Yardımlaşma

enes61

KF Ailesinden
Özel Üye
İnsanın hayatında belli evreler vardır. Bu çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık dönemi gibi. Olgunluk dönemini yakalamış kişilerin daha dikkatli ve sorumlu olmaları gerektiği hadislerde hatırlatılmaktadır. İşte Hz. Peygamberimiz insanın belli bir yaşa geldikten sonra, sorumluluğunu bilmesi gerektiğini hatırlatıyor ve şöyle buyuruyor;

“Bir kişi 40 yaşına gelirde, kendini kontrol etmez, hayır ve şerrini hesap etmezse” tevbe etmeden yaşantısını düzeltmeden ölüp giderse;

“O kişi cehenneme gitmiştir. Ateşe düşmüştür” buyurur.
İnsanlardan bir kısmı, dünya hayatında her türlü zenginlik, bolluk ve konfor içinde yüzerken, diğer bir kısmı da binbir türlü mahrumiyet ve sıkıntı içinde çileli ömürlerini doldurmaya çalışırlar. Mesele derinliğine düşünüldüğü zaman, bu noktanın altında derin hikmetlerin yattığı görülür.
Müslüman olmak, Allah’ın lutfu ve ikramıdır bize. Cenab-ı Hak’kın bizi yaratması, büyütmesi ve hayatımızı devam ettirebilecek kadar rızık takdir etmesi O’nun lutfudur. Çünkü O, hiçbir zaman bunları yapmaya mecbur değildir. Bizi insan olarak dünyaya getirmesi, hele hele müslüman olarak yaratması, bizlerin iyiliğini istemiş olmasının sonucudur. Bundan başka rızık taksimi yaparken, falan kimseye çok, filan kimseye az vermesi, sadece kendi iradesinin sonucudur.
İnsan ya fakir olarak doğar, yada zengin iken, bir kaza veya afet sonucu, malını mülkünü kaybetmek suretiyle fakirleşebilir. Böyle durumlarda Allah’ın müslümandan istediği tek şey sabırdır. Sabrın en makbulü ve Allah katında en sevimlisi fakirlerin, darda ve sıkıntıda olanların gösterdiği sabırdır. Hz. Peygamberimiz;

“Miraç gecesi bana cennet ve cehennem gösterildi. Cennete baktığımda, cennette fakirlerin, cehenneme baktığımda orada ise kadınların çoğunlukta olduğunu gördüm” buyurmuşlardır. Bu yüzden fakirlik, yokluk ve sıkıntılara sabretmenin karşılığı cennettir.

Dünya hayatı, ahiret hayatının uzunluğu yanında çok kısadır. Geçici olan dünya zenginliğinin kabirden sonraya faydası yoksa, mahşerde sıkıntıya sebep olacaksa, sıratı müstekimden geçerken cehenneme düşmeye vesile olacaksa ve insanı Allah’ın rızasından uzaklaştıracak, cennetinden mahrum edecekse, olmaz olsun böyle zenginlik. İnsan, dünyada 3-5 gün rahat yaşayacağım diye çalıp çırparak kazandığı, başkalarının hakkını yiyerek biriktirdiği paranın o zaman ne kıymeti kalır.
Nedense zamanımızda bazı zenginler, fakirleşeceğiz diye kimseye bir yardım etmemektedirler. Allah kitabında;

“Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama.” (Duha;8-9) buyuruyor. Rabbimiz bu ayetiyle fakirlerin himaye edilmesini öğütlüyor.
Hz. Ebubekir (ra)’ın bir yetimle ilgili münasebeti sebebiyle MAUN suresi nazil olmuştu. Yetim bir çocuk, Ebu Cehil zengin bir insan diye,ona gitmiş, sırtına giyecek elbise istemişti. Ebu Cehil o çocuğun ihtiyaçlarını karşılamadığı gibi, onu azarlayıp, kovmuştu. Bu defa aynı çocuk, Hz. Peygamberimize gelerek, kendisine yardım olunmasını istemişti. Fakat Allah Resulünün elinde ve evinde gelen bu yetim çocuğa verebileceği hiçbir şeyi kalmamıştı. Ebu Cehil’in kovduğu yetime sahip çıkmak gerekirdi. O’da bu yetimi, Hz. Ebubekir’e gönderdi. Git yavrum, Ebu Bekire benim selamımı söyle senin ihtiyacını karşılasın, dedi. Çocuk bu kez üçüncü kapıya gelmişti. Fakat takdiri ilahi, o esnada her şeyini dağıtan Ebu Bekir’de de hiçbir şey kalmamıştı. O her şeyini fakir ve yoksullara dağıtmıştı. Ebu Cehil’in sokağa attığı, Allah Resulünün kendisine gönderdiği yetimi nasıl geri çevirirdi. Bir an düşündü, tamam buldum dedi. Hemen üzerinde bulunan elbiseyi çıkardı. O yetim çocuğa verdi. Al yavrum bunu kendine göre ayarla, giy. Başka verebileceğim bir şeyim yok, dedi. Yetim sevindi, oradan ayrıldı ama Ebu Bekir çıplak kalmıştı. Etrafına bakındı, bir hasır parçası gördü, hemen onu vücuduna sardı. Bu esnada namaz vakti geldi. Namazı bu şekilde nasıl kılarım diye üzüntüyle, telaşla çırpınırken, tam esnada Cibril-i Emin gelip, Allah resulünün karşısına çıkıyor. Allah sana selam ediyor ey Allah’ın Resulü! Arşın bütün melekleri feryad ediyorlar. Hz. Ebu Bekir sırtındaki son elbiseyi bir fakire verdi. Kendisi perişan kaldı. Çabuk onun ihtiyacını karşılayın, yer gök inliyor dediler ve arkasından MAUN suresi nazil oldu.

“Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.” Burada Ebu Cehil’in o yetimi azarlaması anlatılıyor. Kendisi yardım etmediği gibi, başkalarını da bu yardıma teşvik etmeyen Ebu Cehil ne kötü bir adamdır, deniliyor. Ve peşinden başka bir uyarı geliyor;
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır. Hayra da mani olurlar.” (Maun;1-7) Namaz kıldıkları halde fakire acımayanlar, namaz kıldıkları halde sahtekarlık yapanlar, namaz kıldıkları halde her kötülüğü yapan insanların vay haline, onlara yazıklar olsun. Çünkü onlar namazın insanı nasıl kötülükten alıkoyması gerektiğini bilmiyorlar. Kıldığımız namazların gayesini şu Kuran ayeti açıklıyor;
“Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”(Ankebut;45) Hakkı verilerek kılınan namaz, sahibini ulvileştirir. İyiliğe sevk etmeyen ve kötülükten alıkoymayan bir namaz ise insanın sırtında taşıdığı bir vebaldir. Yani Hem namaz kılıyor, hem kötülük yapıyorsanız. Hem namaz kılıyor hem yalancılık yapıyorsanız. Hem namaz kılıyor hem de zalimin yanındaysanız. Bilin ki bu kıldığınız namaz değildir. Denilmek isteniyor.
Günümüzde öyle zenginlerimiz var ki; normal iktisadi ölçüler içersinde, yedi göbek sülalesini besleyecek kadar zengin ve mal mülk sahibi olmasına rağmen, yinede dini ve hayri kuruluşlara yardım elini uzatmaktan çekinmekte, fakirleşirim diye huzuru kaçmaktadır. Böyle kişiler gerçekten fakir kişilerdir. Çünkü bu ömür bitince, malları paylaşılacak, kendisi öbür tarafta büsbütün fakir kalacaktır. Ve orada yeniden zengin olma şansıda bulunmayacaktır.
Öyle insanlarımız vardır ki, altında lüks arabalar, boğazda ve yazlıklarda güzel villalar, senedi sepeti yerinde, tatlı bir hayat içersinde yüzüp giderler. Allah’ü Teala; “buna aldanmayınız” buyuruyor. İçinde bulunduğunuz bu tatlı hayat her zaman bu şekilde devam etmez. Mahşer gününü, hesap gününü unutup, kendi arzularını yaşamaya başladıkları zaman, varlığın ve şöhretin imkanlarını onlara sunarız. Onlar bu şatafatlı hayata kendilerini kaptırırlar. Tam bu esnada onlara bir azap, bir felaket gelir. Bütün neşeleri söner, bütün ümitleri biter. Bu gidişe aldanmamak lazımdır. Bu bir isditraçtır. Bir yanıltmadır. Buyurur Cenab-ı Hak. Bu husus kuran ayetinde şöyle özetlenir:




“Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık. Birden bire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.”(Enam;44)
Hz. Peygamberimiz; “Fakirler zenginlerden önce cennete gireceklerdir” buyurmuştur. Peygamberler içersinde en zengin Hz. Süleyman’dı. Yine peygamberler arasında en son cennete girecek de Hz. Süleyman’dır. Sahabe içindeki duruma gelince; Hz. Peygamberimizin yıldız cemaati içinde Aşere-i Mübeşşere vardı. Onlar, hayatlarında iken, cennetle müjdelenmişlerdi. Bir gün sevgili peygamberimiz rüya görür. Rüyasında cenneti görür. Bakar ki, bütün arkadaşları, sahabe-i kiram orada. Fakat tetkik edince Abdurrahman bin Avf’ı görmez. Sahabenin en zengini, en takvası, malını mülkünü Allah yolunda harcamış ve cennetle müjdelenmiş o yok. Her tarafı arıyor, yine yok. Arkadaşlarını gönderiyor. Gidiniz onu bulun diyor, yine yok. Birde bakıyorlar ki, Abdurrahman bin Avf, kan ter içinde, yorgun, bitkin ve perişan vaziyette geliyor. Resulüllah’ın önünde düşüyor. Diyor ki; -Yâ Resulâllah! Hesabım o kadar ağır oldu ki, malımın hesabını vermek o kadar çetin geçti ki, sırat köprüsünden sürüne sürüne geçtim Çok korktum, neredeyse cehenneme düşüyordum. Ey Müslüman zenginler! Siz bir Abdurrahman bin Avf olamazsınız. Siz onlar kadar yardım da yapamazsınız. Siz onlar kadar yetimlerin, fakirlerin haklarını da savunamazsınız. Mallarınızın üzerinde bir bekçisiniz. Bu bekçiliği iyi yapınız.
Çalıştırdığınız iş yerinin vergisini ödemeniz için, muhasebe-ciniz hesapları kontrol eder, faturaları işler, gelir gider durumunuzu tesbit eder, verginizi ödersiniz. Teknik bir çalımla belki vergiden kaçırma imkanı da bulabilirsiniz. Ancak; Allah’da bir gün fatura isteyecektir. Diyecektir ki, sen doğduğunda çırıl çıplaktın. Sana 70-80 yıllık ömür verdim. Bunca mal, mülk ve servet verdim. Bu serveti nereye harcadın, bu ömrü nasıl geçirdin? Göster bakalım faturaları, dök bakalım hesabını diyecektir. Müslüman hesabı vermeye başlayacak; Bir miktar Okula, bir miktar, camiye, bir miktar fakire, bir miktar yoksul talebelere, bunlarda evime çoluk çocuğuma ya Rabbi. Cenab-ı Hak, meleklerine götürün bu kulumu istirahat ettirin. Yine Cenab-ı Hak günahkar kula da soracak; O da saymaya başlayacak, bir miktar içkiye, bir miktar kumara, bir miktar fuhşa, bir miktar din düşmanı ahlaksız yayınlara.. deyince, Allah, meleklerine alın bunu cehennem ateşi temizlesin, buyuracaktır.
Zarar eden bir işyerini kurtarmak için bir takım tasarruflara gidilir. Lüzumsuz harcamalardan kaçınılır. Kısacası bizi günaha sokacak her türlü harcamaya paydos demek lazımdır. Her faturanın, her harcamanın altında, Allah ve Resulü bu harcamadan memnundur, diyebilmek gerekir. Hz. Peygamberimiz buyur ki;”Ey varlıklı insanlar. Allah size ahireti gösterip, oradaki durumunuzu bir görebilseydiniz. Elinizdeki bütün serveti hemen dağıtırdınız.” Buyurur. Hz. Lokman Hekim’in vecizelerinde şöyle bir söz vardır; ”Cömert olmayan zengin meyvesiz ağaç gibidir.”
Hz. Adem (as)’den günümüze kadar, insanların bir kısmı hakka, bir kısmı batıla hizmet etmişler. Hiristiyanlar kiliselerini, Yahudiler havralarını yaparken, Müslümanlar da cami ve mescitlerini inşa etmişlerdir. Fakat hiç biri, bütün uğraşmalarına rağmen, Sultan Ahmed kadar şık, Süleymaniye kadar zarif, Selimiye kadar narin bir eser meydana getirememişlerdir. O eserler ki, dış görünüşleriyle gözleri, iç görünüşleriyle de kalpleri huzura kavuşturur. Ecdadımızın her fethettiği yere, imanın sembolu olan camiyi, temizliğin sembolü olan hamamı, ilmin sembolü olan mektebi yerleştirmiş olması, bizlere en güzel miras ve en iyi örnektir. Kısacası, bütün bu eserler İslâm beldelerinin temel taşlarıdır.
Bugün memleketimizde öyle vakıflar kuruyoruz ki, kurar kurmaz hemen muhteşem bina inşaatına başlıyoruz. Vakfın bütün imkanları inşaatlara harcanıyor. Bütün paralar inşaata gidince, hiçbir sosyal, kültürel, akademik, ilmi veya edebi bir çalışma sergileyemiyoruz. İşte insanımız bu betonlaşma merakından kurtulamıyor. Mesela bir camiyi yapmak için yüzlerce milyar harcıyoruz. Ama, O caminin mihrabında, minberinde, kürsüsünde görev yapacak kişiyi yetiştirmek hususunda aynı masrafları yapamıyoruz. Müslümanlar, yetiştirecekleri genç talebelere burs ve yardımı, ya çok az miktarda yapıyorlar, yada hiç yapmıyorlar. Ama bir misyoner mektebinden mezun olan öğrenciye 22 bin dolar burs verip Amerika’da okutanlar, yarın o çocuğu çift pasaportlu, USA patentli bir prens olarak, Türkiye’de önemli bir mevkiye getireceklerdir.
Birçok kimseler, hayatında iken kimseye bir yardımda bulunmaz, veremez. Fakat, elden ayaktan düşüp de, öleceğini anladığı zaman cömert olmaya kalkar. Hasta yatağında, ölüm yolculuğunda bağışta bulunmaya başlar. Vasiyet ederek hayır yapmak ister. Aslında yapılması gereken hayır; Can bedende, irade sende, para kesende iken yapılandır. Çünkü Hz. Peygamberimiz buyurur ki; “Sadakanın en faziletlisi, sen sıhhatte, mala düşkün, zenginlik emeli ve fakirlik korkusu içinde bulunurken sadaka vermendir.” Can boğaza ulaşıp, daralacağın zamana kadar geciktirme. Sonra o mallar mirasçılara kalır. Onlar istedikleri gibi harcarlar.
İnsanlar şekil ve görünüş bakımından birbirlerinden farklı oldukları gibi, rızık yönünden, yani zenginlik ve fakirlik yönünden de birbirlerinden farklıdır. Çünkü, Allah verdiği için zengindir. Fakirde, Allah vermediği için fakirdir. İkisi de halleriyle imtihan olmaktadırlar.
Dünyaya geldiğimiz günden beri göğsümüzün sol tarafında yumruk büyüklüğünde, sabah akşam, bayram seyran demeden çalışan kalbimizin, ne zaman duracağını bilemiyoruz. Öyleyse vakit erkendir. Sonra yaparım demek, aklın ve mantığın sözleri değildir. Etrafımızı, ailemizi, dostlarımızı felaketlerden kurtarmanın çarelerini arayalım. Onları İslâmla tanıştıralım, kaynaştıralım.
Cenab-ı Hak, bizleri yaşadığı hayatın hesabını verebilen kullarından eylesin. Birbirini seven, birbiriyle yardımlaşan, birbirinin sıkıntısını gideren, birbirinin derdine ortak olan bahtiyar mü’minlerden olmamızı lutfeylesin.

alıntı
 

tuba

Tecrübeli
Cenab-ı Hak, bizleri yaşadığı hayatın hesabını verebilen kullarından eylesin. Birbirini seven, birbiriyle yardımlaşan, birbirinin sıkıntısını gideren, birbirinin derdine ortak olan bahtiyar mü’minlerden olmamızı lutfeylesin. aminnnnnnnnnnnnn emegine yüreğine saglık


:tşk:
 
Üst