Müellefe-i Kulub

Münzevi

KF Ailesinden
Özel Üye
İlgili âyette zekât verilecek dördüncü grup, "müellefe-i kulûb" olarak nitelendirilmiştir.Müellefe-i kulûb, kalpleri kazanılmak, İslâm'a ısındırılmakveya kötülüklerinden emin olunmak istenen yahut müslümanlara faydalıolacakları umulan kişilerdir. Bu tanıma göre müellefe-i kulûb müslümanlarve gayri müslimler olmak üzere ikiye ayrılır.1. Gayri müslim olanların kalplerinin kazanılması ile, kendilerinin veyaonlara tâbi olan fertlerin İslâm'a girmeleri umulur, yahut onlardan veyayakınlarından gelebilecek kötülüklerden korunulur.Müellefe-i kulûbun bu çerçevede anlaşılış ve uygulanışı, günümüzdeuluslararası arenadaki lobi faaliyetini de kısmen içine almaktadır.2. Müslüman olanların kalplerinin İslâm'a daha çok ısındırılmasında iseşu maksatlar güdülür:a) İslâm'a yeni girmiş olanlara İslâm'da sebat etmeleri için yardım edilir.b) Çevresinde sözü geçen, İslâm'ı tam benimsememiş kimselere zekâtverilerek, müslümanlarla daha iyi kaynaşmaları, böylece İslâm için ciddiyetleçalışmaları umulur.c) Sınır bölgelerinde görev yapan müslümanlara bu fondan yardım yapılaraktoplumun genel asayiş ve güvenliğini teminde aktif katkıları sağlanır.d) Önemli mevkilerde olan kimselerin İslâm’ın ve müsülmanların genelyararına uygun davranması ve harcama yapması teşvik edilir.
Hz. Peygamber gerek zekât ve gerekse fey ve ganimet gibi diğer devlet
gelirlerinden, kalpleri kazanılmak ve İslâm'a ısındırılmak istenen kişilere
paylar vermiştir. Bunlardan bazılarına da bu fondan yararlanacaklarını gösteren
belgeler vermişti. Bu belge sahipleri Hz. Peygamber'in vefatından
sonra Hz. Ebû Bekir'e gelerek paylarını istediler; o da görüş almak üzere bu
kişileri Hz. Ömer'e gönderdi. Hz. Ömer onlara:
"Hz. Peygamber, İslâm'a ısındırmak için size zekâttan pay veriyordu.
Bugün Allah dinini güçlendirmiştir. Müslüman kalırsanız kalırsınız, aksi
halde sizinle harbederiz" dedi. Kaynaklarda Hz. Ömer'in bu ictihadı üzerine
artık Hulefâ-yi Râşidîn devrinde müellefe-i kulûb faslından hiçbir kimseye
pay ayrılmadığı, hatta bu konuda sahâbe icmâı oluştuğu ileri sürülür.
Bu uygulamayı göz önünde bulunduran Hanefî ve Mâlikî fakihleri Hz.
Peygamber'in vefatından sonra müellefe-i kulûbun zekât gelirlerinden payının
düştüğü görüşündedirler. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'in de prensip
olarak bu görüşü savundukları, ancak İmam Şâfiî'nin müslümanlar savaş
gibi felâketlerle karşılaştıklarında müellefe-i kulûb fonuna yeniden işlerlik
kazandırılabileceği kanaatinde olduğu nakledilir.
Bir Kur'an hükmünün Hz. Peygamber'in vefatından sonra nesh ve lağv
edildiği düşünülemez. Konu, toplumun sosyal ve siyasal yapısıyla, müslümanların
böyle bir fon ayırmaya ihtiyaç duyup duymamasıyla alâkalıdır.
Müslümanların yanında yer almalarında büyük fayda görülen bazı gayri
müslim devletlere ve uluslararası etkin kuruluşlara zekât dışı gelirlerden
yardım yapılabileceği gibi, İslâm'ı duyurmak ve yaymak amacıyla müslümanlar
tarafından yapılan her türlü tanıtım ve ikna faaliyetleri de bu fondan
desteklenebilir. Aynı şekilde yeni müslüman olanlara yardım edilerek onların
ülkelerindeki müslüman olmayanlara İslâm sevdirilir.
 
Üst