Z
Ze'Mahşer
Ziyaretçi
1- Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı, Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösteriyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.
2- Onlar sizi ele geçirseler, size düşman olurlar, size ellerini, dillerini kötülükle uzatırlar ve inkar etmenizi isterler.
Sure-i celile bu hoş ve etkili çağrı ile başlıyor. "Ey iman edenler!" Kendisine iman ettikleri Rabblerinden gelen bir çağrıdır bu. Kendilerini O'na bağlayan iman adıyla onlara seslenmektedir. Konularının gerçeklerini kendilerine göstermek, düşmanlarının ağlarından, tuzaklarından sakındırmak ve omuzlarına yüklenen görevi hatırlatmak için onlara çağrıda bulunuyor.
Bu sevgi dolu havada onların düşmanlarını kendisinin de düşmanları, kendisinin düşmanlarını onların da düşmanları olarak gösteriyor:"Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz." Böylece müminlerin kendisinden olduğunu ve O'na dayandıklarını hissettiriyor. Kendisine düşmanlık edenlerin onların da düşmanları olduğunu bildiriyor. Müminlerin, bu yeryüzünde O'nun sancağını taşıyan, O'na bağlı olan insanlar olduklarını ifade ediyor. Müminler O'nun dostları ve sevgili kullarıdır. Bu nedenle hem Allah'ın düşmanlarına hem de kendi düşmanlarına dostluk ve sevgi beslemeleri doğru olmaz deniyor.
Müminlere, kendilerinin, dinlerinin ve peygamberlerinin düşmanları olan bu kimselerin işledikleri cinayetleri hatırlatıyor. Onların tüm bunlara karşı nasıl bir düşmanlık beslediklerini, zulüm ve haksızlık yaptıklarını bildiriyor.
"Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı, Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar."
Bu zalimce cinayetlerden öteye onlar dostluğa ve sevgiye yol açabilecek ne bıraktılar ki? "Onlar hakkı, gerçeği inkar ettiler. Peygamberi ve müminleri yurtlarından çıkardılar. Rabbleri Allah'a inandıkları için. Başka hiçbir şey için değil." Böylece müminlerin kalplerinde inançlarıyla ilgili bulunan bu hatıraları canlandırıyor. Bunlar müşriklerin kendilerine karşı savaş açmalarının başlıca nedenleridir. Müşrikler sırf bu sebepten onlarla savaşıyorlardı. Başka hiçbir sebep yoktu ortada. Burada ayrılığın, sürtüşmenin ve savaşın asıl nedeni de açık bir şekilde ortaya konuyor. Bu da inanç meselesidir. Başka bir şey değil. İnkar ettikleri hakkın, gerçeğin ve yurdundan çıkardıkları peygamberin meselesidir. Uğrunda vatanlarını terkettikleri iman meselesidir.
Mesele bu şekilde köklü olarak ortaya konup ön plana çıkarıldıktan sonra müminlere şu hatırlatmada bulunuluyor Eğer siz Allah'ın rızasını elde etmek ve O'nun yolunda savaşmak için yurtlarınızı terketmişseniz artık sizinle müşrikler arasında herhangi bir dostluğa yer kalmamıştır. "Eğer siz benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösteriyorsunuz?"
Allah'ın rızasını elde etmek amacıyla ve O'nun yolunda savaşmak için yurdundan hicret eden bir insanın kalbinde, bu eylemle birlikte sırf Allah'a inandığı için kendisini yurdundan çıkaran hem Allah'ın hem de O'nun elçisinin düşmanı bulunan kimselerin sevgisi bir arada bulunamaz!
Ardından kalplerinde gizledikleri duygulara karşı onları yumuşak bir şekilde uyarıyor. Hem kendilerinin hem de Allah'ın düşmanlarına karşı gizlice besledikleri sevgiye karşı onları sakındırıyor. Çünkü Allah kalplerin gizli açık her eyleminden haberdardır. "Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim." Ardından onları korkunç bir şekilde tehdit ediyor. Bu tehdit inanmış kalplere korku ve endişe salıyor: "Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur." Hidayete ve doğru yola ulaştıktan, amacına vardıktan sonra doğru yoldan sapmak kadar hiçbir şey müminleri korkutmaz ve onların kalplerini ürpertemez!
Bu tehdit ve bu uyarı müminlere kendi düşmanlarının gerçek yüzünü gösterme ve onların kendi içlerinde mü'minlere karşı gizledikleri kötülük ve tuzakların gösterilmesinin ortasında geliyor. Sonra düşmanların diğer özelliklerine geçiliyor: "Onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size elleri, dillerini kötülükle uzatırlar ve inkar etmenizi isterler."
Müslümanlara zarar verebilecek bir fırsat ellerine geçer geçmez o fırsatı acımasız bir düşman gibi rahatlıkla kullanırlar. Müminlere karşı ellerinden geleni ardlarına koymazlar. Elleriyle ve dilleriyle her tür aracı ve her yolu kullanarak zarar vermeye, eziyet etmeye ve cezalandırmaya çalışırlar.
Bunların hepsinden daha acısı, daha kötüsü ve daha korkuncu ise şudur:
"Ve inkar etmenizi isterler."
İnanmış bir insan için, kafir olmak, dille veya elle uğrayacağı her tür kötülükten ve her eziyetten daha acıdır. Müminin bu değerli hazineyi, iman hazinesini kaybedip küfre dönmesini isteyen herkes ona eliyle ve diliyle işkence eden düşmandan daha kötü bir düşmanlık yapmış olur.
Bir süre küfürde yaşadıktan sonra imanın güzelliğini, tatlılığını ve zevkini tadan, bir süre sapıklıkta bulunduktan sonra imanın nuru ile yolunu aydınlatan, düşünceleri; duyguları ve hisleri ile yolunun doğruluğu ve kalbinin huzuruyla inanmış birinin hayatını yaşayan insan, küfre dönmekten nefret eder, tiksinir. Tıpkı ateşe atılmaktan ürperdiği gibi. Allah'ın düşmanı inanmış adamı iman cennetine çıktıktan sonra onu küfür cehennemine tekrar döndürmek isteyendir. Her yönüyle onarılmış iman dünyasına girdikten sonra onu, harap halde bulunan küfür boşluğuna tekrar bırakmayı arzu edendir.
Bu nedenle Kur'an-ı Kerim inanmış insanların kalplerini yavaş yavaş hem Allah'ın, hem de kendilerinin düşmanlarına karşı bir öfkeyle dolduruyor: "Onlar sizin kafir olmanızı arzu ederler" sözünü söylediği sırada müminlerin kalbindeki öfkeyi zirveye ulaştırıyor.
AKİDE BAĞI İLE SOY BAĞLARI
İşte çeşitli dokunuşlarıyla ve temaslarıyla birinci bölüm burada sona eriyor. Hemen ardından yeni bir dokunuşla başlayan ikinci bölüm geliyor. Burada akrabalık duyguları ve köklü olan bağları ele alınıyor. Bunlar kalplerde kök salan ve onları sevgiye doğru çeken inanç ile farklı bir özelliğe sahip olmasını gerektiren yükümlülükleri unutturan bağlardır.
3- Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda veremezler. Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı görendir.
İnanmış insan yapacaklarını yapar ve ahiretteki kurtuluşu amaçlar, ümit eder. Ekinini bu dünyada eker, ürününü ise orada almayı düşünür. Ahiret gününde akide bağı kopuk olduktan sonra diğer tüm akrabalık bağlarının da kopacağını bildiren ifade ile inanmış insanın kalbine dokunmak, kısa süreli dünya hayatı içindeki diğer bağların basitliğini ve değersizliğini ortaya koymak ister. Onun kalbini hem dünyada hem de ahirette kopmayan sürekli bağı elde etmeye yöneltir.
Bu nedenle onlara diyor ki: "Yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler." Üzerlerine titrediğiniz ve gönül bağladığınız, onları korumak amacıyla Allah'ın ve kendinizin düşmanlarına dostluk kurmak zorunda kaldığınız yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda veremezler. Nitekim Hatib, çocuklarını ve mallarını korumak amacıyla müşriklere karşı bir dostluk gösterisinde bulunmak zorunda kalmıştı. Ayrıca Hatib'ten başka hicret yurdu olan Mekke'de yakınlarını ve çocuklarını bırakıp gelen pek çok kimsenin aklına da bu türden dostluklar ve yakınlıklar gelmekteydi. Sizin yakınlarınızın ve çocuklarınızın size fayda veremezler. Çünkü "Allah aranızı ayırır." Zira sizi onlara bağlayan bağ kopmuş durumdadır. Allah katında bu bağdan başkası insanları birbirine bağlayamaz "Allah sizin işlediklerinizi görendir." Allah yaptığımız her görünen işi ve onun ardındaki gönlünüzde gizli bulunan niyeti bilmektedir.
HZ. İBRAHİM VE ÜMMET BİLİNCİ
Sonra üçüncü bölüm geliyor. Müslümanları bu tek olan ümmetin, tevhid ümmetinin, bu tek kafilenin; iman kafilesinin ilki ile temasa geçiriyor, tanıştırıyor. Bir de bakıyoruz ki, bu ümmet zaman süreci içinde süzülüp geliyor. İnanç bağına aykırı düşen her bağdan arınarak akıp geliyor. Bu Hz. İbrahim'den beri uzanıp gelen ümmettir. Hz. İbrahim onların atası ve sistematik tek Allah inancının temsilcisidir. Yalnız inançta değil, yaşantıda da o güzel bir örnektir onlar için. Akrabalık duygusu ve bağlarına karşı mücadelenin deneyimlerine ve zorluklarına o da katlanmıştır. Sonra o ve onunla birlikte iman edenler bu bağların etkisinden kurtulmuşlar ve yalnız inançlarına kendilerini adamışlardır.
4- İbrahim'den ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki, "Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir"demişlerdi. Yalnız, İbrahim'in babasına: "Andolsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi birşeyi savmaya gücüm yetmez"sözü bu örneğin dışındadır. Ey inananlar deyin ki: "Rabbimiz, sana güvendik, sana yöneldik, dönüşümüz sanadır."
5- Rabbimiz! Bizi, inkar edenlerle imtihan etme; bizi bağışla, doğrusu sen, güçlü olan, Hakim olansın.
6- Andolsun, Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenler için, bunlarda güzel örnekler vardır. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah, zengindir, övülmeye lâyık olandır.
Müslüman baktığında tarihin derinliklerinden kaynaklanan bir soyu, uzun bir geçmişi, zamanın derinliklerine doğru uzanan örnek şahsiyetleri olduğunu görmektedir. Bağının Hz. İbrahim'e kadar uzandığını görmektedir. Sırf inancı açısından değil. Karşılaştığı deneyimleriyle O'na kadar uzandığını hissetmektedir. Kendi kişisel deneyimlerinden, içinde yaşadığı neslin tecrübelerinden daha büyük ve zengin bir deneyimler hazinesine sahip olduğunu anlamaktadır. Zaman süreci içinde Allah'ın dinine inanan, O'nun sancağı altına giren herkesi kuşatan bu uzun kafile onun yaşadığı olayların benzerlerini yaşamıştır. Deneyimleriyle olanların vardıkları sonuca kendisi de varmıştır. Yani mesele yeni değildir. Uydurma değildir. Müminlere zor gelen bir yük değildir. Sonra müminin uzun zamandan beri sürüp gelen geniş bir ümmeti vardır. İnanç konusunda onlarla bütünleşmekte ve ona dayanmaktadır. O'nunla inancının düşmanları arasındaki bağlar koptuğunda bu ümmete dayanır. Çünkü O kökleri derinliklerine kadar inen, pek çok dalları bulunan, geniş gölgeleri olan yüksek ve büyük bir ağacın dalı durumundadır. Müslümanların ilki olan Hz. İbrahim'in diktiği ağacın dalı.
Hz. İbrahim ve O'nunla birlikte iman edenler de Mekke'den hicret eden müslümanların karşılaştıkları sıkıntıların aynısıyla karşılaşmışlardı. Onlar bu nedenle şimdiki müslümanlar için güzel bir örnekti: "Onlar kavimlerine demişlerdi ki: `Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir' demişlerdi:'
Bu onların kendi toplumlarından, ilahlarından ve ibadetlerinden tamamen uzaklaşmaları demekti. Bunların hepsini inkar sadece Allah'a iman demekti. Toplum da yalnız Allah'a inanıncaya kadar sona ermeyecek olan bir düşmanlık ve öfke vardı artık aralarında. Bu kesin ve apaçık bir ayrılıştı. Bunun ötesinde artık herhangi bir bağ ve herhangi bir ilişki kalamazdı. Çünkü inanç bağı ve iman ipi kopmuştu aralarında. Bu tutum, bu tür durumlarla karşılaşan her inanmış nesil için güzel bir deneyimdi. Gerçeği ortaya koyan bir tavırdı. Hz. İbrahim ve O'nunla birlikte iman edenlerin bu kararı kıyamet gününe kadar varolacak müslümanlar için güzel bir örnekti.
Bazı müslümanlar Hz. İbrahim'in müşrik olan babası için dua etmesini kendi bastırılmış duyguları ve kendilerini müşrik olan yakınlarına bağlayan hislerini dile getirmek için bir çıkış yolu olarak kullanmaya yelteniyorlardı. Kur'an-ı Kerim Hz. İbrahim'in babası için: "Senin için mağfiret dileyeceğim" sözünü söylerken ki gerçek tavrını, müslümanlara açıklamak için meseleyi bu vesileyle açmayı uygun görüyor.
Hz. İbrahim bu sözü babasının şirk üzere ısrar ettiğine kesin kanaat getirmeden önce söylemişti. Bunu söylerken onun inanacağını umuyor, iman edeceğini ümit ediyordu: "Babasının bir Allah düşmanı olduğunu kesinlikle anlayınca onunla ilişkisini kesti." (Tevbe suresi, 114) Nitekim başka bir surede bu konu izah edilmektedir.
Hz. İbrahim'in işin tamamını Allah'a havale ettiği ve herhalde tevekkül, yöneliş ve dönüş ile O'na yöneldiği burada belirtilmektedir: "Fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez' sözü bu örneğin dışındadır. Ey inananlar deyin ki: `Rabbimiz, sana güvendik, sana yöneldik, dönüşümüz sanadır."
İşte bu, Allah'a kesin ve sınırsız teslim oluş Hz. İbrahim'in kişiliğinde apaçık ortaya çıkan imanın simgesidir. Burada o simge ön plana çıkarılarak onun müslüman torunlarının bu noktaya dikkatleri çekilmek isteniyor. Hikayeler ve bunlara getirilen yorumlarla eğitmenin ve yönlendirmenin bir halkasıdır bu. Kur'an-ı Kerim kendi metoduna uygun olarak kıssanın seyri içinde önemli işaretleri, simgeleri ve yönlendirmeleri yerleştirmektedir.
Bu teslim oluş Hz. İbrahim'in geri kalan duasında ve Rabbine niyazında da devam etmektedir: "Rabbimiz, bizi inkar edenlerle imtihan etme."
Onları başımıza musallat etme. Bu onlar için bir sınav aracı olmasın. Bu durumda onlar şöyle derler: "Eğer inananları korusaydı biz onların üzerine musallat olmaz ve kendilerini yenmezdik!" Bu çoğu zaman insanların kalplerinde rahatsızlık yaratan bir şüphedir. Nerede Allah'ın bildiği bir hikmet gereği olarak herhangi bir zaman diliminde batıl hakka karşı güçlenmişse, azgın zalimler iman edenlere egemen olmuşsa orada bu şüphe zihinleri tırmalamaya başlamıştır. İnanmış insan sıkıntılara, belalara karşı sabreder. Fakat bu onun kendisini gönüllerde şüphelere ve denemelere yol açacak belalara uğratmaması için Allah'a dua etmesine engel değildir.
Duanın devamı şöyle: "Bağışla bizi."
Rahman'ın dostu olan Hz. İbrahim böyle diyor. Rabbinin hak ettiği, layık olduğu ibadet düzeyini idrak ettiğinden Allah'ın nimetlerini ve bağışlarını karşılayabilecek düzeyde bir ibadet yapmaktan aciz kalışını, yetersiz oluşunu anladığından dile getiriyor. Rabbinin yüceliğini ve büyüklüğünü takdis ederek Rabbinden bağışlanma diliyor. Böylece kendisiyle birlikte olanlara ve sonra gelecek nesillere bilinçli, duyarlı bir örneklik sergiliyor.
Duasını, niyazını ve bağışlanma arzusunu noktalarken Rabbinin bu duaya uygun düşecek sıfatları ile niteliyor:
"Rabbimiz, doğrusu sen güçlü olan, Hakim olansın."
Aziz: Herşeyi yapmaya gücü yeten. Hakim: Uyguladığı planı ustaca uygulayan.
Hz. İbrahim'in ve O'nunla birlikte olanların tutumu bu şekilde sergilendikten, Hz. İbrahim'in teslim oluşu ve O'na niyazda bulunuşu ortaya konduktan sonra tekrar dönülüyor. O'nun güzel bir örnek olduğu tekrar ifade ediliyor. Müminlerin kalplerine yeniden dokunarak deniyor ki:
"Andolsun Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenler için bunlarda güzel örnekler vardır. Kim yüz çevirirse, şüphesiz Allah zengindir, övülmeye layık olandır."
Allah'a ve ahiret gününe bel bağlayanların örneği Hz. İbrahim ve O'nunla birlikte olanların hayatında gerçekleşmiştir. İşte bunlar sözü edilen onurlu kafilenin yaşadığı olayları, elde ettikleri deneyimlerin değerini kavrayabilecek kimselerdir. Onlar Hz. İbrahim ve beraberindekileri izlenmesi gereken bir örnek, yol gösteren bir kılavuz kabul ederler. Allah'a ve ahiret gününe bel bağlayanlar onları kendilerine örnek alsınlar. Bu o zaman yaşayan müminler için gerçekten etkili bir direktiftir.
Kim de bu sistemden yüz çevirmek, bu kafilenin yolundan sapmak, bu köklü nesle bağlılıktan sıyrılmak istiyorsa yüce Allah onlara asla muhtaç değildir. "Şüphesiz Allah zengindir, övülmeye layık olandır."
Bu bölüm sona erdiğinde müminler artık uzun tarihlerinin başlarına kadar ulaşmışlardır. Yeryüzündeki ilk ortaya çıkışlarını hatırlamışlardır. Nesiller boyunca elde etmiş bulundukları yığınlarca deneyimlerini görmüşlerdir. Bu tecrübeleri yaşayanların vardıkları son kararı, son aşamayı idrak etmişlerdir. İçine girdikleri yolun ilk yolcuları olmadıklarını, kendilerinden önce çok yolcuların buradan geçtiklerini anlamışlardır.
Kur'an-ı Kerim bu anlayışı yer yer tekrarlamakta ve pekiştirmektedir ki, inanmış kafileyi birbirine bağlayıp bütünleştirsin. Onlar tek başına yola giren insanın yalnızlığını ve endişesini taşımasınlar. İsterse bir nesil içinde tek başlarına olsunlar. Bu yolcu yürüyen herkesin onunla birlikte nice sıkıntıları ve zorlukları göğüslediklerini, ona göstererek yükünü hafifletmektedir.
BARIŞ VE SAVAŞ HUKUKU
Bundan sonra dönüyor. Bu sıkıntıların kendilerine yükledikleri düşmanlık ve sertlik halinin ortadan kaldırılmasını şiddetle arzu eden, onun için can atan bu kalplere bir meltem gönderiyor. En güzel umutları taşıyan hafif rüzgarları estiriyor üzerlerine. Bu, sözkonusu düşmanların islamın sancağı altına girmeleri ve müslümanların saflarına katılmalarına ilişkin haberdir. İşte aralarındaki sertliğin ortadan kaldırılması ve sağlam bir temele dayalı olarak dostluğun oluşması ancak bu yolla mümkündür. Sonra bir kere daha meseleyi hafifletiyor, biraz daha kolaylaştırıyor. Müslümanlarla müslüman olmayanların devletler arası ilişkilerini düzenleyecek en temel islami ilkeyi belirliyor. Sürtüşme ve ilişkilerin kesikliğini, saldırı ve düşmanlık hallerine has kılıyor. Bu düşmanlık ve saldırının olmadığı zamanlarda ise iyiliği hak edenlere iyiliğin yapılabileceğini, ilişkilerde ise dürüstlüğün ve adaletin ilke olacağını belirtiyor.
2- Onlar sizi ele geçirseler, size düşman olurlar, size ellerini, dillerini kötülükle uzatırlar ve inkar etmenizi isterler.
Sure-i celile bu hoş ve etkili çağrı ile başlıyor. "Ey iman edenler!" Kendisine iman ettikleri Rabblerinden gelen bir çağrıdır bu. Kendilerini O'na bağlayan iman adıyla onlara seslenmektedir. Konularının gerçeklerini kendilerine göstermek, düşmanlarının ağlarından, tuzaklarından sakındırmak ve omuzlarına yüklenen görevi hatırlatmak için onlara çağrıda bulunuyor.
Bu sevgi dolu havada onların düşmanlarını kendisinin de düşmanları, kendisinin düşmanlarını onların da düşmanları olarak gösteriyor:"Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz." Böylece müminlerin kendisinden olduğunu ve O'na dayandıklarını hissettiriyor. Kendisine düşmanlık edenlerin onların da düşmanları olduğunu bildiriyor. Müminlerin, bu yeryüzünde O'nun sancağını taşıyan, O'na bağlı olan insanlar olduklarını ifade ediyor. Müminler O'nun dostları ve sevgili kullarıdır. Bu nedenle hem Allah'ın düşmanlarına hem de kendi düşmanlarına dostluk ve sevgi beslemeleri doğru olmaz deniyor.
Müminlere, kendilerinin, dinlerinin ve peygamberlerinin düşmanları olan bu kimselerin işledikleri cinayetleri hatırlatıyor. Onların tüm bunlara karşı nasıl bir düşmanlık beslediklerini, zulüm ve haksızlık yaptıklarını bildiriyor.
"Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı, Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar."
Bu zalimce cinayetlerden öteye onlar dostluğa ve sevgiye yol açabilecek ne bıraktılar ki? "Onlar hakkı, gerçeği inkar ettiler. Peygamberi ve müminleri yurtlarından çıkardılar. Rabbleri Allah'a inandıkları için. Başka hiçbir şey için değil." Böylece müminlerin kalplerinde inançlarıyla ilgili bulunan bu hatıraları canlandırıyor. Bunlar müşriklerin kendilerine karşı savaş açmalarının başlıca nedenleridir. Müşrikler sırf bu sebepten onlarla savaşıyorlardı. Başka hiçbir sebep yoktu ortada. Burada ayrılığın, sürtüşmenin ve savaşın asıl nedeni de açık bir şekilde ortaya konuyor. Bu da inanç meselesidir. Başka bir şey değil. İnkar ettikleri hakkın, gerçeğin ve yurdundan çıkardıkları peygamberin meselesidir. Uğrunda vatanlarını terkettikleri iman meselesidir.
Mesele bu şekilde köklü olarak ortaya konup ön plana çıkarıldıktan sonra müminlere şu hatırlatmada bulunuluyor Eğer siz Allah'ın rızasını elde etmek ve O'nun yolunda savaşmak için yurtlarınızı terketmişseniz artık sizinle müşrikler arasında herhangi bir dostluğa yer kalmamıştır. "Eğer siz benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösteriyorsunuz?"
Allah'ın rızasını elde etmek amacıyla ve O'nun yolunda savaşmak için yurdundan hicret eden bir insanın kalbinde, bu eylemle birlikte sırf Allah'a inandığı için kendisini yurdundan çıkaran hem Allah'ın hem de O'nun elçisinin düşmanı bulunan kimselerin sevgisi bir arada bulunamaz!
Ardından kalplerinde gizledikleri duygulara karşı onları yumuşak bir şekilde uyarıyor. Hem kendilerinin hem de Allah'ın düşmanlarına karşı gizlice besledikleri sevgiye karşı onları sakındırıyor. Çünkü Allah kalplerin gizli açık her eyleminden haberdardır. "Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim." Ardından onları korkunç bir şekilde tehdit ediyor. Bu tehdit inanmış kalplere korku ve endişe salıyor: "Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur." Hidayete ve doğru yola ulaştıktan, amacına vardıktan sonra doğru yoldan sapmak kadar hiçbir şey müminleri korkutmaz ve onların kalplerini ürpertemez!
Bu tehdit ve bu uyarı müminlere kendi düşmanlarının gerçek yüzünü gösterme ve onların kendi içlerinde mü'minlere karşı gizledikleri kötülük ve tuzakların gösterilmesinin ortasında geliyor. Sonra düşmanların diğer özelliklerine geçiliyor: "Onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size elleri, dillerini kötülükle uzatırlar ve inkar etmenizi isterler."
Müslümanlara zarar verebilecek bir fırsat ellerine geçer geçmez o fırsatı acımasız bir düşman gibi rahatlıkla kullanırlar. Müminlere karşı ellerinden geleni ardlarına koymazlar. Elleriyle ve dilleriyle her tür aracı ve her yolu kullanarak zarar vermeye, eziyet etmeye ve cezalandırmaya çalışırlar.
Bunların hepsinden daha acısı, daha kötüsü ve daha korkuncu ise şudur:
"Ve inkar etmenizi isterler."
İnanmış bir insan için, kafir olmak, dille veya elle uğrayacağı her tür kötülükten ve her eziyetten daha acıdır. Müminin bu değerli hazineyi, iman hazinesini kaybedip küfre dönmesini isteyen herkes ona eliyle ve diliyle işkence eden düşmandan daha kötü bir düşmanlık yapmış olur.
Bir süre küfürde yaşadıktan sonra imanın güzelliğini, tatlılığını ve zevkini tadan, bir süre sapıklıkta bulunduktan sonra imanın nuru ile yolunu aydınlatan, düşünceleri; duyguları ve hisleri ile yolunun doğruluğu ve kalbinin huzuruyla inanmış birinin hayatını yaşayan insan, küfre dönmekten nefret eder, tiksinir. Tıpkı ateşe atılmaktan ürperdiği gibi. Allah'ın düşmanı inanmış adamı iman cennetine çıktıktan sonra onu küfür cehennemine tekrar döndürmek isteyendir. Her yönüyle onarılmış iman dünyasına girdikten sonra onu, harap halde bulunan küfür boşluğuna tekrar bırakmayı arzu edendir.
Bu nedenle Kur'an-ı Kerim inanmış insanların kalplerini yavaş yavaş hem Allah'ın, hem de kendilerinin düşmanlarına karşı bir öfkeyle dolduruyor: "Onlar sizin kafir olmanızı arzu ederler" sözünü söylediği sırada müminlerin kalbindeki öfkeyi zirveye ulaştırıyor.
AKİDE BAĞI İLE SOY BAĞLARI
İşte çeşitli dokunuşlarıyla ve temaslarıyla birinci bölüm burada sona eriyor. Hemen ardından yeni bir dokunuşla başlayan ikinci bölüm geliyor. Burada akrabalık duyguları ve köklü olan bağları ele alınıyor. Bunlar kalplerde kök salan ve onları sevgiye doğru çeken inanç ile farklı bir özelliğe sahip olmasını gerektiren yükümlülükleri unutturan bağlardır.
3- Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda veremezler. Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı görendir.
İnanmış insan yapacaklarını yapar ve ahiretteki kurtuluşu amaçlar, ümit eder. Ekinini bu dünyada eker, ürününü ise orada almayı düşünür. Ahiret gününde akide bağı kopuk olduktan sonra diğer tüm akrabalık bağlarının da kopacağını bildiren ifade ile inanmış insanın kalbine dokunmak, kısa süreli dünya hayatı içindeki diğer bağların basitliğini ve değersizliğini ortaya koymak ister. Onun kalbini hem dünyada hem de ahirette kopmayan sürekli bağı elde etmeye yöneltir.
Bu nedenle onlara diyor ki: "Yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler." Üzerlerine titrediğiniz ve gönül bağladığınız, onları korumak amacıyla Allah'ın ve kendinizin düşmanlarına dostluk kurmak zorunda kaldığınız yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda veremezler. Nitekim Hatib, çocuklarını ve mallarını korumak amacıyla müşriklere karşı bir dostluk gösterisinde bulunmak zorunda kalmıştı. Ayrıca Hatib'ten başka hicret yurdu olan Mekke'de yakınlarını ve çocuklarını bırakıp gelen pek çok kimsenin aklına da bu türden dostluklar ve yakınlıklar gelmekteydi. Sizin yakınlarınızın ve çocuklarınızın size fayda veremezler. Çünkü "Allah aranızı ayırır." Zira sizi onlara bağlayan bağ kopmuş durumdadır. Allah katında bu bağdan başkası insanları birbirine bağlayamaz "Allah sizin işlediklerinizi görendir." Allah yaptığımız her görünen işi ve onun ardındaki gönlünüzde gizli bulunan niyeti bilmektedir.
HZ. İBRAHİM VE ÜMMET BİLİNCİ
Sonra üçüncü bölüm geliyor. Müslümanları bu tek olan ümmetin, tevhid ümmetinin, bu tek kafilenin; iman kafilesinin ilki ile temasa geçiriyor, tanıştırıyor. Bir de bakıyoruz ki, bu ümmet zaman süreci içinde süzülüp geliyor. İnanç bağına aykırı düşen her bağdan arınarak akıp geliyor. Bu Hz. İbrahim'den beri uzanıp gelen ümmettir. Hz. İbrahim onların atası ve sistematik tek Allah inancının temsilcisidir. Yalnız inançta değil, yaşantıda da o güzel bir örnektir onlar için. Akrabalık duygusu ve bağlarına karşı mücadelenin deneyimlerine ve zorluklarına o da katlanmıştır. Sonra o ve onunla birlikte iman edenler bu bağların etkisinden kurtulmuşlar ve yalnız inançlarına kendilerini adamışlardır.
4- İbrahim'den ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki, "Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir"demişlerdi. Yalnız, İbrahim'in babasına: "Andolsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi birşeyi savmaya gücüm yetmez"sözü bu örneğin dışındadır. Ey inananlar deyin ki: "Rabbimiz, sana güvendik, sana yöneldik, dönüşümüz sanadır."
5- Rabbimiz! Bizi, inkar edenlerle imtihan etme; bizi bağışla, doğrusu sen, güçlü olan, Hakim olansın.
6- Andolsun, Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenler için, bunlarda güzel örnekler vardır. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah, zengindir, övülmeye lâyık olandır.
Müslüman baktığında tarihin derinliklerinden kaynaklanan bir soyu, uzun bir geçmişi, zamanın derinliklerine doğru uzanan örnek şahsiyetleri olduğunu görmektedir. Bağının Hz. İbrahim'e kadar uzandığını görmektedir. Sırf inancı açısından değil. Karşılaştığı deneyimleriyle O'na kadar uzandığını hissetmektedir. Kendi kişisel deneyimlerinden, içinde yaşadığı neslin tecrübelerinden daha büyük ve zengin bir deneyimler hazinesine sahip olduğunu anlamaktadır. Zaman süreci içinde Allah'ın dinine inanan, O'nun sancağı altına giren herkesi kuşatan bu uzun kafile onun yaşadığı olayların benzerlerini yaşamıştır. Deneyimleriyle olanların vardıkları sonuca kendisi de varmıştır. Yani mesele yeni değildir. Uydurma değildir. Müminlere zor gelen bir yük değildir. Sonra müminin uzun zamandan beri sürüp gelen geniş bir ümmeti vardır. İnanç konusunda onlarla bütünleşmekte ve ona dayanmaktadır. O'nunla inancının düşmanları arasındaki bağlar koptuğunda bu ümmete dayanır. Çünkü O kökleri derinliklerine kadar inen, pek çok dalları bulunan, geniş gölgeleri olan yüksek ve büyük bir ağacın dalı durumundadır. Müslümanların ilki olan Hz. İbrahim'in diktiği ağacın dalı.
Hz. İbrahim ve O'nunla birlikte iman edenler de Mekke'den hicret eden müslümanların karşılaştıkları sıkıntıların aynısıyla karşılaşmışlardı. Onlar bu nedenle şimdiki müslümanlar için güzel bir örnekti: "Onlar kavimlerine demişlerdi ki: `Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir' demişlerdi:'
Bu onların kendi toplumlarından, ilahlarından ve ibadetlerinden tamamen uzaklaşmaları demekti. Bunların hepsini inkar sadece Allah'a iman demekti. Toplum da yalnız Allah'a inanıncaya kadar sona ermeyecek olan bir düşmanlık ve öfke vardı artık aralarında. Bu kesin ve apaçık bir ayrılıştı. Bunun ötesinde artık herhangi bir bağ ve herhangi bir ilişki kalamazdı. Çünkü inanç bağı ve iman ipi kopmuştu aralarında. Bu tutum, bu tür durumlarla karşılaşan her inanmış nesil için güzel bir deneyimdi. Gerçeği ortaya koyan bir tavırdı. Hz. İbrahim ve O'nunla birlikte iman edenlerin bu kararı kıyamet gününe kadar varolacak müslümanlar için güzel bir örnekti.
Bazı müslümanlar Hz. İbrahim'in müşrik olan babası için dua etmesini kendi bastırılmış duyguları ve kendilerini müşrik olan yakınlarına bağlayan hislerini dile getirmek için bir çıkış yolu olarak kullanmaya yelteniyorlardı. Kur'an-ı Kerim Hz. İbrahim'in babası için: "Senin için mağfiret dileyeceğim" sözünü söylerken ki gerçek tavrını, müslümanlara açıklamak için meseleyi bu vesileyle açmayı uygun görüyor.
Hz. İbrahim bu sözü babasının şirk üzere ısrar ettiğine kesin kanaat getirmeden önce söylemişti. Bunu söylerken onun inanacağını umuyor, iman edeceğini ümit ediyordu: "Babasının bir Allah düşmanı olduğunu kesinlikle anlayınca onunla ilişkisini kesti." (Tevbe suresi, 114) Nitekim başka bir surede bu konu izah edilmektedir.
Hz. İbrahim'in işin tamamını Allah'a havale ettiği ve herhalde tevekkül, yöneliş ve dönüş ile O'na yöneldiği burada belirtilmektedir: "Fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez' sözü bu örneğin dışındadır. Ey inananlar deyin ki: `Rabbimiz, sana güvendik, sana yöneldik, dönüşümüz sanadır."
İşte bu, Allah'a kesin ve sınırsız teslim oluş Hz. İbrahim'in kişiliğinde apaçık ortaya çıkan imanın simgesidir. Burada o simge ön plana çıkarılarak onun müslüman torunlarının bu noktaya dikkatleri çekilmek isteniyor. Hikayeler ve bunlara getirilen yorumlarla eğitmenin ve yönlendirmenin bir halkasıdır bu. Kur'an-ı Kerim kendi metoduna uygun olarak kıssanın seyri içinde önemli işaretleri, simgeleri ve yönlendirmeleri yerleştirmektedir.
Bu teslim oluş Hz. İbrahim'in geri kalan duasında ve Rabbine niyazında da devam etmektedir: "Rabbimiz, bizi inkar edenlerle imtihan etme."
Onları başımıza musallat etme. Bu onlar için bir sınav aracı olmasın. Bu durumda onlar şöyle derler: "Eğer inananları korusaydı biz onların üzerine musallat olmaz ve kendilerini yenmezdik!" Bu çoğu zaman insanların kalplerinde rahatsızlık yaratan bir şüphedir. Nerede Allah'ın bildiği bir hikmet gereği olarak herhangi bir zaman diliminde batıl hakka karşı güçlenmişse, azgın zalimler iman edenlere egemen olmuşsa orada bu şüphe zihinleri tırmalamaya başlamıştır. İnanmış insan sıkıntılara, belalara karşı sabreder. Fakat bu onun kendisini gönüllerde şüphelere ve denemelere yol açacak belalara uğratmaması için Allah'a dua etmesine engel değildir.
Duanın devamı şöyle: "Bağışla bizi."
Rahman'ın dostu olan Hz. İbrahim böyle diyor. Rabbinin hak ettiği, layık olduğu ibadet düzeyini idrak ettiğinden Allah'ın nimetlerini ve bağışlarını karşılayabilecek düzeyde bir ibadet yapmaktan aciz kalışını, yetersiz oluşunu anladığından dile getiriyor. Rabbinin yüceliğini ve büyüklüğünü takdis ederek Rabbinden bağışlanma diliyor. Böylece kendisiyle birlikte olanlara ve sonra gelecek nesillere bilinçli, duyarlı bir örneklik sergiliyor.
Duasını, niyazını ve bağışlanma arzusunu noktalarken Rabbinin bu duaya uygun düşecek sıfatları ile niteliyor:
"Rabbimiz, doğrusu sen güçlü olan, Hakim olansın."
Aziz: Herşeyi yapmaya gücü yeten. Hakim: Uyguladığı planı ustaca uygulayan.
Hz. İbrahim'in ve O'nunla birlikte olanların tutumu bu şekilde sergilendikten, Hz. İbrahim'in teslim oluşu ve O'na niyazda bulunuşu ortaya konduktan sonra tekrar dönülüyor. O'nun güzel bir örnek olduğu tekrar ifade ediliyor. Müminlerin kalplerine yeniden dokunarak deniyor ki:
"Andolsun Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenler için bunlarda güzel örnekler vardır. Kim yüz çevirirse, şüphesiz Allah zengindir, övülmeye layık olandır."
Allah'a ve ahiret gününe bel bağlayanların örneği Hz. İbrahim ve O'nunla birlikte olanların hayatında gerçekleşmiştir. İşte bunlar sözü edilen onurlu kafilenin yaşadığı olayları, elde ettikleri deneyimlerin değerini kavrayabilecek kimselerdir. Onlar Hz. İbrahim ve beraberindekileri izlenmesi gereken bir örnek, yol gösteren bir kılavuz kabul ederler. Allah'a ve ahiret gününe bel bağlayanlar onları kendilerine örnek alsınlar. Bu o zaman yaşayan müminler için gerçekten etkili bir direktiftir.
Kim de bu sistemden yüz çevirmek, bu kafilenin yolundan sapmak, bu köklü nesle bağlılıktan sıyrılmak istiyorsa yüce Allah onlara asla muhtaç değildir. "Şüphesiz Allah zengindir, övülmeye layık olandır."
Bu bölüm sona erdiğinde müminler artık uzun tarihlerinin başlarına kadar ulaşmışlardır. Yeryüzündeki ilk ortaya çıkışlarını hatırlamışlardır. Nesiller boyunca elde etmiş bulundukları yığınlarca deneyimlerini görmüşlerdir. Bu tecrübeleri yaşayanların vardıkları son kararı, son aşamayı idrak etmişlerdir. İçine girdikleri yolun ilk yolcuları olmadıklarını, kendilerinden önce çok yolcuların buradan geçtiklerini anlamışlardır.
Kur'an-ı Kerim bu anlayışı yer yer tekrarlamakta ve pekiştirmektedir ki, inanmış kafileyi birbirine bağlayıp bütünleştirsin. Onlar tek başına yola giren insanın yalnızlığını ve endişesini taşımasınlar. İsterse bir nesil içinde tek başlarına olsunlar. Bu yolcu yürüyen herkesin onunla birlikte nice sıkıntıları ve zorlukları göğüslediklerini, ona göstererek yükünü hafifletmektedir.
BARIŞ VE SAVAŞ HUKUKU
Bundan sonra dönüyor. Bu sıkıntıların kendilerine yükledikleri düşmanlık ve sertlik halinin ortadan kaldırılmasını şiddetle arzu eden, onun için can atan bu kalplere bir meltem gönderiyor. En güzel umutları taşıyan hafif rüzgarları estiriyor üzerlerine. Bu, sözkonusu düşmanların islamın sancağı altına girmeleri ve müslümanların saflarına katılmalarına ilişkin haberdir. İşte aralarındaki sertliğin ortadan kaldırılması ve sağlam bir temele dayalı olarak dostluğun oluşması ancak bu yolla mümkündür. Sonra bir kere daha meseleyi hafifletiyor, biraz daha kolaylaştırıyor. Müslümanlarla müslüman olmayanların devletler arası ilişkilerini düzenleyecek en temel islami ilkeyi belirliyor. Sürtüşme ve ilişkilerin kesikliğini, saldırı ve düşmanlık hallerine has kılıyor. Bu düşmanlık ve saldırının olmadığı zamanlarda ise iyiliği hak edenlere iyiliğin yapılabileceğini, ilişkilerde ise dürüstlüğün ve adaletin ilke olacağını belirtiyor.