Zekatta geçerlik şartları

Münzevi

KF Ailesinden
Özel Üye
GEÇERLİLİK ŞARTLARI

Yukarıda zekâtın vücûb şartlarından, yani bir kimsenin zekâtla mükellef
olabilmesi için şahsı ve malı yönünden aranan şartlardan söz edildi. Şimdi
ise, üzerine böyle bir mükellefiyet terettüp eden müslümanın yapacağı ifanın
geçerli olabilmesi için gerekli şartlar, yani klasik ifadesiyle zekâtın sıhhatinin
şartları üzerinde durulacaktır. Zekâtın, fakihlerce ısrarla üzerinde durulan iki
önemli sıhhat şartı vardır. Bunlar da mükellefin ibadet niyeti ve yapılan
ödemenin ehline temlikidir.
a) Niyet
Zekât esasen malî bir ibadettir ve namazla birlikte İslâm'ın iki temelini
teşkil eder. Namaz bedenî ibadetlerin, zekât da malî ibadetlerin simgesi konumundadır.
Âyet ve hadislerde zekâtın çok defa namazla birlikte zikredilmiş
olması da böyle bir anlam taşır. Zekât sadece bir borç değil aynı zamanda
ondan istifade edecek kişilerin bir hakkıdır da. Bu sebeple devletin toplama
ve dağıtma yükümlülüğünü üstlendiği bir nevi vergi olarak da nitelendirilir.
Devlet onu mükelleflerden gerektiğinde zorla tahsil eder. Bunlar zekât
mükellefiyetinin toplumu ve üçüncü şahısları ilgilendiren yönüdür. Bunlara
ilâve olarak bir de zekâtın ibadet olması, Allah'ın emrine itaat edilerek, O’na
kulluğun bir nişanesi olarak yerine getirilmekte oluşu sebebiyle mükellefin
niyet ve kastını, onun iç dünyasını ilgilendiren yönü vardır. Bu sebeple de
İslâm bilginleri, zekâtta ibadet bilinç ve niyetinin bulunması gerektiğini,
ancak bu takdirde zekâtın mükellef açısından geçerli olacağını belirtirler.
Zekâtın bu iki yönünü birlikte değerlendiren fakihler diğer ibadetlerde
olduğu gibi zekât borcunun ödenmesinde de niyetin şart olduğunda görüş
birliğine varmışlar, fakat bu niyetin ne zaman yapılacağında, mükellef adına
başkası tarafından yapılıp yapılamayacağında (niyâbet), ayrıca devlet tarafından zorla tahsil edildiğinde zekât borcunun ödenmiş olup olmayacağında
farklı görüş ileri sürmüşlerdir.
Hanefîler'e ve Şâfiîler'e göre; kaide olarak niyetin ödeme anında bulunması
gerekir. Çünkü zekât ibadettir ve ibadetlerde niyet şarttır. Fakat ödemeler
parça parça yapıldığı için, kolaylık olsun diye niyetin, zekât borcunun
çıkarıldığı anda bulunması da yeterlidir. Bu oruçta niyetin önceden yapılması
gibidir.
Zekât verilirken hükmen niyet edilmiş olması da yeterlidir. Meselâ mal
sahibi niyet etmeden zekât borcunu verdikten sonra henüz mal fakirin
elinde iken niyet etmesi, yahut vekile vermesi anında niyet ettiği halde vekil
zekât borcunu öderken niyet etmemesi gibi durumlarda niyet hükmen var
sayılır. Çünkü emreden kişinin niyeti esastır.
Hanefî mezhebinde müftâ bih (kendisiyle fetva verilen) görüşe göre zekât
memuru açık mallardan (el-emvâlü'z-zâhire) zekâtı zorla almış ise, mükellefin
üzerinden zekât borcu düşer, gizli mallardan zorla zekât alındı ise zekât
borcundan mükellef -niyet etmemiş ise- kurtulamaz.
Şâfiîler'e göre; tercih edilen görüş -Hanefîler'de olduğu gibi- niyetin zekât
borcunu çıkarma anında yapılabileceğidir. Çünkü niyeti zekât borcunu
hak edenlere verirken şart koşmak güçlük doğurur. Onun için malında vekil
tayin eden kişinin devir esnasında zekâta niyet etmesi yeterlidir.
Şâfiîler çocuk ve akıl hastasının mal varlığından velî ve vasîlerinin zekât
ödemekle mükellef oldukları görüşündedir. Bu durumda veli veya vasî onlar
adına zekât öderken niyet edeceklerdir.
Mâlikîler'e göre mükellef zekât malını ayırırken, bu malın verilmesinden
az önce veya verilirken niyet edilmesi câizdir. Hanbelîler'in görüşü de buna
yakındır. Onlara göre mal sahibinin niyeti esas olup zekât memurunun niyeti
onun yerine geçmez.
b) Temlik
Zekâtı, ona ehil olanlara vermek yani onların mülkiyetlerine geçirmek
(temlik) şarttır. Bu şart iki unsur içerir; birincisi temlik işlemi, ikincisi ise temlikin
yapıldığı şahsın zekâtı almaya ehil oluşu. Fakihlerin temlik terimine genelde
bir malın mülkiyetini zekât alacak şahsa doğrudan nakletme işlemi şeklinde
dar bir anlam verdiklerini belirtmek gerekir. Bu itibarla bir kimse zekât
niyetiyle bir fakir veya yetimin karnını doyursa bu zekât borcunu ortadan
kaldırmaz. Ancak zekâta niyet edilerek, onlara gıda maddeleri verilse zekât ödenmiş olur. Çünkü zekât niyetiyle fakire, yetime mal vermek temliktir.
Böylece onlar kendi malından yemiş olur.
Klasik dönem İslâm hukukçularının büyük çoğunluğuna göre cami,
okul, yol, köprü, çeşme yapımı gibi hayır kuruluşlarına zekât verilmez; ölü
kefenleri alınmaz ve ölülerin borçları zekâtla ödenmez. Çünkü bu durumlarda
temlik gerçekleşmez; yani zekât, borcu ödenen kişinin mülkiyetine
geçmemektedir. Hayır kurumlarına zekâtın dışında bağışlar şeklinde yardımlar
yapılmalı, zekât ise sadece fakirlere verilmelidir. Çünkü İslâm dininde
imkânı olan müslümandan sadece zekât borcunu vermesi değil, bunu da
aşarak Allah'ın kendisine verdiği malını hayırlı faaliyetlere sarfetmesi istenmektedir.
İslâm'ı yaymak, korumak, müslümanlara düşmanlarından zarar gelmesini
önlemek amacıyla yapılan harcamalar zekât yerine geçer. Çağımızda yoksullara
ve âcizlere bakmak için kurumlar oluşturulmuştur. Bu kurumlara da zekât
verilir ve bu vekâleten veya dolaylı temlik sayılır.
Temliki dar mânasıyla alan fakihler bir fakiri zekâta mahsup olmak
üzere bir dairede oturtmakla da zekât borcunun ödenmiş olmayacağını,
çünkü bunun temlik sayılmayacağını ileri sürmüşlerdir. Ancak evin kullanımının
ekonomik bir değerinin bulunduğu, fakirin evde oturduğu müddetçe
onun kullanım (menfaat) mülkiyetine sahip olduğu ve bu açıdan temlikin
gerçekleştiği düşünülürse araya göstermelik bir para alışverişinin girmesine
gerek olmadığı görüşü daha doğrudur.
Zekât usul (baba, anne, dede, nine) ve fürûa (çocuk ve torun) verilemez.
Çünkü zekât verenle usul ve fürûu arasında çok sıkı bir mülkiyet bağı ve
menfaat ortaklığı vardır. Dolayısıyla burada tam anlamıyla temlik gerçekleşmez.
Aynı şekilde kişi zekâtını karısına da veremez. Ebû Hanîfe'ye göre
kadın da zekâtını kocasına veremez.
Fakir bir kimsede alacağı olan zengin ona, “Alacağımı sana zekât olarak
veriyorum” dese temliki dar ve formel (şeklî) mânada anlayan fakihlere
göre bu şekilde zekât borcu ödenmiş olmaz. Çünkü zengin zekât borcunu
fakirin eline teslim etmedikçe temlik gerçekleşmez ve borçtan kurtulmaz.
Ancak temliki geniş mânasıyla alırsak bu da bir nevi temliktir, zekât yerine
geçer. Bunun için de borçlu, borcunu alacaklıya ödeyip sonra tekrar zekât
olarak ondan alması şeklinde bir şeklî ve dolaylı işleme gerek yoktur.
Yapılan bir harcamanın veya ödemenin fıkhen zekât sayılabilmesi için

Yapılan bir harcamanın veya ödemenin fıkhen zekât sayılabilmesi için
fakihlerce ileri sürülen niyet ve ehline temlik şartları netice itibariyle hem
zekat. verenin bilincli ve iradi .ekilde hareket etmesini sa.lamaya hem de
fakirin haklar.n. korumaya matuf tedbirler olarak anla..lmal.d.r. Fakihlerin
temlik terimini dar manas.yla ve .ekli bir i.lem olarak yorumlamalar. da
esasen fakirin hakk.n. gozetmeye yonelik bir caba olmakla birlikte bu yakla..m
bazan gulunc hilelerin de yolunu acmaktad.r. Do.ru olan., temlike geni.
mana verilmesi ve dolayl. temliklerin yeterli say.lmas.d.r.
Borclu, zengin alacakl.s.na "Bana zekat.n. ver, senin borcunu odeyeyim"
dese alacakl. da zekat.n. ona verse, zekat borcunu odemi. olur. Borclu onu
ald.ktan sonra kendi borcunu odemek zorunda de.ildir. Ama borc yerine,
ald... zekat. verirse borcunu odemi. say.l.r.
Temlikin gercekle.mesinde gozetilen ikinci husus ise, temlikin zekat.
hak edenlere yap.lmas.n.n .art.d.r. Bu itibarla zekat zenginlere ve onlar.n
kucuk cocuklar.na verilemez. Cunku onlar zekata ehil de.ildir. Zenginin
yeti.ki cocu.u, nafakas. babas.na ait de olsa, zengin say.lmaz. Zenginin
fakir kar.s. da boyledir.
Hz. Peygamber kendi soyuna zekat verilmesini yasaklad... icin zekat
Ha.imo.ullar.'na da verilemez. Boylece Hz. Peygamber bir devlet gelirini
-hak da etseler- sulalesine yasaklayan tek tarihi .ahsiyettir. Belki de o, bu
uygulamas. ile zekat mallar.na goz diken kotu ki.ilerin ce.itli istismarlar.na
mani olmak istemi. ve zekat gelirlerini Ha.imo.ullar.'na yasaklam..t.r. Ha.imo.ullar.;
Hz. Ali, Abbas, Caefer Tayyar, Akyl ve Haris b. Abdulmuttalib
soyundan gelenlerle bunlar taraf.ndan hurriyete kavu.turulan ki.ilerdir.
 
Üst