş olduğu temel prensipler tam tatbik edildiği zamanlarda, Müslümanlar maddî ve manevî huzura kavuşmuşlar, medeniyet örnekleri vermişlerdir.

Tarihin sayfalarını tarafsızca incelediğiniz zaman görürsünüz ki, öyle bir devir gelmiş ki, Müslümanlar arasında sadaka verilecek fakir kalmamıştır. (12) Çünkü o zamanın Müslümanı, Kur’an’ın nasıl bir hayat nizamı olduğunu, üç yüz küsür ayet-i kerimenin ve yüzlerce hadis-i şerifin neden çalışmaktan söz ettiğini biliyor ve bildiğini hayatında tatbik ediyordu.

Bugünün Müslümanı ise ilk emri “oku” olan, (13) ismi bile “okumak” anlamına gelen Kur’an’ı okumayı ve anlamayı terk etmiş, dolayısıyla insana hayat veren Kur’an’ın o güzel prensiplerini hayatından uzaklaştırmış, Kur’an’ı mezarlıkta okunan bir ölü kitabı haline getirmiştir. Hâlbuki Kur’an bir ölü kitabı değil, bir diri kitabıdır. (14) Hayatta olanlara en doğru yolu göstermek için gönderilmiştir. Bu hususu merhum şairimiz Mehmet Akif Ersoy, şöyle ifade etmektedir:
İnmemiştir Kur’an bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.

(Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, İst, trs, I, 330)

İslam çalış diyor, biz tembel tembel yatıyoruz. İslam, düşmanlarınıza karşı daima uyanık, onlardan üstün olun diyor, (15) biz gaflet içindeyiz. Bu gafletimizin, tembelliğimizin cezasını ise koskoca bir İslam âlemi olarak acı bir şekilde çekmekteyiz.

Mehmet Akif Ersoy, şu veciz sözleriyle Müslümanların bugünkü durumlarını çok güzel bir şekilde anlatmaktadır:
“Çalış” dedikçe Şeriat, çalışmadın durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
(Ersoy, age., I, 495)

Kâinat baştanbaşa, zerresinden kürresine varıncaya kadar cayır cayır çalışırken, Müslümanlara uyuşuk uyuşuk oturmak yakışmaz.
Bir baksana gökler uyanık, yer uyanıktır.
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır.
(Ersoy, age., I, 467)

Şunu iyi bilmeliyiz ki, Müslümanlar bugün içerisinde bulundukları tembellik ve uyuşukluktan vazgeçip, imanımızın ve Kur’an’ımızın emrettiği çalışmaya dönmedikçe, bu içine düştüğümüz kötü durumdan kurtulmamız mümkün olmayacaktır.

Dipnotlar:
1- ez-Zemahşerî, Muhammed b.Ömer, el-Keşşâf, (thk. Muhammed Mürsî Amir), Mısır, 1977, IV, 234; er-Râzî, Fahruddin Muhammed, Mefâtihu’l-Gayb, Beyrut, 1990, XXV, 16.
2- Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, Beyrut, 1351, I, 412.
3- el-Menâvî, Muhammed Abdurrauf, Feyzü’l-Kadîr Şerhu Câmii’s-Sağir, Mısır, trs, V, 364, Hadis No: 55794; Ramuzu’l-Ehadîs, s.363; Akseki, A.Hamdi, İslam, İst, 1966, s.364.
4- Albânî, Muhammed Nasıruddin, Silsiletü’l-Ehâdisi’s-Zaife ve’l-Mevzua, Beyrut, 1985, no.8.
5- Deylemî, Müsned, Beyrut, 1986, İst, 1289, III, 5910; Aliyyü’l-Kârî, Mevzuât, s.76; Aclûnî, Keşfu’l-Hafa’, II,233.
6- Şûrâ, 42/49.
7- Abdülbakî, M.Fuad, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfazı’l-Kur’ani’l-Kerim, s.262,263.
8- Bkz., A’la, 87/16,17.
9- Bkz., Kehf, 18/45,46; Zuhruf, 43/33-35; Tebbet, 111/2.
10- Bkz., Şûrâ, 42/20.
11- Bkz., Miras, Kamil, Sahihi Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi, İst, 1947, II, 289; Nasif, age., II, 278)
12- İbn Sa’d, Muhammed b.Sa’d, Kitabü’t-Tabakâti’l-Kebîr, Leyden, 1866, V, 282; İbnü’l-Cevzî, Abdurrahman b.Ali b.Muhammed Ebu’l-Ferec b.el-Cevzî, Siretü’l-Ömereyn, Arapça Yazma, Köprülü ktp, No.1087, s.204 b; Koyuncu, Mevlüt, İkinci Hazreti Ömer (Ömer b.Abdülaziz), İst, 1996, s.79.
13- Bkz., Alak, 96/1.
14- Bkz., Yasin, 36/70. “(Bu Kur’ân Muhammed’e vahyedilmiştir) ki, diri olanları uyarsın ve inkar edenlere de (azab) sözü hak olsun.”
15- Bkz., Enfal, 8/60.

PROF. DR. MEHMET SOYSALDI
 
Moderatörün son düzenlenenleri:

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Allah razı olsun cok guzel bır yazı . İnsanlar artık rahat olma güzel yaşama adı altında calısmalar yapıyor camiler müe nıyetıne gezılıp kapısında resım cektryorlar tembelleştirildik iyice
 
Üst