Rabbin Sana Küser mi ? Kardeşlerim uzunca bir yazı fakat akıcı yazılmış üşenmeden okuyun.
O’nunlasın her zaman…bütün internet bağlantılarından daha hızlı,tüm kısa mesajlardan daha doğrudan,tüm plastik kahramanlardan daha gerçek,tüm tv dizilerinden daha dostça.
O varken ‘’ yalnızlık’’ sadece bir kelimedir.O’na yakın olduğun oranda yalnız değilsin,O’ndan uzaklığın oranında yalnızsın…
Sana şefkat eden bir rabbin var ; sahipsiz değilsin. O senin ve diğerlerini şefkatle terbiye ediyor.
Herkesi merhametinin kucağında ağırlıyor. O senin sevdiği için var eyledi. Seni severek var eyledi. Senin varlığından hoşnut.
Senin varlığın O’na yük değil. Büyük bir ateşten küçük bir çıra tutuşturulsa Ateşten ne eksilir? Yaşaman O’na ağır gelmez.
Seni beslemek ve büyütmek O’na zor değildir. Senden sadece verdiklerine teşekkür etmeni istiyor. Hem böylece sana sonsuzca vereceğini de müjdeliyor.
Sen ona nankörlük etsen de,üzerinden kudret elini çekmiyor. Sen onu unutsan da,sana küsmüyor. Sadece hatırlamanı istiyor.
Bekliyor;sabırla bekliyor. Rabbin seni şartlı sevmez...
Seni Sevenler Seni sen var olduktan sonra sevdi. Seni sevenler için önce var olman gerekliydi.
Yoksa nasıl severlerdi seni? Yok olanı kim sever ki? Hatırlamaya çalış; Bir zamanlar yoktun. Sen yoktun, Seni sevenler yoktu.
Sen kendi yokluğunun farkında değildin. Rabbin seni yokluktan buldu.
Seni yoktan var etti. Seni hiç yokken sevdi.
Seni sevdiği için var etti. Seni hiç yokken sevdi. Seni sevdiği için var etti. Başkaları seni var olduğun için sevdi. Rabbin seni şartsız sevdi.
Seni sevmesi için var olman bile gerekmedi. Sevenler seni sendeki kimi özellikler için sevdi çoğu kere… Kaşın gözün,boyun posun,zekan,aklın vs.gibi ‘’ en’’lerinle sevdi. Onlar seni en düşkün,en hasta,en anlayışsız,yani en insan hallerinle sevmediler.
Kimi şartlara bağlı çoğu kere onların sevgileri.Sanki aranızda bolca şartlı olan gizli bir kontrat imzalanmış ve o kontratın maddeleri her an senin aleyhine işletilebilirmiş gibi.Bir kere düşün seni en çıplak,en gösterişsiz halinle,bütün sıfatlarından azade seven kim?
O seni hayalle hakikat arasındayken sevdi,O seni toprakla su arasındayken sevdi.
O seni sevdi,yokluğunu değil varolmanı istedi.Sen başının dara düştüğü zamanlar hariç ondan yüz çevirsen de,sık sık O’nu unutsan da,geçmişte verdiğin Söz’e ihanet etsen de,en ufak yönelişinde sana dağlarca koşan kim? Öyleyse varolmak,büyük ve kutsal bir muhabbetin,karşılıksız bir sevginin muhatabı olmak değil de nedir?
Var olmak,seni senden öte sensiz de seven bir rabbi tanımaktan,O’nun yoluna adanmaktan başka nedir? Rabbin senden kusursuzluk beklemez...
Dostların bile çoğu zaman hatasızlık bekliyor senden. Hata ettiğinde şaşırıyorlar,küsüyorlar,hatalarını bir türlü yakıştıramıyorlar sana.
Bilmeden hata etsen bile affetmekte zorlanıyorlar. Yanlışından dönsen de,eskisi kadar kolay sevemiyorlar. Hata ettiğinde gözden düşüyorsun.
Oysa rabbin hata edebilceğini biliyor.yaratan bilmez mi? Kusurlarının olabileceğini sana açıkça söylüyor. Bağışlayacağını en başından kulağına fısıldıyor.
Senden sadece hatanı kabullenmeni istiyor. İçten içe duyduğun pişmanlığı bile özür sayıyor.
Affediyor,affederek seviyor,severek affediyor. O senden kusursuzluk beklemiyor.Ancak kusursuz biri kusursuzluk beklentisinde değildir.Ve sorarım sana,kusursuzluk beklentisi başlı başına bir kusur değil midir?
Sevenler seni yaptığın hatalarında yüzüstü bırakmadı mı,eleştirip mahkum etmedi mi? Ya rabbine karşı yaptığın hatalar…saysan kaç sıfırlı bir rakam eder,üst üste yığsan yerden göğe yol olur.
Ama bak o seni sevmeye devam ediyor ki seni hediyelere boğmaktan geri durmuyor.
Yeryüzünün nimetlerini önüne seriyor,sana ummadığın yerden ummadığın şekilde armağanlar gönderiyor.
Gözünün aralığından bütün bir kainatı seyrettirmesi bile tek başına bir hediye değil mi? Hala nefes alıp verebiliyorsan,hala yiyecek birkaç lokman,içecek birkaç yudum suyun varsa bu bile başlı başına bir ilahi armağandır.
Peki ama kendisine onca hediye veren cömert bir ev sahibine nankörlük etmek,hediyeleri kendinin kazanarak elde ettiğini iddia etmek nankörlük ve kusurdan başka neyle ifade edilebilir ?
Rabbin seni kuyrukta bekletmez... Hayatını bir yokla;ne kadar kuyruk var. Otobüste,minibüste,bankada,okulda,yemekhanede… Kuyruğa her girdiğinde kendini sıradan biri görmeye başlamıyor musun?
Kendini önemsiz,işe yaramaz bile görmeye başlayabilirsin. Ama rabbin öyle davranmaz sana. Seni sıraya koymaz. Ona her zaman,her yerde,istediğin kadar yakınsın. Sana şah damarından bile yakın olduğunu bildiriyor.
Sana senin kendine yakın olduğundan daha yakındır o. Onun bakışında sıradan biri değilsin;önemlisin,önceliklisin. Başkalarını da öncelemesi,seni sonraya bırakmasını gerektirmez çünkü. Sen başka herkes kadar önemlisin,onun için bir tanesin biriciksin. İstediğin şeyi,istediğin kadar,istediğin gibi isteyebilirsin.
O seni kuyrukta bekletmiyor;sıraya sokmuyor. Kaşlarını çatıp da ‘’ sıraya geç,sağdan ve soldan tek sıra,uygun adım marş’’ diye bağırmıyor… Duvarın sıradan bir tuğlası değilsin sen.
Güneş senin üzerine herkesin üzerine doğduğu gibi doğmuyor. Ay yüzünde alelade ışımıyor,çünkü sen baharda cömertçe açan bir çiçek tarlasında nadide bir çiçeksin,diğer çiçeklere benziyor olman onlarla akraba olduğunu yalnız olmadığını,bir hilkat garibesi olmadığını göstermek için değil mi? En çok kendine benzer bir gök resmi?sen sana özgüsün,özgürlüğün içinde özgürsün?basmakalıp yaratmıyor seni yaradan.
Seni yaradanı,seni sen yapan yanlarından soyup sıradanlığın kuyruğunda bekleten bir banka memuru sanma? Rabbinin memurları olan melekler sana birinci sınıf bir ilgiyle anında hizmet sunmaya her an hazır bekliyor…
O’nun gözünde hep birinci sıradasın,hep en öndesin, O’nun gözünde hep gözdesin…. Rabbin seni yalnız bırakmaz... Aynaya bir bak...söyle bana ki ne görüyorsun?kendi yüzünle tanışıyorsun.Hep tanıdığın olan yüzünle...İnsan yüzü,hep bir sıcaklık uyandırır bakanın gözünde.Senin yüzün de öyle...Sana aşina olduğu gibi,sevdikleri için de tanıdık ve sevecendir.
Tersini bir düşün:yüzün sende dehşet uyandırsaydı.Sevdiklerin yüzüne tiksinerek,korkarak,şaşırarak baksaydı.Hani o tuhaf fantastik filimlerde olduğu gibi,herkes birbirinden tamamen ayrı bir ucube olsaydı.Kimilerinin öyle bir fantazisi olabilir; ama seni yaradan böylesini tercih etmedi.
Senin yüzünü sevdiklerine,sevdiklerinin yüzünü sana yabancı ve tuhaf eylemiyor.Seni hep tanıdık,hep sıcak,hep sevecen,hep aşina bir yüzle yaratıyor.
Seni tanıdıkların ve içinin ısındıkları arasında yaşatıyor.Şimdi düşün,seni bu hayatta böylesine sevecen bir ortamda yaratan,seni hiç dehşette bırakmak ister mi?
Seni sevdiklerine böylesine sevimli eyleyen,seni hiç sevmediklerin arasında unutur mu? Yüzleri kaybolmuş insan kütleleri arasına,tekdüze binaların ortasında yapayalnız,bir başına kaldığını hissettiğin zamanlar elbette az değil.
Sorularınla,acılarınla başbaşa,seni sevdiğini söyleyenlerin etrafında bir bir ayrıldığı zamanlarda,sana rahmetinin kucağını açmış bekleyen,bir karınca ormanında kara bir karınca olarak kaldığını düşündüğün zamanlarda bile sana muhatap olacak bir yaratıcın var.
O’nunlasın her zaman,bütün internet bağlantılarından daha hızlı,tüm kısa mesajlardan daha doğrudan,tüm plastik kahramanlardan daha gerçek,tüm tv dizilerinden daha dostça.O varken ’’yalnızlık’’sadece bir kelimedir.O’na yakın olduğun oranda yalnız değilsin,O’ndan uzaklığın oranında yalnızsın.... Rabbin sana ’’ ne halin varsa gör ! ’’ demez Şöyle diyor kitabında:’
’Ey inanmamakta ısrar edenler,bu gün kendinize gösterdiğiniz öfkenin çok daha fazlasını ben size ısrarla inkar ettiğiniz her seferinde göstermiştim’’inanmayanların,inanmadıkları her şeyin gözleri önüne serildiği gün yaşadıkları pişmanlıkları bir hatırla.Nasılda kızarlar kendilerine? ’’ ah ben ne ettim’’ deyişlerini bir hayal etmeye çalış.
Bir sınavı,üstelik tekrarı ve telafisi olmayan bir sınavı bu kadar kolayca kaybetmeleri karşısında kendilerine duydukları öfke kimbilir ne kadar büyüktür.
İşte böylesi öfkeden çok daha fazlasını ben de sizin için duymuştum diyor yaratan.Aslında,bu öfke,merhametten kaynaklanan bir öfke olmalı.Çünkü yaratan,kendi kulunu bu kadar sıklıkla uyardığı halde,bile bile,ısrarla ve inatla inkar etmesi karşısında, ’’ne halin varsa gör! ’’ diyecek bir rahatlık içinde değil.inanmamakta ısrar eden kuluna,onun en son yaşadığı pişmanlık öfkesinden çok daha fazlasıyla öfkeleniyor.
Demek ki rabbin kulunu kulun kendisini düşündüğünden daha fazla düşünüyor. Hayatına bir bak,çoğunlukla göreceksin ki,başta anne baba,eşin ve çocukların,okulda öğretmenlerin,iş yerinde patronun yaptığı hataları çoğu kere abartarak,sanki seni daha önce uyarmış olmalarının bedelini istercesine kızgınlıktan küplere binip ’ ne halin varsa gör’ demişlerdir ve demeye devam ediyorlar.
Düştüğün,tökezlediğin zamanlarda en yakın bildiğin dostların sana ’ne halin varsa gör’ demediler mi? iş yerinde sen hep verimli,karlı,zinde,dinamik bir eleman olmak zorundasındır,eskaza hasta olsan bu verimi düşürür,kalbinin sesini dinleyip insandan yana tavır alsan,sermayeyi kollamasan,sen makbul biri olmaktan çıkarsın ve sana ’ne halin varsa gör’ demeleri kuvvetle muhtemeldir.
Fakat şefkat ve merhamet sahibi Rabbin öyle mi ya...O düştüğün zamanlarda,ard arda hatalar yaptığın vakitlerde bile seninle...’bana dua et,yüzünü,gönlünü bana çevir,sahte oyuncakların avuntusundan geç ki sana elimi uzatayım’diyor adeta...O düşenin elinden tutan,yaralıya merhem olan diyor ki,’’
Ben,uğrumda kalpleri kırık olanların yanındayım...’’ Rabbin senden umudu kesmez... Rabbinin seni sevmesi için bir yüzün olması gerekmedi. Rabbiinin seni sevmesi için bir yüreğinin olması gerekmedi Rabbinin seni sevmesi için onu hatırlaman gerekmedi.
Rabbinin seni hiç koşulsuz sevdi. ve hala seviyor farkında mısın? sen O’nu unutsan da O seni unutmuyor. sen O’na isyan etsen de O senden umut kesmiyor. seni yaradan senin cinsinden biri değil ki en küçük bir sorunla yıkılsın, beklentileri gerçekleşmezse umutsuzluğa düşsün? umudun kaynağı olan,umudu yaradan nasıl umudunu keser? senin göklerde yazılı olan adın umuttur,bilesin...
Bilmem farkında mısın,sen sık sık umutsuzluğa düşüyorsun...umudunu yitirip güneşin kavurucu sıcağında başın öne düşüp enseyi kararttığın zamanlar hiçde az olmadı,olmuyor.Peki neden? isteklerinin senin arzularına göre,istediğin zamanda,istediğin şekilde,istediğin yerde gerçekleşmemesi...haşa,sanki seni yaradan senin itaatkar bir hizmetçin.
Senin her istediğini her an hazır edecek.Yani sen nereye dönersen güneş de oraya dönecek,öyle mi? Senin planlarına,kurgularına,hesaplamalarına göre hayat denilen hakikat biçim alacak,öyle mi? Saçların karışmasın diye rüzgar sana göre bir saat sonra esmeli,yeni kıyafetin ıslanmasın diye yağmur akşam yağmalı,bir anda çok paraya kavuşacağın iş hemen kapına gelmeli,sevdiğin kız veya delikanlı hemen sana varmalı sana göre...umutsuzluklarının sebebini bir düşün...
Her şey sana göre şekillensin istiyorsun,geleceğe ilişkin kimi kurgularda bulunuyor,bunları başaramayınca çöküyorsun...Ya tüm benzetmelerden münezzeh olan seni yaradan,o karlı havalarda yavrusunu yitiren kalbi merhametli bir annenin gözlerindeki umut gibi,senden umudunu kesmiyor,hep O’na dönmeni bekliyor...
Rabbin seni yüz üstü bırakmaz... Yeniden hatırla;annen seni çoğu kere elbiseni temiz tuttuğun için sevdi. Matematik dersinde iyi not alınca öğretmenin ’aferin’ dedi,başaramayınca zayıf verdi.Devlet seni kurallara tamamen uyunca sevdi.
Eskaza kuralları unutsan,kendin olduğun zamanları yaşasan,soğuk bir çehrenin çatık kaşlarıyla karşılaştın.Biz faniler sevmek konusunda maalesef biraz böyleyiz.Oysa,yaradanın sana armağanlarını verirken,ille de bilindik anlamda başarılı olmanı,karnenin hep pekiyi olmasını beklemiyor. Sen O’na isyan etsen de,seni gözden çıkarmıyor. Sen O’nu unutsan da seni yüz üstü bırakıp gitmiyor.
Elbette bu cümleler seni isyana,unutmaya teşvik etmiyor.Ne istersen yapabilirsin,keyfine göre davranabilirsin anlamına hiç gelmiyor.hiç istemediğin halde ayağın kayar da yere yüzükoyun kapaklanırsan elinden tutan yine O’dur. Düştüğünde (ki sık sık düşersin)tutunacağın ipleri daima sarkıtan bir rabbin var.
Fakat çamurların içine düştüğün halde,yardım almayı reddeden yaramaz bir çocuğa ne kadar da benzersin.Hıçın çocuk kendisinin kalkabileceğini söyler,yardıma ihtiyacı olmadığını haykırır,herşeyin üstesinden gelebileceğini bile iddia eder.İşte bu yüzden çamurun içinde debelenip durur.İşte tam o esnada plastik yüzlü kurtarıcılar ,tezgahtar gülüşlü uzmanlar seni bir banknot olarak görüp naylondan iplerini sana uzatırlar.İplerle beraber sırıtarak avuçlarını da açmayı ihmal etmezler.
Kudret sahibi yaratanın ipleri çelikten halatlar halinde göğe tutturulmuştur.Tuttuğun naylon iplere benzemez.Ne mutlu sana... Rabbin seni küçümsemez... Varlığın boş yere ve rasgele değildir. Burada çaresiz,amaçsız ve sahipsiz değilsin.Öylesine var değilsin ; sen var edildin...Varlığın yokluğuna bilerek ve isteyerek tercih edildi. sen kendi yokluğundan bile haberli değilken,yaradan seni var etti.
Sen kendi varlığının da farkında değilken, yaradan seni insan etti. Hiç var olmayabilirdin. Var olabilirdin ama herhangi bir taş olabilirdin. Önemsiz ve kimsenin adını bilmediği bir taş.Ayaklar altında kalmış ve herkesin tekmelediği bir taş.
Öyle olmadın işte ! Yokluktan kalmadın,cansız kalmadın ; İnsan oldun. Düşünen ve konuşan bir insan. Onun için teşekkür et. Ona ne kadar teşekkür etsen azdır. O’na teşekkür et. Minnettar ol. Bir taraftan küçüğün küçüğüsün sen,hakir mi hakir,basit mi basit. Diğer yandan büyüğün büyüğüsün sen,bütün kainat kıvrılmış,dürülmüş ve senin içine konulmuştur.
Cismin itibarıyla küçücüksün ama ruhunda taşıdığın bir mücevher var ki bu seni göklerin hamilesi kılıyor.Rabbin sana hitap ederken konuşuyor.Sen bu mücevheri yerlere,çamurlara atmadığın,yani kendi kendini küçültmediğin sürece küçümsenesi değilsin.
Dudakların kıvrımında beliren küçümseyici bakışları iyi bilirsin,insanların dünyasında buna her an şahit olmak mümkün.Bir maskeli baloya maskesiz gittiğinde alaycı gülüşlerin yüzüne gözüne yapıştığını hissedersin.
Rabbinse herkesin önünde eğilip küçük düşmektense sadece kendisine yönelmeni,en büyük özgürlük yolunun bu olduğunu sana hatırlatır.Allah’a boyun eğmeyerek özgür olacağını sanan zavallının nelerin önünde zillet içinde eğildiğine bir bak...
Bir olana eğilmeyen her şeye eğilmek zorunda kalır Rabbin seni sahipsiz ve çaresiz bırakmaz... Seni var eden,sana eşlik edecek alemler de var eyledi. Onları ve seni terbiye ediyor.Her şeyi sana uyumlu kılıyor. Her şeyi sana sevimli eyliyor.
Ne senin varlığın ne de diğerlerinin varlığı anlamsız ve boştur.Gördüğün her şey ,seni çevreleyen herkes,senin gibi bile-isteye var edildi.Varlıkları yokluklarına tercih edildi.Yabancı ve yabani bir yerde değilsin.
Telaşlanma.Korkma... Etrafına bir bak,insanoğlunun bozguncu eli değmedikçe her şey ne kadar da ahenk içinde...sanki görünmeyen bir el onların üzerinde dolaşıyor ve yaratılan her şeyi birbirinin yardımına koşturuyor.Bu bakımdan ey sevgili dostum,kainat baştan ayağa çareyle dolu.
Bütün bir alem büyük bir eczane gibi,senin gönül ve akıl yaralarına ilaç sunuyor. Fakat içinde yaşadığımız ruhunu kaybetmiş uygarlık,senin gözünü ve gönlünü bulandırarak yegane çarenin daha çok kazanmakta,sadece sosyal ilişkilerde başarılı olmakta,daha çok eğlenmekte,duygularını ve beynini uyuşturmakta,bazı ünvanlar elde etmekte olduğunu sanmanı sağlıyor...
Evet,bütün kainat çareyle doludur,ama sen gözünü ve gönlünü rabbine çevirip onu sahip bilmedikçe ve rabbinden sana çareye doğru bir pencere açılmadıkça çaresiz kalmaya,çığlıklar içinde boğulmaya mahkümsun... Bütün parlak madalyaların ve onca oyuncağın çığlıklarını susturmaya yetecek mi sanıyorsun?
Rabbin sana verdiklerini başına kakmaz... Sana şevkat eden bir rabbin var ; sahipsiz değilsin. O seni ve diğerlerini şefkatle terbiye ediyor. Herkesi merhametinin kucağında ağırlıyor.
O seni sevdiği için var eyledi. Seni severek var eyledi. Senin varlığından hoşnut. Senin varlığın O’na yük değil. Büyük bir ateşten küçük bir çıra tutuşturulsa Ateşten ne eksilir?
Yaşaman O’na ağır gelmez. Seni beslemek ve büyütmek O’na zor değildir. Senden sadece verdiklerine teşekkür etmeni istiyor. Hem böylece sana sonsuzca vereceğini de müjdeliyor. Sen ona nankörlük etsen de,üzerinden kudret elini çekmiyor.
Sen onu unutsan da,sana küsmüyor. Sadece hatırlamanı istiyor. Bekliyor;sabırla bekliyor. O’na rabbimiz dememizin bir nedeni de bizim gibi verdiklerinin karşılıklı vermemesidir.Sofrada misafirinin yediği lokmaları sayan cimri bir ev sahibi mi sanıyorsun? O’nu ?...Hazinesinin ve cömertliğinin ne kadar geniş olduğunu anlamak istersen sadece bahar mevsimine dikkatlice bakman bile yetecektir.
Nasıl da her şey cömertçe,balçığa dönmüş topraktan çıkarılır.Evde kardeşin sana verdiği kazağını ikide bir imalı imalı hatırlatır,arkadaşın bir zamanlar verdiği hediyeyi arada bir diline dolamaktan zevk alır,patronun maaşına yaptığı zammı gerine gerine yüzüne vurup daha çok çalışman gerektiğini hatırlatır.
Evliysen eşin kızdığı zaman alışverişi kendisinin yaptığını yüzüne çarpıverir.Eğer çocuğun varsa,geçen defa markete ekmek almaya kendisinin gittiğini,bu defa sıranın sende olduğunu anımsatır.Bu liste böylece uzayıp gider... Yaptığını ve verdiğini başa kakmak biz fanilere özgüdür,O nimetini hatırlatır elbet,bizim nankörlüğümüz gücüne gider,kendince hoşnut olmaz,ama asla ’ verdiklerim gözüne dizine dursun ’ derecesine yeni nimetler verirken yüzümüze çarpmaz.
Yüceliğine ve azametine yakışır bir tarzda yine nezihçe,yine zarafetle sunar ikramlarını.Bu yüzden nimeti nimet bilen güzel insanlar,bu inceliği anlayıp,O’na ’’ ey bizi nimetleriyle kendine pervane eyleyen sultanımız ’’ diye seslenmeyi uygun görmüşlerdir.
Rabbin üzülmeni istemez... Rabbin seni seviyor. Senin sevdiklerini de seviyor. Sevdiklerini sevmeni de seviyor. Sevinesin diye,sevdiklerini de sevindiriyor.
Sevdiklerini sevindirmeni seviyor. Bir düşünsene,sevilmeseydin ne kadar zor olurdu yaşamak. Sadece yaşamak yetmezdi o zaman sana. Sevilseydin ama kimseyi sevindiremeseydin... Sen sevinçli olduğun halde sevdiklerinin hiçbiri sevinemeseydi...
Farkındamısın,Rabbin ne kadar da çok iyilik ediyor sana? Seni sevdiklerine sevdiriyor,seni seviyor,sevdiklerini de hiç ummadığın süprizlerle sevindiriyor. Üzülmen rabbini üzer.Şefkat ve merhametinin boyutları ötelerin de ötesinde olan Allah,senin sonsuzcasına üzülenlerden olmaman için her şeyi ama her şeyi bir anlamla,bir mesajla donatı-yor.
Yaratılan her bir varlık,her bir durum ve olay aslında rabbinden sana bir mesajdır,inan...Bu mesajların temel amacı,senin mesajları okuyan ve anlayan yetkin bir insan halina gelmen,dünyanın gel-geç yüzüne kanmaman içindir.Buna karşın çağın sadece dünyayı gören,ahireti görmeyen tek gözlü kara korsanları,seni gemilerinde bir kürek mahkumu haline getirmek için seni dünyanın güverteden ibaret olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.
Güvertedeki kimi eğlencelerle mutlu olmaktan başka bir mutluluk yolu olmadığını telkin ediyorlar. Böylece senin engin denizi görüp de yüzme öğrenmeye kalkışıp kürek mahkumluğundan kurtulmandan deliler gibi korkuyorlar.
Onlar sahte sevinçler sunarak,anlık hazlar bağışlayarak seni ebedi bir hüznün kıyısına itiyorlar.Ama unutma ki kuşu tuzağa düşüren bir danenin lezzetidir... Rabbin sana karşı anlayışsız değildir... Ayrılıklara ve vedalara üzülüyorsun.
Sevdiklerin gidiyor,sevenlerin uzaklara dağılıyor. Kalbin acı çekiyor,ağlıyorsun. Merak etme ; seni var eden rabbin senin kalbini de biliyor. Acı çektiğini senin bildiğinden daha çok biliyor. Her şeyin dağıldığı gün,her işin sonlandığı gün sana ve sevdiklerine sahip çıkacaktır.
Uzaklara gitmene gerek yok ; her gününü ’gün’ eden,sabahı pencerene getiren,gündüzü sana aydınlık eyleyen,,geceyi uykunun ve dinlenmenin döşeği eyleyen O’dur.
Akşamın gelişiyle veda eden günü,yeni bir sabahla sana getiren,sana bütün zamanlarda,ebediyyen sahip çıkacaktır. Emin ol...
Çektiğin acılara,habire meşgul çalan telefonlar gibi kör ve sağır değil O. Yüreğinin her yangınına aşina olduğunu söylüyor. Ayrılıklarına ve sıkıntılarına metal soğukluğundaki plazalar gibi umursamaz değil
O. Yitirdiklerinin hepsini sana iade edeceğine söz veriyor. Sevdalarına ve özlemlerine çok seçenekli sınav kağıtları gibi tatsız ve tuzsuz formüller sunmuyor O. Seni herkesten çok anlıyor,Seni senin kendini düşündüğünden çok düşünüyor...
Rabbin başkalarına boyun bükmeni istemez... Yüzünü O’na dön ; başkasından medet umma ; herkese ümit ve medet veren rabbindir.Şimdi sadece O’na yönel. Başkalarının peşinde koşup yorulma;seni biricik eyleyen ve önemli kılan rabbindir.
Korkma ;O seni kalabalıkta unutup bırakmaz.Endişe etme;O seni yolda bırakıp terk etmez.Telaşlanma;O sana arkasını dönüp gitmez. Kulların önünde boyun bükmek sende ki ilahi öze saygısızlıktır.
Rabbin sana ruhundan üflediğini söylüyor.Sen izzetli ve şerefli bir varlıksın.Herkesin önünde yerlere kapaklanmak,selam durmak,esas duruşa geçmek,üç kuruşluk menfaat için onun bunun önünde sıtmaya tutulmuş gibi titremek sende ki büyük sırra ters düşer.
Günümüzün çivisi çıkmış gövde medeniyeti özellikle geçim konusunda seni kuruntulara boğuyor,seni sürekli tüketen bir modern köle haline getirerek,ihtiyacından fazlasını tüketmeyi teşvik ederek geçimi bir dert haline getiriyor.
Sanki rızık ve ikram yerden gelirmiş gibi,işyerinden gelirmiş gibi,gözü dönmüş para babalarından gelirmiş gibi bir duyguya sevk ediyor çağcıl dalkavuklar....
Sendeki üzerine düşeni dört dörtlük yaptıktan sonra tevekkül etme,teslim olma özelliğini buharlaştırıyorlar.
Böylece ister istemez rızkı Rabbinden değil yerden bilerek onlara boyun bükmeni,hep eğik bir vaziyette onursuzca yaşayarak güven duygusunu kaybetmeni sağlıyorlar...
Seni zillet ve eziklik içinde yaşamaya mahkum etmek istiyorlar.
Rabbine boyun eğ ki,onca zalimin karşısında eğile eğile kambur hale gelmeyesin Rabbin başkalarına dilenci olmanı istemez...
Her ihtiyacını O’ndan iste.Başkalarının eli sana yetişemez.Her dilediğin O’nun yanındadır.Başkaları seni ciddiye almaz.Sen O’nun için sıradan biri değilsin;önemlisin,bi’tanesin.Sana iyilik etmek yormaz O’nu.Senin dilediklerini yerine getirmek usandırmaz O’nu...
Dünyada aziz ve hatırlı bir misafirsin sen.Rabbin özel konuğu...bütün sistem,bütün bu muhteşem düzenek senin misafirliğinin meyve vermesi için hazırlanmış...Bir de böyle bak,gökyüzüne,yıldızlara,aya,güneşe.’’ Bütün bunlar,hepsi benim için var’’ diye bir bak.
Bunlar senin emrine amade kılınmış hazineler,ötenin hazineleri.Buna rağmen hazine sandığının üzerinde dilenen adamın öyküsü gibi,sonsuz hazinelerini bir yana itip,bu hazinelerin gerçek sahibini unutup,yoldan gelen geçene üç-beş metal parçası için yalvarmak ne kadar doğru.
Çağın metalleri yeterince canını acıtmıyor mu? Makinelerin demirden parmakları vücuduna yeterince batmıyor mu? Taeknolojiden huzur dilenen yüreğin yeterince yorgun düşmedi mi? Felsefeden ve bilimden mutluluk formülleri kotarmaya çırpınan zavallı aklın sana yeterince saç baş yoldurmadı mı?
Ruhsuz psikolojiden ve çağın günah çıkarıcıları olan uzmanlardan ilaç reçeteleri dışında birşey almamak yeterince hayal kırıklığı oluşturmadı mı? Nesneleri çoğaltarak,yığarak tatmin olacağını sanan duyguların yeterince deforme olmadı mı?
Evet,kendimle birlik sorarım sana ey her kapının dilencisi.... Rabbin seni sıradan görmez... Çoğunlukla yazgını beğenmediğin olur.
Burda olmasaydım dersin. Hiçbir şeyi değiştiremediğini düşünürsün. Varlığın ile yokluğun arasında fark olmadığını sanırsın. ’ Ne edeyim dersin ’ ’ Ne ettim ki ’ dersin. Kendini küçümsersin.
Ne yazık ki,otoriterler de kendini küçümsemene yardımcı olmaya ayarlıdır.
Önüne engeller çıkar,ayaklarına taşlar vurur. Geçeceğin eşikler boyunu aşar. Önüne sürekli çaresizlikler koyarlar. Kendini özel hissetmene izin vermezler. Çok geçmeden,kendi varlığının neleri değiştirdiğini unutuverirsin.
Bir yoklasan kendini,sen olmasaydın,neler eksik olacaktı, Sen olmasaydın neler tamamlanamayacaktı? Sen olmazsan,kimler üzülür,kimlerin dünyası başına yıkılır?
Doldurduğun boşluğu düşün;kimlerin dünyası başına yıkılır? Doldurduğun boşluğu düşün;ne kadar büyük. Yazgın seni büyük biliyor,Rabbin varlığını önemsiyor.
Varlığını yokluğuna tercih eden O’dur; Şimdi senin varlığının vardığı köşeleri sen farketmesen de O süslüyor. Varlığınla doldurduğun boşluğu bir düşün;ne kadar büyüksün,ne kadar özelsin. Şöyle bir hayal et...
Bütün evren var ve sadece sen yoksun bu ne anlama gelir? ağaç var,taş var,kuş var,börtü-böcek var, yıldızlar ve galaksiler var ama sen yoksun. Senin temsil ettiğin insanlık yok... Ne vahim birşey olurdu bu,düşünsene. Seyircisi olmayan bir tiyatro sahnesi... Her şey ne kadar eksik hatta ne kadar anlamsız olurdu kimbilir...
Modern hayatın koridorlarında bize çoğu kere bir sürü muamelesi yapıldığını görmüyormusun? İş hayatınıın arenayı andıran mezbahanesi Rekabetin vahşi kollarıyla ısırırken Seni öncelikle sıradanlaştırmıyor mu?
Ama Rabbimiz için biz tek tek hepimiz sürünün sıradan bir koyunu değiliz ( hatta koyun bile değiliz...) Evrensel rekabetin sönük bir elemanı değiliz ve unutmayalım ki bütün sahne,bütün dekor sadece bizim için var....
Rabbin senin kötülüğünü istemez... Senin nasıl huzur bulacağını rabbin senden iyi bilir.Yaratan nasıl bilmez... Kendini bulacağın yollar içinde,en iyisi O’nun seni çağırdığı yoldur. Senin için doğru olanı O bilir.
Senin iyiliğini senden çok O bilir. Sen yüreğinde olanı gizleme yeter ki... Umutları O’na bağla Yüreğinin fısıltılarına ses verirsen,O’nun sana söylediklerini duyabilirsin. Gürültünün ortasında ruhunun sesini duymaya çalış... Yolda yürürken ayağın sürçse buna kahredersin.
Şemsiyesiz sokağa çıkarsan apansız yağan yağmura kötü dersin,sızlanır,şikayetlenirsin. İşler senin istediğin gibi tıkır tıkır yolunda gitmeyiverse herşeyin,herkesin sana cephe aldığını düşünür,sinirden küplere binersin... Hiç ummadığın bir anda işten atılır,elinde ki mukavva kutuya birkaç özel eşyanı doldururken bulursun kendini.
Eşin,sevdiğin;arkadaşım,can dostum dediğin (özellikle sevdiğim dediğin) kim varsa bir bakarsın sana dirsek çevirmiş... Kendini dibe vurmuş hissedersin... ve hatta rabbini suçlarsın çoğu kere,kadere ilenirsin...
Kendini melankolinin karanlık koynuna bırakır,unutmak istersin herşeyi,sadece unutmak... Ama unutma ki en dibe vurduğun zamanlar da yanındadır. O,kudretinin ve merhametinin görünmez eli sana uzanmış,tutmanı bekler.
Senin kötülüğünü istemeyen sadece O’dur...Kötülüğü sana yakıştırmayan en kötü zamanlarında yanında olan sadece O’dur... Rabbin hata ettin diye seni gözden çıkarmaz...
Elçisi İsa’nın ağzından şöyle söyler sana: ’’sizden biriniz yüz koyunu olsa,onlardan biri kaybolsa,diğer doksandokuzu bırakıp onu aramaya gitmez mi? ve onu bulduğunda,neredeyse diğerlerini unutacak kadar sevinmez mi? ’’ bir hata ettiğinde rabbinden yüz çevirir ve kaybolmuş olursun.
Bundan sonra kaybolmuş tek koyununu arayan adam gibi,rabbinde senin yolunu bekler.
Sonunda özür dileyerek O’na döndüğünde,senden yitik koyununu bulduğunda diğerlerini unutan adam gibi hoşnut olur. Sen hata ettin diye seni gözden çıkarmaz.
Özür dileyip döndüğünde,en az eskisi kadar,belki daha da çok sever seni. Bir vakitler çocukken anneni hatırla... Üstünde oturduğun kanepenin bir köşesi kirlense kanepeyi hemencecik sokağa atıyormuydu?
Elinde tuttuğun bir kitabın bir sayfasına mürekkep damlasa kitabı fırlatıp atarmısın? Fakat sen yanlış söylediğin bir kelime yüzünden seni defterden silen,sınav kağıdında yaptığın minik bir imla hatasından dolayı sana kırık not veren,doğum gününde hediye almayı unuttun diye senden ayrılanları da tanırsın...toplantıya azıcık geç kaldın diye bir güzel paylanıp kızağa alındığın kimi durumları da hatırlamalısın...
Sen bir insansın,hata yaparsın... Hata yapmamak ve insan olmak birarada bulunması imkansız iki durum... Öyleyse seni yaratan,yaptığın hatalarda hemencecik gözden çıkaracak kadar acımasız olabilir mi?
O seni hatalarınla seviyor,bu yüzden hata yapmana değil hatalarından dolayı özür dilemene önem veriyor. Bilinsin,en güzel özür dileme yollarından biri de hatayı tekrarlamamaktır...
Rabbin sana kötülüğü yakıştırmaz... Çoğu zaman,en yakın arkadaşın bile,yanlış bir şey yaptığında seni de kötü ilan eder.Oysa,yaptığın işin kötü olması,seni kötü yapmaya yetmez.Senden yanlış bir eylemin çıkması,seni hepten yanlış yapmaz. Rabbin senin özünde iyi olduğunu bilir. Senin değil,yaptığın işin kötü olduğunu söyler.
Bir kez,hatta çoğu kez yanlış yaptığın halde,hepten karalamaz seni. İyi insanların da yapabileceğini bilir. Kötü şeyler yaptığın halde iyi biri olduğunu belirtir.
Hani bir bayram öncesi baban sana vitrinde görüp o çok istediğin ayakkabıları almıştı.Sen gözünden bile sakındığın ayakkabılarını hep pırıl pırıl tutmak istiyor,üstüne bir toz tanesinin bile konmasına razı olmuyordun.Toz-toprak ve çamur senin o canım ayakkabılarına yakışmazdı.
Ya okul müsameresinde sana verilen kostüme dökülen reçel yüzünden döktüğün gözyaşlarına ne demeli.Peki bunlar bir yana,örneğin Topkapı sarayı’ndaki meşhur kaşıkçı elması’nın betonun üzerinde yuvarlanan bir miskete dönüştüğünü düşünebilir misin? Ya el sürmeye çekindiğin son model dizüstü bilgisayarının üstünde et doğrandığını ya da antika iran halısının paspas yerine kullanıldığını hayal edebilir misin? bunları yakıştırabilirmisin onlara.
Oysa seni sadece gövdeden ibaret gören bu gövde uygarlığı senin göklere layık olağanüstü ruh ve beden varlığını bir et doğrama tahtası bir paspas niyetine kullanmak istiyor.Seni buna layık görüyor.
Fakat rabbin senin nasıl bir mücevher olduğunu biliyor. Senin kıymetinin sadece O tam anlamıyla farkında ve işte bu yüzden seni dünyanın kötülüklerine değil cennetin yüceliklerine yakıştırıyor...
Rabbin nankör olmanı istemez... Sana iyilik eden birine teşekkür etmeden durabilir misin? yoksa,iyilik edenin sana iyilik etmeye mecbur olduğunu mu düşünürsün? İyilik zorunlu olmadan yapılan şeydir.Düşün ki,rabbin sen yok olduğun halde,seni var etmeyi tercih etti. Sen cansız olabilecekken,sana can verdi.
Can verdikten sonra,seni hiç ummadığın lütuflara boğdu.Aldığın bir nefes,içtiğin bir damla su,yediğin bir lokma ekmek bile,senin ummadığın bir nimetti. Senin için güneşi doğurup batıran rabbin,çevreni sayısız güzelliklerle donatmıştır.
Şimdi elini yüreğinin üstüne koy;yüreğinin vuruşlarını hisset.Yok olabilirdin ama varsın.Var olduğun halde,bir bitki yada hayvan olabilirdin,ama insansın. Bütün güzelliklerin içine çağrılırsın. Yeryüzü sarayında en güzel bileti sana vermişler. FARKINDAMISIN ?
Ve buna rağmen,Rabb bunlara mecburdu,O’na karşı minnettar olmak zorunda değilim diyebilir misin? Kar yağıyordu...soğuktu,ölümüne soğuktu,herşey buzdan kristallere dönmüştü.Bebek sesini andıran bir ses sokaktan yankılanıyordu,ağlamaklı,dokunaklı ve yalvarırcasına.Ve sen onu,o zavallı kediyi eve almıştın.Önce annene sonra babana dökmediğin dil kalmamıştı.
Önüne gelen sıcacık sütü bir hamlede içtikten sonra elin kaba uzandığında elini tırmalayıp kanatan o yaratığa acı içinde kıvranırken hangi kelime ile bağırıyordun:nanköööör....
Yardım gördüğün eli ısıran bir kediye nankör denirse,tüm varlığını borçlu olduğun birini unutmaya,O yokmuş gibi yaşamaya,sadece başın dara düşünce O’nu hatırlamaya ne denir?
Kendini yeryüzünün hakimi sanan birileri,göğü delercesine yükselen plazalarında deriden koltuklarına küçük birer tanrı olarak kurulanlar,seni sadece emeğine indirgeyip hayallerini bile paraya,güce dönüştürmeye çalışan ağababalar bir yaratıcı yokmuş gibi yaşamayı yeğlemiyorlar mı?
Sana da bunu önermiyorlar mı? Peki sen hangisini seçiyorsun,hatırlamayı mı,unutmayı mı? Söyle,nankörlüğü bir onur madalyası gibi taşıyabilir misin göğsünde?... Rabbin hep suçluluk duygusu ile yaşamanı istemez...
Ne kadar zordur sürekli mahçubiyet içinde yaşamak. Her gün yüzü yerde dolaşmak ne çok ezici bir haldir.Sana sürekli hata ettiğini söyleyen biri ne kadar çekilmezdir.Ayıplarının ve kusurlarının her fırsatta deşifre edilmesi ne kadar inciticidir.
Rabbin senin açık ettiklerini de,sakladıklarını da bilir.Ayıp ve kusurların her an O’nun nazarındadır.Hatalarını bilir. Ama yüzüne vurup da mahçup etmez seni.Durup durup hatalarını sayıp kendini kötü hissetmene çalışmaz.
Her zaman senin sırdaşındır.Hatalarını anlayışla karşılar;kusurlarını bağışlamaya hazır olduğunu söyler ve onları örter.
Öyle bağışlar ki seni,hiç hata etmemiş gibi yeniden seveceğini söyler. Elçilerinin dilinde kendisinden hem bağışlama hem de merhamet istemeni belletir sana.
Bağışlar seni;günahlarını siler.Bağışlamakla da kalmaz;merhamet eder. Yeniden sever seni,hiç kusur etmemişsin gibi... ’’Bırak büsbütün suçluluk içinde daim yaşamayı,hiç suçluluk duymamayı yeğlerim’’ dediğini duyar gibiyim.
Duyabiliyorum çünkü,duyduğum şeyler zaman zaman işittiğim mağrur ve asi cümlelerden çok da farklı değil.Evet,biliyorum,suçluluk duygusu ezicidir,ve insan denilen biçare bu ağır yükten kurtulmak ister.
Fakat insan,sivrisineği öldürmek isterken top güllesi kullanmak gibi bir tuhaflıkla bazen kendisini büsbütün pişmanlık duymamaya,duygularını nasırlaştırmaya vardırabilir işi.İşte bu daha vahimdir.
Pişmanlık duygusunun altında,üstüne bir boğa oturmuş gibi yaşamak ve ümitsizlik vadilerine yuvarlanmak ne kadar yanlışsa,pişmanlık duyacak yanlarını yokedip ortalıkta boynuna halkalar geçirilmiş gibi dolaşmak da en az o kadar yanlıştır. Seni yaratan,yarattığı için en ince duygularını,en nazenin hassasiyetlerini bilen,seni dengeye davet eder.
Unutma ki “denge” bir anahtardır,bir fıtrat çilingiridir.Dengede dur ey insan,geniş bir körfezde bir buz parçasının üstünde duruyor gibi.
PİŞMAN OL VE FAKAT PİŞMAN ÖLME...
Rabbin kuşku içinde kalmanı istemez.... Bir gün rabbin elçisi İbrahim (A.S) şöyle dedi: ’’Rabbim,bana öldükten sonra nasıl dirileceğimi göster’’ bunun üzerine,’’yoksa inanmıyor musun? ’’ dendi. ’’hayır,’’ dedi İbrahim,’’ sadece kalbim de inansın istiyorum.’’ bu isteği anlayışla karşılayan rabbi,’’öyleyse,dört kuş al,bunları kendine alıştır.Sonra da her birini başka başka dağlara bırak.çağırınca yeniden sana gelecekler.’’ İyi düşün ki,toprağa bıraktığımız sevdiklerimizin geri dönmesini ne çok isteriz.
Ölümden sonra unutulmaya yüz tutacak olman,ne çok rahatsız eder seni.Acaba geri gelecek mi sevdiklerim,diyorsun. Yoksa,toprağın karanlığında unutulup yok mu olacağım diye kaygılanıyorsun.
Şimdi lütfen her baharda yaşadıklarını hatırla,toprağa düşmüş tohumlar,rabbimiz tarafından unutulmuyor. Çürümüş yapraklar,her bahar,yeniden taptaze ediliyor,çiçekler dal uçlarına yine,yeni, yeniden akın ediyor.Sonbahara ait hiçbir şeyi unutmadığını sana her bahar gösteren yaratıcın,seni küçük bir tohumdan,kuru bir yapraktan daha az mı değerli görür?
Her bahar,tıpkı İbrahim’in (a.s)kuşlarının geri dönmesi gibi,uzaklara savrulan her şeyi geri getirir.O,kalbini de,gözünü de şüphede bırakmaz.
Böylece,yeniden dirileceğine emin olursun... Farkında mısın,bizi kuşkunun kör kuyularına atan ne de çok şey var bu kafası karışık çağda.Adeta herkes işbirliği yapmış gibi bizi kuşkuya,kuruntulara,acaba’lara yöneltiyor.
Hem aklımıza hem kalbimize saldıran ne kadar çok şüphe oku var.Felsefeye baksan kimse kimseye katılmıyor,hatta herkes birbirini yalanlıyor.Sana en birinci erdem olarak her daim şüphe duyman,hep şüphede kalman öğütleniyor.
Peki ama hep şüphede kalmanın tıpkı bir elektirik direğinde titreyip durmak gibi ruhunda ve kalbinde yaptığı yıkımı gidermekten neden kimse bahsetmiyor.Bilime bakarsak her gün yeni bir şey bulunduğu söyleniyor ve öncesinde kurulan bilimsel billur şatolar yerle bir oluyor...
Peki ama bugün bulunanların yarında aynı akibete uğramıyacağını kim garanti edebilir.Günlük hayata baksan,herkes herkesten kuşku duyuyor.Tramvayda yanına oturdurduğun kadın hemencecik çantasını garantiye almaya çalışıyor,bürokrasi herşeyi belgelemeni istiyor ve sana asla güvenmiyor.
Söylermisin dostum,biz insancıkların gönlünü bir parça teselli edecek şüpheden kurtuluşu ne sağlayacak... İşte ben derim ki,her bahar doludizgin geliyorsa,rüzgardan sonra yağmur yağıyorsa,bembeyaz kar sözünde durup herşeyi yorgan gibi örtüyorsa bu sana ve bana Rabbin bir vaadidir,bir sözüdür.
Ve bilelim ki sadece O tam anlamıyla sözünde duruyor.... Rabbin bağışlayıcılığını başına kakmaz... Bir üklede bir kız çocuğunun yaratıcıyla konuştuğu haberi yayılır.
Ülkenin kralı kız çocuğunu yalan konuşup konuşmadığı konusunda sınamak ister.
Kıza,yaratıcıyla görüştüğünde,en son hangi hatasından dolayı rabbinden özür dilediğini sormasını söyler.Kral,bir sonraki görüşmeyi iple çeker.
Sonunda,’’yaratıcıya en son hangi hatamı bağışladığını sordun mu? der. ’’Evet,’’ der kız çocuğu. ’’neymiş?’’ diye sorar kral heyecanla.Kız çocuğu sakince cevap verir: ’’
Rabbin,’unuttum’ dedi.’’ böylece kızın yaratıcıyla sahiden konuştuğuna emin olur kral. Ona yakışanda budur.Öyle bağışlar ki,bağışladığı hatayı kulunun yüzüne vurmaz.
Öyle affeder ki,zoraki affeden kullar gibi her fırsatta affettiğine kusurunu hatırlatmaz.Elbette ki unutmaz rabbin;ama hepten unutmuş gibi,sanki sen hiç hata etmemişsin gibi bağışlar.İşlediğin hatayı sana da unutturur;mahçup olmanı istemez. ’’O,unutmaktan uzaktır’’ denmişti sana.O’nun unutması,sana ait kusurların üstüne bir perde çekmek gibi,gecenin üstüne gündüzü yaymak gibi merhametinin bir yansımasıdır.
O affeder ve öyle yarım yamalak affetmez,affettiğini bir gurur levhası halinde çocuğun gözünün içine sokan bir baba gibi davranmaz.Hatırlar mısın,evde yanlız kaldığın bir zamanda top oynayacağın tutmuştu da canım vazoyu tuzla buz etmiştin.Annen hışımla gözünün içine bakmış,uzun süre sana dargın kalmış ama sonra seni affettiğini söylemişti. Söylemişti söylemesine de,yine de ara sıra seni affettiğini ima etmesine engel olamamıştı.
Ama yıllar sonra sen büyüdüğünde söz vazodan açılınca aslında tam olarak unutmadığı da ortaya çıkmıştı.Hani okul sıralarında arkadaşlarına uyup kopya çekeceğin tutmuştu da eline yüzüne bulaştırmıştın.
Tek hatırladığın şey kulağına yapışmış iri bir eldi.Evet,öğretmenin ve okul müdürün seni affetmişlerdi,’bir daha olmayacak ama’ diye uyarmışlardı. Ne ki her göz göze gelişinizde sanki ’hala unutmadım’ der gibi bakmışlardı.Adeta verdiğin misketi hatırlatan yaramaz çocuk gibi başa kakmışlardı bağışlayıcı olmalarını.
Göklerin ve yerin kaydını tutan,meleklerin sahibi olan rabbin öyle öyle bir hatırlamayla seni bağışlamasını unutur ki bütün unuttukları senin iyilik defterine kaydolur bazen. Kalbimizi ona döndürürsek eski kötülüklerimizi yeni iyiliklerimiz haline getireceğini O söylüyor. Rabbin seni unutmaz ...
Doğum gününü hatırla. Doğduğun gün dünyadakiler için sıradan bir gündü. O günün en fazla bir yıl öncesinde,dünyaya geleceğin konusunda kimsenin bir fikri yoktu. Sen yoktun,yok olduğunu sen bile bilmiyordun.
Hiç gelmeseydin dünyaya,kimse yokluğunu farketmeyecekti. Ne özleyen olacaktı seni,ne de yolunu gözleyen... Annen ve baban bile senin eksikliğinden yakınmayacaktı.
Sen gelmedin diye kimse üzülmeyecekti. Sen olmadın diye kimse mutsuz olmayacaktı. İstersen,dünya tarihini doğduğun günden önce ve sonra diye ikiye ayır.
Doğumundan önce seni hiç kimse anmıyorken,yaratıcın andı. Seni varlığından önce O sevdi. Kimse tanımazken seni,yanlız O tanıdı. Sen yokluğunun farkında değilken,senin var edilmeni diledi. Hatta sen varlığının bile farkında olmadığın halde,sana kimseye vermediği bir yüz verdi. Başkaları seni doğduğun günden sonra hesaba kattı.
Yoksa kimsenin umurunda değildin. SENİ O UMURSADI. En çok unutulmak yaralar kalbini. Öyle zaman olur ki ’hiç olsam ama unutulmasam’ dersin,değil mi? Unutulmak hiçlikten ağır gelir sana...
Yani ki onca yükü çeken gönül,unutulmanın yüküne tahammül edemez. İçine böyle bir duygunun konuluşunu göz ardı edip unutuşun zindanına kapatamıyorsun bilmem farkında mısın? İçinden bir ses,sana böyle bir duygu verildiyse bunun bir karşılığı olarak,senin bu dünyada varolmana sebep olan kuvvet unutulmaktan uzaktır,demiyor mu?
Ruhun yaralarına merhem olma iddiasındaki çağdaş yöntemler,çoğu kez dertlerini,sıkıntılarını unutmanı,üzerini örtmeni söylüyor sana.Ne kadar uğraşsan da,antidepresanlara,uyku haplarına ne kadar başvursan da yetmiyor unutmana.
Halbuki rabbin senden unuttuğun şeyi hatırlayarak yaralarını iyileştirmeni istiyor.O’nun yolu hatırlamanın yoludur. BU NEDENLE DAİMA O’NUN HATIRINDASIN.
Rabbin senden ille de dilekçe yazmanı istemez... Derdini anlatamamaktan yakınıyorsun. Sesini duyuramamak canını yakıyor. Varlığını hiçe sayanlara içerliyorsun. Anlaşılmamak yüreğini kanatıyor.Seni sen söylemeden anlayan bir dostun olsaydı,ne çok sevinirdin.
Yüreğini senin göğsüne koyan yaratıcın yüreğinden geçenleri bildiğini bildiriyor sana. Sen dile getirmesen de,içini oyan sızıları,ruhunu kemiren pişmanlıkları açık bir söz gibi duyuyor. Diyor ki,başkalarından sakladığını bildiğim gibi,kendinden sakladığını bile biliyorum.
Seni en çok O anlıyor. Sesini bir yükselt de öyle konuşalım,demiyor. Bir dilekçe yaz da,sonra değerlendirelim demiyor... Haşa ki rabbin kırtasiye delisi bir bürokrat değil. Üç adet pul,resmi mühür ve imza istemiyor senden. Seninle ilişkisi bir güven ilişkisi. Kuşkular,önyargılar,güvensizlikler üzerine kurulu insan ilişkileri gibi değil rabbin ilişkisi.
O sana güveniyor,senin özüne koyduğu prensiplerin yüreğini göğe yönelteceğine itimadı var. Hatta,ilk defa insanı yaratacağı zaman,melekler ’yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökecek birini mi yaratacaksın?’....dediklerinde ’sizin bilmediğinizi ben bilirim’diyerek insana olan güvenini apaçık ortaya koymuştu.
Evet,rabbin kırtasiyeci değildir.Detayı önemser ama detaycı değildir. Ceviz kabuğunu en az içi kadar önemser fakat kabuğun yenmediğini sonsuz bilgisiyle bilir.
Sana bir dua kadar yakın O. Bir dilek kadar yakın...İçinde sözler tutuşunca,sözler ağza doluşunca,seni aracısız dinleyendir O.....
İsyandan aldın beni, isyanda bırakma Rabbim! Bağışla beni Rabbim, tevekkülden başkası gelmiyor elimden. Başkası yok elimde. Şimdi elimden gelenlerin hepsi senin "El"inde. Bağışla beni, göremedim. Göremedim, nice ananın karnında nice karanlıklar içindeyken gün yüzüne çıkardığını bebelerin yüzünü.
Unuttum, çocuk tebessümlerini nice belirsizliklerden alıp güneşe erdirdiğini, Bilemedim, yüreğimizi yokluğun dehlizlerinden aşırıp aşkın vadisine eriştirdiğini. Göremedim, her sabah yerin sükûnetini odamda ekmek gibi sımsıcak hazır ettiğini.
Her akşam yastıkta unuttuğum bedenimi sabah yeniden yanıma verdiğini göremedim. Beni her sabah ihya ettiğini, bedenimi her an zaaflardan çıkardığını, varlığını her an yokluktan geri getirdiğini göremedim. Göremedim Rabbim her günü ödünç verdiğini. Göremedim, bağışla beni...
Fakat, şimdi gördüklerim gösterdi bana hepsini Geç kaldım görmekte. Tebessümü beton yığınları arasında sönen bebeler gördümse de, biliyorum Senin El’nde şimdi hepsi ve sonsuz tebessümler verdin herbirine. Sevinci soğuk topraklarda boğulmuş çocuklar gördümse de, biliyorum Senin
Rahmetinin kucağında hepsi ve bitmez sevinçler bağışladın herbirine. Ümitleri bir apansız sarsıntıyla yıkılan insanları gördümse de, biliyorum Senin Şefkatinin ikliminde âsûde ve mutlu her biri...
Bağışla beni Rabbim, unuttum, nisyanda kaldım. Hatırlamadım verdiğini ve var kıldığını. Elimden alınca verdiğini ve yokluğa yuvarladığında varlığımı Hatırladım ve ama geç hatırladım. Gördüm, ama güç gördüm, acıyla gördüm. Varlıkta kör oldum, yoklukta gördüm.
Bollukta unuttum, darlıkta hatırladım. Affet beni Rabbim, bari, yoklukta Sana vardım. Hiç olmazsa, hiçlikte seni andım. Şimdi, bir tevekkül var elimde. Başka herşey düştü, herşey yokluğa döküldü. Hatırladım, elimdekiler de, ellerim de Senin Elinde.
Şimdi, dua sığıyor sadece avuçlarıma. Sadece yakarış yakışıyor yakama. Gözlerim müjdeni gözlüyor uzaktan. Gönlüm hiç bitmez tesellini özlüyor. Sen ki, unutmaktan alıkoydun, nisyandan kurtardın beni Rabbim Şimdi isyandan koru beni Rabbim.
İsyandan koru beni, isyandan koru beni, isyandan koru beni... Ve lûtfet ki, avuçlarında teselliden ötesi yok. Affet ki, elimde duâdan başkası yok. Ayaklarına zincirler takılmış...Elleri kelepçeli... Ve arkasından sürekli itilmekte...
Belli bir istikamete doğru hem gidiyor, hemde bağırıyor: ’Gitmem ben o beldeye!
O şehre inanmıyorum!’ Yanına bir görevli geliyor ve kulağına şunları fısıldıyor: ’Bu yol o menzile çıkar. Ama sen bilirsin, ister inana inana git, ister inanmaya inanmaya...
Tercih tamamen sana ait!... İsteğine bağlı olmayan işlerde, her insan: mahkum! Her an nefes alıyor: Havaya esir... Ne ciğerlerine el atabiliyor, nede yıldızlara: Elleri bağlı...
Yer çekimiyle arza rapt edilmiş: Kaçmaktan mahkum... Ve nihayet, dünya onu kabre götürüyor: Gitmeye mecbur... Bir asi mahkum kalkıyor, ’ ben gitmem’ diyor. ’Ahirete inanmıyorum ’ diyor.
Bilmiyor ki, inanmamak ahirete gitmeye değil, cennete girmeye mani...
İDRÂK'ın yüceliğine eremiyorsanız,
İNKÂR'ın basitliğinden sıyrılınız...
alıntıdır.
O’nunlasın her zaman…bütün internet bağlantılarından daha hızlı,tüm kısa mesajlardan daha doğrudan,tüm plastik kahramanlardan daha gerçek,tüm tv dizilerinden daha dostça.
O varken ‘’ yalnızlık’’ sadece bir kelimedir.O’na yakın olduğun oranda yalnız değilsin,O’ndan uzaklığın oranında yalnızsın…
Sana şefkat eden bir rabbin var ; sahipsiz değilsin. O senin ve diğerlerini şefkatle terbiye ediyor.
Herkesi merhametinin kucağında ağırlıyor. O senin sevdiği için var eyledi. Seni severek var eyledi. Senin varlığından hoşnut.
Senin varlığın O’na yük değil. Büyük bir ateşten küçük bir çıra tutuşturulsa Ateşten ne eksilir? Yaşaman O’na ağır gelmez.
Seni beslemek ve büyütmek O’na zor değildir. Senden sadece verdiklerine teşekkür etmeni istiyor. Hem böylece sana sonsuzca vereceğini de müjdeliyor.
Sen ona nankörlük etsen de,üzerinden kudret elini çekmiyor. Sen onu unutsan da,sana küsmüyor. Sadece hatırlamanı istiyor.
Bekliyor;sabırla bekliyor. Rabbin seni şartlı sevmez...
Seni Sevenler Seni sen var olduktan sonra sevdi. Seni sevenler için önce var olman gerekliydi.
Yoksa nasıl severlerdi seni? Yok olanı kim sever ki? Hatırlamaya çalış; Bir zamanlar yoktun. Sen yoktun, Seni sevenler yoktu.
Sen kendi yokluğunun farkında değildin. Rabbin seni yokluktan buldu.
Seni yoktan var etti. Seni hiç yokken sevdi.
Seni sevdiği için var etti. Seni hiç yokken sevdi. Seni sevdiği için var etti. Başkaları seni var olduğun için sevdi. Rabbin seni şartsız sevdi.
Seni sevmesi için var olman bile gerekmedi. Sevenler seni sendeki kimi özellikler için sevdi çoğu kere… Kaşın gözün,boyun posun,zekan,aklın vs.gibi ‘’ en’’lerinle sevdi. Onlar seni en düşkün,en hasta,en anlayışsız,yani en insan hallerinle sevmediler.
Kimi şartlara bağlı çoğu kere onların sevgileri.Sanki aranızda bolca şartlı olan gizli bir kontrat imzalanmış ve o kontratın maddeleri her an senin aleyhine işletilebilirmiş gibi.Bir kere düşün seni en çıplak,en gösterişsiz halinle,bütün sıfatlarından azade seven kim?
O seni hayalle hakikat arasındayken sevdi,O seni toprakla su arasındayken sevdi.
O seni sevdi,yokluğunu değil varolmanı istedi.Sen başının dara düştüğü zamanlar hariç ondan yüz çevirsen de,sık sık O’nu unutsan da,geçmişte verdiğin Söz’e ihanet etsen de,en ufak yönelişinde sana dağlarca koşan kim? Öyleyse varolmak,büyük ve kutsal bir muhabbetin,karşılıksız bir sevginin muhatabı olmak değil de nedir?
Var olmak,seni senden öte sensiz de seven bir rabbi tanımaktan,O’nun yoluna adanmaktan başka nedir? Rabbin senden kusursuzluk beklemez...
Dostların bile çoğu zaman hatasızlık bekliyor senden. Hata ettiğinde şaşırıyorlar,küsüyorlar,hatalarını bir türlü yakıştıramıyorlar sana.
Bilmeden hata etsen bile affetmekte zorlanıyorlar. Yanlışından dönsen de,eskisi kadar kolay sevemiyorlar. Hata ettiğinde gözden düşüyorsun.
Oysa rabbin hata edebilceğini biliyor.yaratan bilmez mi? Kusurlarının olabileceğini sana açıkça söylüyor. Bağışlayacağını en başından kulağına fısıldıyor.
Senden sadece hatanı kabullenmeni istiyor. İçten içe duyduğun pişmanlığı bile özür sayıyor.
Affediyor,affederek seviyor,severek affediyor. O senden kusursuzluk beklemiyor.Ancak kusursuz biri kusursuzluk beklentisinde değildir.Ve sorarım sana,kusursuzluk beklentisi başlı başına bir kusur değil midir?
Sevenler seni yaptığın hatalarında yüzüstü bırakmadı mı,eleştirip mahkum etmedi mi? Ya rabbine karşı yaptığın hatalar…saysan kaç sıfırlı bir rakam eder,üst üste yığsan yerden göğe yol olur.
Ama bak o seni sevmeye devam ediyor ki seni hediyelere boğmaktan geri durmuyor.
Yeryüzünün nimetlerini önüne seriyor,sana ummadığın yerden ummadığın şekilde armağanlar gönderiyor.
Gözünün aralığından bütün bir kainatı seyrettirmesi bile tek başına bir hediye değil mi? Hala nefes alıp verebiliyorsan,hala yiyecek birkaç lokman,içecek birkaç yudum suyun varsa bu bile başlı başına bir ilahi armağandır.
Peki ama kendisine onca hediye veren cömert bir ev sahibine nankörlük etmek,hediyeleri kendinin kazanarak elde ettiğini iddia etmek nankörlük ve kusurdan başka neyle ifade edilebilir ?
Rabbin seni kuyrukta bekletmez... Hayatını bir yokla;ne kadar kuyruk var. Otobüste,minibüste,bankada,okulda,yemekhanede… Kuyruğa her girdiğinde kendini sıradan biri görmeye başlamıyor musun?
Kendini önemsiz,işe yaramaz bile görmeye başlayabilirsin. Ama rabbin öyle davranmaz sana. Seni sıraya koymaz. Ona her zaman,her yerde,istediğin kadar yakınsın. Sana şah damarından bile yakın olduğunu bildiriyor.
Sana senin kendine yakın olduğundan daha yakındır o. Onun bakışında sıradan biri değilsin;önemlisin,önceliklisin. Başkalarını da öncelemesi,seni sonraya bırakmasını gerektirmez çünkü. Sen başka herkes kadar önemlisin,onun için bir tanesin biriciksin. İstediğin şeyi,istediğin kadar,istediğin gibi isteyebilirsin.
O seni kuyrukta bekletmiyor;sıraya sokmuyor. Kaşlarını çatıp da ‘’ sıraya geç,sağdan ve soldan tek sıra,uygun adım marş’’ diye bağırmıyor… Duvarın sıradan bir tuğlası değilsin sen.
Güneş senin üzerine herkesin üzerine doğduğu gibi doğmuyor. Ay yüzünde alelade ışımıyor,çünkü sen baharda cömertçe açan bir çiçek tarlasında nadide bir çiçeksin,diğer çiçeklere benziyor olman onlarla akraba olduğunu yalnız olmadığını,bir hilkat garibesi olmadığını göstermek için değil mi? En çok kendine benzer bir gök resmi?sen sana özgüsün,özgürlüğün içinde özgürsün?basmakalıp yaratmıyor seni yaradan.
Seni yaradanı,seni sen yapan yanlarından soyup sıradanlığın kuyruğunda bekleten bir banka memuru sanma? Rabbinin memurları olan melekler sana birinci sınıf bir ilgiyle anında hizmet sunmaya her an hazır bekliyor…
O’nun gözünde hep birinci sıradasın,hep en öndesin, O’nun gözünde hep gözdesin…. Rabbin seni yalnız bırakmaz... Aynaya bir bak...söyle bana ki ne görüyorsun?kendi yüzünle tanışıyorsun.Hep tanıdığın olan yüzünle...İnsan yüzü,hep bir sıcaklık uyandırır bakanın gözünde.Senin yüzün de öyle...Sana aşina olduğu gibi,sevdikleri için de tanıdık ve sevecendir.
Tersini bir düşün:yüzün sende dehşet uyandırsaydı.Sevdiklerin yüzüne tiksinerek,korkarak,şaşırarak baksaydı.Hani o tuhaf fantastik filimlerde olduğu gibi,herkes birbirinden tamamen ayrı bir ucube olsaydı.Kimilerinin öyle bir fantazisi olabilir; ama seni yaradan böylesini tercih etmedi.
Senin yüzünü sevdiklerine,sevdiklerinin yüzünü sana yabancı ve tuhaf eylemiyor.Seni hep tanıdık,hep sıcak,hep sevecen,hep aşina bir yüzle yaratıyor.
Seni tanıdıkların ve içinin ısındıkları arasında yaşatıyor.Şimdi düşün,seni bu hayatta böylesine sevecen bir ortamda yaratan,seni hiç dehşette bırakmak ister mi?
Seni sevdiklerine böylesine sevimli eyleyen,seni hiç sevmediklerin arasında unutur mu? Yüzleri kaybolmuş insan kütleleri arasına,tekdüze binaların ortasında yapayalnız,bir başına kaldığını hissettiğin zamanlar elbette az değil.
Sorularınla,acılarınla başbaşa,seni sevdiğini söyleyenlerin etrafında bir bir ayrıldığı zamanlarda,sana rahmetinin kucağını açmış bekleyen,bir karınca ormanında kara bir karınca olarak kaldığını düşündüğün zamanlarda bile sana muhatap olacak bir yaratıcın var.
O’nunlasın her zaman,bütün internet bağlantılarından daha hızlı,tüm kısa mesajlardan daha doğrudan,tüm plastik kahramanlardan daha gerçek,tüm tv dizilerinden daha dostça.O varken ’’yalnızlık’’sadece bir kelimedir.O’na yakın olduğun oranda yalnız değilsin,O’ndan uzaklığın oranında yalnızsın.... Rabbin sana ’’ ne halin varsa gör ! ’’ demez Şöyle diyor kitabında:’
’Ey inanmamakta ısrar edenler,bu gün kendinize gösterdiğiniz öfkenin çok daha fazlasını ben size ısrarla inkar ettiğiniz her seferinde göstermiştim’’inanmayanların,inanmadıkları her şeyin gözleri önüne serildiği gün yaşadıkları pişmanlıkları bir hatırla.Nasılda kızarlar kendilerine? ’’ ah ben ne ettim’’ deyişlerini bir hayal etmeye çalış.
Bir sınavı,üstelik tekrarı ve telafisi olmayan bir sınavı bu kadar kolayca kaybetmeleri karşısında kendilerine duydukları öfke kimbilir ne kadar büyüktür.
İşte böylesi öfkeden çok daha fazlasını ben de sizin için duymuştum diyor yaratan.Aslında,bu öfke,merhametten kaynaklanan bir öfke olmalı.Çünkü yaratan,kendi kulunu bu kadar sıklıkla uyardığı halde,bile bile,ısrarla ve inatla inkar etmesi karşısında, ’’ne halin varsa gör! ’’ diyecek bir rahatlık içinde değil.inanmamakta ısrar eden kuluna,onun en son yaşadığı pişmanlık öfkesinden çok daha fazlasıyla öfkeleniyor.
Demek ki rabbin kulunu kulun kendisini düşündüğünden daha fazla düşünüyor. Hayatına bir bak,çoğunlukla göreceksin ki,başta anne baba,eşin ve çocukların,okulda öğretmenlerin,iş yerinde patronun yaptığı hataları çoğu kere abartarak,sanki seni daha önce uyarmış olmalarının bedelini istercesine kızgınlıktan küplere binip ’ ne halin varsa gör’ demişlerdir ve demeye devam ediyorlar.
Düştüğün,tökezlediğin zamanlarda en yakın bildiğin dostların sana ’ne halin varsa gör’ demediler mi? iş yerinde sen hep verimli,karlı,zinde,dinamik bir eleman olmak zorundasındır,eskaza hasta olsan bu verimi düşürür,kalbinin sesini dinleyip insandan yana tavır alsan,sermayeyi kollamasan,sen makbul biri olmaktan çıkarsın ve sana ’ne halin varsa gör’ demeleri kuvvetle muhtemeldir.
Fakat şefkat ve merhamet sahibi Rabbin öyle mi ya...O düştüğün zamanlarda,ard arda hatalar yaptığın vakitlerde bile seninle...’bana dua et,yüzünü,gönlünü bana çevir,sahte oyuncakların avuntusundan geç ki sana elimi uzatayım’diyor adeta...O düşenin elinden tutan,yaralıya merhem olan diyor ki,’’
Ben,uğrumda kalpleri kırık olanların yanındayım...’’ Rabbin senden umudu kesmez... Rabbinin seni sevmesi için bir yüzün olması gerekmedi. Rabbiinin seni sevmesi için bir yüreğinin olması gerekmedi Rabbinin seni sevmesi için onu hatırlaman gerekmedi.
Rabbinin seni hiç koşulsuz sevdi. ve hala seviyor farkında mısın? sen O’nu unutsan da O seni unutmuyor. sen O’na isyan etsen de O senden umut kesmiyor. seni yaradan senin cinsinden biri değil ki en küçük bir sorunla yıkılsın, beklentileri gerçekleşmezse umutsuzluğa düşsün? umudun kaynağı olan,umudu yaradan nasıl umudunu keser? senin göklerde yazılı olan adın umuttur,bilesin...
Bilmem farkında mısın,sen sık sık umutsuzluğa düşüyorsun...umudunu yitirip güneşin kavurucu sıcağında başın öne düşüp enseyi kararttığın zamanlar hiçde az olmadı,olmuyor.Peki neden? isteklerinin senin arzularına göre,istediğin zamanda,istediğin şekilde,istediğin yerde gerçekleşmemesi...haşa,sanki seni yaradan senin itaatkar bir hizmetçin.
Senin her istediğini her an hazır edecek.Yani sen nereye dönersen güneş de oraya dönecek,öyle mi? Senin planlarına,kurgularına,hesaplamalarına göre hayat denilen hakikat biçim alacak,öyle mi? Saçların karışmasın diye rüzgar sana göre bir saat sonra esmeli,yeni kıyafetin ıslanmasın diye yağmur akşam yağmalı,bir anda çok paraya kavuşacağın iş hemen kapına gelmeli,sevdiğin kız veya delikanlı hemen sana varmalı sana göre...umutsuzluklarının sebebini bir düşün...
Her şey sana göre şekillensin istiyorsun,geleceğe ilişkin kimi kurgularda bulunuyor,bunları başaramayınca çöküyorsun...Ya tüm benzetmelerden münezzeh olan seni yaradan,o karlı havalarda yavrusunu yitiren kalbi merhametli bir annenin gözlerindeki umut gibi,senden umudunu kesmiyor,hep O’na dönmeni bekliyor...
Rabbin seni yüz üstü bırakmaz... Yeniden hatırla;annen seni çoğu kere elbiseni temiz tuttuğun için sevdi. Matematik dersinde iyi not alınca öğretmenin ’aferin’ dedi,başaramayınca zayıf verdi.Devlet seni kurallara tamamen uyunca sevdi.
Eskaza kuralları unutsan,kendin olduğun zamanları yaşasan,soğuk bir çehrenin çatık kaşlarıyla karşılaştın.Biz faniler sevmek konusunda maalesef biraz böyleyiz.Oysa,yaradanın sana armağanlarını verirken,ille de bilindik anlamda başarılı olmanı,karnenin hep pekiyi olmasını beklemiyor. Sen O’na isyan etsen de,seni gözden çıkarmıyor. Sen O’nu unutsan da seni yüz üstü bırakıp gitmiyor.
Elbette bu cümleler seni isyana,unutmaya teşvik etmiyor.Ne istersen yapabilirsin,keyfine göre davranabilirsin anlamına hiç gelmiyor.hiç istemediğin halde ayağın kayar da yere yüzükoyun kapaklanırsan elinden tutan yine O’dur. Düştüğünde (ki sık sık düşersin)tutunacağın ipleri daima sarkıtan bir rabbin var.
Fakat çamurların içine düştüğün halde,yardım almayı reddeden yaramaz bir çocuğa ne kadar da benzersin.Hıçın çocuk kendisinin kalkabileceğini söyler,yardıma ihtiyacı olmadığını haykırır,herşeyin üstesinden gelebileceğini bile iddia eder.İşte bu yüzden çamurun içinde debelenip durur.İşte tam o esnada plastik yüzlü kurtarıcılar ,tezgahtar gülüşlü uzmanlar seni bir banknot olarak görüp naylondan iplerini sana uzatırlar.İplerle beraber sırıtarak avuçlarını da açmayı ihmal etmezler.
Kudret sahibi yaratanın ipleri çelikten halatlar halinde göğe tutturulmuştur.Tuttuğun naylon iplere benzemez.Ne mutlu sana... Rabbin seni küçümsemez... Varlığın boş yere ve rasgele değildir. Burada çaresiz,amaçsız ve sahipsiz değilsin.Öylesine var değilsin ; sen var edildin...Varlığın yokluğuna bilerek ve isteyerek tercih edildi. sen kendi yokluğundan bile haberli değilken,yaradan seni var etti.
Sen kendi varlığının da farkında değilken, yaradan seni insan etti. Hiç var olmayabilirdin. Var olabilirdin ama herhangi bir taş olabilirdin. Önemsiz ve kimsenin adını bilmediği bir taş.Ayaklar altında kalmış ve herkesin tekmelediği bir taş.
Öyle olmadın işte ! Yokluktan kalmadın,cansız kalmadın ; İnsan oldun. Düşünen ve konuşan bir insan. Onun için teşekkür et. Ona ne kadar teşekkür etsen azdır. O’na teşekkür et. Minnettar ol. Bir taraftan küçüğün küçüğüsün sen,hakir mi hakir,basit mi basit. Diğer yandan büyüğün büyüğüsün sen,bütün kainat kıvrılmış,dürülmüş ve senin içine konulmuştur.
Cismin itibarıyla küçücüksün ama ruhunda taşıdığın bir mücevher var ki bu seni göklerin hamilesi kılıyor.Rabbin sana hitap ederken konuşuyor.Sen bu mücevheri yerlere,çamurlara atmadığın,yani kendi kendini küçültmediğin sürece küçümsenesi değilsin.
Dudakların kıvrımında beliren küçümseyici bakışları iyi bilirsin,insanların dünyasında buna her an şahit olmak mümkün.Bir maskeli baloya maskesiz gittiğinde alaycı gülüşlerin yüzüne gözüne yapıştığını hissedersin.
Rabbinse herkesin önünde eğilip küçük düşmektense sadece kendisine yönelmeni,en büyük özgürlük yolunun bu olduğunu sana hatırlatır.Allah’a boyun eğmeyerek özgür olacağını sanan zavallının nelerin önünde zillet içinde eğildiğine bir bak...
Bir olana eğilmeyen her şeye eğilmek zorunda kalır Rabbin seni sahipsiz ve çaresiz bırakmaz... Seni var eden,sana eşlik edecek alemler de var eyledi. Onları ve seni terbiye ediyor.Her şeyi sana uyumlu kılıyor. Her şeyi sana sevimli eyliyor.
Ne senin varlığın ne de diğerlerinin varlığı anlamsız ve boştur.Gördüğün her şey ,seni çevreleyen herkes,senin gibi bile-isteye var edildi.Varlıkları yokluklarına tercih edildi.Yabancı ve yabani bir yerde değilsin.
Telaşlanma.Korkma... Etrafına bir bak,insanoğlunun bozguncu eli değmedikçe her şey ne kadar da ahenk içinde...sanki görünmeyen bir el onların üzerinde dolaşıyor ve yaratılan her şeyi birbirinin yardımına koşturuyor.Bu bakımdan ey sevgili dostum,kainat baştan ayağa çareyle dolu.
Bütün bir alem büyük bir eczane gibi,senin gönül ve akıl yaralarına ilaç sunuyor. Fakat içinde yaşadığımız ruhunu kaybetmiş uygarlık,senin gözünü ve gönlünü bulandırarak yegane çarenin daha çok kazanmakta,sadece sosyal ilişkilerde başarılı olmakta,daha çok eğlenmekte,duygularını ve beynini uyuşturmakta,bazı ünvanlar elde etmekte olduğunu sanmanı sağlıyor...
Evet,bütün kainat çareyle doludur,ama sen gözünü ve gönlünü rabbine çevirip onu sahip bilmedikçe ve rabbinden sana çareye doğru bir pencere açılmadıkça çaresiz kalmaya,çığlıklar içinde boğulmaya mahkümsun... Bütün parlak madalyaların ve onca oyuncağın çığlıklarını susturmaya yetecek mi sanıyorsun?
Rabbin sana verdiklerini başına kakmaz... Sana şevkat eden bir rabbin var ; sahipsiz değilsin. O seni ve diğerlerini şefkatle terbiye ediyor. Herkesi merhametinin kucağında ağırlıyor.
O seni sevdiği için var eyledi. Seni severek var eyledi. Senin varlığından hoşnut. Senin varlığın O’na yük değil. Büyük bir ateşten küçük bir çıra tutuşturulsa Ateşten ne eksilir?
Yaşaman O’na ağır gelmez. Seni beslemek ve büyütmek O’na zor değildir. Senden sadece verdiklerine teşekkür etmeni istiyor. Hem böylece sana sonsuzca vereceğini de müjdeliyor. Sen ona nankörlük etsen de,üzerinden kudret elini çekmiyor.
Sen onu unutsan da,sana küsmüyor. Sadece hatırlamanı istiyor. Bekliyor;sabırla bekliyor. O’na rabbimiz dememizin bir nedeni de bizim gibi verdiklerinin karşılıklı vermemesidir.Sofrada misafirinin yediği lokmaları sayan cimri bir ev sahibi mi sanıyorsun? O’nu ?...Hazinesinin ve cömertliğinin ne kadar geniş olduğunu anlamak istersen sadece bahar mevsimine dikkatlice bakman bile yetecektir.
Nasıl da her şey cömertçe,balçığa dönmüş topraktan çıkarılır.Evde kardeşin sana verdiği kazağını ikide bir imalı imalı hatırlatır,arkadaşın bir zamanlar verdiği hediyeyi arada bir diline dolamaktan zevk alır,patronun maaşına yaptığı zammı gerine gerine yüzüne vurup daha çok çalışman gerektiğini hatırlatır.
Evliysen eşin kızdığı zaman alışverişi kendisinin yaptığını yüzüne çarpıverir.Eğer çocuğun varsa,geçen defa markete ekmek almaya kendisinin gittiğini,bu defa sıranın sende olduğunu anımsatır.Bu liste böylece uzayıp gider... Yaptığını ve verdiğini başa kakmak biz fanilere özgüdür,O nimetini hatırlatır elbet,bizim nankörlüğümüz gücüne gider,kendince hoşnut olmaz,ama asla ’ verdiklerim gözüne dizine dursun ’ derecesine yeni nimetler verirken yüzümüze çarpmaz.
Yüceliğine ve azametine yakışır bir tarzda yine nezihçe,yine zarafetle sunar ikramlarını.Bu yüzden nimeti nimet bilen güzel insanlar,bu inceliği anlayıp,O’na ’’ ey bizi nimetleriyle kendine pervane eyleyen sultanımız ’’ diye seslenmeyi uygun görmüşlerdir.
Rabbin üzülmeni istemez... Rabbin seni seviyor. Senin sevdiklerini de seviyor. Sevdiklerini sevmeni de seviyor. Sevinesin diye,sevdiklerini de sevindiriyor.
Sevdiklerini sevindirmeni seviyor. Bir düşünsene,sevilmeseydin ne kadar zor olurdu yaşamak. Sadece yaşamak yetmezdi o zaman sana. Sevilseydin ama kimseyi sevindiremeseydin... Sen sevinçli olduğun halde sevdiklerinin hiçbiri sevinemeseydi...
Farkındamısın,Rabbin ne kadar da çok iyilik ediyor sana? Seni sevdiklerine sevdiriyor,seni seviyor,sevdiklerini de hiç ummadığın süprizlerle sevindiriyor. Üzülmen rabbini üzer.Şefkat ve merhametinin boyutları ötelerin de ötesinde olan Allah,senin sonsuzcasına üzülenlerden olmaman için her şeyi ama her şeyi bir anlamla,bir mesajla donatı-yor.
Yaratılan her bir varlık,her bir durum ve olay aslında rabbinden sana bir mesajdır,inan...Bu mesajların temel amacı,senin mesajları okuyan ve anlayan yetkin bir insan halina gelmen,dünyanın gel-geç yüzüne kanmaman içindir.Buna karşın çağın sadece dünyayı gören,ahireti görmeyen tek gözlü kara korsanları,seni gemilerinde bir kürek mahkumu haline getirmek için seni dünyanın güverteden ibaret olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.
Güvertedeki kimi eğlencelerle mutlu olmaktan başka bir mutluluk yolu olmadığını telkin ediyorlar. Böylece senin engin denizi görüp de yüzme öğrenmeye kalkışıp kürek mahkumluğundan kurtulmandan deliler gibi korkuyorlar.
Onlar sahte sevinçler sunarak,anlık hazlar bağışlayarak seni ebedi bir hüznün kıyısına itiyorlar.Ama unutma ki kuşu tuzağa düşüren bir danenin lezzetidir... Rabbin sana karşı anlayışsız değildir... Ayrılıklara ve vedalara üzülüyorsun.
Sevdiklerin gidiyor,sevenlerin uzaklara dağılıyor. Kalbin acı çekiyor,ağlıyorsun. Merak etme ; seni var eden rabbin senin kalbini de biliyor. Acı çektiğini senin bildiğinden daha çok biliyor. Her şeyin dağıldığı gün,her işin sonlandığı gün sana ve sevdiklerine sahip çıkacaktır.
Uzaklara gitmene gerek yok ; her gününü ’gün’ eden,sabahı pencerene getiren,gündüzü sana aydınlık eyleyen,,geceyi uykunun ve dinlenmenin döşeği eyleyen O’dur.
Akşamın gelişiyle veda eden günü,yeni bir sabahla sana getiren,sana bütün zamanlarda,ebediyyen sahip çıkacaktır. Emin ol...
Çektiğin acılara,habire meşgul çalan telefonlar gibi kör ve sağır değil O. Yüreğinin her yangınına aşina olduğunu söylüyor. Ayrılıklarına ve sıkıntılarına metal soğukluğundaki plazalar gibi umursamaz değil
O. Yitirdiklerinin hepsini sana iade edeceğine söz veriyor. Sevdalarına ve özlemlerine çok seçenekli sınav kağıtları gibi tatsız ve tuzsuz formüller sunmuyor O. Seni herkesten çok anlıyor,Seni senin kendini düşündüğünden çok düşünüyor...
Rabbin başkalarına boyun bükmeni istemez... Yüzünü O’na dön ; başkasından medet umma ; herkese ümit ve medet veren rabbindir.Şimdi sadece O’na yönel. Başkalarının peşinde koşup yorulma;seni biricik eyleyen ve önemli kılan rabbindir.
Korkma ;O seni kalabalıkta unutup bırakmaz.Endişe etme;O seni yolda bırakıp terk etmez.Telaşlanma;O sana arkasını dönüp gitmez. Kulların önünde boyun bükmek sende ki ilahi öze saygısızlıktır.
Rabbin sana ruhundan üflediğini söylüyor.Sen izzetli ve şerefli bir varlıksın.Herkesin önünde yerlere kapaklanmak,selam durmak,esas duruşa geçmek,üç kuruşluk menfaat için onun bunun önünde sıtmaya tutulmuş gibi titremek sende ki büyük sırra ters düşer.
Günümüzün çivisi çıkmış gövde medeniyeti özellikle geçim konusunda seni kuruntulara boğuyor,seni sürekli tüketen bir modern köle haline getirerek,ihtiyacından fazlasını tüketmeyi teşvik ederek geçimi bir dert haline getiriyor.
Sanki rızık ve ikram yerden gelirmiş gibi,işyerinden gelirmiş gibi,gözü dönmüş para babalarından gelirmiş gibi bir duyguya sevk ediyor çağcıl dalkavuklar....
Sendeki üzerine düşeni dört dörtlük yaptıktan sonra tevekkül etme,teslim olma özelliğini buharlaştırıyorlar.
Böylece ister istemez rızkı Rabbinden değil yerden bilerek onlara boyun bükmeni,hep eğik bir vaziyette onursuzca yaşayarak güven duygusunu kaybetmeni sağlıyorlar...
Seni zillet ve eziklik içinde yaşamaya mahkum etmek istiyorlar.
Rabbine boyun eğ ki,onca zalimin karşısında eğile eğile kambur hale gelmeyesin Rabbin başkalarına dilenci olmanı istemez...
Her ihtiyacını O’ndan iste.Başkalarının eli sana yetişemez.Her dilediğin O’nun yanındadır.Başkaları seni ciddiye almaz.Sen O’nun için sıradan biri değilsin;önemlisin,bi’tanesin.Sana iyilik etmek yormaz O’nu.Senin dilediklerini yerine getirmek usandırmaz O’nu...
Dünyada aziz ve hatırlı bir misafirsin sen.Rabbin özel konuğu...bütün sistem,bütün bu muhteşem düzenek senin misafirliğinin meyve vermesi için hazırlanmış...Bir de böyle bak,gökyüzüne,yıldızlara,aya,güneşe.’’ Bütün bunlar,hepsi benim için var’’ diye bir bak.
Bunlar senin emrine amade kılınmış hazineler,ötenin hazineleri.Buna rağmen hazine sandığının üzerinde dilenen adamın öyküsü gibi,sonsuz hazinelerini bir yana itip,bu hazinelerin gerçek sahibini unutup,yoldan gelen geçene üç-beş metal parçası için yalvarmak ne kadar doğru.
Çağın metalleri yeterince canını acıtmıyor mu? Makinelerin demirden parmakları vücuduna yeterince batmıyor mu? Taeknolojiden huzur dilenen yüreğin yeterince yorgun düşmedi mi? Felsefeden ve bilimden mutluluk formülleri kotarmaya çırpınan zavallı aklın sana yeterince saç baş yoldurmadı mı?
Ruhsuz psikolojiden ve çağın günah çıkarıcıları olan uzmanlardan ilaç reçeteleri dışında birşey almamak yeterince hayal kırıklığı oluşturmadı mı? Nesneleri çoğaltarak,yığarak tatmin olacağını sanan duyguların yeterince deforme olmadı mı?
Evet,kendimle birlik sorarım sana ey her kapının dilencisi.... Rabbin seni sıradan görmez... Çoğunlukla yazgını beğenmediğin olur.
Burda olmasaydım dersin. Hiçbir şeyi değiştiremediğini düşünürsün. Varlığın ile yokluğun arasında fark olmadığını sanırsın. ’ Ne edeyim dersin ’ ’ Ne ettim ki ’ dersin. Kendini küçümsersin.
Ne yazık ki,otoriterler de kendini küçümsemene yardımcı olmaya ayarlıdır.
Önüne engeller çıkar,ayaklarına taşlar vurur. Geçeceğin eşikler boyunu aşar. Önüne sürekli çaresizlikler koyarlar. Kendini özel hissetmene izin vermezler. Çok geçmeden,kendi varlığının neleri değiştirdiğini unutuverirsin.
Bir yoklasan kendini,sen olmasaydın,neler eksik olacaktı, Sen olmasaydın neler tamamlanamayacaktı? Sen olmazsan,kimler üzülür,kimlerin dünyası başına yıkılır?
Doldurduğun boşluğu düşün;kimlerin dünyası başına yıkılır? Doldurduğun boşluğu düşün;ne kadar büyük. Yazgın seni büyük biliyor,Rabbin varlığını önemsiyor.
Varlığını yokluğuna tercih eden O’dur; Şimdi senin varlığının vardığı köşeleri sen farketmesen de O süslüyor. Varlığınla doldurduğun boşluğu bir düşün;ne kadar büyüksün,ne kadar özelsin. Şöyle bir hayal et...
Bütün evren var ve sadece sen yoksun bu ne anlama gelir? ağaç var,taş var,kuş var,börtü-böcek var, yıldızlar ve galaksiler var ama sen yoksun. Senin temsil ettiğin insanlık yok... Ne vahim birşey olurdu bu,düşünsene. Seyircisi olmayan bir tiyatro sahnesi... Her şey ne kadar eksik hatta ne kadar anlamsız olurdu kimbilir...
Modern hayatın koridorlarında bize çoğu kere bir sürü muamelesi yapıldığını görmüyormusun? İş hayatınıın arenayı andıran mezbahanesi Rekabetin vahşi kollarıyla ısırırken Seni öncelikle sıradanlaştırmıyor mu?
Ama Rabbimiz için biz tek tek hepimiz sürünün sıradan bir koyunu değiliz ( hatta koyun bile değiliz...) Evrensel rekabetin sönük bir elemanı değiliz ve unutmayalım ki bütün sahne,bütün dekor sadece bizim için var....
Rabbin senin kötülüğünü istemez... Senin nasıl huzur bulacağını rabbin senden iyi bilir.Yaratan nasıl bilmez... Kendini bulacağın yollar içinde,en iyisi O’nun seni çağırdığı yoldur. Senin için doğru olanı O bilir.
Senin iyiliğini senden çok O bilir. Sen yüreğinde olanı gizleme yeter ki... Umutları O’na bağla Yüreğinin fısıltılarına ses verirsen,O’nun sana söylediklerini duyabilirsin. Gürültünün ortasında ruhunun sesini duymaya çalış... Yolda yürürken ayağın sürçse buna kahredersin.
Şemsiyesiz sokağa çıkarsan apansız yağan yağmura kötü dersin,sızlanır,şikayetlenirsin. İşler senin istediğin gibi tıkır tıkır yolunda gitmeyiverse herşeyin,herkesin sana cephe aldığını düşünür,sinirden küplere binersin... Hiç ummadığın bir anda işten atılır,elinde ki mukavva kutuya birkaç özel eşyanı doldururken bulursun kendini.
Eşin,sevdiğin;arkadaşım,can dostum dediğin (özellikle sevdiğim dediğin) kim varsa bir bakarsın sana dirsek çevirmiş... Kendini dibe vurmuş hissedersin... ve hatta rabbini suçlarsın çoğu kere,kadere ilenirsin...
Kendini melankolinin karanlık koynuna bırakır,unutmak istersin herşeyi,sadece unutmak... Ama unutma ki en dibe vurduğun zamanlar da yanındadır. O,kudretinin ve merhametinin görünmez eli sana uzanmış,tutmanı bekler.
Senin kötülüğünü istemeyen sadece O’dur...Kötülüğü sana yakıştırmayan en kötü zamanlarında yanında olan sadece O’dur... Rabbin hata ettin diye seni gözden çıkarmaz...
Elçisi İsa’nın ağzından şöyle söyler sana: ’’sizden biriniz yüz koyunu olsa,onlardan biri kaybolsa,diğer doksandokuzu bırakıp onu aramaya gitmez mi? ve onu bulduğunda,neredeyse diğerlerini unutacak kadar sevinmez mi? ’’ bir hata ettiğinde rabbinden yüz çevirir ve kaybolmuş olursun.
Bundan sonra kaybolmuş tek koyununu arayan adam gibi,rabbinde senin yolunu bekler.
Sonunda özür dileyerek O’na döndüğünde,senden yitik koyununu bulduğunda diğerlerini unutan adam gibi hoşnut olur. Sen hata ettin diye seni gözden çıkarmaz.
Özür dileyip döndüğünde,en az eskisi kadar,belki daha da çok sever seni. Bir vakitler çocukken anneni hatırla... Üstünde oturduğun kanepenin bir köşesi kirlense kanepeyi hemencecik sokağa atıyormuydu?
Elinde tuttuğun bir kitabın bir sayfasına mürekkep damlasa kitabı fırlatıp atarmısın? Fakat sen yanlış söylediğin bir kelime yüzünden seni defterden silen,sınav kağıdında yaptığın minik bir imla hatasından dolayı sana kırık not veren,doğum gününde hediye almayı unuttun diye senden ayrılanları da tanırsın...toplantıya azıcık geç kaldın diye bir güzel paylanıp kızağa alındığın kimi durumları da hatırlamalısın...
Sen bir insansın,hata yaparsın... Hata yapmamak ve insan olmak birarada bulunması imkansız iki durum... Öyleyse seni yaratan,yaptığın hatalarda hemencecik gözden çıkaracak kadar acımasız olabilir mi?
O seni hatalarınla seviyor,bu yüzden hata yapmana değil hatalarından dolayı özür dilemene önem veriyor. Bilinsin,en güzel özür dileme yollarından biri de hatayı tekrarlamamaktır...
Rabbin sana kötülüğü yakıştırmaz... Çoğu zaman,en yakın arkadaşın bile,yanlış bir şey yaptığında seni de kötü ilan eder.Oysa,yaptığın işin kötü olması,seni kötü yapmaya yetmez.Senden yanlış bir eylemin çıkması,seni hepten yanlış yapmaz. Rabbin senin özünde iyi olduğunu bilir. Senin değil,yaptığın işin kötü olduğunu söyler.
Bir kez,hatta çoğu kez yanlış yaptığın halde,hepten karalamaz seni. İyi insanların da yapabileceğini bilir. Kötü şeyler yaptığın halde iyi biri olduğunu belirtir.
Hani bir bayram öncesi baban sana vitrinde görüp o çok istediğin ayakkabıları almıştı.Sen gözünden bile sakındığın ayakkabılarını hep pırıl pırıl tutmak istiyor,üstüne bir toz tanesinin bile konmasına razı olmuyordun.Toz-toprak ve çamur senin o canım ayakkabılarına yakışmazdı.
Ya okul müsameresinde sana verilen kostüme dökülen reçel yüzünden döktüğün gözyaşlarına ne demeli.Peki bunlar bir yana,örneğin Topkapı sarayı’ndaki meşhur kaşıkçı elması’nın betonun üzerinde yuvarlanan bir miskete dönüştüğünü düşünebilir misin? Ya el sürmeye çekindiğin son model dizüstü bilgisayarının üstünde et doğrandığını ya da antika iran halısının paspas yerine kullanıldığını hayal edebilir misin? bunları yakıştırabilirmisin onlara.
Oysa seni sadece gövdeden ibaret gören bu gövde uygarlığı senin göklere layık olağanüstü ruh ve beden varlığını bir et doğrama tahtası bir paspas niyetine kullanmak istiyor.Seni buna layık görüyor.
Fakat rabbin senin nasıl bir mücevher olduğunu biliyor. Senin kıymetinin sadece O tam anlamıyla farkında ve işte bu yüzden seni dünyanın kötülüklerine değil cennetin yüceliklerine yakıştırıyor...
Rabbin nankör olmanı istemez... Sana iyilik eden birine teşekkür etmeden durabilir misin? yoksa,iyilik edenin sana iyilik etmeye mecbur olduğunu mu düşünürsün? İyilik zorunlu olmadan yapılan şeydir.Düşün ki,rabbin sen yok olduğun halde,seni var etmeyi tercih etti. Sen cansız olabilecekken,sana can verdi.
Can verdikten sonra,seni hiç ummadığın lütuflara boğdu.Aldığın bir nefes,içtiğin bir damla su,yediğin bir lokma ekmek bile,senin ummadığın bir nimetti. Senin için güneşi doğurup batıran rabbin,çevreni sayısız güzelliklerle donatmıştır.
Şimdi elini yüreğinin üstüne koy;yüreğinin vuruşlarını hisset.Yok olabilirdin ama varsın.Var olduğun halde,bir bitki yada hayvan olabilirdin,ama insansın. Bütün güzelliklerin içine çağrılırsın. Yeryüzü sarayında en güzel bileti sana vermişler. FARKINDAMISIN ?
Ve buna rağmen,Rabb bunlara mecburdu,O’na karşı minnettar olmak zorunda değilim diyebilir misin? Kar yağıyordu...soğuktu,ölümüne soğuktu,herşey buzdan kristallere dönmüştü.Bebek sesini andıran bir ses sokaktan yankılanıyordu,ağlamaklı,dokunaklı ve yalvarırcasına.Ve sen onu,o zavallı kediyi eve almıştın.Önce annene sonra babana dökmediğin dil kalmamıştı.
Önüne gelen sıcacık sütü bir hamlede içtikten sonra elin kaba uzandığında elini tırmalayıp kanatan o yaratığa acı içinde kıvranırken hangi kelime ile bağırıyordun:nanköööör....
Yardım gördüğün eli ısıran bir kediye nankör denirse,tüm varlığını borçlu olduğun birini unutmaya,O yokmuş gibi yaşamaya,sadece başın dara düşünce O’nu hatırlamaya ne denir?
Kendini yeryüzünün hakimi sanan birileri,göğü delercesine yükselen plazalarında deriden koltuklarına küçük birer tanrı olarak kurulanlar,seni sadece emeğine indirgeyip hayallerini bile paraya,güce dönüştürmeye çalışan ağababalar bir yaratıcı yokmuş gibi yaşamayı yeğlemiyorlar mı?
Sana da bunu önermiyorlar mı? Peki sen hangisini seçiyorsun,hatırlamayı mı,unutmayı mı? Söyle,nankörlüğü bir onur madalyası gibi taşıyabilir misin göğsünde?... Rabbin hep suçluluk duygusu ile yaşamanı istemez...
Ne kadar zordur sürekli mahçubiyet içinde yaşamak. Her gün yüzü yerde dolaşmak ne çok ezici bir haldir.Sana sürekli hata ettiğini söyleyen biri ne kadar çekilmezdir.Ayıplarının ve kusurlarının her fırsatta deşifre edilmesi ne kadar inciticidir.
Rabbin senin açık ettiklerini de,sakladıklarını da bilir.Ayıp ve kusurların her an O’nun nazarındadır.Hatalarını bilir. Ama yüzüne vurup da mahçup etmez seni.Durup durup hatalarını sayıp kendini kötü hissetmene çalışmaz.
Her zaman senin sırdaşındır.Hatalarını anlayışla karşılar;kusurlarını bağışlamaya hazır olduğunu söyler ve onları örter.
Öyle bağışlar ki seni,hiç hata etmemiş gibi yeniden seveceğini söyler. Elçilerinin dilinde kendisinden hem bağışlama hem de merhamet istemeni belletir sana.
Bağışlar seni;günahlarını siler.Bağışlamakla da kalmaz;merhamet eder. Yeniden sever seni,hiç kusur etmemişsin gibi... ’’Bırak büsbütün suçluluk içinde daim yaşamayı,hiç suçluluk duymamayı yeğlerim’’ dediğini duyar gibiyim.
Duyabiliyorum çünkü,duyduğum şeyler zaman zaman işittiğim mağrur ve asi cümlelerden çok da farklı değil.Evet,biliyorum,suçluluk duygusu ezicidir,ve insan denilen biçare bu ağır yükten kurtulmak ister.
Fakat insan,sivrisineği öldürmek isterken top güllesi kullanmak gibi bir tuhaflıkla bazen kendisini büsbütün pişmanlık duymamaya,duygularını nasırlaştırmaya vardırabilir işi.İşte bu daha vahimdir.
Pişmanlık duygusunun altında,üstüne bir boğa oturmuş gibi yaşamak ve ümitsizlik vadilerine yuvarlanmak ne kadar yanlışsa,pişmanlık duyacak yanlarını yokedip ortalıkta boynuna halkalar geçirilmiş gibi dolaşmak da en az o kadar yanlıştır. Seni yaratan,yarattığı için en ince duygularını,en nazenin hassasiyetlerini bilen,seni dengeye davet eder.
Unutma ki “denge” bir anahtardır,bir fıtrat çilingiridir.Dengede dur ey insan,geniş bir körfezde bir buz parçasının üstünde duruyor gibi.
PİŞMAN OL VE FAKAT PİŞMAN ÖLME...
Rabbin kuşku içinde kalmanı istemez.... Bir gün rabbin elçisi İbrahim (A.S) şöyle dedi: ’’Rabbim,bana öldükten sonra nasıl dirileceğimi göster’’ bunun üzerine,’’yoksa inanmıyor musun? ’’ dendi. ’’hayır,’’ dedi İbrahim,’’ sadece kalbim de inansın istiyorum.’’ bu isteği anlayışla karşılayan rabbi,’’öyleyse,dört kuş al,bunları kendine alıştır.Sonra da her birini başka başka dağlara bırak.çağırınca yeniden sana gelecekler.’’ İyi düşün ki,toprağa bıraktığımız sevdiklerimizin geri dönmesini ne çok isteriz.
Ölümden sonra unutulmaya yüz tutacak olman,ne çok rahatsız eder seni.Acaba geri gelecek mi sevdiklerim,diyorsun. Yoksa,toprağın karanlığında unutulup yok mu olacağım diye kaygılanıyorsun.
Şimdi lütfen her baharda yaşadıklarını hatırla,toprağa düşmüş tohumlar,rabbimiz tarafından unutulmuyor. Çürümüş yapraklar,her bahar,yeniden taptaze ediliyor,çiçekler dal uçlarına yine,yeni, yeniden akın ediyor.Sonbahara ait hiçbir şeyi unutmadığını sana her bahar gösteren yaratıcın,seni küçük bir tohumdan,kuru bir yapraktan daha az mı değerli görür?
Her bahar,tıpkı İbrahim’in (a.s)kuşlarının geri dönmesi gibi,uzaklara savrulan her şeyi geri getirir.O,kalbini de,gözünü de şüphede bırakmaz.
Böylece,yeniden dirileceğine emin olursun... Farkında mısın,bizi kuşkunun kör kuyularına atan ne de çok şey var bu kafası karışık çağda.Adeta herkes işbirliği yapmış gibi bizi kuşkuya,kuruntulara,acaba’lara yöneltiyor.
Hem aklımıza hem kalbimize saldıran ne kadar çok şüphe oku var.Felsefeye baksan kimse kimseye katılmıyor,hatta herkes birbirini yalanlıyor.Sana en birinci erdem olarak her daim şüphe duyman,hep şüphede kalman öğütleniyor.
Peki ama hep şüphede kalmanın tıpkı bir elektirik direğinde titreyip durmak gibi ruhunda ve kalbinde yaptığı yıkımı gidermekten neden kimse bahsetmiyor.Bilime bakarsak her gün yeni bir şey bulunduğu söyleniyor ve öncesinde kurulan bilimsel billur şatolar yerle bir oluyor...
Peki ama bugün bulunanların yarında aynı akibete uğramıyacağını kim garanti edebilir.Günlük hayata baksan,herkes herkesten kuşku duyuyor.Tramvayda yanına oturdurduğun kadın hemencecik çantasını garantiye almaya çalışıyor,bürokrasi herşeyi belgelemeni istiyor ve sana asla güvenmiyor.
Söylermisin dostum,biz insancıkların gönlünü bir parça teselli edecek şüpheden kurtuluşu ne sağlayacak... İşte ben derim ki,her bahar doludizgin geliyorsa,rüzgardan sonra yağmur yağıyorsa,bembeyaz kar sözünde durup herşeyi yorgan gibi örtüyorsa bu sana ve bana Rabbin bir vaadidir,bir sözüdür.
Ve bilelim ki sadece O tam anlamıyla sözünde duruyor.... Rabbin bağışlayıcılığını başına kakmaz... Bir üklede bir kız çocuğunun yaratıcıyla konuştuğu haberi yayılır.
Ülkenin kralı kız çocuğunu yalan konuşup konuşmadığı konusunda sınamak ister.
Kıza,yaratıcıyla görüştüğünde,en son hangi hatasından dolayı rabbinden özür dilediğini sormasını söyler.Kral,bir sonraki görüşmeyi iple çeker.
Sonunda,’’yaratıcıya en son hangi hatamı bağışladığını sordun mu? der. ’’Evet,’’ der kız çocuğu. ’’neymiş?’’ diye sorar kral heyecanla.Kız çocuğu sakince cevap verir: ’’
Rabbin,’unuttum’ dedi.’’ böylece kızın yaratıcıyla sahiden konuştuğuna emin olur kral. Ona yakışanda budur.Öyle bağışlar ki,bağışladığı hatayı kulunun yüzüne vurmaz.
Öyle affeder ki,zoraki affeden kullar gibi her fırsatta affettiğine kusurunu hatırlatmaz.Elbette ki unutmaz rabbin;ama hepten unutmuş gibi,sanki sen hiç hata etmemişsin gibi bağışlar.İşlediğin hatayı sana da unutturur;mahçup olmanı istemez. ’’O,unutmaktan uzaktır’’ denmişti sana.O’nun unutması,sana ait kusurların üstüne bir perde çekmek gibi,gecenin üstüne gündüzü yaymak gibi merhametinin bir yansımasıdır.
O affeder ve öyle yarım yamalak affetmez,affettiğini bir gurur levhası halinde çocuğun gözünün içine sokan bir baba gibi davranmaz.Hatırlar mısın,evde yanlız kaldığın bir zamanda top oynayacağın tutmuştu da canım vazoyu tuzla buz etmiştin.Annen hışımla gözünün içine bakmış,uzun süre sana dargın kalmış ama sonra seni affettiğini söylemişti. Söylemişti söylemesine de,yine de ara sıra seni affettiğini ima etmesine engel olamamıştı.
Ama yıllar sonra sen büyüdüğünde söz vazodan açılınca aslında tam olarak unutmadığı da ortaya çıkmıştı.Hani okul sıralarında arkadaşlarına uyup kopya çekeceğin tutmuştu da eline yüzüne bulaştırmıştın.
Tek hatırladığın şey kulağına yapışmış iri bir eldi.Evet,öğretmenin ve okul müdürün seni affetmişlerdi,’bir daha olmayacak ama’ diye uyarmışlardı. Ne ki her göz göze gelişinizde sanki ’hala unutmadım’ der gibi bakmışlardı.Adeta verdiğin misketi hatırlatan yaramaz çocuk gibi başa kakmışlardı bağışlayıcı olmalarını.
Göklerin ve yerin kaydını tutan,meleklerin sahibi olan rabbin öyle öyle bir hatırlamayla seni bağışlamasını unutur ki bütün unuttukları senin iyilik defterine kaydolur bazen. Kalbimizi ona döndürürsek eski kötülüklerimizi yeni iyiliklerimiz haline getireceğini O söylüyor. Rabbin seni unutmaz ...
Doğum gününü hatırla. Doğduğun gün dünyadakiler için sıradan bir gündü. O günün en fazla bir yıl öncesinde,dünyaya geleceğin konusunda kimsenin bir fikri yoktu. Sen yoktun,yok olduğunu sen bile bilmiyordun.
Hiç gelmeseydin dünyaya,kimse yokluğunu farketmeyecekti. Ne özleyen olacaktı seni,ne de yolunu gözleyen... Annen ve baban bile senin eksikliğinden yakınmayacaktı.
Sen gelmedin diye kimse üzülmeyecekti. Sen olmadın diye kimse mutsuz olmayacaktı. İstersen,dünya tarihini doğduğun günden önce ve sonra diye ikiye ayır.
Doğumundan önce seni hiç kimse anmıyorken,yaratıcın andı. Seni varlığından önce O sevdi. Kimse tanımazken seni,yanlız O tanıdı. Sen yokluğunun farkında değilken,senin var edilmeni diledi. Hatta sen varlığının bile farkında olmadığın halde,sana kimseye vermediği bir yüz verdi. Başkaları seni doğduğun günden sonra hesaba kattı.
Yoksa kimsenin umurunda değildin. SENİ O UMURSADI. En çok unutulmak yaralar kalbini. Öyle zaman olur ki ’hiç olsam ama unutulmasam’ dersin,değil mi? Unutulmak hiçlikten ağır gelir sana...
Yani ki onca yükü çeken gönül,unutulmanın yüküne tahammül edemez. İçine böyle bir duygunun konuluşunu göz ardı edip unutuşun zindanına kapatamıyorsun bilmem farkında mısın? İçinden bir ses,sana böyle bir duygu verildiyse bunun bir karşılığı olarak,senin bu dünyada varolmana sebep olan kuvvet unutulmaktan uzaktır,demiyor mu?
Ruhun yaralarına merhem olma iddiasındaki çağdaş yöntemler,çoğu kez dertlerini,sıkıntılarını unutmanı,üzerini örtmeni söylüyor sana.Ne kadar uğraşsan da,antidepresanlara,uyku haplarına ne kadar başvursan da yetmiyor unutmana.
Halbuki rabbin senden unuttuğun şeyi hatırlayarak yaralarını iyileştirmeni istiyor.O’nun yolu hatırlamanın yoludur. BU NEDENLE DAİMA O’NUN HATIRINDASIN.
Rabbin senden ille de dilekçe yazmanı istemez... Derdini anlatamamaktan yakınıyorsun. Sesini duyuramamak canını yakıyor. Varlığını hiçe sayanlara içerliyorsun. Anlaşılmamak yüreğini kanatıyor.Seni sen söylemeden anlayan bir dostun olsaydı,ne çok sevinirdin.
Yüreğini senin göğsüne koyan yaratıcın yüreğinden geçenleri bildiğini bildiriyor sana. Sen dile getirmesen de,içini oyan sızıları,ruhunu kemiren pişmanlıkları açık bir söz gibi duyuyor. Diyor ki,başkalarından sakladığını bildiğim gibi,kendinden sakladığını bile biliyorum.
Seni en çok O anlıyor. Sesini bir yükselt de öyle konuşalım,demiyor. Bir dilekçe yaz da,sonra değerlendirelim demiyor... Haşa ki rabbin kırtasiye delisi bir bürokrat değil. Üç adet pul,resmi mühür ve imza istemiyor senden. Seninle ilişkisi bir güven ilişkisi. Kuşkular,önyargılar,güvensizlikler üzerine kurulu insan ilişkileri gibi değil rabbin ilişkisi.
O sana güveniyor,senin özüne koyduğu prensiplerin yüreğini göğe yönelteceğine itimadı var. Hatta,ilk defa insanı yaratacağı zaman,melekler ’yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökecek birini mi yaratacaksın?’....dediklerinde ’sizin bilmediğinizi ben bilirim’diyerek insana olan güvenini apaçık ortaya koymuştu.
Evet,rabbin kırtasiyeci değildir.Detayı önemser ama detaycı değildir. Ceviz kabuğunu en az içi kadar önemser fakat kabuğun yenmediğini sonsuz bilgisiyle bilir.
Sana bir dua kadar yakın O. Bir dilek kadar yakın...İçinde sözler tutuşunca,sözler ağza doluşunca,seni aracısız dinleyendir O.....
İsyandan aldın beni, isyanda bırakma Rabbim! Bağışla beni Rabbim, tevekkülden başkası gelmiyor elimden. Başkası yok elimde. Şimdi elimden gelenlerin hepsi senin "El"inde. Bağışla beni, göremedim. Göremedim, nice ananın karnında nice karanlıklar içindeyken gün yüzüne çıkardığını bebelerin yüzünü.
Unuttum, çocuk tebessümlerini nice belirsizliklerden alıp güneşe erdirdiğini, Bilemedim, yüreğimizi yokluğun dehlizlerinden aşırıp aşkın vadisine eriştirdiğini. Göremedim, her sabah yerin sükûnetini odamda ekmek gibi sımsıcak hazır ettiğini.
Her akşam yastıkta unuttuğum bedenimi sabah yeniden yanıma verdiğini göremedim. Beni her sabah ihya ettiğini, bedenimi her an zaaflardan çıkardığını, varlığını her an yokluktan geri getirdiğini göremedim. Göremedim Rabbim her günü ödünç verdiğini. Göremedim, bağışla beni...
Fakat, şimdi gördüklerim gösterdi bana hepsini Geç kaldım görmekte. Tebessümü beton yığınları arasında sönen bebeler gördümse de, biliyorum Senin El’nde şimdi hepsi ve sonsuz tebessümler verdin herbirine. Sevinci soğuk topraklarda boğulmuş çocuklar gördümse de, biliyorum Senin
Rahmetinin kucağında hepsi ve bitmez sevinçler bağışladın herbirine. Ümitleri bir apansız sarsıntıyla yıkılan insanları gördümse de, biliyorum Senin Şefkatinin ikliminde âsûde ve mutlu her biri...
Bağışla beni Rabbim, unuttum, nisyanda kaldım. Hatırlamadım verdiğini ve var kıldığını. Elimden alınca verdiğini ve yokluğa yuvarladığında varlığımı Hatırladım ve ama geç hatırladım. Gördüm, ama güç gördüm, acıyla gördüm. Varlıkta kör oldum, yoklukta gördüm.
Bollukta unuttum, darlıkta hatırladım. Affet beni Rabbim, bari, yoklukta Sana vardım. Hiç olmazsa, hiçlikte seni andım. Şimdi, bir tevekkül var elimde. Başka herşey düştü, herşey yokluğa döküldü. Hatırladım, elimdekiler de, ellerim de Senin Elinde.
Şimdi, dua sığıyor sadece avuçlarıma. Sadece yakarış yakışıyor yakama. Gözlerim müjdeni gözlüyor uzaktan. Gönlüm hiç bitmez tesellini özlüyor. Sen ki, unutmaktan alıkoydun, nisyandan kurtardın beni Rabbim Şimdi isyandan koru beni Rabbim.
İsyandan koru beni, isyandan koru beni, isyandan koru beni... Ve lûtfet ki, avuçlarında teselliden ötesi yok. Affet ki, elimde duâdan başkası yok. Ayaklarına zincirler takılmış...Elleri kelepçeli... Ve arkasından sürekli itilmekte...
Belli bir istikamete doğru hem gidiyor, hemde bağırıyor: ’Gitmem ben o beldeye!
O şehre inanmıyorum!’ Yanına bir görevli geliyor ve kulağına şunları fısıldıyor: ’Bu yol o menzile çıkar. Ama sen bilirsin, ister inana inana git, ister inanmaya inanmaya...
Tercih tamamen sana ait!... İsteğine bağlı olmayan işlerde, her insan: mahkum! Her an nefes alıyor: Havaya esir... Ne ciğerlerine el atabiliyor, nede yıldızlara: Elleri bağlı...
Yer çekimiyle arza rapt edilmiş: Kaçmaktan mahkum... Ve nihayet, dünya onu kabre götürüyor: Gitmeye mecbur... Bir asi mahkum kalkıyor, ’ ben gitmem’ diyor. ’Ahirete inanmıyorum ’ diyor.
Bilmiyor ki, inanmamak ahirete gitmeye değil, cennete girmeye mani...
İDRÂK'ın yüceliğine eremiyorsanız,
İNKÂR'ın basitliğinden sıyrılınız...
alıntıdır.