23. Söz 3. Nokta

E

enefur

Ziyaretçi
İman hem nurdur ...
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
ÜÇÜNCÜ NOKTA
İmân hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imânı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imânın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikâtından kurtulabilir.
b966.gif
-2- der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde seyrân eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i kudretine emânet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder, sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa, tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.

İmanı kuvvetli olan insan öyle bir tevekkül sahibi olurki en büyük dehşetli bir dünya hadisinde bile titremez; zira dünya sahibsiz değil, insanlar sahibsiz değil.
Burada kainata meydan okumak acizliği ve fakirliği had safhada olan bir insanın kendi kuvvetine dayanarak yapabileceği bir iş asla değil.
Ancak ve ancak sırtını bütün kainatın sahibi olan Rabbi Rahimine dayanmakla olur. Başına gelen olaylar ve hadiseler ve musibetlerde sonuç ne olursa olsun (o kişi için müsbet veya menfi) ancak Allahın taktiri olduğunu gerçek hikmetinin ne olduğunu kendisinin bilemeyeceğini idrak etmesi şuurana varmasıdır.
Dersanede bir abimiz vardı. Bir ara çok ağır hastalığa maruz kalmıştı. Hatta hastalık onu öldüreceğini öğrenmişti. Çevresindekilerinde şahidliğiyle bu abide en ufak bir tasa,korku, tereddüt olmamış. Derslere devam etmiş, hizmete devam etmiş. Sonucuna razı olmuş. Daha sonraları bir gün bize bir ders esnasında bunu kendi anlattı ve iyileştiğini söyledi.
İşte kainata meydan okumanın anlamı burada var bence Çünkü Allah hepimize nasip etsin inşaallah öyle bir kuvvetli imana kavuşuyorki insan başına ne gelirse gelsin bu olay o insanı gerçek hedefinden saptırmaması gerektir.
Allaha hakkıyla teslimiyet çok önemli buda tahkiki bir imanla olur inşallah.


Demek, İmân tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktizâ eder. Fakat, yanlış anlama! Tevekkül, esbâbı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbâbı dest-i kudretin perdesi bilip riâyet ederek; esbâba teşebbüs ise, bir nevi duâ-i fiilî telâkkî ederek; müsebbebâtı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibârettir.

Tevekkül etmekte sebepleri itmekle olmuyor tabi. Çünkü Allahın adetullah kanunları var. Onlara riayet etmek gerek. Ancak sonucun sebeplerden olmadığının kesin şuurunda olmak kaydıyla.
Örneğin hasta oluruz doktora gideriz doktor bize ilaç yazar. Biz o ilacı kullanırız, fakat şifayı verenin o ilaç değil Allah olduğunun kesin imanı içimizde olmak kaydıyla.

Tevekkül eden ve etmeyenin misâlleri, şu hikâyeye benzer:
Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, nezâret eder; diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor.
Ona denildi: "Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et."
O dedi: "Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhâfaza edeceğim."
Yine ona denildi: "Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyâde iyi muhâfaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divânedir diye seni tard edecek, ya 'Hâindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihzâ ediyor, hapis edilsin' diye emredecektir. Hem, herkese maskara olursun. Çünkü, ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyâyı ve zilleti gösteren tasannuun ile, kendini halka mudhike yaptın; herkes sana gülüyor" denildikten sonra, o bîçarenin aklı başına geldi, yükünü yere koydu, üstünde oturdu. "Oh! Allah senden râzı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum" dedi.
İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekâvet-i uhreviyeden ve tazyikât-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.

Allaha tevekkül etmeyen bir insan herşeyden bir medet arar, herşeyden korkar, Sanırki bu vucudunu sahibi kendisi ve ona göre tedbir almaya çalışır. Sevdiği ve emanet olarak verildiği vucudunu korumak için aşırı bir evhamla çareler düşünmeye çalışır. Başına gelen hadisede ağırsa bu o kişi için çok dehşetli bir hal olur. Sebeblerin esiri olur ve sanırki onlardan başkası onu kurtaramaz(haşa).
Aynı şekilde kendi sevdiklerinide o şekilde korumaya çalışır. Ama buna ne gücü nede imkanı vardır.

Aslında biraz tefekkür etsek bu sözün manasının nasıl geniş olduğunun ve hayatımızda ne kadar büyük bir öneme haiz olduğunun şuuruna anlarız.
Abilerden birisi bir gün derste bazen dil sürsçmesi de olsa kullandığımız bazı cümlelerin imanımızda alıp götürdüğünü bize söylemişti.
"Örneğin hastalandım doktora gittim iyileştim" "Şu şey olmasaydı mahvolurdum" gibi kelimelerin dayanağı tamamen esbabdır(sebebdir) Çünkü asıl faili insan unutuyor veya dillendirmiyor.
 
Üst