A
AhDe_VeFaLi
Ziyaretçi
Üstâd Bediüzzamân Hazretleri; ´Dokuzuncu Mektûb´da şöyle der: “Tahinin ederim ki, nâsihlerin (nasihat edenlerin) nasîhatlari, şu zamanda te´sirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: ´Haset etme! Hırs gösterme! Adavet (düşmanlık) etme! İnat etme! Dünyayı sevme!´ yani, ´Fıtratım değiştir!´ gibi, zahiren onlarca mâlâyutak (takat yetmez) bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki: ´Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz!´ hem nasihat te´sir eder, hem dâire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.”
Demek ki insandaki hisler, Cenâb-ı Hakk´ın fıtrat-ı beşere dere ettiği, imhası ve set çekilmesi mümkün olmayan, bir su memba´ı gibidir. Nasıl ki, bir su memba´mı yerin altına hapsetmek mümkün değildir. Aynen öyle de, hislerin önüne set çekmek ve yok etmek mümkün değildir. Bir su memba´ımn üzeri reddedilse, başka bir menfezden yol bulup yine yeryüzüne çıkar. Çıktığı yer tekrar reddedilse, başka bir yerden yol bulup yine çıkar. İmhası ve şeddi mümkün olmayan bu su memba´ının, çıktıktan sonra yönünü çevirmek ve istenilen tarafı tevcih etmek gayet derecede mümkün ve kolaydır.
İşte, insanda binlerce his vardır. Her birisinin de iki mertebesi vardır. Biri mecazî, diğeri de hakîkî. Aşağıda, insanda tesirini en çok icra eden bazı kuvvetli hislerin ve manevî cihazların mecazî ve hakîkî mertebeleri, yani meşru´ ve gayr-i meşru´ cihetleri ile, mecazî cihetten hakîkî cihete inkılabın nasıl olacağı, Risâle-i Nûr´daki tarz-ı beyanıyla ifade edilmiştir:
1. Muhabbet (sevgi): İnsan, kalbindeki sevgisini, fâni ve kırılmaya mahkûm cam parçaları hükmünde olan firak ve zeval kılıcı ile boynu vurulan mâsivâya sarf ederse, o sevgi, sahibini daimî azap ve elemde bırakır. Hâlbuki nihayetsiz bir muhabbete lâyık, ancak cemâl, kemâl ve ihsanı bakî bir Zât olabilir.
2. Aşk: Aşk, şiddetli bir muhabbettir; fani mahbuplara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azâb ve elemde bırakır, veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için bakî bir mahbûbu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılap eder.
3. Ene: (benlik) Enenin, hikmet-i hilkati unutulup, vazife-i fıtriyesi terk ettirilip, manayı ismiyle eneye bakılırsa, kendini mâlik îtikad etse; o vakit emânete hıyanet edilir. Bütün serler, şirkler, küfür ve dalâletler enenin bu yüzünden neş´et eder. Eğer, eneye mana-yı harfi ile bakılsa, kendisi bir âyine îtikad edilse, mahiyetindeki ölçücükler ve numuneler ile Hâlık ve Sâni´i tanıma cihetine gidilse, o vakit ene Allah´a abd olur, ubudiyetin menşe´i olur makâm-ı ahsen-i takvime çıkar.
4. Gelecek endişesi: İnsan, dünyevî istikbâlinden ziyadesiyle endişe ettiği zaman görür ki, o endişe ettiği istikbâle yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde Cenâb-ı Hakk´ın garantisi altında ve kısa olan bir istikbâl, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller için garanti altına alınmamış ebedî bir istikbâle teveccüh eder. Bu hissinin hakîkî mecrasını bulmuş olur.
5. Hırs: İnsan, mala ve makama karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakkaten kendi nezaretine verilmiş o fani mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan makam, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî makam olan manevî makamlara ve Allah´a yakınlık derecelerine ve hakikî mal olan salık amellere teveccüh eder.
6. İnat: İnsan, şiddetli bir inat ile ehemmiyetsiz, fani işlere karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir şeye, bir sene inat ediyor. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. O şiddetli inadı, o lüzumsuz fani işlere vermeyip, âlî ve baki olan hakâik-i îmâniyeye ve esâsât-ı İslâmiyeye ve âhiret hizmetlerine sarf eder. O haslet-i rezile olan inâd-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, yani hakta şiddetli sebata inkılap eder.
İnsanda, ekseriyet itibari hubb-u câh denilen şöhret hırsı ve hodfuruşluk, ve şan ü şeref denilen riyâkârâne halklara görünmek ve umûmun nazarında mevki sahibi âhiret için bu dünya için de gayet dağdağalıdır; çok kötü ahlâkın menşesdiıf ve insanlarm da en zaîf damarıdır. Halbu ki rızâ-yı İlâhî ve iltifat-ı Rahmani kabûl-u Rabbani Öyle bir makamdır ki insanların teveccühü ve beğenmesi, ona nispeten bir zerre hükmündedir. Hubb-y cah hissi eğer susturulmazsa ve izale edilmezse, yüzünü başka cihete çevirmek lazımdır. Şöyle ki: Âhiret sevabı için, insanların dualarım kazanmak niyetiyle ve hizmetin hüsn-i tesiri noktasında bu hissin meşru´ bir ciheti bulunabilir.
8. Havf (korku): Halktan korkmak, Mim bir belâdır. Hayatı zehir hükmüne ´getirir. İnsan, bu havfı, yani korku hissini, öyle birisine tevcih etmeli ki, insanın havfı lezzedi bir tezellül olsun. Havf, bir kamçıdır; O´nun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sînesine celbediyor. Hâlbuki bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir le-m´asıdır. Demek havfullâhta bir azîm lezzet vardır. Hem Allah´tan havf eden, başkaların kasavetli, katı, belâlı havfmdan kurtulur.
9. Adavet (düşmanlık): Hiss-i adavet, mü´minlere tevcih edilmek için verilmemiştir. Nasıl ki, âdî ve sıradan çakıl taşlarına, Kâ´be´den daha kıymetli ve Uhud dağından daha azametli demlemiyorsa, mü-´mine de, Kâ´be ve Uhud dağı azametinde ve kıymetinde olan îman, İslâmiyet, namaz gibi hasletleri varken, çakıl taşı hükmünde olan bazı küçük kusurlarından ve hatalarından dolayı da adavet edilemez. Edilirse, bu bir zulüm ve insafsızlık olur. İnsan eğer adavet edecekse, kalbindeki adavete adavet etmeli, onun izâlesine çalışmalıdır. Hem, en ziyâde inşâna zarar veren nefs-i emmâreye ve hevâ-yı nefse adavet edip, ıslâhına çalışmalı. Hem, Kur´ân ve îman düşmanları çoktur, onlaradüşmanlık etmek gerektir.
10. Haset: Haset evvelâ hasetçiyi ezer, mahveder, yandırır Hasedin çaresi: Haset-
sün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattir. Eğer uhrevif meziyetlere haset ediyorsa, zaten onlarda hsset olamaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa; ya kendisi riyakârdır, âhiret. Malını dünyaca ımahvetmek ister veyahut haset ettiği şahsr-riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder; rahmete itirâz eden, rahmetten mahrum kalır.
11. Sabır: İnsan ibâdetle günahlara ve musibetlere sabretmekle mükelleftir. Cenâb-ı Hakk´m kendisine verdiği sabır kuvvetini, geçmiş ve geleceğe, veriminin tahakkümü, gafleti ve fâni hayatı bâkî tevehhüm etmesi ile dağıtmazsa, şu sabır kuvveti her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat insan sabır kuvveti´ni geçmiş ve geleceğe dağıtsa, o vakit, hâl-i hazırdaki musibet ve ibâdet ve günâhlara karşı sabrı kâfin gelmez, şekvaya başlar.
12. Milliyetçilik Hissi: Vatan, dil ve din unsurları temelinde teşkil edilen birliğe ´millet´ denir. Hatta bunlardan birisi dahi noksan olsa yine millet birdir. İşte bu ´milliyet´ fikri, İslâmiyet´e hadim olmak, kal´a olmalı, zırhı olmalı ve İslâmiyet´e hizmet ettiği nispette medâr-ı fahr ve gurur olmak. Yoksa İslâmiyet´in yerine geçmemeli. Böyle bir vaziyet kalenin surlarındaki taşları, kalenin içindeki mücevher hazinesinin yerine koyup, mücevherleri dışarı atmak gibi bir ciddi hatâ ve cinayettir. Bütün Müslüman milletler ve unsurlar, ancak ´İslâmiyet pederi´nin birer evlâdıdır. Birbirinin kardeşidir Kimisi büyük ağabey, kimisi de küçük kardeş
13. Akıl: Hakkı bâtıl, bâtılı da hak göstermek demek olan ´cerbeze´ ile hiçbir şey´i bilmemek demek olan ´gabâvet´ zulümdür. ´Hikmet´ ise, hakkı hak bilip imtisal etmek, bâtılı bâtıl bilip ictinâb etmek demektir. Aklın meşru´ ve vasat mertebesidir.
14. Gadâb: Maddî ve ma´nevî hiçbir şeyden korkmamak demek olan ´tehevvür´ ile korkulmayacak şeylerden dahi korkmak demek olan ´cebânet´ zulümdür. ´Şecaat´ ise, dinî ve dünyevî hukuku söz konusu olduğunda canını verebilecek derecede bir kahramanlığa sahip, olmak demektir ve gadâb hissinin vasat ve meşru mertebesidir.
15. Şehvet: Irz ve namusları pây-i mâl etmek etmek demek olan ´fücur´ ile, ne helâle ne de harama meyli olmamak demek olan ´humûd´ zulümdür. ´İffet´ ise, helâle iştahlı olup harama iştahlı olmamak demektir ve ´kuvve-i şeheviye´nin vasat ve meşru´ mertebesidir.
Kaynak : İrfan Mektebi Dergisi