Resule Hasret
Tecrübeli
1.Zikir: Bütün tarikatların temel unsuru olan zikir, kelime olarak anmak, zikretmek, hatırlamak demektir.Istılah olarak ALLAH'ın isimlerini, belli duâları, çeşitli zamanlarda belli miktarda sesli veya sessiz söylemek, tekrar etmektir.
Zikirde esas unsur, diğer varlıkları unutarak, hatta yok sayarak ALLAH'ı anmaktır. En efdal ve üstün zikrin "Lâ ilâhe illallah" olduğunu Peygamberimiz söylemişti.Sûfîler de bu hadisten hareketle bu cümleyi zikrin temeli olarak almışlar ve bunun üzerinde ısrarla durmuşlardır.
Tarikatlarda şeyh, dervişlere ferdî olarak yapmaları gereken zikir ve diğer ibadetleri talim ve tarif ettiği gibi toplu olarak yapılan zikir meclislerini de idare eder:
Ferdî Zikir: Müridin kendi başına yaptığı zikirdir. Mürid, zikri talim ederken şeyhin tarifinin dışına çıkmaz. Şeyh, müridin anlattıklarından, hissettiklerinden ve gördüğü rüyalardan hareketle değişik zikirler telkin eder.
Lisanî zikir: Dil ile yapılan, sesli veya sessiz zikirdir. Zikrin sesli olması nefse işittirmeye ve onu zabturapt altında tutmaya vesiledir.
Kalbî zikir: Bir takım kelimeleri tekrarlamaktan öte bir nevi derin tefekkürdür. Dil ile kalp zikrinin beraber olması daha üstündür.
Toplu Zikir: İlk asırlarda pek yoksa bile, özellikle tarikatların kurulup bünyeleşmelerinden sonra tekkelerde toplu zikir meclisleri icra edilmeye başlanmış, zamanla belli adâb ve erkânı olan tarikat zikirleri meydana çıkmıştır.
Sema: İlk asırlarda dinî mûsıkî anlamına gelen sema Mevlevî tarikatının zikrine verilen isimdir. Ayakta ve dönerek icra edilir.
Hatm-ı Hâce: Nakşibendiye tarikatının şeyhin huzurunda müridlerin oturarak icra ettikleri zikirdir. Sessiz olarak (hafî) yapılır. Herkes okuyacağı duâ, âyet ve salâvatı şeyhin işâretleriyle okur. Cemaat arasında İnşirah sûresini ezbere bilenler 10'dan fazla ise büyük hatme, değilse küçük hatme yapılır.
Darb-ı Esma: Halvetîler, toplu zikirlerine bu adı vermişlerdir. Halka halinde oturup hafif sallanarak yapılır. Vücudun hafif hareket etmesi masivadan sıyrılmak için bir vesile olarak kabul edilir.
Zikr-i Kıyam: Ayakta ve sesli olarak yapılan bu zikir Rıfâî ve Sadîler'in zikirlerine verilen isimdir.
Deverân: Kadirî zikri. Ayakta, oturarak, dönerek yapılır.
2.Seyru sülûk ve nefsin terbiyesi: Seyr u sülûk kelimelerinin lügat mânâsı gitmek, yürümek, girmek demektir. Tasavvufî bir ıstılah olarak, müridin dervişliğe başlayışından vuslatını, tasavvufî yolculuğunu tamamladığı noktaya kadar yaptığı manevî ve kalbî sefer ve yolculuğun adıdır.
ALLAH'a doğru mânen seyr eden dervişin yolculuğu ile ilgili tasnif şöyledir:
1.Seyr illallah: ALLAH'a seyr, nefisten hareket edip kalp makamının sonuna yani "ufuk-ı mübîn"e ulaşmak Vahdeti örten kesret perdesini sıyırıp indirmek.
2.Seyr fillah: ALLAH'da seyr. Hakk'ın sıfatları ile vasıflanmaya çalışmak.
3.Seyr maallah: ALLAH ile seyr. Zâhir-bâtın ikiliğinden kurtularak velîliğin sonuna ulaşma.
4.Seyr anillah: ALLAH'dan seyr. İrşad için tekrar halka dönmek.
İlk iki seyr ile velilik makamına, son ikisi ile mürşidlik makamı ve yetkisine kavuşulur.
Şeyh, müridi iki metodla terbiye eder:
Nefis yolu ile (tarik-ı nefsanî)
Ruh yolu ile (tarik-ı ruhanî)
Bu konuda teferruatına girmeden sûfîlerin Kûr'ân-ı Kerîm'e dayanarak nefsin yedi mertebesini kabul ettiklerini söyleyelim. Basitten mükemmele doğru yükselen bu kademeleşme, etvâr-ı seb'a (yedi tavır) şöyledir:
1.Nefs-i emmâre: Kötüyü, günahı emreden nefis.
2.Nefs-i levvame: Kendini kınayan, kötüleyen nefis.
3.Nefs-i mülhime: İlham ve keşfe mazhar olan nefis.
4.Nefs-i mutmainne: Huzura kavuşmuş tatmin olmuş nefis.
5.Nefs-i razıye: Razı olan, şikâyetçi olmayan nefis.
6.Nefs-i mardıyye: ALLAH'ın kendisinden razı olduğu nefis.
7.Nefs-i kâmile: Tam, kâmil, temiz nefis.
Suhreverdiye geleneğinde nefsin yedi derecesiyle zikir ve renkler arasında şöyle bir münasebet kurulmuştur:
1.Nefs-i emmârenin zikri: Lâ ilâhe illallah (100.000 defa). Bu nurun rengi mavidir.
2.Nefs-i levvamenin zikri: ALLAH (100.000 defa). Bu nurun rengi sarıdır.
3.Nefs-i mülhimenin zikri: Hû (90.000 defa). Bu nurun rengi kırmızıdır.
4.Nefs-i mutmainnenin zikri: el Hayy (70.000 defa). Bu nurun rengi beyazdır.
5.Nefs-i râdıyyenin zikri: el-Kayyûm (90.000 defa). Bu nurun rengi yeşildir.
6.Nefs-i merdıyyenin zikri: er-Rahman (175.000 defa). Bu nurun rengi siyahtır.
7.Nefs-i kâmilenin zikri: er-Rahîm (100.000 defa). Bu nurun rengi yoktur, bütün renkleri yansıtır.
SADIK DANA
Hoca Alâaddin -kuddise sirruh- buyurur:
-Kendimi bildim bileli, bir serçe kuşunun başını suya sokup çıkaracağı zaman içinde bile bana uykuda veya uyanıklıkda gaflet yol bulamamışdır.
-Gönlünü ALLAH'a vermiş olanın zikre ihtiyacı yokdur. Zira zikirden gâye bu nisbetin meydana gelmesi ve gizli muhabbetin ortaya çıkmasıdır.
-Öyle zikret ki, seni kaplayan istiğrak içinde ruhuna ne cennet arzusu uğrasın, ne de cehennem korkusu düşsün!... Uyku ile uyanıklık, nazarında ayırt edilemez olsun. Ve şeytan kalb kapısını kendisine kapatılmış bulsun!
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur:
-Rabbı olan ALLAH teâlâ hazretlerini zikreden kimse ile, zikretmeyen kimsenin misâli hay ile meyyit (ölü ile diri) misalidir.
Hadis-i şerîfde zikir ehlinin mânen diri, zikirden nasibi olmıyanın da mânen ölü mesâbesinde olduğuna işâret ediliyor. Aradaki mühim farkı tebarüz ettiriyorlar.
Zikir nimeti Hâk teâlâ hazretlerinin sevdiği kulları üzerine bahşetmiş olduğu en büyük nimetidir, bunun fevkınde bir lutuf, ikram tasavvur edilemez.
Zikir mühim bir aşk ve imân ölçüsüdür. Seven sevdiğini çok zikreder, ara vermeden gece gündüz, her saatte her anda zikreder anmadan yapamaz. Mecâzi sevgilerde bile böyledir.
Bizler de bir kul olarak, bize her şeyi karşılıksız bağışlayan, nimetlerini tâdât edemeyeceğimiz, mün'im-i hakikimiz ALLAH teâlâ ve tekaddes hazretlerini can ü gönülden her an anmamamıza imkân olabilir mi? Bizim bu anmamız da gene O'nun keremi ve inâyetiyledir.
İnsan daima ALLAH teâlâyı anmakla vazifelidir, mükellefdir. Dilini, bilhassa kalbini Rabbını anmakla değerlendirmelidir.
Cenâb-ı Hak insanı mükerrem kıldı. Ne bakımdan? Koyun gibi yemesi, içmesi, uyuması yönünden mi? Hayır ruhâniyeti itibariyle yüce eyledi, kendine halife kıldı.
Akl-ı selim sahibi olan, ALLAH teâlânın bu büyük iltifatına karşı daimi olarak hamd edecek, şükredecekdir ve büyük bir edeb ve tazimle kulluk vazifesini ifâya himmet edecek ve bir an zikrullahdan mahrum kalmamağa sa'y ü gayret edecekdir.
Zikrullaha vâsıl olan her şeye kavuşmuşdur. Zikrullahdan mahrum olan da her şeyi kaybetmişdir.
Zikrullaha nail olan ALLAH'a kavuşmuşdur. O yüce nimeti tadamayan ancak kışırda kalmışdır.
Kim Cenab-ı Hakkı kalben daimi olarak anabiliyorsa, o îkâna, yani kuvvetli imâna sahib olmuşdur. Rabb-ı teâlâyı büyük aşkla sevmişdir. Zikir hali devam etdikçe, manevi yollar açılmış, perdeler, hicablar kalkmışdır.
Zikrullah kalbin nuru, ruhun huzuru, gönlün cilâsı, aklın ölçüsüdür. Zikre devam edenin kalbi mâmûr, fiil ve ahlâkı güzel, ruhu sevinçli olur.
Zikrullaha devam eden, şen şakrak olur, hiç bir keder onda barınamaz. Zikrullaha devam edenler, dünyacılarla fazla ülfet etmezler, çünkü gafillerle ülfet etmek kalbe kasavet verir.
Kalb mademki nazargâh-ı ilâhidir, onu muhafaza etmek için çok dikkatli ve zeki olmak gerekir. Daima sâlih, maneviyatlı kimselerle ülfet etmek, onların meclislerinde bulunmak lâzımdır.
Büyük tâzimle zikrullaha devam etdikçe letaifler açılır, zikir hâli sıra ile letaiflerde görülür, daha tekâmül ederse bütün sadrı istilâ eder. Daha da gayret sarfedilirse nefse, oradan da bütün cesede intikal eder. Emmâre, Levvâme, Mülhime, Mutmainne, Râdıye, Marzıye halleri görülür.
Mutmainne makamı: Velâyet-i suğradır.
Râdıyye, Mardıyye makamı: Bazı kullarda görülür.
Zamanımızda Zikrullaha devam etmek için tenhalara çekilmeye (Elhamdülillah) ihtiyaç yokdur. Dünya meşgalesi mani değildir, yeterki gönlümüzü Rabbü'l-âlemîn hazretlerine bağlamasını bilelim, nisbetimizi, bağlılığımızı, kavileşdirib havatıra yer vermemeğe gayret edelim.
ALLAH teala buyurur:
"-Mü'minlerin kalblerine ALLAH'ın zikriyle ALLAH korkusundan dolması zamanı gelmedi mi?" (Hadid: 16)
Mahmûd Sâmî -kuddise sirruh:
-ALLAH'ı devamlı anmak ise kalbi yumuşatarak, hassas hale getirecek tasfiye edecek en birinci şarttır. Çünkü Cenâb-ı Hak: "Siz beni çok çok anın" buyurmuştur.
Zira az yapılan zikir kalbin yumuşamasına kâfi gelmez. Kalb çok zikirle yumuşar. Hiç bir şey buna mâni olmamalıdır. İnsanın mükerrem oluşu zikr-i daimi ile tecelli eder, beden bununla nurlanır, temizlenir. Her uzvun kendi zikri vardır. Bedenin zikriyle huzur kazandığı zaman insanın vücudu artık toprağın içinde çürümekden kurtulur. Cenâb-ı Hak âyet-i kerimelerde dâima çok zikretmeyi emretmişdir. Zira ALLAH'ı unutan kimse kendi nefsini de unutur. Hem de kendisini de unutturur. ALLAH unutmakdan münezzehdir.
Kalbi zikirle meşgul etmeli, zikirle uyandırmağa, çalıştırmağa gayret etmelidir. İyi çalışıldığı takdirde zikir bütün letaiflerde dağılır, nefse, sonra cesede. Bunun için de;
1. Akşam yemeklerini az yemek ve erken yatmak
2. Seherlerde kalkmaya azimli olmak.
3. Ders yaparkan gönlü ALLAH'a bağlamak.
4. Uykuyu, konuşmayı azaltıp, helâle dikkatli olmak.
5. Salihlerle, sâdıklarla berâber olmak.
6. Gündüzleri de daima gönlü Cenâb-ı Hakka bağlamak gerekir.
ALLAH'ı devamlı anmak, kalbi yumuşatmak ve tasfiye etmek için şarttır. Çünkü Cenâb-ı Hakk azze ve celle hazretleri "Siz beni çok anın, çok çok anın" buyurmaktadır. İnsan ne kadar gönlünü zikre verirse o kadar çabuk terakki eder.
Zikirde esas unsur, diğer varlıkları unutarak, hatta yok sayarak ALLAH'ı anmaktır. En efdal ve üstün zikrin "Lâ ilâhe illallah" olduğunu Peygamberimiz söylemişti.Sûfîler de bu hadisten hareketle bu cümleyi zikrin temeli olarak almışlar ve bunun üzerinde ısrarla durmuşlardır.
Tarikatlarda şeyh, dervişlere ferdî olarak yapmaları gereken zikir ve diğer ibadetleri talim ve tarif ettiği gibi toplu olarak yapılan zikir meclislerini de idare eder:
Ferdî Zikir: Müridin kendi başına yaptığı zikirdir. Mürid, zikri talim ederken şeyhin tarifinin dışına çıkmaz. Şeyh, müridin anlattıklarından, hissettiklerinden ve gördüğü rüyalardan hareketle değişik zikirler telkin eder.
Lisanî zikir: Dil ile yapılan, sesli veya sessiz zikirdir. Zikrin sesli olması nefse işittirmeye ve onu zabturapt altında tutmaya vesiledir.
Kalbî zikir: Bir takım kelimeleri tekrarlamaktan öte bir nevi derin tefekkürdür. Dil ile kalp zikrinin beraber olması daha üstündür.
Toplu Zikir: İlk asırlarda pek yoksa bile, özellikle tarikatların kurulup bünyeleşmelerinden sonra tekkelerde toplu zikir meclisleri icra edilmeye başlanmış, zamanla belli adâb ve erkânı olan tarikat zikirleri meydana çıkmıştır.
Sema: İlk asırlarda dinî mûsıkî anlamına gelen sema Mevlevî tarikatının zikrine verilen isimdir. Ayakta ve dönerek icra edilir.
Hatm-ı Hâce: Nakşibendiye tarikatının şeyhin huzurunda müridlerin oturarak icra ettikleri zikirdir. Sessiz olarak (hafî) yapılır. Herkes okuyacağı duâ, âyet ve salâvatı şeyhin işâretleriyle okur. Cemaat arasında İnşirah sûresini ezbere bilenler 10'dan fazla ise büyük hatme, değilse küçük hatme yapılır.
Darb-ı Esma: Halvetîler, toplu zikirlerine bu adı vermişlerdir. Halka halinde oturup hafif sallanarak yapılır. Vücudun hafif hareket etmesi masivadan sıyrılmak için bir vesile olarak kabul edilir.
Zikr-i Kıyam: Ayakta ve sesli olarak yapılan bu zikir Rıfâî ve Sadîler'in zikirlerine verilen isimdir.
Deverân: Kadirî zikri. Ayakta, oturarak, dönerek yapılır.
2.Seyru sülûk ve nefsin terbiyesi: Seyr u sülûk kelimelerinin lügat mânâsı gitmek, yürümek, girmek demektir. Tasavvufî bir ıstılah olarak, müridin dervişliğe başlayışından vuslatını, tasavvufî yolculuğunu tamamladığı noktaya kadar yaptığı manevî ve kalbî sefer ve yolculuğun adıdır.
ALLAH'a doğru mânen seyr eden dervişin yolculuğu ile ilgili tasnif şöyledir:
1.Seyr illallah: ALLAH'a seyr, nefisten hareket edip kalp makamının sonuna yani "ufuk-ı mübîn"e ulaşmak Vahdeti örten kesret perdesini sıyırıp indirmek.
2.Seyr fillah: ALLAH'da seyr. Hakk'ın sıfatları ile vasıflanmaya çalışmak.
3.Seyr maallah: ALLAH ile seyr. Zâhir-bâtın ikiliğinden kurtularak velîliğin sonuna ulaşma.
4.Seyr anillah: ALLAH'dan seyr. İrşad için tekrar halka dönmek.
İlk iki seyr ile velilik makamına, son ikisi ile mürşidlik makamı ve yetkisine kavuşulur.
Şeyh, müridi iki metodla terbiye eder:
Nefis yolu ile (tarik-ı nefsanî)
Ruh yolu ile (tarik-ı ruhanî)
Bu konuda teferruatına girmeden sûfîlerin Kûr'ân-ı Kerîm'e dayanarak nefsin yedi mertebesini kabul ettiklerini söyleyelim. Basitten mükemmele doğru yükselen bu kademeleşme, etvâr-ı seb'a (yedi tavır) şöyledir:
1.Nefs-i emmâre: Kötüyü, günahı emreden nefis.
2.Nefs-i levvame: Kendini kınayan, kötüleyen nefis.
3.Nefs-i mülhime: İlham ve keşfe mazhar olan nefis.
4.Nefs-i mutmainne: Huzura kavuşmuş tatmin olmuş nefis.
5.Nefs-i razıye: Razı olan, şikâyetçi olmayan nefis.
6.Nefs-i mardıyye: ALLAH'ın kendisinden razı olduğu nefis.
7.Nefs-i kâmile: Tam, kâmil, temiz nefis.
Suhreverdiye geleneğinde nefsin yedi derecesiyle zikir ve renkler arasında şöyle bir münasebet kurulmuştur:
1.Nefs-i emmârenin zikri: Lâ ilâhe illallah (100.000 defa). Bu nurun rengi mavidir.
2.Nefs-i levvamenin zikri: ALLAH (100.000 defa). Bu nurun rengi sarıdır.
3.Nefs-i mülhimenin zikri: Hû (90.000 defa). Bu nurun rengi kırmızıdır.
4.Nefs-i mutmainnenin zikri: el Hayy (70.000 defa). Bu nurun rengi beyazdır.
5.Nefs-i râdıyyenin zikri: el-Kayyûm (90.000 defa). Bu nurun rengi yeşildir.
6.Nefs-i merdıyyenin zikri: er-Rahman (175.000 defa). Bu nurun rengi siyahtır.
7.Nefs-i kâmilenin zikri: er-Rahîm (100.000 defa). Bu nurun rengi yoktur, bütün renkleri yansıtır.
SADIK DANA
Hoca Alâaddin -kuddise sirruh- buyurur:
-Kendimi bildim bileli, bir serçe kuşunun başını suya sokup çıkaracağı zaman içinde bile bana uykuda veya uyanıklıkda gaflet yol bulamamışdır.
-Gönlünü ALLAH'a vermiş olanın zikre ihtiyacı yokdur. Zira zikirden gâye bu nisbetin meydana gelmesi ve gizli muhabbetin ortaya çıkmasıdır.
-Öyle zikret ki, seni kaplayan istiğrak içinde ruhuna ne cennet arzusu uğrasın, ne de cehennem korkusu düşsün!... Uyku ile uyanıklık, nazarında ayırt edilemez olsun. Ve şeytan kalb kapısını kendisine kapatılmış bulsun!
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur:
-Rabbı olan ALLAH teâlâ hazretlerini zikreden kimse ile, zikretmeyen kimsenin misâli hay ile meyyit (ölü ile diri) misalidir.
Hadis-i şerîfde zikir ehlinin mânen diri, zikirden nasibi olmıyanın da mânen ölü mesâbesinde olduğuna işâret ediliyor. Aradaki mühim farkı tebarüz ettiriyorlar.
Zikir nimeti Hâk teâlâ hazretlerinin sevdiği kulları üzerine bahşetmiş olduğu en büyük nimetidir, bunun fevkınde bir lutuf, ikram tasavvur edilemez.
Zikir mühim bir aşk ve imân ölçüsüdür. Seven sevdiğini çok zikreder, ara vermeden gece gündüz, her saatte her anda zikreder anmadan yapamaz. Mecâzi sevgilerde bile böyledir.
Bizler de bir kul olarak, bize her şeyi karşılıksız bağışlayan, nimetlerini tâdât edemeyeceğimiz, mün'im-i hakikimiz ALLAH teâlâ ve tekaddes hazretlerini can ü gönülden her an anmamamıza imkân olabilir mi? Bizim bu anmamız da gene O'nun keremi ve inâyetiyledir.
İnsan daima ALLAH teâlâyı anmakla vazifelidir, mükellefdir. Dilini, bilhassa kalbini Rabbını anmakla değerlendirmelidir.
Cenâb-ı Hak insanı mükerrem kıldı. Ne bakımdan? Koyun gibi yemesi, içmesi, uyuması yönünden mi? Hayır ruhâniyeti itibariyle yüce eyledi, kendine halife kıldı.
Akl-ı selim sahibi olan, ALLAH teâlânın bu büyük iltifatına karşı daimi olarak hamd edecek, şükredecekdir ve büyük bir edeb ve tazimle kulluk vazifesini ifâya himmet edecek ve bir an zikrullahdan mahrum kalmamağa sa'y ü gayret edecekdir.
Zikrullaha vâsıl olan her şeye kavuşmuşdur. Zikrullahdan mahrum olan da her şeyi kaybetmişdir.
Zikrullaha nail olan ALLAH'a kavuşmuşdur. O yüce nimeti tadamayan ancak kışırda kalmışdır.
Kim Cenab-ı Hakkı kalben daimi olarak anabiliyorsa, o îkâna, yani kuvvetli imâna sahib olmuşdur. Rabb-ı teâlâyı büyük aşkla sevmişdir. Zikir hali devam etdikçe, manevi yollar açılmış, perdeler, hicablar kalkmışdır.
Zikrullah kalbin nuru, ruhun huzuru, gönlün cilâsı, aklın ölçüsüdür. Zikre devam edenin kalbi mâmûr, fiil ve ahlâkı güzel, ruhu sevinçli olur.
Zikrullaha devam eden, şen şakrak olur, hiç bir keder onda barınamaz. Zikrullaha devam edenler, dünyacılarla fazla ülfet etmezler, çünkü gafillerle ülfet etmek kalbe kasavet verir.
Kalb mademki nazargâh-ı ilâhidir, onu muhafaza etmek için çok dikkatli ve zeki olmak gerekir. Daima sâlih, maneviyatlı kimselerle ülfet etmek, onların meclislerinde bulunmak lâzımdır.
Büyük tâzimle zikrullaha devam etdikçe letaifler açılır, zikir hâli sıra ile letaiflerde görülür, daha tekâmül ederse bütün sadrı istilâ eder. Daha da gayret sarfedilirse nefse, oradan da bütün cesede intikal eder. Emmâre, Levvâme, Mülhime, Mutmainne, Râdıye, Marzıye halleri görülür.
Mutmainne makamı: Velâyet-i suğradır.
Râdıyye, Mardıyye makamı: Bazı kullarda görülür.
Zamanımızda Zikrullaha devam etmek için tenhalara çekilmeye (Elhamdülillah) ihtiyaç yokdur. Dünya meşgalesi mani değildir, yeterki gönlümüzü Rabbü'l-âlemîn hazretlerine bağlamasını bilelim, nisbetimizi, bağlılığımızı, kavileşdirib havatıra yer vermemeğe gayret edelim.
ALLAH teala buyurur:
"-Mü'minlerin kalblerine ALLAH'ın zikriyle ALLAH korkusundan dolması zamanı gelmedi mi?" (Hadid: 16)
Mahmûd Sâmî -kuddise sirruh:
-ALLAH'ı devamlı anmak ise kalbi yumuşatarak, hassas hale getirecek tasfiye edecek en birinci şarttır. Çünkü Cenâb-ı Hak: "Siz beni çok çok anın" buyurmuştur.
Zira az yapılan zikir kalbin yumuşamasına kâfi gelmez. Kalb çok zikirle yumuşar. Hiç bir şey buna mâni olmamalıdır. İnsanın mükerrem oluşu zikr-i daimi ile tecelli eder, beden bununla nurlanır, temizlenir. Her uzvun kendi zikri vardır. Bedenin zikriyle huzur kazandığı zaman insanın vücudu artık toprağın içinde çürümekden kurtulur. Cenâb-ı Hak âyet-i kerimelerde dâima çok zikretmeyi emretmişdir. Zira ALLAH'ı unutan kimse kendi nefsini de unutur. Hem de kendisini de unutturur. ALLAH unutmakdan münezzehdir.
Kalbi zikirle meşgul etmeli, zikirle uyandırmağa, çalıştırmağa gayret etmelidir. İyi çalışıldığı takdirde zikir bütün letaiflerde dağılır, nefse, sonra cesede. Bunun için de;
1. Akşam yemeklerini az yemek ve erken yatmak
2. Seherlerde kalkmaya azimli olmak.
3. Ders yaparkan gönlü ALLAH'a bağlamak.
4. Uykuyu, konuşmayı azaltıp, helâle dikkatli olmak.
5. Salihlerle, sâdıklarla berâber olmak.
6. Gündüzleri de daima gönlü Cenâb-ı Hakka bağlamak gerekir.
ALLAH'ı devamlı anmak, kalbi yumuşatmak ve tasfiye etmek için şarttır. Çünkü Cenâb-ı Hakk azze ve celle hazretleri "Siz beni çok anın, çok çok anın" buyurmaktadır. İnsan ne kadar gönlünü zikre verirse o kadar çabuk terakki eder.