Muska Takmak Caiz midir?

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Vuslat 71

Çalışkan Üye
Kademeli
Muska Takmak Caiz midir?

Korku gibi şeylerden korunmak için dua etmek ve âyet ile hadis gibi şeyleri yazıp taşımak dinen caizdir. Abdullah bin Ömer Peygamberden (sav) şöyle rivayet etmiştir: "Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin: Allah'ın gazab ve azabından ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma gelmelerinden eksikliği olmayan Allah'ın sözlerine sığınırım" O zaman, hiçbir şey ona zarar vermez. Abdullah bin Amr onları temyiz çağına gelen çocuklarına öğretir, temyiz çağına gelmeyen çocukları için yazıp onların boynuna asardı (Ebu Davııd, Nesâî, Tirmizî).

Ancak bunları istismar edip sanat haline getiren ve saf kadınlarla teşriki mesai edip onlarla haşr ve neşir olmak kesinlikle haramdır.

Ayet-el kürsi, felak , nas, fatiha gibi sureleri veya ayetleri okuduğu zaman Peygamberimizin sağına soluna önüne arkasına ellerine ve hasta olan herhangi bir kimseye üflediği hadis kitaplarımızda yazılıdır.

Bunun sebebi insanın maddi hastalıklardan korunmak için maddi tedbirler aldığı gibi manevi ve zararlı şeylerden korunmak için de böyle tedbirler alması içindir. Bizi yaratan Allah Peygamberimiz vasıtasıyla nasıl korunacağımızın yollarından birisini göstermiştir.

Bu konuyu izah eden hadislerden birini açıklamasıyla beraber takdim ediyoruz.

Hz.Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizateyn'i ( felak ve nas sureleri) ve kulhüvallabu ahad'i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi". (Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 14, Tıbb 39, Da'avât 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn 15, (2942); Tirmizî, Da'avât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3902).)

AÇIKLAMA:

1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Kur'ân-ı Kerim'i hastalığı sırasında şifa için okuduğu, mevsuk rivayetlerde gelmiştir. Esasen Kur'ân'ın mü'minler için maddi ve manevî şifa olduğu âyet-i kerimede belirtilmiştir:

"Kur'ân'dan, iman edenlere rahmet ve şifâ olan şeyler indiriyoruz, O, zâlimlerin ise sadece kaybını artırır" (İsra suresi, 82). Keza: "Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana bir şifa, mü'minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir" (Yunus suresi,57 ).

2- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kendi vücuduna icra ettiği "nefes"in mahiyeti hakkında bilgi vermek için, İbnu Hacer, rivayetin farklı vecihlerini kaydeder. Buna göre, önce ellerini cemeder, sonra ellerine üfler, sonra okur ve okuma sırasında eline üflerdi. İbnu Hacer, bu üflemenin tükrüksüz veya hafif tükrüklü olabileceğini belirtir. Bu maksadla Felak, Nâs ve İhlas sûreleri okunmuştur.

Meshetme işi, bereket düşüncesiyle yapılmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) ellerini önce başına, yüzüne sürer, ondan sonra elinin yetişebildiği yerlere kadar bütün vücuduna sürerdi. Hz. Aişe der ki: "Resûlullah, kendini götüren hastalığa yakalanınca, ben okuyup üzerine üflüyordum. Kendi elleriyle de vücudunu meshediyordum. Çünkü onun elleri bereket yönüyle benim elimden çok üstün idi". Bir başka rivayette Hz. Aişe meshedip, şifa için dua ederken kendine gelen Resûlullah'ın: "Artık hayır, (şifa değil), Allah'tan Refîk-i A'la'yı istiyorum" dediği belirtilir.

3- Bazı rivayetler, Kur'ân'dan okuyup nefes ederek tedaviyi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ailesi efradına da uyguladığını tasrih eder. Sahabe veTâbi in de aynı tedavi usulüne başvurmuştur. Ulema bunun cevazında ittifak etmiştir.

4- Nefes'i "tükrüksüz hafif üfürük" diye tarifeden Nevevî, rukyede bunun müstehab olduğunu, ulemanın cevazında icma ettiğini belirtir. Hz.Aişe (radıyallahu anhâ)'ye Hz. Peygamber (aleyhissalâtuvesselam)'in rukyede yer verdiği nefes'ten sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Onun nefesi, kuru üzüm yiyenin üfürüğü gibi idi, kesinlikle tükrük yoktu.'' Kasıtsız olarak nefesle birlikte çıkacak olan rutubetin tükrük sayılmayacağı belirtilmiştir.

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi muska taşımak caizdir. Ancak duaları bilen bir insanın bunları okuması daha doğru olur. Ayrıca dua okumanın tekniği yoktur. Herkes okuyabilir. Ayetl-el kürsi okurken sağımıza ve solumuza üflemek sünnettir. Ancak bunun belli bir şekli ve sırası yoktur.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, 7. cilt, Akçağ Basım Yayın, Ankara, 1988, s. 50-51- Halil Günenç, Günümüz meselelerine Fetvalar – 2, Yasin Yayınevi, s: 258
 

AhDe_VeFaLi

KF Ailesinden
Özel Üye
Şifayı muskadan bilmek şirktir. Ancak okunan ve yazılan ayetlerin, duaların vesilesiyle tesiri Allah'tan bilmek şirk değildir.
 

AhDe_VeFaLi

KF Ailesinden
Özel Üye
Duâ-i Nebevî: Cevşenü’l-Kebir


Cevşen, Farsça kökenli bir kelime olup, "bir tür zırh, savaş elbisesi" manasına gelmektedir. Terim manası Şii kaynaklarında Ehl-i Beyt tarikiyle Hz. Peygambere isnat edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sagir olarak bilinen, metinleri birbirinden farklı iki duâyı ifade eder. Ancak Cevşen-i Kebir daha meşhurdur ve "Cevşen" denilince ilk akla gelen Cevşen-i Kebir'dir. Cevşen-i Kebir Musa el-Kazım-Cafer es-Sadık-Muhammed el-Bakır-Zeynelabidin-Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarikiyle Hz. Peygamber'e isnat edilir.

Cevşenü'l-Kebir ismindeki duâ Peygamber Efendimize, Uhud Harbi esnasında Cebrail (a.s) tarafından getirilmiştir. Cebrail Hz. Muhammed'e (s.a.v.): "Üzerindeki zırhı çıkar ve bu duâyı oku. Bu duâyı üzerinde taşır ve okursan zırhtan daha büyük tesiri vardır." demiştir. Peygamber Efendimiz duânın tesirinin sadece kendine mi mahsus, yoksa ümmete de şamil mi olduğunu sorunca, Cebrail (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Ya Resulullah, bu duâ Cenab-ı Allah'ın sana ve ümmetine bir hediyesidir. Bunun sevabını Allah'tan başka kimse takdir edemez." (Ahmed Ziyaeddin Efendi, Mecmuatü'l Ahzab, İstanbul 1298 R, s. 231-261.)

Cevşen-i Kebir duâsı 100 bölümden oluşur. Her bölümde Allah'ın isim ve sıfatlarıyla tavsif edildiği 10 parça bulunur. Her bölümün sonunda Allah'ın aczden ve şerikten münezzeh olduğunu ifade eden ve cehennem ateşinden Allah'a sığınılan duâ yer alır (Sen bütün kusurlardan, aczden ve şerikten mukaddessin. Senden başka ilah yok ki, bize meded etsin. Aman diliyoruz. Bizi azap ateşinden ve cehennemden halas et!). duânın geneline bakıldığında Allah'ın isim ve sıfatlarının sıkça tekrarlandığı ve Rabb'e onun isimleriyle yönelindiği görülür. İstiaze, yani ateşten ve azaptan Allah'a sığınma da Cevşen'de önemli yer tutar.

Cevşen Duâdır

Kelime manası zırh olan Cevşen, her şeyden önce bir duâdır. Bu duâ Hz. Peygamberden günümüze kadar ulaşmıştır. Bu özelliği ona, özel bir anlam katar: duâ-i Nebevi. Cevşen'in hangi amaç ve maksatla okunması gerektiği hakkında bazı tespitler yapabilmek için, öncelikle duânın ne manaya geldiği, insanın niçin duâya ihtiyacı olduğu ve insana, "duânız olmasaydı ne ehemmiyetiniz vardı" (Furkan Suresi; 77.) denilmesindeki sırrı belirlemek gerekmektedir. Ayrıca bu duânın sahibi olan Resul-i Ekrem'in (asm.) ubudiyet yönü hakkında bazı noktaların aydınlatılması gerekmektedir. Zira Cevşen, münacaat olması dolayısıyla Resulullah'ın ubudiyet yönüyle daha ziyade alakadardır.

Duâyı nedense hep arzu ve isteklerimizin yerine gelmesi için bir "araç" olarak görürüz. Bu kısır bakış açısı Said Nursi'nin "ubudiyetin ruhu" olarak adlandırdığı ve gizli hazine olan bir çok duâdan yeterince istifade edemememizi netice vermektedir. Cevşenü'l-Kebir duâsı da böyle gizli hazinelerden birisidir. Risâle-i Nur müellifi Risâle-i Nur'u, "Kur'ân'dan tereşşuh eden ve bir cihette Cevşen'den feyiz alan ve tevellüd eden" şeklinde tarif ederken, hiç şüphesiz Cevşen'in manevi önemine de dikkat çekmek istemiştir. Genellikle tevhid konusunun işlendiği Risâlelerde Cevşen'den aldığı dersin onun marifetine genişlik kattığını, yani itikadının kuvvetlenmesini sağladığını ifade eder. Kastamonu Lahikası'nda Cevşen'in kâinatı baştan başa nurlandırdığı, zulümat karanlıklarını dağıttığı, gafletleri, tabiatları parça parça ettiği ifade edilir. "Ehl-i dalaletin boğulduğu en son ve en geniş kâinat perdelerinin arkasında envar-ı tevhidi gösteriyor" diye tanımlar Cevşen'i. Risâle-i Nur'un önemli parçalarından birisi olan "Münacaat Risâlesi" şu sözlerle bitirilir: "Kur'ân'dan ve Cevşenü'l-Kebir'den aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-i Rahimimin dergahına arz etmekte kusur etmişsem, kusurumun affı için Kur'ân'ı ve Cevşenü'l-Kebir'i şefaatçi ederek rahmetinden affımı niyaz ediyorum." Said Nursi'nin Cevşen'e neden bu kadar ehemmiyet verdiğini doğrudan işlediği bir Risâlesi yoktur. Ancak kesin olan bir vakıa vardır ki; Said Nursi Cevşen'den azami derecede faydalanmış ve Cevşen, Risâlelerin yazılmasında da faydalanılan bir eser olmuştur. Münacaat adlı eserin son kısmındaki sözler Bediüzzaman'ın tefekküründe Cevşen'in fevkalade önemli bir yere sahip olduğunu ispatlar. Zira münacaat tefekküri bir eserdir ve Bediüzzaman bu eserini Kur'ân'dan ve münacaat-ı nebeviye olan Cevşen'den aldığını söyler. On Beşinci Şua adlı eserinde Cevşen'i, "bin bir esma-i İlâhîyeye sarihan ve işareten bakan ve bir cihette Kur'ân'dan çıkan bir harika münacaat..." şeklinde tarif eder. Risâle-i Nur'u okuyanlar Cevşen meali ile Risâle-i Nur'u karşılaştırırlarsa bazı benzerlikleri fark edeceklerdir. Risâle-i Nur'da ve Cevşenü'l-Kebir'de kullanılan esma-i İlâhîye, acz ve fakr konusundaki yaklaşımlar hep benzer özellik taşır. Bu öyle bir benzerliktir ki, sanki aynı kaynaktan çıkmış gibi bir izlenim verir okuyucuya. Daha doğru bir ifade ile Cevşen'in ve Risâle-i Nur'un Kur'ân'dan faydalanılarak ortaya çıktığı aşikare görülür. Risâle-i Nur'da işlenen konular ile Cevşen'de işlenen konular arasında benzerlik olduğu gibi Risâle-i Nur'un konuyu işleyiş tarzı ile Cevşen'deki Allah'a yöneliş tarzı arasında da benzerlikler vardır. Bu benzerlikler şüphesiz en fazla esma-i İlâhîyenin sıklıkla işlenmesinde görülür. Hem Risâleler'de, hem de Cevşen'de esma-i İlâhîye sanki bir can simidi gibidir. Cevşen de esma-i İlâhîye olmadan düşünülemez, Risâle-i Nur'da.

Said Nursi, Cevşen'de Allah'ın çok isimlerle tavsif edilmesini ve çok isimleriyle duâ edilmesini 24. Söz'de şöyle açıklar: "Çok esmaya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara müptela olan insan, münacaatında, istiazesinde çok isimleri zikreder. Nasıl ki, nev-i insanın medar-ı fahri ve elhak en hakiki insan-ı kamil olan Muhammed-i Arabi (a.s.m) Cevşenü'l-Kebir namındaki münacaatında bin bir ismiyle duâ ediyor, ateşten istiaze ediyor." Cevşenü'l-Kebir duâsı Hz. Peygamberin marifetullahta erişilmez olduğunun adeta tek başına ispatıdır. duâya bakan birisi eşsiz bir esma-i İlâhîye iklimini farkeder ve ihlas, samimiyet, marifet-i İlâhîye ve tevazuun duâya baştan sona sindiğini hisseder. Said Nursi, bunu şöyle anlatır: "...hem binler duâ ve münacaatlarından Cevşenü'l-Kebir ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir derecede Rabb'ini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velayet, telahuk-u efkarla beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duâda dahi onun misli yoktur. Risâle-i Münacaat'ın başında Cevşenü'l-Kebir'in doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, 'Cevşen'in dahi misli yoktur' diyecektir." İslâm inancında Hz. Peygamberin itikadının en zirvede olması ne kadar kesin bir gerçek ise Hz. Peygamberin duâsının da zirvede olması o kadar gerçektir. Cevşen'le muhatap olunurken bu azim münacaatın ancak marifette, itikadda, cesarette, sabırda, ihlasta, tevazuda eşsiz bir şahsiyete ait olabileceği hemen hisseder. Adeta duânın sınırlarının çizildiği bu duâda baştan sona Esma-i Hüsna ile Allah'a yalvarılarak, insanın fakrı, aczi, iktidarsızlığı göz önüne serilir ve insanın her an inayete muhtaç olduğu kabullenilir. İnsanın teneffüs etmesinin ancak vahdette mümkün olduğu, esbaba takılmanın insanı sürekli rahatsız edeceği itiraf olunur.

Duâ Nedir?

İslâm inancında duâ ubudiyetin, yani kulluğun ruhudur. Kâinatta sınırlar Allah tarafından çizilmiştir ve insan bu sınırlar içerisinde çevresini, kendisini ve muhatap olduğu yenilikleri anlamlandırmaya uğraşmaktadır. Bu muazzam seyahatinde zaman zaman bunalım geçirebilmekte, kâinattaki her şeyi kendine düşman telakki edebilmektedir. Bazen de tüm kâinat ona dost olur ve kâinatta bulunmaktan dolayı müthiş bir rahatlık hisseder. Bu yolculuğunda tüm kâinata hükmeden ve insanın her türlü ihtiyacını yerine getirebilen bir varlığa ihtiyaç duyar. Bu öyle bir varlıktır ki, büyük küçük diye bir ayrım onun için geçerli olmaz. Böyle bir varlığın mevcudiyeti ve tüm kâinata hükmünün geçtiği, en azından insanın vicdanında hissedebileceği kadar gerçektir. Said Nursi "duâ"yı kâinatın yaratılış sebeplerinden birisi olarak sayar. Buna göre başta nev-i beşer ve onun başında alem-i İslâm ve onun başında Muhammed-i Arabi'nin (a.s.m) muazzam duâsı bir sebeb-i hilkat-i alemdir. Yani Hz. Peygamberin saadet-i ebediyeyi talep etmesi, esmaya mazhar olmayı şiddetle talep etmesi kâinatın yaratılış sebebi olmuştur. duâ, başlı başına bir ibadettir. İnsan duâ ettiği zaman aczini, fakrını derk eder ve bunu Allah'a ilan eder. Bu, bir bakıma istiğfardır. Zira insan hiçbir şeye tek başına malik olamayacağını, her şart altında Allah'ın tevfikine ihtiyacı olduğunu duâ ile haykırır.

İslâm inancında duâ ile ifade edilen yalnızca ellerin açılıp Allah'a meramın anlatılması da değildir. Varlıkların sahip olduğu potansiyel, onların bir nevi duâsıdır. Sözgelimi bir tohumun özellikleri onun neşv ü nema bulması için bir duâdır. Yine mevcudatın yaşamak için gerekli şartları—gayr-i şuuri de olsa—talep etmeleri yine duâdır. Şuursuz bir ağacın suya şiddetli ihtiyaç duyması, onun duâsıdır. Bir de zişuurlara mahsus duâ vardır. Bu duâ fiili ve kavli duâ olmak üzere ikiye ayrılır.

Fiili duâ kâinattaki şartlara müraat ederek neticeyi Allah'tan beklemeyi ifade eder. Mesela, "çift sürmek fiili bir duâdır. Rızkı topraktan değil, belki toprak hazine-i rahmetin bir kapısıdır ki, rahmetin kapısı olan toprağı saban ile çalar." Sebepleri ihmal etmeden, kişinin üzerine düşen tüm görevleri yerine getirip, neticeyi Allah'tan talep etmesi fiili duâyı ifade eder.

Kavli duâ ise insana mahsustur. Kavli duâ insanın aczini, fakrını derk ettiği ve arzu ve isteklerine kendi başına gücünün yetmediğini anlamasını ve Rabb'ine yönelmesini ifade eder. Kavli duâ, bu yönüyle kulluğun itirafıdır ve Allah'ın kudretini kabullenmedir. Bu yönü onu başlı başına ibadet yapmaktadır. Cevşenü'l-Kebir duâsı da bu haykırmaların zirvesidir. Bu duâda baştan sona Esma-i Hüsna ile Allah'a duâ edilmekte, insanın aczi karşısında Allah'ın kudreti ön plana çıkarılmakta, günahlar karşısında Allah'ın rahmet ve şefkati hatırlatılmakta, insanın cehaleti ve olayları anlamlandıramaması vakası karşısında Allah'ın engin ve mutlak ilmi ifade edilmektedir. Aslında Cevşenü'l-Kebir bu yönüyle alışıldık duâ kalıplarını fazlasıyla aşmış ve insan için bir hayat rehberi olmuştur. Daha doğru bir ifadeyle Kur'ân'ın öngördüğü kâinat modelini ve insan gerçeğini Cevşen şerh etmiştir.

Cevşen hakkındaki rivayetlerde Cevşen'i okuyan veya üzerinde taşıyan kimseye yangın, sel, deprem gibi afetlerin zarar veremeyeceği ve bu insanların tüm isteklerinin yerine getirileceğini ifade eden inançlara rastlanılır. Ayrıca sevap noktasında Cevşen okuyan kimseye "Bedir şehitleri" kadar sevap verileceği, Cevşen'i kefeninin üzerine yazan kimseye kabir azabının verilmeyeceği ve Cevşen'i okuyan kimsenin 4 semavi kitabı okumuş kadar sevap alacağı ifade edilir. Bu rivayetlerin sahihliğinden şüphe etmemekle beraber buradaki ölçülerin iyi şekilde belirlenmesi ve duânın karşılığında vaad edilen mükafatların ne manaya geldiğinin belirlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Said Nursi, Emirdağ Lahikası adlı eserinde bir talebesi ile bu ve benzeri rivayetlerde bahsedilen vaad ve mükafatların sıhhati hakkında yazılan bir mektubuna yer vermiştir. Söz konusu mektupta, Said Nursi'nin talebesi, pek dindar olmayan insanlarla karşılaşmış ve onlardan bu rivayetlerin akla ve mantığa uymadığına dair bazı sözler duymuştur. Bu rivayetlerde Cevşen okuyana Kur'ân okumak kadar sevap verileceği, göklerdeki büyük melaikelerin duâ sahibini gördükçe kürsülerinden inip, ona pek büyük bir tevazu ile hürmet edeceği ifade edilir. Talebesi bu rivayetler hakkında yapmış olduğu münakaşadan sonra bunların sıhhatinden şüpheye düşmüş ve meseleyi Said Nursi'ye sormuştur. Said Nursi verdiği cevapta, öncelikle Hz. Peygamberin ism-i Azama mazhar olduğunu ve kâinatın en mükemmel meyvesi olduğunu, yani kâinattan beklenilen tüm neticenin Hz. Peygamberde mevcut olduğunu ifade eder.

Hz Peygamberin kulluk yönünü anlatmasının nedeni Cevşenü'l-Kebir duâsının Hz. Peygamberin kulluk yönüyle (ubudiyet-i Muhammediye) alakadar olduğu ve Hz. Peygamberin ubudiyetinin mertebesiyle beraber Cevşen'in değerlendirilmesi gerektiğini belirtmek içindir. Cevşenü'l-Kebir, Hz. Peygamberin duâsı olduğu için ve bu duânın Hz. Peygamberin marifetinin, itikadının ve imanının bir görünümü olduğu için söz konusu faziletlerin Hz. Peygamberin kendi okuduğu Cevşen için geçerli olduğunu belirtir. Yani söz konusu faziletler Cevşen'de mevcut olmakla beraber, bu faziletlerin ancak Hz. Peygamberin sahip olduğu marifetle birleşmesi halinde mümkün olduğunu anlatır. Bir başka deyişle söz konusu mükafatlar, Hz. Peygamberin marifetiyle okumuş olduğu Cevşen'e verilir ve bu mükafatlar azami hatlardır. Bu mükafatlardan ümmet mahrum edilmemiştir. Marifet yolu kapalı olmadığı için her Müslüman'ın da o mükafatları alması mümkündür. Said Nursi, söz konusu mükafatların belli şartlar halinde verileceğini belirtir ve yalnız okumanın kafi gelmeyeceğini belirtir. Sadece okuma kafi gelseydi muvazene-i ahkamın bozulacağını söyler ve bunun farzlara ilişeceğini belirtir.

Mesela, ibadetlerin sıhhati için mutlaka bulunması gereken "ihlas"a sahip olmayan veya farz ibadetleri yerine getirmeyen bir şahsın, Cevşen okuyarak Kur'ân kadar sevap alması pek mümkün olmasa gerektir. Zira bu, İslâm'da her insanın ifa etmesi gereken farzların karşısında nafile ibadet olarak adlandırılabilecek Cevşen'in farz ibadetin üzerine çıkmasını ifade eder. Bu da İslâmi hükümlerin, yani ahkam-ı şeriatın dengesini bozar. Cevabının ikinci bölümünde Said Nursi, Cevşen hakkındaki rivayetlerin Hz. Peygambere baktığı zaman mübalağadan münezzeh olduğunu belirtir. Ayrıca rivayette bahsedilen faziletlerin Cevşen içerisindeki Esma-i Hüsna'nın hakikatlerine baktığı zaman kesinlikle mübalağa olmadığını, tam tersine o Esma-i Hüsna'nın sözkonusu mükafatlara sebep olabilecek kadar geniş ve esrarlı olduğunu belirtir. Hz. Peygamberin sözkonusu duânın feyzinin ve faziletinin nihayetsizliğini göstermek için ve duâya olan teşviki arttırmak için müphem ve mutlak (sınır altına alınmamış) bıraktığını ifade eder. Sözkonusu rivayetlerin zamanın geçmesiyle kaziye-i mümkine ve mutlakanın (gerçekleşmesi imkan dahilinde olan fakat bazı şartlara ihtiyaç duyan) bilfiil vaki ve külliye telakki edilmesinin yanlış olduğunu anlatır. Yani rivayetlerdeki mükafatların gerçekleşebilmesi için belli başlı şartlara ihtiyaç vardır. Bu asgari şartlar yerine gelmeden söz konusu mükafatların elde edilebilmesi de pek mümkün gözükmemektedir.

20. yüzyıl insanının önemli problemlerinden birisi duâya ve ibadetlere yanlış mana yüklemektir. Maalesef duâ ve ibadetler, dünyevi netice ve manfaat umularak yapılabilmekte, bu da ibadette mutlaka bulunması gereken "ihlas"ı ortadan kaldırabilmektedir. Said Nursi 17. Lem'a'da (13. Nota), duâ ve ibadetlerde önemli noktalara işaret etmektedir: "Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar." diyerek başlar konuya. Ubudiyetin asıl sebebinin emr-i İlâhî olduğunu ve bunun neticesinin rıza-yı İlâhîyi kazanmak olacağını söyler. Ayrıca ubudiyetin meyvesinin uhrevi olduğunu belirterek, ibadetlerden dünyevi fayda ummanın yanlışlığını belirtir. Dünyaya ait netice ve faydaların ubudiyetin yapılmasına neden olmaması gerektiğini anlatır. Böyle bir tavrın ibadeti akim bırakacağını belirtir. Bu ince ayrımı fark etmeyenlerin Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendi, Cevşenü'l-Kebir gibi duâları dünyevi maksat gözeterek okuduklarını, bu yüzden bu muazzam duâlardan beklenebilecek olan faydaları göremeyeceklerini belirtir. duâlardan dünyevi fayda ummanın ihlasa ve ubudiyete aykırı olduğunu belirtir. Bunu şöyle ifade eder: "...o faydalar, o evradların illeti (asıl sebebi) olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazli bir surette, o halis virde talepsiz terettüp eder. Onları talep etse, ihlası bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer." Zayıf itikadlı insanların bir müşevvik ve müreccihe muhtaç olmasından dolayı bu tür duâları faziletlerini düşünerek okumalarının ise zarar vermeyeceğini söyler. Ancak okuma sırf rıza-yı İlâhî için yapılmalıdır. Bu muazzam hazineden dünyevi menfaat beklemenin hem duânın mana ve ehemmiyetine hem de duânın sahibi olan şeref-i beni Adem'e saygısızlık olacağı unutulmamalıdır. Cevşen'in layık olduğu tarzda okunması da ancak ve ancak çok sağlam bir tahkikle mümkündür. Bir başka deyişle Cevşen'in okunma tarzı ve okunurken hissedilen anlam ve beklenen netice, kişinin tahkik derecesiyle doğru orantılıdır. Bu yüzden tahkik arttığı ölçüde Cevşen'den alınacak feyz ve çıkarılacak anlam da artacaktır. Tersten düşünülürse tahkikin artması için Cevşen'i doğru okumak gerektiği sonucuna ulaşılabilir.

Küçük, büyük, yaşlı, genç, dindar ve hatta dinde hassas olmayan birçok insanın bile boynunda gördüğümüz Cevşen'i Türkiye Müslümanlarına Said Nursi tanıtmış ve muazzam duâ-i nebeviyi talebelerine de tavsiye etmiştir. Risâlelerde Cevşen okuyana şu kadar mükafat, şu kadar sevap... verilir tarzında bir metod takip etmemiş Cevşen'in niçin ve nasıl okunması gerektiği hakkında bazı ipuçları vermiştir. Bir bakıma Cevşen sahip olduğu muazzam değerini Risâle-i Nur'un kazandırdığı bakış açısıyla ispatlamıştır. Cevşen'in maddi isteklerin çok çok üstünde manevi değer taşıdığını anlayabilmek için de marifetullahta terakki şarttır. Yoksa hazine gizlenmeye devam edecektir.
 

AhDe_VeFaLi

KF Ailesinden
Özel Üye
Daha önceki tartışmalarınızı bildiğim için daha fazla size cevap verme gereği duymayacağım rabbim sizi ıslah eylesin.
 

MuHaCiR

KF Ailesinden
Özel Üye
Değerli Kardeşim:
ELHAMDÜLİLLAH MÜslüman insan Hakkıyla inanan insan ALLAH tan başkasından medet ummaz.
Bugün Muskayı sokaktaki adam biz gibi insanlar yapmıyoruz yapamayızda. İlim ve irfan sahibi gelmiş geçmiş asırlar olsun gelmiş geçmiş ilimdar insanlar olsun Muska yapmışlardır. sonuçta Muskada küfür denilecek şeyler yazılmaz ALLAH ın ayetleri yazılır veya ALLAH a yapılacak bir dua..

Şimdi eğer senin yazdığın konuya gelecek olursak.. Şimdi ben gökyüzüne baktığımda yıldız görüyorum
Yıldızlarıda çok seviyorum.. hayranlıkla bakıyorum.. Yıldıların Yaratıcısını unutuyorsam Hayran olmam sevecek kadar tapınmam küfür olur..Ama ben bakıpta Yaratanı görüyorsam şükür ediyorsam yıldızları sevmem küfür olmaz Çünkü onda Rabbimin mağrifeti var Onun eseri olduğunu biliyorum inanıyorum..Ayetel kürsi veya herhangi muska bir dua olsun..ALLAH a İman ederek ve bunları araç olarak kullanıyorsan günah değildir.. Ama amaç olarak kullanırsan ALLAH ı unutup medet umarsan küfür olur.. Yanii bu tür şeyler Amaç değil Araçtır AMAç her zaman ALLAH a varmaktır.ve ALLAH ı unutmamaktır..

Kardeşim zaman kötü insan kötü asırlar önce kazandıklarımızı kaybediyoruz..Bugün Daha Yeni müslümanlığa alışan hiçbir şeyden haberi olmayan kardeşlerimiz var .Bugün biz dinimizi hakkıyla öğretmeden kalkıp haramlar üzerinde tartışıyorsak yeni kardeşlerimiz helal olanları nerden öğrensin..Artık bu küfür şu küfür demekten başka amelimiz kalmadı Bu hakk demezsek bu güzel demesek.. Hakkı batıldan nasıl ayırabileceğiz..(haşa) Bu din küfür üzerine kurulmadıki . bugün her önüme gelen her arkamdan söylenen bu küfür şu küfür eğer bu böleyse sonumuz ne olur..

Eğer dinimizi seviyorsak sahiden inancımızı hakkıyla öğretmek istiyorsak... Adı islam olan herşeyi konuşalım paylaşalım..

Bugün daha adam kelime-i şehadetini bitirmeden fetva vermeye kalkışıyor.. bu küfür şu küfür
ALLAH aşkına hele bir soluknan nerdesin önce Bir müslüman yüzüyle otur sana vahiy edileni öğren sonra
bu küfür şu küfür de..

Eğer kendine güvenen amel ve ilmine güvenen varsa Buyursun fetva versin...


Aranızda vetfa vereniniz ateşe en yakınınızdır..

Rabbim cümlemizi affetsin...


 

Vuslat 71

Çalışkan Üye
Kademeli
muhacir kardeşim bak anlamadığınız şu nazardan korunmak için okunan dualar var bunu biliyorum nas felak ayetel kürsi bunlardan bir kaçi benim demek istediğim nazar boncuğu takmak muska takmak ALLAHa şirk koşmaktır sen duanı edersin karşılığı ALLAH tan beklersin ama şuanda öyle yapılmıyor nazar boncuğundan muskadan medet umuluyor ayrı konuların altına bakacak olursan hepsinin sahih delilleri var burda fetva veren ben değil RASULLAH s.a.v dir


Bugün Muskayı sokaktaki adam biz gibi insanlar yapmıyoruz yapamayızda. İlim ve irfan sahibi gelmiş geçmiş asırlar olsun gelmiş geçmiş ilimdar insanlar olsun Muska yapmışlardır. sonuçta Muskada küfür denilecek şeyler yazılmaz ALLAH ın ayetleri yazılır veya ALLAH a yapılacak bir dua..
bu sözünüze gelince eğer böyle birşey olsaydı RASULLAH s.a.v buna müsade ederdi muskayı bilin kişiler yapınca alın takın deerdi değilmi? ama hadislere ve KUR'AN a baktığımızda böyle birşey göremiyoruz RABBİM doğru yolu görmenizi nasib etsin

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Kim nazar boncuğu veya muska takarsa Allah’a şirk koşmuştur.”
Ebu Davud 3910, Tirmizi 1614, İbni Mace 3538, Albânî Sahiha 430-492, Ahmed Müsned 4/156
 

MuHaCiR

KF Ailesinden
Özel Üye
Değerli kardeşim.
Zaten muska ve nazar boncuğu ile amelimiz yok. Elhamdulillah biz Dumızıda ALLAH ın ayetlerinide yüreğimizde taşırız. Zaten ALLAH ayetlerini boynumuza duvar kağıdı gibi üzerimize taşımamız için indirmediki.. ALLAH ın ayetini okuyan zaten şifasını bulur.. Önemli olan bizim için teslimiyet.
ALLAH a inancınız varsa O nsuz hiç bir şey olmayacağını düşünüyorsak..Zaten bu bizim için kurtuluş değilmidir..

Biliyormusun kardeşim insanlar o kadar cahilleştiki Şirk ve küfürün elinden tutup ALLAHA dua istemeye ALLAH a kurtuluş dilemeye gidiyorlar..Muskayı bir kenara bırak Taştan ölüden medet umanlar doldu etrafımız ..genelde sınav zamanları ve yılbaşı çekiliş biletleri satıldığı zamanlar..Bu yerlerde küfür kaynar ..kazanacağı haram paranın biletini duvarlara sürterler ölünün yattığı yerin toprağını yutarlar..
görüyorsunki küfür insanlara topğrakta yutturuyor..Ya ALLAH aşkına çocuğu yaratanda verende ALLAH taştan şekerci baba külahlı baba vs. Bunlardan medet umuyorlar çocuk için veya başka şey için ..


Şimdi soruyorum muskayamı kafayı takayım yoksam bunamı ...Benim için yılanın başımı yoksa kuyruğumu..hangisini yapmalı..

Bugün bir yerden başlamalı.. Bugün İMANI kurtarma günü ..​
 

Vuslat 71

Çalışkan Üye
Kademeli
Zaten muska ve nazar boncuğu ile amelimiz yok
tamam çok güzel madem bu düşünceye sahipsiniz neden hala bişeyleri savunma ihtiyacı duyuyorsunuz benim demek istediklerimde bunlar zaten bu gibi şeylerden medet umulmaması
 

FERASETLİ

KF Ailesinden
Özel Üye
MUSKA NEDİR?
Halk arasında hastalığa, nazara, cinlerin saldırısına, canavarların tehlikesine, hasedin etkilerine ve benzeri musibetlere karşı korunmak amacıyla bir kağıda yazılıp muşambaya sarılan bir takım dua ve sözler muska adı ile anılır Muskacılık İslâm öncesi toplumlarda yaygındı Özellikle çok erken tarihlerde Mısır'da dilek, şans, çare ve kurtulma sembolü olarak yaygın bir biçimde kullanıldığı sanılmaktadır Müslüman toplumlara da muhtemelen, cahiliyye döneminde yaygın olan sihir, şans ve fal okları gibi batıl örf ve adetlerin bir uzantısı olarak girmiştir Aslında İslâm dinî hastalık, korku, musibet gibi durumlardan korunmak için aklî tedbir ve çareler önermiştir O'nun meşru kıldığı bazı yollar ve yöntemler de vardır Bunlar, usulune uygun tedavi olmak, ilaç kullanmak, muhtemel olaylara karşı önceden tedbir almak gibi hususlardır Nitekim sevgili Peygamberimiz de hastalıklara karşı tedavi olmayı ve ilaç kullanmayı emretmiştir Bazı çevreler veya kişilerce dinî duyguları sömürerek kazanç elde etme aracı olarak kullanılan muska, bilgisiz kişilerin mesleği, çıkarı ve inancı haline gelmiştir Naklin yanında akıl ve tecrübeye de büyük değer veren yüce İslâm dinî bilimsel değeri olmayan bu tür davranışları yasaklamıştır (FK)
 

FERASETLİ

KF Ailesinden
Özel Üye
HALKA VE KURDELE TAKMAK
Halka;muska;nazarboncugu,kurdale takmak
Allah (cc) şöyle buyuruyor:

"De ki:söyleyin bakalım,eğer Allah bana bir zarar vermek istese,sizin Allah'ı bırakıp da taptıklarınız O'nun bu zararını giderebilir mi? (Zümer:39/38)

- İmran b Husayn şöyle rivayet ediyor:

"Rasulullah (sav) bileğine sarı halka takmış olan bir adam gördüOna: "Bu nedir?" diye sorduAdam:"UğurdurBana cesaret verir, kuvvetimi artırır" dediRasulullah (sav) ona:
"Hemen çıkart atO senin ancak aczini artırırŞayet o üzerindeyken ölseydin asla kurtuluşa eremezdin"diyerek buyurdu

- Ukbe b Amir,Rasulullah (sav)'ın şöyle dua ettiğini naklediyor:

"Kim uğur getirsin diye birşey takınırsa,Allah ona hiç uğur getirmesinKim kendisini korusun diye bir şey takınırsa Allah onu korumasın"

Başka bir rivayette Rasulullah (sav) şöyle buyuruyordu:

"Kim uğur getirsin, işim rast gitsin diye birşey takarsa şirk koşmuş olur"

- Huzeyfe (ra) kendisini zararlı hayvanlardan koruması için koluna renkli kurdele bağlayan bir adam görünce,kurdeleyi kopardı ve şu ayeti kerimeyi okudu:

"Onların çoğu şirk koşmadan Allah'a iman etmezler" (Yusuf:12/106)(İbn Ebu Hatem)


MUSKA VE NAZARLIKLAR

- Ebu Beşir el-Ensari şöyle rivayet etti:

"Rasulullah (sav) ile bir yolculuğunda beraberdimGördüğü her hayvanın boynunda bulunan nazarlık,muska,boncuk ve bunun gibi benzer ne bulursa koparması için bir elçi gönderdi"

İbni Mesud (ra)'dan,Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

"Ruk'a, temaim ve tevle şirklerdendir"

___( RUK'A tılsımlı söz ve şekillerle hastalıkları tedavi etmeye çalışmaktırÇoğu kere bu söz ve şekillerin manası anlaşılmazÜfürükçülük de ruk'a dan sayılırGöz değmesinden ve zararlardan korunmak gayesiyle, içinde şirk bulunmayan dualar okumak veya Kur'an-ı Kerim okumak ise caizdir ve sünnettir)

___( TEMAİM :Nazardan korunmak için takılan nazarlıklar ve benzeri boncuklardır)

___( TEVLE bir çeşit muskadırKarı kocanın arasını bulmak için yapılan muhabbet muskaları da bu şirkin kaps----- girer)

- Abdullah bAkim (ra)'den,Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

"Kim kendisini zarardan korunmak için birşey takarsa, Allah (cc) o kimsenin korunmasını taktığı şeye bırakır"

- Ruveyfi (ra) diyor ki:

"Ey Ruveyfi! Belki hayat senin için uzun sürerİnsanlara şunu haber ver: Kim sakalını büküp kıvırırsa , muska veya nazarlık takarsa, hayvan tersi veya kemikle istinca ederse Muhammed (sav) o kimseden uzaktır"

- Said bCubeyr (ra) diyor ki:

"Kim bir insanın üzerindeki, muskayı (nazarlık ve benzerini) koparıp atarsa köle azad etmiş kadar sevap kazanır" (Veki)

- Ebu İmran, İbrahim bYezid en-Neha'i şöyle diyordu:

"Sahabe, Kur'an ayetlerinden olsun veya olmasın,muska,nazarlık gibi şeylerin hiç birinden hoşlanmayıp mekruh görürlerdi" (Veki)




1- Yukarıda ayet ve hadislerde maskot,madalyon,muska,kuru kafa,nazarlık,boncuk vb şeyleri takınmakla işlenen hatanın büyüklüğü bildiriliyor

2- Kim halka,ip,nazar boncuğu vb şeyler takıp bunların doğrudan doğruya kendisine fayda verebileceğine ve kendisinden bir zararı uzaklaştıracağına inanırsa büyük şirk işlemiş ve dinden çıkmış olurFakat taktığı şeyler sebebiyle Allah'ın kendisine fayda verebileceğine veya kendisinden bir zararı uzaklaştıracağına inanırsa büyük günahlardan daha günah olan küçük şirk işlemiş olurBöyle şeyler taktıkları halde ölen kimseler,sahabe dahi olsalar,edebiyyen kurtuluşa eremeyeceklerdir

3- Bu konuda bilmemek mazeret değildirZira durumu bilmeyen sahabeye,Rasulullah (sav): "Şayet o üzerinde olduğu halde ölseydin edebiyyen kurtuluşa eremezdin" buyurmuşturEğer bilmemek mazeret olsaydı sahabenin bu konuda özür sahibi olması gerkirdi

4- Bu tür şeyler takmak dünyada bir fayda sağlamadığı gibi zarar bile getirebilirÇünkü Rasulullah (sav) :

" O senin ancak aczini artırır" buyurmuştur

5- Bu gibi şeyler (yani halka,nazar boncuğu,muska,tavşan ayağı,kurdele,nazarlık vb)takmakya şiddetle karşı çıkılmıştır

6-Bunları takanların şirk koşmuş olacaklarını açıkça belirtilmiştir

7- Hastalık,nazar vb durumlardan korunmak için ip,kurdele gibi şeyler bağlamak yukarıda belirtildiği gibi takanın durumuna göre büyük şirk yada küçük şirk olur

8- Huzeyfe (ra)'nin bu ayeti okuması; sahabenin büyük şirk hakkındaki ayetleri,küçük şirk hakkında da delil olarak getirdiklerini gösterirİbn Abbas (ra)'ın Bakara suresinin 22ayetinin tefsirinde "Allah'a denkler koşmayın" ayetini küçük şirk içinde delil göstermesi gibi

9- Göz değmesi için takılan nazarlıklarda takanın durumuna göre büyük şirk ya da küçük şirktir

10- Göz değmesinden ya da bir takım zararlı şeylerden korunmak için, ayet ve hadislerden oluşan duaların okunması caizdir



12- Hayvanlara,evlere,tarlalara,arabaya vb yerlere nazarlık takmak şirktir ve Rasulullah (sav), bu tür şeyler takanların, kendisinden uzak olduklarını bildirmiştirBunları koparıp atmanında büyük sevap olduğunu vurgulamıştır
 

FERASETLİ

KF Ailesinden
Özel Üye
Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Korku gibi şeylerden korunmak için dua etmek ve âyet ile hadis gibi şeyleri yazıp taşımak dinen caizdir. Abdullah bin Ömer Peygamberden (sav) şöyle rivayet etmiştir: "Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin: Allah'ın gazab ve azabından ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma gelmelerinden eksikliği olmayan Allah'ın sözlerine sığınırım" O zaman, hiçbir şey ona zarar vermez. Abdullah bin Amr onları temyiz çağına gelen çocuklarına öğretir, temyiz çağına gelmeyen çocukları için yazıp onların boynuna asardı (Ebu Davııd, Nesâî, Tirmizî).

Ancak bunları istismar edip sanat haline getiren ve saf kadınlarla teşriki mesai edip onlarla haşr ve neşir olmak kesinlikle haramdır.

Ayet-el kürsi, felak , nas, fatiha gibi sureleri veya ayetleri okuduğu zaman Peygamberimizin sağına soluna önüne arkasına ellerine ve hasta olan herhangi bir kimseye üflediği hadis kitaplarımızda yazılıdır.

Bunun sebebi insanın maddi hastalıklardan korunmak için maddi tedbirler aldığı gibi manevi ve zararlı şeylerden korunmak için de böyle tedbirler alması içindir. Bizi yaratan Allah Peygamberimiz vasıtasıyla nasıl korunacağımızın yollarından birisini göstermiştir.

Bu konuyu izah eden hadislerden birini açıklamasıyla beraber takdim ediyoruz.

Hz.Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizateyn'i ( felak ve nas sureleri) ve kulhüvallabu ahad'i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi". (Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 14, Tıbb 39, Da'avât 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn 15, (2942); Tirmizî, Da'avât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3902).)

AÇIKLAMA:

1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Kur'ân-ı Kerim'i hastalığı sırasında şifa için okuduğu, mevsuk rivayetlerde gelmiştir. Esasen Kur'ân'ın mü'minler için maddi ve manevî şifa olduğu âyet-i kerimede belirtilmiştir:

"Kur'ân'dan, iman edenlere rahmet ve şifâ olan şeyler indiriyoruz, O, zâlimlerin ise sadece kaybını artırır" (İsra suresi, 82). Keza: "Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana bir şifa, mü'minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir" (Yunus suresi,57 ).

2- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kendi vücuduna icra ettiği "nefes"in mahiyeti hakkında bilgi vermek için, İbnu Hacer, rivayetin farklı vecihlerini kaydeder. Buna göre, önce ellerini cemeder, sonra ellerine üfler, sonra okur ve okuma sırasında eline üflerdi. İbnu Hacer, bu üflemenin tükrüksüz veya hafif tükrüklü olabileceğini belirtir. Bu maksadla Felak, Nâs ve İhlas sûreleri okunmuştur.

Meshetme işi, bereket düşüncesiyle yapılmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) ellerini önce başına, yüzüne sürer, ondan sonra elinin yetişebildiği yerlere kadar bütün vücuduna sürerdi. Hz. Aişe der ki: "Resûlullah, kendini götüren hastalığa yakalanınca, ben okuyup üzerine üflüyordum. Kendi elleriyle de vücudunu meshediyordum. Çünkü onun elleri bereket yönüyle benim elimden çok üstün idi". Bir başka rivayette Hz. Aişe meshedip, şifa için dua ederken kendine gelen Resûlullah'ın: "Artık hayır, (şifa değil), Allah'tan Refîk-i A'la'yı istiyorum" dediği belirtilir.

3- Bazı rivayetler, Kur'ân'dan okuyup nefes ederek tedaviyi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ailesi efradına da uyguladığını tasrih eder. Sahabe veTâbi in de aynı tedavi usulüne başvurmuştur. Ulema bunun cevazında ittifak etmiştir.

4- Nefes'i "tükrüksüz hafif üfürük" diye tarifeden Nevevî, rukyede bunun müstehab olduğunu, ulemanın cevazında icma ettiğini belirtir. Hz.Aişe (radıyallahu anhâ)'ye Hz. Peygamber (aleyhissalâtuvesselam)'in rukyede yer verdiği nefes'ten sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Onun nefesi, kuru üzüm yiyenin üfürüğü gibi idi, kesinlikle tükrük yoktu.'' Kasıtsız olarak nefesle birlikte çıkacak olan rutubetin tükrük sayılmayacağı belirtilmiştir.

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi muska taşımak caizdir. Ancak duaları bilen bir insanın bunları okuması daha doğru olur. Ayrıca dua okumanın tekniği yoktur. Herkes okuyabilir. Ayetl-el kürsi okurken sağımıza ve solumuza üflemek sünnettir. Ancak bunun belli bir şekli ve sırası yoktur.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, 7. cilt, Akçağ Basım Yayın, Ankara, 1988, s. 50-51- Halil Günenç, Günümüz meselelerine Fetvalar – 2, Yasin Yayınevi, s: 258
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör
 

Vuslat 71

Çalışkan Üye
Kademeli
Abdullah bin Ömer Peygamberden (sav) şöyle rivayet etmiştir: "Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin: Allah'ın gazab ve azabından ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma gelmelerinden eksikliği olmayan Allah'ın sözlerine sığınırım" O zaman, hiçbir şey ona zarar vermez. Abdullah bin Amr onları temyiz çağına gelen çocuklarına öğretir, temyiz çağına gelmeyen çocukları için yazıp onların boynuna asardı (Ebu Davııd, Nesâî, Tirmizî).

kardeşim bu hadisin cilt ve hadis nosunu alabilirimiyim
 

MuHaCiR

KF Ailesinden
Özel Üye
Değerli kardeşim :
Herkes sen gibi bilgili değil. Biz aciz kullarız demem şudur ki?
İslamın temeli güzellik kusursuzlukla var olmuştur. ve üzerine öyle bir inşa varolmuşturki giren Mutluluk ve huzur buluyor.. saf bir islam saf bir müslüman nesil istiyorsak. Öncelikle İslamda olan güzellikleri
bana sunmalısınki Güzel olmayan şeyleri bende göreyim..
Şayet biz aciz kullara dinimizin güzel tarafını getirmeden : Şu güzel değil bu olmamış bu yanlıştır dersen
güzel olanıda bilmiyorsam ortada Odun gibi kalırım bu odunlada ceheneme NaR olurum..
sen bana güzellikleri sunki odun olmadan yeşereyim o güzelliklerle ALLAH ın cennetinde ALLAH ın sevdiği kullarla olayım.. Sen bana doğruyu söylemeden yanlışımı düzeltemezsin unutmaki Küfürün hükmü Kuran Ayetleri indikten sonra bitmiştir...bir konu hakkında ayet inmeden hüküm değiştirilmiyordu..
bende diyorum ki Ayet ayet güzellikleri içimize nakş edelim zaten küfürde şirkte alıp başını gidecek..
Sen bana güzellik getirmeden içimizdeki kötülük gidermi sanıyorsun..

Unutma bu siteler ALLAH ı ve kur-an-ı Öğrenmeye gelenler var..Müslümanlığı anlamaya gelenler var.
bu sitelerde vahiy edilen güzellikler anlatılmalı...Heybesini dolduran mutlu olarak gitsin kafası muskada
nazarda küfürde şirkte kalmasın..

Oku Yaradan Rabbim adıyla Oku..

inşALLAH rabbimizin adı ve kalemiyle güzel olan her şey okunup yazılacaktır.

küfüre değer veripte üzerine yorum yaptıkça o sinsi sinsi dilimizden yüreğimize akar..

dilimizde küfürün işi olmasın inşALLAh...



 

MuHaCiR

KF Ailesinden
Özel Üye
Tevbe Sûresi (9) / 67: Elmünafikune vel münafikatü ba'duhüm min ba'd* ye'mürune bil münkeri ve yenhevne anil ma'rufi ve yakbidune eydiyehüm* nesullahe fenesiyehüm* innel münafikıyne hümül fasikun;
Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir... Allah hükmüne göre olumsuz şeyleri emrederler, olumlu olanları da engellerler; cimrilik yaparlar... Allah'ı unuttular; bunun sonucu onları unuttu! Muhakkak ki münafıklar, fâsıkların (inançları bozulmuşların) ta kendileridirler.


Tevbe Sûresi (9) / 71: Vel mu'minune vel mu'minatu ba'duhüm evliyau ba'd* ye'murune bil ma'rufi ve yenhevne anilmünkeri ve yukıymunes Salâte ve yü'tunez Zekâte ve yutıy'unAllahe ve ResuleHU, ülaike seyerhamühumullah* innAllahe Azîyzun Hakiym;
İman eden erkekler ve kadınlar birbirlerinin velîleridirler... Olumlu olanları, hakikatin gereği olarak emrederler, olumsuzlardan da birbirlerini engellerler; salâtı ikame ederler ve zekâtı verirler; Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler... İşte bunlara Allah, rahmet edecektir... Muhakkak ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.




Ma'rûf: Akıl veya dînin güzel gördüğü, bilinen, tanınmış. Belli, meşhur.

—Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği.

—Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele.

Münker de akıl veya dînin çirkin gördüğü şeydir.

—Allah’ın (C.C.) râzı olmadığı şey.

—İnkâr edilmiş olan.

—Şeriatın kabahat ve haram diye bildirdiği şey.

—Makbul ve müstehab olmayıp, günah ve kabahat olan.

—Mezardaki suâl meleklerinden birisinin ismi. Diğerinin ise "Nekir" dir.



YaNi : demek istediğim ... kardeşim bizim için önce Ma'rûf:
başından beri dile getirmek istediğim İslamın güzellikleri hak olan hükümler
sonra bu hükümlerim şirk olanı fitne olanı ( münker)

inşALLAH davamıza marüfla başalarız.. münker olan zaten biter gider..



Ma'rûf olmadan münker ile amel edilmez

ye'mürune bil münkeri ve yenhevne anil ma'rufi ve yakbidune eydiyehüm

Allah hükmüne göre olumsuz şeyleri emrederler, olumlu olanları da engellerler;


 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Sizin kadar bilgili olmadığım için bu işin uzmanları değerli abilerimizin yazdığı fetva neiteliğindeki yazıyı size sunuyorum..

Değerli Kardeşimiz;

Korku gibi şeylerden korunmak için dua etmek ve âyet ile hadis gibi şeyleri yazıp taşımak dinen caizdir. Abdullah bin Ömer Peygamberden (sav) şöyle rivayet etmiştir: "Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin: Allah'ın gazab ve azabından ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma gelmelerinden eksikliği olmayan Allah'ın sözlerine sığınırım" O zaman, hiçbir şey ona zarar vermez. Abdullah bin Amr onları temyiz çağına gelen çocuklarına öğretir, temyiz çağına gelmeyen çocukları için yazıp onların boynuna asardı (Ebu Davııd, Nesâî, Tirmizî).

Ancak bunları istismar edip sanat haline getiren ve saf kadınlarla teşriki mesai edip onlarla haşr ve neşir olmak kesinlikle haramdır.

Ayet-el kürsi, felak , nas, fatiha gibi sureleri veya ayetleri okuduğu zaman Peygamberimizin sağına soluna önüne arkasına ellerine ve hasta olan herhangi bir kimseye üflediği hadis kitaplarımızda yazılıdır.

Bunun sebebi insanın maddi hastalıklardan korunmak için maddi tedbirler aldığı gibi manevi ve zararlı şeylerden korunmak için de böyle tedbirler alması içindir. Bizi yaratan Allah Peygamberimiz vasıtasıyla nasıl korunacağımızın yollarından birisini göstermiştir.

Bu konuyu izah eden hadislerden birini açıklamasıyla beraber takdim ediyoruz.

Hz.Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizateyn'i ( felak ve nas sureleri) ve kulhüvallabu ahad'i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi". (Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 14, Tıbb 39, Da'avât 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn 15, (2942); Tirmizî, Da'avât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3902).)

AÇIKLAMA:

1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Kur'ân-ı Kerim'i hastalığı sırasında şifa için okuduğu, mevsuk rivayetlerde gelmiştir. Esasen Kur'ân'ın mü'minler için maddi ve manevî şifa olduğu âyet-i kerimede belirtilmiştir:

"Kur'ân'dan, iman edenlere rahmet ve şifâ olan şeyler indiriyoruz, O, zâlimlerin ise sadece kaybını artırır" (İsra suresi, 82). Keza: "Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana bir şifa, mü'minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir" (Yunus suresi,57 ).

2- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kendi vücuduna icra ettiği "nefes"in mahiyeti hakkında bilgi vermek için, İbnu Hacer, rivayetin farklı vecihlerini kaydeder. Buna göre, önce ellerini cemeder, sonra ellerine üfler, sonra okur ve okuma sırasında eline üflerdi. İbnu Hacer, bu üflemenin tükrüksüz veya hafif tükrüklü olabileceğini belirtir. Bu maksadla Felak, Nâs ve İhlas sûreleri okunmuştur.

Meshetme işi, bereket düşüncesiyle yapılmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) ellerini önce başına, yüzüne sürer, ondan sonra elinin yetişebildiği yerlere kadar bütün vücuduna sürerdi. Hz. Aişe der ki: "Resûlullah, kendini götüren hastalığa yakalanınca, ben okuyup üzerine üflüyordum. Kendi elleriyle de vücudunu meshediyordum. Çünkü onun elleri bereket yönüyle benim elimden çok üstün idi". Bir başka rivayette Hz. Aişe meshedip, şifa için dua ederken kendine gelen Resûlullah'ın: "Artık hayır, (şifa değil), Allah'tan Refîk-i A'la'yı istiyorum" dediği belirtilir.

3- Bazı rivayetler, Kur'ân'dan okuyup nefes ederek tedaviyi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ailesi efradına da uyguladığını tasrih eder. Sahabe veTâbi in de aynı tedavi usulüne başvurmuştur. Ulema bunun cevazında ittifak etmiştir.

4- Nefes'i "tükrüksüz hafif üfürük" diye tarifeden Nevevî, rukyede bunun müstehab olduğunu, ulemanın cevazında icma ettiğini belirtir. Hz.Aişe (radıyallahu anhâ)'ye Hz. Peygamber (aleyhissalâtuvesselam)'in rukyede yer verdiği nefes'ten sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Onun nefesi, kuru üzüm yiyenin üfürüğü gibi idi, kesinlikle tükrük yoktu.'' Kasıtsız olarak nefesle birlikte çıkacak olan rutubetin tükrük sayılmayacağı belirtilmiştir.

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi muska taşımak caizdir. Ancak duaları bilen bir insanın bunları okuması daha doğru olur. Ayrıca dua okumanın tekniği yoktur. Herkes okuyabilir. Ayetl-el kürsi okurken sağımıza ve solumuza üflemek sünnettir. Ancak bunun belli bir şekli ve sırası yoktur.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, 7. cilt, Akçağ Basım Yayın, Ankara, 1988, s. 50-51- Halil Günenç, Günümüz meselelerine Fetvalar – 2, Yasin Yayınevi, s: 258
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör
 
Moderatörün son düzenlenenleri:

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Bir tane daha:

Muska Kullanmak Caiz midir? hikmet.net 04.08.2008

Peygamber Efendimiz (s.a.s) gerek manevi gerekse maddi hastalıklardan kurtulmak için bizleri tedavi olmaya teşvik etmiştir.
“Ey Allah’ın kulları tedâvi olunuz. Yüce Allah ihtiyarlığın (başka bir rivayette ölümün) dışındaki her hastalığın şifâsını da yaratmıştır.” (Buhârî, Tıb 1; Tirmizî, Tıb 2)
“Allah hiçbir dert göndermemiştir ki, dermanını da göndermesin.” (Müslim, Selâm 69; Buhârî, Tıb 1)
Maruz kalınan bir rahatsızlıktan kurtulmak için iki usul vardır: Tıbbî tedavilere başvurmak veya Kur’an ve sünnette gelen bazı ayet ve duaları okumak. Bunlardan birincisi sebepler planında ilk başvurulması gereken yöntemdir. Çünkü doktora giderek, ilaç kullanarak veya değişik tedavi yöntemleri uygulayarak hastalığın izalesine çalışmak, sebeplere müraacat bakımından hem bir vazifedir hem de fiilî bir duadır. Bu fiilî duayı yerine getirirken aynı zamanda dilimizle de dua etmeli, böylece Allah’a müracaatta kusur etmemeye çalışmalıyız.

İster maddî isterse manevî tedavi olsun, zikrettiğimiz her iki tedavi usulü de hastalığın iyileşmesi adına başvurulan birer sebeptir. Yoksa derdi veren Allah olduğu gibi dermanı ve şifayı veren de Allah’tır. Kur’an’da Hz. İbrahim Aleyhisselamın “Hastalandığımda O’dur bana şifa veren”. (Şuara Suresi, 26/80) sözüyle bu hakikate işaret edilmiştir. Evet, hem hastalığımızda hem de hastalığın iyileşmesi adına müracaat ettiğimiz usullerde, tevhid akidemizi her zaman korumamız gerekir.
Muska takmak dindarlık mıdır?
Elmalılı Hamdi Yazır’ın yaklaşımıyla, muska takarak tedavi olmak, halkın pek çoğunun zannettiği gibi dindarlığın bir gereği ve dinin emrettiği bir şey değildir. Belki bu, bazı hususlar gözetildiği takdirde dinin bir müsaadesidir. Dindarlığın muktezası ise, muskaya değil doğrudan Allah’a sığınmak, dua ile Allah’tan yardım istemek ve sadece O’na tevekkül etmektir.
Nitekim Peygamber Efendimiz bu hakikati ifade etmek için:
"Ümmetimden yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden cennete girecektir!" buyurduklarında kendisine: "Ey Allah'ın Resulü! Bunlar kimlerdir?" diye sual edilmiş ve Efendimiz (s.a.s) de: "Onlar, kendilerini dağlatmayanlar, rukyeye başvurmayanlar, teşâüm'e (uğursuzluğa) inanmıyanlar ve Rabblerine tevekkül edenlerdir!" buyurmuşlardır. (Müslim, İman, 371)
Aleyhisselâtü Vesselam Efendimiz başka bir hadislerinde de: “Rukyelerde, temîmelerde (muskalarda), tivelelerde (muhabbet muskası) bir nevi şirk vardır.” (Ebu Dâvud, Tıbb 17) buyurarak tedavi için bu tür yollara başvuran kimselerin karşı karşıya bulunduğu tehlikeye dikkatleri çekmiştir.
“Kim bir şey takınırsa, ona havale edilir.” (Tirmizî, Tıbb 24) hadisi de Efendimiz’in (s.a.s) bu konuda ümmetini ikaz eden ifadelerinden bir diğeridir. Bu hadis-i şerifte anlatılmak istenen husus şudur: Her kim bir menfaati dokunur veya bir zararı uzaklaştırır inanç ve düşüncesiyle bir muska takınır ve bu şeye gönül bağlarsa o kişi taktığı şeye havale edilir. Çünkü bu kişi kendisine fayda verecek yegâne varlığın Allah olduğunu anlayamamış, yanlış kapıyı çalmıştır. Dolayısıyla bu kişi ne taktığı o şeyden bir fayda görebilir ne de Allah’ın yardım ve inayetine mazhar olabilir.
Dinimizin tavsiye ettiği rukye
Aslında dinimizde okuma ile yani dua yoluyla tedavi (rukye) caizdir. Çünkü bu konuda varid olmuş onlarca hadis vardır. “Biz Kur’ân’ı müminlere şifa ve rahmet olarak indiririz” (İsra Suresi, 17/82) ayetiyle, "Kim Kur'an'la şifa taleb etmezse, Allah ona şifa vermez" hadisinin de bu hususa işaret ettiğini söyleyebiliriz. Yani gerek Kur’an’da yer alan bazı ayetleri gerekse Efendimiz’den rivayet edilen me’sur duaları vesile edinerek Allah’tan derdimize derman vermesini dilemek meşrudur. Sahabe zamanında yaşanan şu olay genellikle okuyarak tedavi olmanın cevazına delil olarak getirilmiştir:
"Biz Allah Resulü’nün gönderdiği askerî bir seferdeydik. Bir yerde konakladık. Yanımıza bir cariye gelip: "Obamızın efendisi Selim'i bir zehirli soktu. Onunla meşgul olacak erkekler de şu anda yoklar. Sizde rukye yapan biri var mı?" dedi. Bunun üzerine bizden rukye hususunda mahâretini bilmediğimiz bir adam kalkıp onunla gitti ve adama okuyuverdi. Adam iyileşti. Kendisine otuz koyun verdiler. Bize sütünden içirdi. Ona: "Yahu sen rukye bilir miydin?" dedik. "Hayır, ben sadece Fatiha okuyarak rukye yaptım" dedi. Biz kendisine "Allah Resulü’ne sormadan bize verdiklerine dokunma!" dedik. Medine'ye gelince, durumu Efendimize anlattık. Efendimiz (s.a.s.), (rukye yapan zatı tasdik etme edasıyla) "Fatiha'nın rukye olduğunu (tedavi maksadıyla okunacağını) sana kim söyledi?” dediler ve “verdikleri koyunları paylaşın, bana da bir hisse ayırın!" buyurdular." (Buhârî, Tıbb 39)
Muska konusunda dikkat edilecek hususlar
Ancak ulema bir başkasına giderek ondan okumasını istemek veya onun verdiği bir muskayı üzerimizde taşımanın meşruluğu üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bunu belli şartlar altında caiz görürken, diğer bir gurup âlim, mutlak olarak muskaya karşı çıkmıştır. Bu konuda varid olan hadislere baktığımızda, her iki tarafın da savunduğu görüşü destekleyecek hadisler bulabiliriz. Genel olarak muskanın mahzurlu olduğunu söyleyenler bunun tevhid akidesine ters olduğunu ve her türlü derde derman olacak tek varlığın Allah olduğunu ifade etmişlerdir.
Muskanın caiz olduğunu söyleyen âlimlerimizin genel olarak ileri sürdüğü şarlar şunlardır:
1- Okunan veya yazılan şeyler ayet ve hadislerden olmalıdır.
2- Manası bilinmeyen esrarengiz bir takım isim, harf, resim ve işâretler kullanılmamalıdır.
3- Bizatihi muskanın bir faydasının olmayacağı ve şifayı verenin Allah olduğu kesinlikle unutulmamalıdır. Yani muska, iyileşmemiz için bir vasıta olmaktan çıkarılarak gaye haline getirilmemelidir.
4- Tedavi dışında değişik gayeler için kullanılmamalıdır. Kadını kocasına sevdirmek veya iki kişiyi birbirinden nefret ettirmek gibi.
5- Muska yazdırmak için gittiğimiz kişi, dindar ve müttaki olmalı, yaptığı işi çıkar maksatlı değil Allah rızası için yapmalıdır. Yani bu işin ticaretini yapmamalıdır.
Bu şartlara uyulduğu takdirde, muska takmanın günah olmayacağını söyleyebiliriz. Ancak yine de evlâ olan, muska takmaktan ziyade o muskanın içindeki duaları okumak, duasının makbul olduğuna inandığımız insanlardan dua istemek ve her türlü ihtiyacımızı Allah’tan istemektir.
 

AhDe_VeFaLi

KF Ailesinden
Özel Üye
Cevşenü’l-Kebîr hakkında hangi hadis vardır? Ve kim tarafından rivâyet edilmiştir?”

Cevşen’de geçen duâlar, hadis kitaplarında vardır. Et-Terğib ve’t-Terhi’b’de, Kenzü’l-Ummâl’da, Mecmû’atu’d-Daavât’da ve Mecmû’atü’I-Ahzâb’ta bu rivayetlerin bir kısmı veya tamamı yer almaktadır. Kenzü’l-Ummal’da İbn-i Abbas (ra) ve Ubey İbn-i Ka’b (ra) rivâyetleri ile Peygamber Efendimiz’in (asm): “Cebrâil geldi ve bana dedi ki: Ya Muhammed! Sana birkaç kelime getirdim. Bunları senden önce hiçbir Nebiye getirmedim” sözüyle birlikte Cevşen’deki münâcâtın bir kısmı zikredilmiştir.(1) Ayrıca yine Kenzü’l-Ummâl’da Enes Bin Mâlik (ra) rivayetiyle Cevşen’in bir kısmı daha rivayet edilmiştir. Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî Hazretlerinin Mecmû’atü’I-Ahzab’ında ise Hazret-i Zeyne’l-Abidin’den (ra) Hazret-i Ali’ye (ra) dayanan sağlam bir senetle Cevşenü’I-Kebir’in tamamı rivayet edilmiştir.(2)

(1) Kenzü’l-Ummâl, 2/691;
(2) Mecmû’atü’I-Ahzab, 1/231.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst