Dizilerle yapılmak istenen reform!..
Geçenlerde, gazetelerin magazin sayfalarında, yerli Türk TV dizilerinin Orta Doğu ülkelerinde büyük rağbet gördüğüne dair haberler vardı. Haberde, Türk dizilerine Orta Doğu ülkelerinde gösterilen yoğun ilgiye dikkat çekiliyor. Dublajı yapılan Türk dizileri, o kadar benimsenmiş ki izleyicilerin Türk dizilerini izlediğinin farkına bile varmadığı kaydediliyordu.
Aynı gün bu konu ile ilgili başka bir haber daha vardı gazetelerde: Mısır Müftüsü; Türk dizilerinin ülkedeki aile düzenini sarstığını, ailede büyük yıkımlara sebep olduğunu bunun neticesinde bu dizileri seyredenler arasında boşanmaların hızla arttığını söyleyerek, Müslümanların bu dizilerden uzak kalmasını tavsiye ediyordu.
Bu, basit önemsiz bir haber olarak gazetelerde yer aldıysa da, aslında çok tehlikeli gidişin işaretidir. Sebebi şu: Batı Hıristiyan âlemi, ekonomik ve siyasî gücüne güvenerek Müslümanlığı 20. yüzyılın ikinci yarısında tamamen yok etmeyi veya en azından varlığı ile yokluğu bir hale getirmeyi planlamıştı. Fakat plan tutmadı; İslam âlemi dinine daha çok sarıldı, sahiplendi.
“MADEMKİ YOK EDEMİYORUZ!..”
Bu durum yeni projelerin gündeme alınmasına sebep oldu. “Mademki yok edemiyoruz, kaleyi içeriden fethedelim” projesini yürürlüğe koydular: Müslümanlar, sinsice İslamdan uzaklaştırılacak, hissettirmeden İslamdan soğutulacaktı! Bunu, okulda, iş yerinde kısaca sokakta başarı ile yürüttüler. Fakat ulaşamadıkları bir saha vardı; o da aile idi. Bütün tahribata rağmen aile; yaşayışı, kültürü, inancı nesilden nesile ulaştırıyordu. Bunu fark edince, aileyi dejenere etmedikçe istedikleri neticeyi alamayacaklarına karar verdiler.
Bunun için de ailenin ulaşamadıkları fertlerine ulaşmaları gerekiyordu. Ulaşamadıkları fertlerin başında da, çalışmayan evde çoluk çocuğunun eğitimi ve yetişmesi ile uğraşan anne ve kız çocukları vardı. Bir şekilde bunların yuvalarından çıkartılması gerekiyordu.
Bütün bu işlerin denemesini öncelikle Türk halkı üzerinden yaptılar. Son yıllardaki kadının sesi, kadın hakları gibi programlarla sözde kadının özgürlüğü konusu her gün işlendi. Kadının mutlaka ekonomik yönden bağımsız olması, kendi ayakları üzerinde durması programların ana konusu idi. Programa çıkarttıkları ruh hastası zorbacı, dayakçı koca tipleri ile korkutulan kadınlar ekonomik bağımsızlığa, çalışmaya şartlandırıldı. Bir mesleği, kariyeri olmayan, sadece koca parasına bağlı olan kadının mutlaka bir gün sokakta kalacağı korkusu salındı. Öyle ki, kadınlarımız rızkından endişe eder hale getirildi. Böylece huzur yuvası olan aileler huzursuzluk yuvası haline getirildi. Kadın erkek eşitliği istismar edilerek örfümüzde, kültürümüzde olan evin reisi baba anlayışı yıkıldı. Evde herkes kendi başına buyruk hale geldi.
Aileyi bozmak için bunlar yetmedi. “Brezilya dizileri” tarzı yeri TV dizileri ortalığı sardı. Kim kimin karısı veya kocası belli olmayan diziler!.. Her dizide boy gösteren gayri meşru çocuk olgusu. Kahvaltına bile içki içen aile fertleri. Yetişkin kızının erkek arkadaşı olmadığı için üzüntü duyan anne baba tipleri. Gayri meşru beraberlikleri, birliktelikleri evliliğe tercih eden gençlik anlayışı. Yıllarca birliktelikleri huzurlu gösterip evlilikleri kavgalı gürültülü gösteren; sakın evlenmeyin evlenirseniz başınıza bunlar gelir, siz gayri meşru yaşamaya devam edin, düşüncesini telkin eden dizi senaryoları... Bütün bunlarda nihai hedef, aileyi dejenere edip, İslami özelliğini yok etmek; İslamın yeni nesillere intikaline mani olmak!
TUZAĞIN FARKINA VARILAMIYOR!
Batı Hıristiyan âlemi, son yıllarda bu ve buna benzer projelerle, Türk aile yapısında; kültüründe, yaşayışında hissettirmeden istedikleri doğrultuda önemli reformlar gerçekleştirdiler, gerçekleştirmeye de devam ediyorlar.
Şimdi, Türkiye üzerinden gerçekleştirdikleri bu projeleri diğer İslam ülkelerine ihraç etmektedirler. İslam ülkeleri, Batı’nın dizilerine karşı ön yargılı olduğu için bunlara karşı mesafeli duruyor; kendinden kabul ettiği Türk dizilerine ön yargısız yaklaştığı için bunlara daha sıcak bakıyor. Kendisine kurulan tuzağın farkına varamıyor. Mısır Müftüsü’nün feryadı da bundan.
Mehmet Oruç
Geçenlerde, gazetelerin magazin sayfalarında, yerli Türk TV dizilerinin Orta Doğu ülkelerinde büyük rağbet gördüğüne dair haberler vardı. Haberde, Türk dizilerine Orta Doğu ülkelerinde gösterilen yoğun ilgiye dikkat çekiliyor. Dublajı yapılan Türk dizileri, o kadar benimsenmiş ki izleyicilerin Türk dizilerini izlediğinin farkına bile varmadığı kaydediliyordu.
Aynı gün bu konu ile ilgili başka bir haber daha vardı gazetelerde: Mısır Müftüsü; Türk dizilerinin ülkedeki aile düzenini sarstığını, ailede büyük yıkımlara sebep olduğunu bunun neticesinde bu dizileri seyredenler arasında boşanmaların hızla arttığını söyleyerek, Müslümanların bu dizilerden uzak kalmasını tavsiye ediyordu.
Bu, basit önemsiz bir haber olarak gazetelerde yer aldıysa da, aslında çok tehlikeli gidişin işaretidir. Sebebi şu: Batı Hıristiyan âlemi, ekonomik ve siyasî gücüne güvenerek Müslümanlığı 20. yüzyılın ikinci yarısında tamamen yok etmeyi veya en azından varlığı ile yokluğu bir hale getirmeyi planlamıştı. Fakat plan tutmadı; İslam âlemi dinine daha çok sarıldı, sahiplendi.
“MADEMKİ YOK EDEMİYORUZ!..”
Bu durum yeni projelerin gündeme alınmasına sebep oldu. “Mademki yok edemiyoruz, kaleyi içeriden fethedelim” projesini yürürlüğe koydular: Müslümanlar, sinsice İslamdan uzaklaştırılacak, hissettirmeden İslamdan soğutulacaktı! Bunu, okulda, iş yerinde kısaca sokakta başarı ile yürüttüler. Fakat ulaşamadıkları bir saha vardı; o da aile idi. Bütün tahribata rağmen aile; yaşayışı, kültürü, inancı nesilden nesile ulaştırıyordu. Bunu fark edince, aileyi dejenere etmedikçe istedikleri neticeyi alamayacaklarına karar verdiler.
Bunun için de ailenin ulaşamadıkları fertlerine ulaşmaları gerekiyordu. Ulaşamadıkları fertlerin başında da, çalışmayan evde çoluk çocuğunun eğitimi ve yetişmesi ile uğraşan anne ve kız çocukları vardı. Bir şekilde bunların yuvalarından çıkartılması gerekiyordu.
Bütün bu işlerin denemesini öncelikle Türk halkı üzerinden yaptılar. Son yıllardaki kadının sesi, kadın hakları gibi programlarla sözde kadının özgürlüğü konusu her gün işlendi. Kadının mutlaka ekonomik yönden bağımsız olması, kendi ayakları üzerinde durması programların ana konusu idi. Programa çıkarttıkları ruh hastası zorbacı, dayakçı koca tipleri ile korkutulan kadınlar ekonomik bağımsızlığa, çalışmaya şartlandırıldı. Bir mesleği, kariyeri olmayan, sadece koca parasına bağlı olan kadının mutlaka bir gün sokakta kalacağı korkusu salındı. Öyle ki, kadınlarımız rızkından endişe eder hale getirildi. Böylece huzur yuvası olan aileler huzursuzluk yuvası haline getirildi. Kadın erkek eşitliği istismar edilerek örfümüzde, kültürümüzde olan evin reisi baba anlayışı yıkıldı. Evde herkes kendi başına buyruk hale geldi.
Aileyi bozmak için bunlar yetmedi. “Brezilya dizileri” tarzı yeri TV dizileri ortalığı sardı. Kim kimin karısı veya kocası belli olmayan diziler!.. Her dizide boy gösteren gayri meşru çocuk olgusu. Kahvaltına bile içki içen aile fertleri. Yetişkin kızının erkek arkadaşı olmadığı için üzüntü duyan anne baba tipleri. Gayri meşru beraberlikleri, birliktelikleri evliliğe tercih eden gençlik anlayışı. Yıllarca birliktelikleri huzurlu gösterip evlilikleri kavgalı gürültülü gösteren; sakın evlenmeyin evlenirseniz başınıza bunlar gelir, siz gayri meşru yaşamaya devam edin, düşüncesini telkin eden dizi senaryoları... Bütün bunlarda nihai hedef, aileyi dejenere edip, İslami özelliğini yok etmek; İslamın yeni nesillere intikaline mani olmak!
TUZAĞIN FARKINA VARILAMIYOR!
Batı Hıristiyan âlemi, son yıllarda bu ve buna benzer projelerle, Türk aile yapısında; kültüründe, yaşayışında hissettirmeden istedikleri doğrultuda önemli reformlar gerçekleştirdiler, gerçekleştirmeye de devam ediyorlar.
Şimdi, Türkiye üzerinden gerçekleştirdikleri bu projeleri diğer İslam ülkelerine ihraç etmektedirler. İslam ülkeleri, Batı’nın dizilerine karşı ön yargılı olduğu için bunlara karşı mesafeli duruyor; kendinden kabul ettiği Türk dizilerine ön yargısız yaklaştığı için bunlara daha sıcak bakıyor. Kendisine kurulan tuzağın farkına varamıyor. Mısır Müftüsü’nün feryadı da bundan.
Mehmet Oruç