Allah’ın Hükümranlığı (Egemenliği), Hükümdarlığı (Yöneticiliği), El-Melik Güzel İsmi

muhsin iyi

Deneyimli Üye
Kademeli
Allah’ın Hükümranlığı (Egemenliği), Hükümdarlığı (Yöneticiliği), El-Melik Güzel İsmi

Bir hükümdarda devletin bütün erkleri (yasama, yürütme, yargı) nasıl toplanırsa Allah (c.c.) da gerçek bir hükümdar, hükümdarlar hükümdarı olarak bu güçleri mutlak ve sınırsız anlamda kendisinde bulundurmaktadır. Çünkü O her şeyin yaratıcısı ve gerçek sahibi olarak böyle bir hakka doğal olarak sahiptir. Fakat imtihan sırrı gereği bunun tecellisi dünyada biraz perdeli ve gizemli bir biçimde gerçekleşmektedir.


Allah (c.c.) doğa yasaları ile evreni ve yeryüzünü dilediği şekilde yönetmektedir. Her şey O’nun iradesi ile hareket etmektedir. Mevsimler, gece ve gündüz bu iradenin bir yansımasıdır. Havanın ve suyun kaldırma yasası Allah’ın (c.c.) el- Melik güzel isminin bir tecellisi olarak maddenin içerisine yerleştirilmiştir. Ama Allah (c.c.) özel ve sosyal yaşamlarını biçimlendirmede insana bir kısmi irade vermiştir. Bunda insanı bir imtihana tabi tutmuştur. Verdiği özgürlükle onu sorumlu tutmuştur. Gönderdiği peygamberlere ve indirdiği kitaplara uygun olarak emir ve yasakları istikametinde yaşayanlardan razı olduğunu, diğerlerinden de hoşnutsuzluğunu bildirmiştir.


Gerçi Allah’ın (c.c.) el-Melik güzel isminin yargı yönü mutlak anlamda ahirette tecelli edecektir. Buna göre Allah (c.c.) insanları ahirette el-Melik güzel ismiyle dünya yaşamları için tek tek yargılayacak, iyileri ödüllendirecek, kötüleri de cezalandıracaktır. Ama kısmen de olsa el-Melik güzel isminin bu yönünün dünyada da tecelli ettiğini görmekteyiz. Kuran-ı Kerim’de ilahi adaletten uzak olan ve peygamberlerin çağrısına uymayan nice kavimlerin helaki ile ilgili kıssaları buna birer örnektir. Aynı yasanın çağımızda da zulümle ve diktatörlükle idare edilen devletlerin yıkılmasında bir yansımasını görebiliriz.


Allah (c.c.) gerçek güç ve iktidar sahibidir. Görünüşte insanları, insanların işlerini yetkili ve nüfuzlu insanlar yönetirler. Ama aslında her şey Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması ile meydana gelmektedir. Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması olmadan hiçbir yetkili ve nüfuzlu kişi ne bir kimsenin işini görebilir, ne de kimseye zarar verebilir. Allah (c.c.) evreni, doğayı, doğa yasalarını ve olaylarını yaratıp idare ettiği gibi bizim tayin ve tespit edemeyeceğimiz bir güç ve iktidarla aslında insanı, toplumu, toplumsal yasaları ve olayları da yaratıp idare etmektedir.


Nasıl zenginlik ve fakirlik Allah’ın rızasına işaret etmiyorsa, bunlar dünya imtihanının birer özellikleri ise insanlardan bazılarına verilen yöneticilik yetkisi de böyledir. Mevki makam insanların imtihan edildikleri dünya nimetlerindendir. Allah’ın (c.c.) bazı insanlara bu yetkiyi vermesinde çok derin hikmetler yatabilir. Allah (c.c.) bazen zalimleri iş başına getirir. Böylece esasta haklı olan inananların bazı yanlış işlerini ortaya çıkarır. Onları zalimlerin eliyle cezalandırarak tövbe etmelerini, temizlenmelerini sağlar. Bazen de adaletli kimseler yetki sahibi olurlar. O zaman hak yerini bulmuş olur. Yine de insan olarak hatadan uzak olamayız. Bazı guruplara yapılan ufak tefek haksızlıklar birleşir, büyür. Sonra bu haksızlıkların öcünü alacak yetki sahibi kimseler toplumda öne çıkarlar. Hadiselerin sevkiyle onlar liderlik koltuklarına oturarak toplumda bir denge unsuru olurlar. Bu böylece devam eder gider. Dünya tarihi yapılan haksızlıkların bir gün faturalarının ödendiği pek çok sahne ile doludur. Hz. Musa’nın (a.s.) üzerindeki büyük gücün ve ilahi kudretin nedeni genellikle şöyle açıklanır: ‘Firavun tarafından haksızca öldürülen çocukların güçleri Allah’ın bir sünnetullahı (ilahi kanunu) olarak Hz. Musa’da (a.s) toplamıştır.’ Bütün bunlar herkes için birer imtihan konusudur. Sonuçta her şey Allah’ın emri ile olur. Haksız olan kazandığı zaman bunda Allah’ın rızası yoktur. Bu geçici bir galibiyettir. Allah (c.c.) zalime hikmeti gereğince sadece belli bir zaman için izin verir.

İbn-i Haldun (Ö. 1406) Kuzey Afrika’da pek çok devletin insanlar gibi doğup belli bir süre geçtikten, yani olgun devirlerini yaşadıktan sonra yıkıldıklarını görmüştür. Ayrıca Kuran-ı kerim’deki ‘Hiçbir ümmet ecelini ne öne alabilir ne de erteleyebilir. (Müminun suresi, 43).’ ayet-i kerimesini de dikkate aldığında Mukaddime isimli eserindeki devletler hakkındaki meşhur kanaati pekişmiştir. Sonuçta devletlerin canlılar gibi doğup gelişip ihtiyarlayarak öldükleri kuramını ortaya atmıştır.


Devlette egemenliği elinde tutan sülale veya parti güttüğü ideoloji gereği az da olsa bazı haksızlıklara neden olabiliyor. Bunun sonucu yıpranıyor. Bir süre sonra ya idareden el çekiyor ya da çektiriliyor. Başa geçen yeni bir sülale veya parti ile bir denge sağlanıyor. Haksızlıklar gideriliyor. Ama bu sefer de başka tür haksızlıklara kapı açılıyor. Bunlar da iktidardakini yıpratmaya başlıyor. Demek ki Allah (c.c.) iktidar sahipleri için bazı toplumsal ve siyasal yasalar koyarak onları gizli bir şekilde yönetmektedir. Toplumsal ve siyasal hayatta iktidardakileri belirleyen bazı gizli kanunlar bulunmaktadır.


Allah (c.c.) bütün evreni, doğayı koyduğu yasalarla yönetir. Bu yasalarda istediği şekilde tasarruf etme hakkına sahipken genellikle bunlarda kıl kadar bir sapma bile olmaz. Bu yasalara sünnetullah da denir. Örneğin dünya kendi ekseni etrafında yirmi dört saatte, güneşin etrafında 365 gün 6 saatte dönüşünü tamamlar. Bu evren var olalı beri böyledir. Tüm evrenin dengesi bu sayede korunmaktadır. Şayet dünya bu dönme olayını terk etse güneş sistemi birbiri ardı sıra dizilen domino taşları gibi yıkılıp giderdi. Evrendeki bu denge, yıldızlardaki yer çekimi ile gezegenlerdeki dönme ile meydana gelen merkez kaç kuvvetinin etkilerinin bir uyuma dönüşmesiyle oluşmaktadır.


Allah’ın (c.c.) evrene ve doğa yasalarına tam bir hâkimiyeti vardır. Kıyamet günü bu yasalar değişecek; yıldızlarla gezegenler çarpışacak, dağılacaktır. Atomlar bileşenlerine ayrılarak büyük bir enerji dalgasına dönüştükten sonra yok olacaklardır. Sonra yeni bir yaratılış başlayacaktır.


Allah (c.c.) insanlara verdiği kısmi irade ile hayır ve şerri seçme izni vermiştir. Toplumsal yaşam bu iznin kullanıldığı bir alandır. Allah’ın (c.c.) dini Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz ve dört sahabe döneminde örnek birer toplum ve devlet olarak hayata geçirilmişti. Sonradan bu örneklik pek çok İslam devletine de model oldu. Tarihte bazı toplumlar Kuran-ı Kerim’i ve Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimizin yaşamını temel alarak örnek devletler kurmuşlardır. Adaleti ve huzuru bizleri imrendirecek ölçülerde yaşamışlardır. Başka toplumlara ulaştırmaya çalışmışlardır. Bunlardan Osmanlı Devleti ilk akla gelen örnektir.


Allah (c.c.) nasıl evreni ve doğayı yasalarla yönetiyorsa toplumları da şu ilahi yasayla (sünnetullahla) yönetmektedir: “Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe hiç kuşku yok ki Allah da o toplumda olan hali değiştirmez. Allah bir toplum için kötülük irade buyurdu mu onu geri çevirecek kuvvet yoktur. Artık Allah’ın dışında da başka bir yöneticilerin yöneticisi (el-Vâlî) yoktur (Ra’d suresi, ayet 11).”


Ayette her ne kadar Allah’ın (c.c.) el-Vâlî güzel ismi mastar olarak geçse de burada bu güzel ismin ne anlama geldiğini, Allah’ın (c.c.) toplumların yönetimdeki işleyişine koyduğu sünnetullahla birlikte anlamaktayız. Şöyle ki: Toplumları Allah (c.c.), genel olarak inançlarına, manevi yönlerine, ahlaki durumlarına uygun olarak yönetmekte, daha doğrusu başlarına kendilerinin bu açılardan genel durumunu temsil eden uygun yöneticileri getirmektedir. Buna göre temiz bir toplumun başına iyi bir yönetici gelirken her türlü günaha batmış, manevi yönden çökmüş bir toplumun başına da bir ahlaksız geçmektedir. Gerçi demokrasi ile yönetilen ülkelerde bundan başka bir sonucun da ortaya çıkması elbette mantık kurallarına aykırıdır. Çünkü herkes kendisine benzeyen insana oy verecektir. Ama Allah (c.c.) toplumların yönetimi için böyle bir sünnetullah belirlediğini söylüyorsa bunun yönetim biçimi ile bir ilgisinin olamadığını, monarşi veya diktatörlük rejimlerinde de bunun geçerli olduğunu düşünebiliriz. Çünkü evren ve doğada gördüğümüz sünnetullahın değişmezliği, toplum için konan bu yasa için de geçerlidir.


İnsanların çoğu yaratıcı olarak Allah’ı (c.c.) kabul ettikleri halde El-Hakem güzel ismiyle O’na inanmazlar. Yaşamlarında Allah’ın (c.c.) hükümlerine yer vermezler. Kuran-ı Kerim’de sıfatları ve güzel isimleri ile Kendi’sini tanıtan Allah’a (c.c.) değil kafalarında arzu ve hevesleri istikametinde yarattıkları sahte ilahlara iman ederler. Peygamberin (s.a.s) sünnetini de küçümserler ve onun çağdışı kaldığını söylerler. Allah’ın (c.c.) dinine ters düşen çeşitli ideolojilere; kendi akıllarına, arzu ve heveslerine uygun olarak hareket ederler.


“Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? (En’am suresi, 114)”, “Allah, aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır (A’raf suresi, 87).”, “Kim Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte onlar tam kâfirdirler (Mâide suresi, 44).”


İnsanların en çok şirke düştükleri husus güç ve kudrettir. İktidar sahiplerine takılıp kalmadır. Onların her şeyi yapabileceklerini sanırlar. Hâlbuki güç ve kudret tamamen Allah’a aittir: ‘ La-havle vela kuvvete ila billahil aliyyül-azim (Güç ve kudret tamamen Allah aittir).’ İnsanlar Allah’tan aldıkları ödünç bir güç ve kudretle iyi veya kötü işleri yaparlar. Allah (c.c.) iyilerinden razı, kötülerinden razı değildir. İnsanda zerre kadar güç ve kudret yoktur. İktidar sahiplerinin her şeyi yapabileceğine inanmak, onlara umut bağlamak doğru değildir. Allah yüce hikmeti gereği iktidarını, yani el-Melik güzel ismini onların eli ile tecelli ettirir. Gerçekte en yüce iktidarlık O’nundur. İktidar sahipleri ancak Allah’ın yüce iradesi ve izni ile hareket ederler. Allah dilemedikçe iktidar sahipleri istese de kimseye zarar veremezler. Aynı şekilde Allah dilemedikçe kimseye bir yarar da vermezler. Çünkü ‘Âlemlerin Rabb’i olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz (Tekvir suresi, 29).’


Yüce Allah her şey üzerinde mutlak bir güce ve kudrete sahiptir. O her şeyin melikidir. ‘Onun bilgisi olmaksızın bir yaprak bile düşmez. (En’am suresi, 59)’ Dünya melikleri imtihan sırrı ile bazen insanlara zulmetse de bu da yüce Allah’ın, meliklerin melikinin izni ile olmaktadır. Ama yüce Allah (c.c.) asla bu duruma razı gelmez. Zulme uğrayanların haklarını ahret gününde en güzel şekilde alacaktır ve verecektir.


Bu dünyanın görünüşüne aldananlar dünya meliklerinde bir güç ve kudret var düşüncesi ile adeta onlara taparlar. Onları Allah’a (c.c.) şirk koşarlar.


Her varlık gücünü, kudretini Allah’tan (c.c.) alır. Aslında güç, kudret Allah’a (c.c.) mahsustur. İnsanın zere kadar gücü, kudreti yoktur. Güç, kudret imtihan için Allah (c.c.) tarafından insana eğreti olarak verilmektedir. İnsanın gücü, kudreti kendinden bilmesi, Allah’a (c.c.) şirk koşmaktır. İnsanı ve insanın eylemlerini de yaratan Allah’tır (bk. Saffat suresi 96). Ama insan bunlardan sorumludur. Çünkü iradesiyle tercih etme hakkına sahiptir. İnsanın bir işte muktedir veya başarılı olması da şükür konusunda bir imtihandır. Yine insanın bir işte aciz kalması, zayıf ve başarısız olması da sabır konusunda bir imtihandır. İnsan herhalukarda imtihandadır. Şükür ve sabır duygularına sığınarak imtihanı kazanır.


Allah (c.c.) her şeyi yapabilen, edebilendir. Kuran-ı Kerim’inde tasvir ettiği cennetleri ve cehennemleri kullarının ceza ve ödül yerleri olarak yaratmaya gücü yetendir. Zaten bunlar yaratılmış durumdadırlar. Bizlerin dünya sınavının bitmesini, kıyamet gününün ve hesabın gerçekleşmesini beklemektedirler. Bir insanın evrenin büyüklüğüne, yıldızların ve gezegenlerin boşlukta hareket ederek asılı durmalarına bakıp da Allah’ın (c.c.) cennet ve cehennemi yaratamayacağına inanması olanaksızdır. Allah ahrette de mutlak Melik’tir. O’nun bu güzel ismi ahrette cennet ve cehennem yurtlarında apaçık ortaya çıkacaktır.


Allah (c.c.) her şeyi “Ol!” emri ile yoktan yaratmıştır. Bu sırada Kendi’sinden bir şey eksilmediği gibi, Kendi’si herhangi bir yorgunluk da duymamıştır. Allah (c.c.) sadece şu yıldızlarının çoğunun ışığı henüz bize ulaşmamış evrenin değil mahiyetlerini bilemeyeceğimiz sınırsız evrenlerin de yaratıcısıdır. O’nun gücüne, kudretine bir sınır koyamayacağımız gibi yaratmasını da sınırlandırmamız büyük bir küstahlıktır. Allah evrenin, evrenlerin Melik’idir. Her şey O’nun buyruğuna bağlıdır. Gücü ve kudretiyle ayakta durur. O’nun bilgisi ve iradesi dahilinde olmayan hiçbir yer veya şey yoktur.


Nice güç, kudret sahibi insan bazen muktedir olamaz. Her işin altından kalkamaz. Egemenliği altındaki olaylara, kişilere, varlıklara güç, kudret yetiremez. Bazı işlerin halledilmesinde acze düşer. Oysa Allah (c.c.) hem sınırsız güç, kudret sahibidir (El-Kaviyy), hem her şeyi yapabilendir, edebilendir (El-Kâdir), hem de buna gücü, kudreti yetendir (El-Muktedir). Ayrıca gücü, kudreti azalmayandır da (El-Metîn).


El-Melik güzel ismi Allah’ı (c.c.) gerçek bir hükümdar, hükümdarlar hükümdarı olarak övmeyi ve yüceltmeyi gerekli kılmaktadır.

İbadetler sırasında özellikle namaz kılma, zikir çekme, dua etme esnasında meliklerin meliki Allah (c.c.) huzurunda olduğu duygusuna sahip olmak ve bu duyguyu muhafaza etmek gerekmektedir.


Dünya ve ahrette El-Melik olan yüce Allah, mağfiretini, rahmetini, keremini üzerimizden eksik etmesin. Âmin.

Muhsin İyi
 
Üst