Z
Ze'Mahşer
Ziyaretçi
"…Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır." (A'raf Suresi, 157)
Üç kıtaya yayılan ve fethettiği yerlerde yıllarca adaletle hükmeden Osmanlıların, bu imparatorluğu üzerine bina ettiği temellerin başında, "Peygamber Sevgisi" gelmektedir. Şevkle, aşkla çıktıkları her seferde ve kazandıkları her zaferde Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uyarak Yüce Allah'ın rızasını kazanmayı gaye edinmişlerdir. Osmanlı sultanları, hayatları boyunca hep bu gayeyi gözetmiş ve Peygamberimiz (sav)'e duydukları hürmet ve muhabbeti her fırsatta ve fiilen de ifade ederek bu duyarlılıklarıyla müminlere örnek olmuşlardır.
Tarih, Osmanlı padişahlarının, bu asil duygularını her zaman ve mekanda açığa vurmalarının sayısız örnekleriyle doludur. Osmanlı, devlet haline geldikten hemen sonra kurduğu askeri birliği, "Peygamber Ocağı" payesiyle (rütbesiyle) onurlandırmış; askerine de "Mehmetçik" adıyla hitap etmiştir. Ordusuna verdiği isimlerden bir diğeri de, "Asakir-i Mansûre-i Muhammediye"dir. (Hz. Muhammed'in (sav) askerleri) Devletinin başka bir adını ise, "Devlet-i Aliye-i Muhammediye" koymuştur.
Fatih Sultan Mehmet'in Örnek Sevgisi
Fatih Sultan Mehmet, Peygamber Efendimiz (sav)'e karşı duyduğu derin muhabbetini (sevgilerini), en güzel biçimde İstanbul'un Fethi'nde ortaya koymuştur. Kutlu fethin hazırlık aşamasında, Rumeli Hisarı'nı, O'nun güzel ismi "Muhammed"in Arapça yazılışına göre inşa ettirmiş ve hatta yapımı sırasında kendisi de bizzat taş taşımıştır.
Fatih'in, fetihten hemen önce dile getirdiği şu sözler bu coşkusunu ifade etmektedir: "Avn-ı İlahî ve imdad-ı peygamberi ile beldeyi düşman elinden alacağız!" (Allah'ın ve Hz. Peygamber'in (sav) yardımı ile)
Peygamberimiz (sav)'in İlk Osmanlı Halifesi Yavuz Sultan Selim
Osmanlı sultanları arasında, Peygamberimiz'e (sav) sonsuz hürmet ve muhabbetiyle (sevgisi) öne çıkan ve halifesi mertebesine yükselen padişah Yavuz Sultan Selim'dir. Yavuz Sultan; "Allah rızası için tüm dünyayı fethetmek istiyorum!" idealiyle askerlerini hazırlarken, onları adeta bir "Peygamber Ordusu" gibi addetmiştir. "İslam Birliği" gayesiyle çıktığı Mısır seferinde, "Halifelik" kurumunun bozulan saygınlığını ve misyonunu yeniden düzeltmek için, bu kurumun, şahsında Osmanlı'ya geçişini sağlamıştır. Peygamberimiz'e beslediği eşsiz ve sınırsız sevginin derin bir hürmete dönüştüğünü ise, şu tarihi sözleriyle ifade etmiştir: "Biz, mukaddes yerlerin hakimi değil; hadimiyiz! (hizmetçisiyiz)" Gerçekten Osmanlılar; kutsal toprakları fethedince vali adı altında idareci olarak atadıkları kişilere "Medine Muhafızı" ünvanını vererek, bu sözleri yaşama geçirmişlerdir. Öte yandan Yavuz Sultan, Hz. Muhammed (sav)'den hatıra ve emanet kalan; dünyadaki hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar değerli ve değiştirilemeyecek kadar paha biçilmez olan "Kutsal Emanetleri" Topkapı Sarayı'na getirerek, Hırka-i Saadet Dairesi'nde ağırlamış ve bize asırlardır bu şerefi yaşatmaktadır.
Kanuni Sultan Süleyman'ın Rüyası
Yükselme devrinin en parlak döneminin hükümdarı Kanuni, Peygamber Efendimiz (sav)'e muhabbet ve bağlılığını şu sözlerle ilan etmiştir:
"Allah Allah diyelim sancağ-ı şahı çekelim, yürüyüp her yandan şarka sipahi (asker) çekelim. Umarım rehber ola bize Ebu Bekr u (ve) Ömer. Ey muhibbî (dost) yürüyüp şarka sipahi (asker) çekelim."
Osmanlı klasik eserlerinde, Kanuni'nin rüyasında Hazreti Peygamber (sav)'i gördüğü ve kendisine şöyle emrettiği nakledilmektedir: "Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin; sonra da benim şehrimi îmar edesin!"
I. Ahmed'in başındaki "Taç"
Sultan I. Ahmed'in, Resulullah (sav)'a sevgisini ifade edişi kelimenin tam anlamıyla dillere destan olmuştur. Sarığına taktırdığı sorgucun içine, Peygamberimiz (sav)'in ayak izini resmettirip koydurmuş ve üzerine de şu dörtlüğü yazdırmıştır: "N'ola tacım gibi başımda götürsem daim Kadem-i resmini ol Hazret-i Şah-ı Rasul'ün. Gül-i gülizar-ı nübüvvet o kadem sahibidir. Ahmeda durma yüzün sür kademine o gülün." (Her zaman başımda taç gibi taşısam Peygamber (sav)'in ayak resmini, gül yanaklı Peygamberimiz (sav)'in ayak izidir o. Ahmed durma hemen yüzünü sür o gülün ayağına)
II. Abdülhamid'in Bağlılığı
Hazreti Muhammed (sav)'e ve O'nun davasına en fazla gönül verip, uğruna kendini adayan padişahlardan biri de Sultan II. Abdülhamid Han'dır. Sultan Abdülhamid, sevgi ve bağlılığını, kutsal beldelere hizmetler götürerek ve İslam Birliği amacını gerçekleştirmeye çabalayarak göstermeye çalışmıştır. Hicaz bölgesiyle ilişkileri güçlendirmek ve kutsal topraklarla mesafeyi kaldırmak niyetiyle yaptırdığı Hicaz ve Bağdat Demiryolu, bunun en güzel ifadesi olmuştur. Abdülhamid, Batılı devletlerin, dinimizi hedef alan olumsuz tavırlarına karşı da büyük bir duyarlılık sergilemiş ve devletinin bütün gücünü kullanarak onları bertaraf etmiştir.
Son Medine Savunması
Osmanlı, fiilen yıkıldığı Mondros Ateşkes Antlaşması sırasında bile, Peygamberimiz'e (sav) ve O'nun beldesine hürmet ve bağlılığını, gücünün son anına kadar korumaktan çekinmemiştir. "Çöl Kaplanı" lakabıyla anılan Fahreddin Paşa'nın İngilizlere karşı giriştiği "Son Medine Savunması", bunun en çarpıcı örneğidir. Kutsal toprakları vermemek için sonuna kadar direnen ve çırpınan Fahreddin Paşa, Hazreti Peygamber (sav)'e olan sonsuz sevgisini şu sözlerle ifade etmiştir:
"Ey Nass! (İnsanlar) Malumunuz olsun ki, şecî (yiğit) ve kahraman askerlerim, bütün İslam'ın sırtını dayadığı yer, manevi gücün desteği, Hilafetin gözbebeği olan Medine'yi son fişengine (kurşununa), son damla kanına, son nefesine kadar muhafazaya (korumaya) ve müdafaaya (saldırıları def etmeye) me'murdur (vazifelidir). Buna Müslümanca, askerce azmetmiştir. Bu asker, Medine'nin enkazı ve nihayet Ravza-i Mutahhara'nın (Peygamberimiz (sav)'in mezarının bulunduğu yer) yeşil türbesi altında, kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır! Allahu Teala bizimle beraberdir! Şefaatçimiz O'nun Resulü, Peygamber Efendimiz (sav)'dir! Ey bütün tarihi eşsiz kahramanlar; şan ve şerefle dolu Osmanlı ordusunun yiğit zabitleri! Ey her cenkte (savaşta) cihanı tir tir titretmiş, asla kimseye boyun eğmeyerek daima namus ve din borcunu kanıyla ödemiş, şecî (yiğit) Mehmetçiklerim, kardeşlerim, evlatlarım! Gelin hep beraber Allah'ın ve işte huzurunda huşû (korku ile karışık sevgi, alçak gönüllülük) ve vecd (aşk) içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamber'in (sav) karşısında, aynı yemini tekrar edelim ve diyelim ki; Ya Resulullah, biz seni bırakmayız!..."
Ehl-i Beyt'e Hürmetin Sembolü: Nakibü'l Eşraflık Kurumu
Osmanlı Devleti, Peygamberimiz (sav)'in soyu olan Ehl-i Beyt'e, hürmetini, kurduğu kurumlarla da fiilen göstermiştir. Osmanlı sınırları içinde yaşayan, Peygamber soyuna mensup Seyyid (Hz. Hüseyin'in soyundan) ve Şerifleri (Hz. Hasan'ın soyundan) tek tek kaydederek; bunların her türlü ihtiyaç ve hizmetlerini görmek ve şecerelerini soy kütüklerine işleyip korumak için, özel olarak "Nakibü'l Eşraflık" (peygamber efendimiz (sav)'in torunları soyundan gelen şerefli vekiller)kurumunu oluşturmuş, başına da Nakibü'l Eşraf adında bir memur atamıştır. Peygamber nesline bağlı olduğunu belgeleyenleri her çeşit vergiden muaf tutmuştur. Bütün bu hürmet ve imtiyazlarla, topraklarımızda dağınık halde bulunan Seyyid ve Şeriflerin, huzur içerisinde bir hayat sürdürmelerini amaçlamıştır. Bazı padişahların Eyüp Sultan Türbesinde tertiplenen cülus merasimlerinde (tahta oturma törenlerinde) Osmanlılar, Seyyid ve Şeriflere kılıç dahi kuşattırmıştır. Bayram tebriklerinde, padişah yalnızca Nakibü'l Eşraf'ın tebrikini ayakta kabul etmiştir. Savaşlarda ise, padişahla beraber Nakibü'l Eşraf da sefere katılır ve Hazreti Peygamber (sav)'in sancağı dibinde yürürdü. Sancak-ı Şerif'in İstanbul'dan sefere çıkışından tekrar dönüşüne kadar, Nakibü'l Eşraf ile birlikte bütün Seyyid ve Şerifler, tekbir ve salavat getirirlerdi.
Osmanlı'nın, Peygamber Efendimiz (sav)'e gösterdiği bu hürmet ve bağlılığın bugünkü ve gelecekteki kuşaklara aşılanması, devletine, milletine, tarihine ve dinine bağlı her vatandaşın özenle sahiplenmesi gereken bir görevdir. Yüce Allah'ın "kendisinde iman edenler için güzel bir örnek" olduğunu bildirdiği Hz. Peygamber (sav)'e bağlılık ve sadakatin önemine Kuran'da şöyle dikkat çekilmiştir:
"Şüphesiz, Biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ki Allah'a ve Resulü'ne iman etmeniz, O'nu savunup desteklemeniz, O'nu en içten bir saygıyla yüceltmeniz ve sabah-akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için." (Fetih Suresi, 8-9)
"…Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır." (Araf Suresi, 157)
Üç kıtaya yayılan ve fethettiği yerlerde yıllarca adaletle hükmeden Osmanlıların, bu imparatorluğu üzerine bina ettiği temellerin başında, "Peygamber Sevgisi" gelmektedir. Şevkle, aşkla çıktıkları her seferde ve kazandıkları her zaferde Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uyarak Yüce Allah'ın rızasını kazanmayı gaye edinmişlerdir. Osmanlı sultanları, hayatları boyunca hep bu gayeyi gözetmiş ve Peygamberimiz (sav)'e duydukları hürmet ve muhabbeti her fırsatta ve fiilen de ifade ederek bu duyarlılıklarıyla müminlere örnek olmuşlardır.
Tarih, Osmanlı padişahlarının, bu asil duygularını her zaman ve mekanda açığa vurmalarının sayısız örnekleriyle doludur. Osmanlı, devlet haline geldikten hemen sonra kurduğu askeri birliği, "Peygamber Ocağı" payesiyle (rütbesiyle) onurlandırmış; askerine de "Mehmetçik" adıyla hitap etmiştir. Ordusuna verdiği isimlerden bir diğeri de, "Asakir-i Mansûre-i Muhammediye"dir. (Hz. Muhammed'in (sav) askerleri) Devletinin başka bir adını ise, "Devlet-i Aliye-i Muhammediye" koymuştur.
Fatih Sultan Mehmet'in Örnek Sevgisi
Fatih Sultan Mehmet, Peygamber Efendimiz (sav)'e karşı duyduğu derin muhabbetini (sevgilerini), en güzel biçimde İstanbul'un Fethi'nde ortaya koymuştur. Kutlu fethin hazırlık aşamasında, Rumeli Hisarı'nı, O'nun güzel ismi "Muhammed"in Arapça yazılışına göre inşa ettirmiş ve hatta yapımı sırasında kendisi de bizzat taş taşımıştır.
Fatih'in, fetihten hemen önce dile getirdiği şu sözler bu coşkusunu ifade etmektedir: "Avn-ı İlahî ve imdad-ı peygamberi ile beldeyi düşman elinden alacağız!" (Allah'ın ve Hz. Peygamber'in (sav) yardımı ile)
Peygamberimiz (sav)'in İlk Osmanlı Halifesi Yavuz Sultan Selim
Osmanlı sultanları arasında, Peygamberimiz'e (sav) sonsuz hürmet ve muhabbetiyle (sevgisi) öne çıkan ve halifesi mertebesine yükselen padişah Yavuz Sultan Selim'dir. Yavuz Sultan; "Allah rızası için tüm dünyayı fethetmek istiyorum!" idealiyle askerlerini hazırlarken, onları adeta bir "Peygamber Ordusu" gibi addetmiştir. "İslam Birliği" gayesiyle çıktığı Mısır seferinde, "Halifelik" kurumunun bozulan saygınlığını ve misyonunu yeniden düzeltmek için, bu kurumun, şahsında Osmanlı'ya geçişini sağlamıştır. Peygamberimiz'e beslediği eşsiz ve sınırsız sevginin derin bir hürmete dönüştüğünü ise, şu tarihi sözleriyle ifade etmiştir: "Biz, mukaddes yerlerin hakimi değil; hadimiyiz! (hizmetçisiyiz)" Gerçekten Osmanlılar; kutsal toprakları fethedince vali adı altında idareci olarak atadıkları kişilere "Medine Muhafızı" ünvanını vererek, bu sözleri yaşama geçirmişlerdir. Öte yandan Yavuz Sultan, Hz. Muhammed (sav)'den hatıra ve emanet kalan; dünyadaki hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar değerli ve değiştirilemeyecek kadar paha biçilmez olan "Kutsal Emanetleri" Topkapı Sarayı'na getirerek, Hırka-i Saadet Dairesi'nde ağırlamış ve bize asırlardır bu şerefi yaşatmaktadır.
Kanuni Sultan Süleyman'ın Rüyası
Yükselme devrinin en parlak döneminin hükümdarı Kanuni, Peygamber Efendimiz (sav)'e muhabbet ve bağlılığını şu sözlerle ilan etmiştir:
"Allah Allah diyelim sancağ-ı şahı çekelim, yürüyüp her yandan şarka sipahi (asker) çekelim. Umarım rehber ola bize Ebu Bekr u (ve) Ömer. Ey muhibbî (dost) yürüyüp şarka sipahi (asker) çekelim."
Osmanlı klasik eserlerinde, Kanuni'nin rüyasında Hazreti Peygamber (sav)'i gördüğü ve kendisine şöyle emrettiği nakledilmektedir: "Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin; sonra da benim şehrimi îmar edesin!"
I. Ahmed'in başındaki "Taç"
Sultan I. Ahmed'in, Resulullah (sav)'a sevgisini ifade edişi kelimenin tam anlamıyla dillere destan olmuştur. Sarığına taktırdığı sorgucun içine, Peygamberimiz (sav)'in ayak izini resmettirip koydurmuş ve üzerine de şu dörtlüğü yazdırmıştır: "N'ola tacım gibi başımda götürsem daim Kadem-i resmini ol Hazret-i Şah-ı Rasul'ün. Gül-i gülizar-ı nübüvvet o kadem sahibidir. Ahmeda durma yüzün sür kademine o gülün." (Her zaman başımda taç gibi taşısam Peygamber (sav)'in ayak resmini, gül yanaklı Peygamberimiz (sav)'in ayak izidir o. Ahmed durma hemen yüzünü sür o gülün ayağına)
II. Abdülhamid'in Bağlılığı
Hazreti Muhammed (sav)'e ve O'nun davasına en fazla gönül verip, uğruna kendini adayan padişahlardan biri de Sultan II. Abdülhamid Han'dır. Sultan Abdülhamid, sevgi ve bağlılığını, kutsal beldelere hizmetler götürerek ve İslam Birliği amacını gerçekleştirmeye çabalayarak göstermeye çalışmıştır. Hicaz bölgesiyle ilişkileri güçlendirmek ve kutsal topraklarla mesafeyi kaldırmak niyetiyle yaptırdığı Hicaz ve Bağdat Demiryolu, bunun en güzel ifadesi olmuştur. Abdülhamid, Batılı devletlerin, dinimizi hedef alan olumsuz tavırlarına karşı da büyük bir duyarlılık sergilemiş ve devletinin bütün gücünü kullanarak onları bertaraf etmiştir.
Son Medine Savunması
Osmanlı, fiilen yıkıldığı Mondros Ateşkes Antlaşması sırasında bile, Peygamberimiz'e (sav) ve O'nun beldesine hürmet ve bağlılığını, gücünün son anına kadar korumaktan çekinmemiştir. "Çöl Kaplanı" lakabıyla anılan Fahreddin Paşa'nın İngilizlere karşı giriştiği "Son Medine Savunması", bunun en çarpıcı örneğidir. Kutsal toprakları vermemek için sonuna kadar direnen ve çırpınan Fahreddin Paşa, Hazreti Peygamber (sav)'e olan sonsuz sevgisini şu sözlerle ifade etmiştir:
"Ey Nass! (İnsanlar) Malumunuz olsun ki, şecî (yiğit) ve kahraman askerlerim, bütün İslam'ın sırtını dayadığı yer, manevi gücün desteği, Hilafetin gözbebeği olan Medine'yi son fişengine (kurşununa), son damla kanına, son nefesine kadar muhafazaya (korumaya) ve müdafaaya (saldırıları def etmeye) me'murdur (vazifelidir). Buna Müslümanca, askerce azmetmiştir. Bu asker, Medine'nin enkazı ve nihayet Ravza-i Mutahhara'nın (Peygamberimiz (sav)'in mezarının bulunduğu yer) yeşil türbesi altında, kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır! Allahu Teala bizimle beraberdir! Şefaatçimiz O'nun Resulü, Peygamber Efendimiz (sav)'dir! Ey bütün tarihi eşsiz kahramanlar; şan ve şerefle dolu Osmanlı ordusunun yiğit zabitleri! Ey her cenkte (savaşta) cihanı tir tir titretmiş, asla kimseye boyun eğmeyerek daima namus ve din borcunu kanıyla ödemiş, şecî (yiğit) Mehmetçiklerim, kardeşlerim, evlatlarım! Gelin hep beraber Allah'ın ve işte huzurunda huşû (korku ile karışık sevgi, alçak gönüllülük) ve vecd (aşk) içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamber'in (sav) karşısında, aynı yemini tekrar edelim ve diyelim ki; Ya Resulullah, biz seni bırakmayız!..."
Ehl-i Beyt'e Hürmetin Sembolü: Nakibü'l Eşraflık Kurumu
Osmanlı Devleti, Peygamberimiz (sav)'in soyu olan Ehl-i Beyt'e, hürmetini, kurduğu kurumlarla da fiilen göstermiştir. Osmanlı sınırları içinde yaşayan, Peygamber soyuna mensup Seyyid (Hz. Hüseyin'in soyundan) ve Şerifleri (Hz. Hasan'ın soyundan) tek tek kaydederek; bunların her türlü ihtiyaç ve hizmetlerini görmek ve şecerelerini soy kütüklerine işleyip korumak için, özel olarak "Nakibü'l Eşraflık" (peygamber efendimiz (sav)'in torunları soyundan gelen şerefli vekiller)kurumunu oluşturmuş, başına da Nakibü'l Eşraf adında bir memur atamıştır. Peygamber nesline bağlı olduğunu belgeleyenleri her çeşit vergiden muaf tutmuştur. Bütün bu hürmet ve imtiyazlarla, topraklarımızda dağınık halde bulunan Seyyid ve Şeriflerin, huzur içerisinde bir hayat sürdürmelerini amaçlamıştır. Bazı padişahların Eyüp Sultan Türbesinde tertiplenen cülus merasimlerinde (tahta oturma törenlerinde) Osmanlılar, Seyyid ve Şeriflere kılıç dahi kuşattırmıştır. Bayram tebriklerinde, padişah yalnızca Nakibü'l Eşraf'ın tebrikini ayakta kabul etmiştir. Savaşlarda ise, padişahla beraber Nakibü'l Eşraf da sefere katılır ve Hazreti Peygamber (sav)'in sancağı dibinde yürürdü. Sancak-ı Şerif'in İstanbul'dan sefere çıkışından tekrar dönüşüne kadar, Nakibü'l Eşraf ile birlikte bütün Seyyid ve Şerifler, tekbir ve salavat getirirlerdi.
Osmanlı'nın, Peygamber Efendimiz (sav)'e gösterdiği bu hürmet ve bağlılığın bugünkü ve gelecekteki kuşaklara aşılanması, devletine, milletine, tarihine ve dinine bağlı her vatandaşın özenle sahiplenmesi gereken bir görevdir. Yüce Allah'ın "kendisinde iman edenler için güzel bir örnek" olduğunu bildirdiği Hz. Peygamber (sav)'e bağlılık ve sadakatin önemine Kuran'da şöyle dikkat çekilmiştir:
"Şüphesiz, Biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ki Allah'a ve Resulü'ne iman etmeniz, O'nu savunup desteklemeniz, O'nu en içten bir saygıyla yüceltmeniz ve sabah-akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için." (Fetih Suresi, 8-9)
"…Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır." (Araf Suresi, 157)