Dil vardır...
Cevâmiul Kelîm olan Peygamber Efendimiz (S.A.V.) her zaman az
söz ile çok mânâ ihtiva eden sözler söylerdi. O mübarek dilden çıkan bazen
bir cümle hatta bir kelime saatlerce tefsir ve izahat ile
anlatılabilir, bizlerin idrak sahasına taşınabilirdi. İşte bu güzel
cümlelerinden bir tanesinde O (s.a.v.), Müslümanı tarif ediyor ve
buyuruyor ki; Hakiki Müslüman dilinden ve elinden başka
Müslümanların emniyet ve selamette olup, zarar görmedikleri
kimsedir. (Buhari, İman, 4)
Efendimiz (S.A.V.) bu mühim hadislerinde lisanı/ dili,
yede/ele takdim eder; yani öncesine alır. Bu mühim bir
önceliktir ve içerisinde muhataba iletmek istediği mesajlar taşımaktadır.
Hadis-i Şerifteki dilin ele önceliği, zarar bakımından karşı tarafa elden
önce dilden çıkan şeylerin zarar verdiğini belirtmek içindir. Bundan
dolayı dil çok önemlidir. Dil deyip geçmeyelim, çünkü ;
Dil vardır; Malâyanîdir.
İşi gücü boş boş konuşmaktır. Konuştuklarında mânâ yoktur. Fayda adına hiçbir
şey taşımamaktadır. Ağzının laf yapmasından dolayı sevinmekte, her mesele
hakkında konuşmaktan çekinmemekte, konuştuklarımın muhatabıma nasıl bir
kazancı vardır, diye düşünmemektedir
Dil vardır; Şâkirdir.
Konuştuğu her kelimede Eş-Şekûr olan Hz. ALLAH a (C.C.)
teşekkür etmektedir. O, Rabbinin kendisine bahşettiği nimetler karşısında
büyük bir minnet duygusu altında ezilmektedir. Bakışları hep kendinedir.
Kendinden alttakilere bakarak ne kadar büyük ikramlar içerisinde olduğunu
fark etmekte, her ağzını açtığında Kerim olan Rabbine karşı dilinin
şükründe cimrilik etmektedir. Dolayısı ile boş değil, faydalı şeyler
konuşmaktadır.
Dil vardır; Şeytandır.
Ya haksızlık karşısında üç kuruşluk dünya menfaati adına susan dilsiz şeytan(aleyhinlane),
ya hak karşısında sadece laf olsun diye konuşan dilli şeytan(aleyhinlane)dır. Maksadı
hak ve hakikat değil, ağırlığı olmayan meclislerde diliyle kendine değer
kazandırtmaktır. Dili hakikat için harekete çekmemekte; Hâlif,
tûraf yani muhalefet et, tanınırsın sözünü kendine düstûr
edinmektedir. Neye ne adına karşı çıktığını bilmeden, tanınmak için ve
bakın ben de varım demek için dün savunduğuna, bugün muhalefet
edebilmektedir. Mühim olan o an toplum içerisinde belirmek, öne çıkmaktır.
Bunun için dilin hakiki sahibi olan Hz. ALLAH ı (C.C.) değil,
şeytan(aleyhinlane)ı memnun ederek onun yanında yer almaktadır.
Dil vardır; Melektir.
Rabbi
ile arasında güçlü ve sağlam bir bağ kurduğu için, Hz. ALLAH (cc) (C.C.) o
insanın dilinde bir melek vâr etmiştir. O artık meleğin dili ile
konuşmakta, farkında olsa ya da olmasa arşın lisanını kullanmaktadır. Hz.
Ömer (R.A.) gibi Vahiy gelmeden, vahye mutabık olmakta, etrafında gelişen
tüm hadiselere Vahyin aynasından bakarak melekleri bile hayran
bırakmaktadır. İradesine hakim olarak, dilinin altında taş varmış
gibi, çok konuşmamakta her işe laf yetiştirmek yerine, her hayırlı işe el
yetiştirmektedir.
Dil vardır; Esir alandır.
Sahibini elinde oyuncağa çevirmiştir. Önce konuşmakta sonra o
konuştuklarına sahibini köle yapmaktadır. Gelişigüzel ortalığa laflar
savurmakta, sonra da durup bu lafları temizlemeye çalışmaktadır. Ağzı
yalama olduğu için de bazen kendi iradesinde olmadan ağzından laflar
kaçırmaktadır. Her kaçan laf yabani dört ayaklılar gibi ya başkasının
peşine takılmakta ve ona zarar vermekte, ya kendi peşine takılıp bir
kuyruk gibi bünyesinden bir parçaymışçasına âleme kendisini gülünç duruma
düşürmektedir.
Dil vardır; Esir edendir.
Diline hâkimdir; konuşacağı kelimeleri bir kuyumcu titizliğinde
seçmekte, boğazında kırk düğüm varmış gibi konuşmadan önce muhatabına
bakmakta ve o muhatabın seviyesine göre düğümleri birer birer çözerek,
tartarak, fayda ve zararını hesap ederek konuşmaktadır. Dilinden çıkacak
sözlere böyle bir çabayı vermesi sözlerine değer katmakta, az ama öz
konuşmaktadır. Konuştukça karşıdakilerde tesir uyandırmaktadır. Bazen
tatlı dili ile yılanı deliğinden çıkarmakta, bazen o diliyle nice zararlı
yılanları deliğine hapsetmektedir.
Dil vardır; Cehenneme odun taşır.
Sırtındaki günah torbasına farkında olmadan azık toplamaktadır. Ya
iki laf ediyoruz ne mahsuru var diyerek; gıybet, yalan, dedikodu ve iftira
okları ile başkalarını hedef almakta, ama neticesinde hep zararı kendisine
ulaşmaktadır. Laf olsun, torba dolsun, diye konuşmakta; nihayetinde de
torba dolmaktadır. Ama dolan her torba ne yazık ki onu cehenneme hızla
sevkeden acı bir sermayeye dönüşmektedir.
Dil vardır; Cennete tohum saçar.
Sükûtun altın olduğu şuuruyla susmakta, ağızdan çıkan her sözün bir
mesuliyet olduğunun farkında olarak davranmaktadır. Eğer diliyle cennete
tohum saçacaksa konuşmakta, yoksa en büyük hikmet olan sükûtu tercih
etmektedir.
Cevâmiul Kelîm olan Peygamber Efendimiz (S.A.V.) her zaman az
söz ile çok mânâ ihtiva eden sözler söylerdi. O mübarek dilden çıkan bazen
bir cümle hatta bir kelime saatlerce tefsir ve izahat ile
anlatılabilir, bizlerin idrak sahasına taşınabilirdi. İşte bu güzel
cümlelerinden bir tanesinde O (s.a.v.), Müslümanı tarif ediyor ve
buyuruyor ki; Hakiki Müslüman dilinden ve elinden başka
Müslümanların emniyet ve selamette olup, zarar görmedikleri
kimsedir. (Buhari, İman, 4)
Efendimiz (S.A.V.) bu mühim hadislerinde lisanı/ dili,
yede/ele takdim eder; yani öncesine alır. Bu mühim bir
önceliktir ve içerisinde muhataba iletmek istediği mesajlar taşımaktadır.
Hadis-i Şerifteki dilin ele önceliği, zarar bakımından karşı tarafa elden
önce dilden çıkan şeylerin zarar verdiğini belirtmek içindir. Bundan
dolayı dil çok önemlidir. Dil deyip geçmeyelim, çünkü ;
Dil vardır; Malâyanîdir.
İşi gücü boş boş konuşmaktır. Konuştuklarında mânâ yoktur. Fayda adına hiçbir
şey taşımamaktadır. Ağzının laf yapmasından dolayı sevinmekte, her mesele
hakkında konuşmaktan çekinmemekte, konuştuklarımın muhatabıma nasıl bir
kazancı vardır, diye düşünmemektedir
Dil vardır; Şâkirdir.
Konuştuğu her kelimede Eş-Şekûr olan Hz. ALLAH a (C.C.)
teşekkür etmektedir. O, Rabbinin kendisine bahşettiği nimetler karşısında
büyük bir minnet duygusu altında ezilmektedir. Bakışları hep kendinedir.
Kendinden alttakilere bakarak ne kadar büyük ikramlar içerisinde olduğunu
fark etmekte, her ağzını açtığında Kerim olan Rabbine karşı dilinin
şükründe cimrilik etmektedir. Dolayısı ile boş değil, faydalı şeyler
konuşmaktadır.
Dil vardır; Şeytandır.
Ya haksızlık karşısında üç kuruşluk dünya menfaati adına susan dilsiz şeytan(aleyhinlane),
ya hak karşısında sadece laf olsun diye konuşan dilli şeytan(aleyhinlane)dır. Maksadı
hak ve hakikat değil, ağırlığı olmayan meclislerde diliyle kendine değer
kazandırtmaktır. Dili hakikat için harekete çekmemekte; Hâlif,
tûraf yani muhalefet et, tanınırsın sözünü kendine düstûr
edinmektedir. Neye ne adına karşı çıktığını bilmeden, tanınmak için ve
bakın ben de varım demek için dün savunduğuna, bugün muhalefet
edebilmektedir. Mühim olan o an toplum içerisinde belirmek, öne çıkmaktır.
Bunun için dilin hakiki sahibi olan Hz. ALLAH ı (C.C.) değil,
şeytan(aleyhinlane)ı memnun ederek onun yanında yer almaktadır.
Dil vardır; Melektir.
Rabbi
ile arasında güçlü ve sağlam bir bağ kurduğu için, Hz. ALLAH (cc) (C.C.) o
insanın dilinde bir melek vâr etmiştir. O artık meleğin dili ile
konuşmakta, farkında olsa ya da olmasa arşın lisanını kullanmaktadır. Hz.
Ömer (R.A.) gibi Vahiy gelmeden, vahye mutabık olmakta, etrafında gelişen
tüm hadiselere Vahyin aynasından bakarak melekleri bile hayran
bırakmaktadır. İradesine hakim olarak, dilinin altında taş varmış
gibi, çok konuşmamakta her işe laf yetiştirmek yerine, her hayırlı işe el
yetiştirmektedir.
Dil vardır; Esir alandır.
Sahibini elinde oyuncağa çevirmiştir. Önce konuşmakta sonra o
konuştuklarına sahibini köle yapmaktadır. Gelişigüzel ortalığa laflar
savurmakta, sonra da durup bu lafları temizlemeye çalışmaktadır. Ağzı
yalama olduğu için de bazen kendi iradesinde olmadan ağzından laflar
kaçırmaktadır. Her kaçan laf yabani dört ayaklılar gibi ya başkasının
peşine takılmakta ve ona zarar vermekte, ya kendi peşine takılıp bir
kuyruk gibi bünyesinden bir parçaymışçasına âleme kendisini gülünç duruma
düşürmektedir.
Dil vardır; Esir edendir.
Diline hâkimdir; konuşacağı kelimeleri bir kuyumcu titizliğinde
seçmekte, boğazında kırk düğüm varmış gibi konuşmadan önce muhatabına
bakmakta ve o muhatabın seviyesine göre düğümleri birer birer çözerek,
tartarak, fayda ve zararını hesap ederek konuşmaktadır. Dilinden çıkacak
sözlere böyle bir çabayı vermesi sözlerine değer katmakta, az ama öz
konuşmaktadır. Konuştukça karşıdakilerde tesir uyandırmaktadır. Bazen
tatlı dili ile yılanı deliğinden çıkarmakta, bazen o diliyle nice zararlı
yılanları deliğine hapsetmektedir.
Dil vardır; Cehenneme odun taşır.
Sırtındaki günah torbasına farkında olmadan azık toplamaktadır. Ya
iki laf ediyoruz ne mahsuru var diyerek; gıybet, yalan, dedikodu ve iftira
okları ile başkalarını hedef almakta, ama neticesinde hep zararı kendisine
ulaşmaktadır. Laf olsun, torba dolsun, diye konuşmakta; nihayetinde de
torba dolmaktadır. Ama dolan her torba ne yazık ki onu cehenneme hızla
sevkeden acı bir sermayeye dönüşmektedir.
Dil vardır; Cennete tohum saçar.
Sükûtun altın olduğu şuuruyla susmakta, ağızdan çıkan her sözün bir
mesuliyet olduğunun farkında olarak davranmaktadır. Eğer diliyle cennete
tohum saçacaksa konuşmakta, yoksa en büyük hikmet olan sükûtu tercih
etmektedir.