Müddesir:Örtünen Utanır..

__DURU__

KF Ailesinden
Özel Üye
Niye örtüsüne bürünüp de saklanmak ister ki bir insan? "Yâ eyyühel Müddessir!" hitabını hak eden bir Peygamber özellikle niye resmedilir ki? "Kalk, ey örtüsüne bürünen!" "Kalk da, uyar!" diyor göklü söz vahyin yeni muhatabı Muhammed-i Arabî (sav)'ye. Demek ki, kalkıp da uyarmak ve örtüye bürünüp saklanmak arasında, bir Müddessir diye bileceğimiz ebedî bir söz kadar mesafe var.

Peygamber büründüğü örtüsünden çıkmalı, kalkmalı ve uyarmalı. Yerinden kalkamayacak kadar büyük bir ağırlığın altında kalmış bir insan seziyorum bu sözün ardında. Ayrıca, uyarmaya hakkı olduğunu düşünemeyecek kadar mahcup bir hal saklanır örtünün altında.
Bu hali anlamak için azıcık çocukluğumuzun saf örtülerine doğru gitmeli, masanın altına saklanmış korkuyla, mahcubiyetle titreyen bir çocuğun yüreğinin odacıklarına doğru akmalıyız. Ürkmeden, üşenmeden kalbimizi o kalbin içine sarkıtmalıyız.

Neden saklanır çocuk? Utanır da ondan! Utanır çocuk. Utanır çocuklar. Çünkü, hiç beklentisizdirler. Hiç hesapsızdırlar. Bir şeyi hak ettiklerini düşünmezler. "Nasılsa ben kazandım!" edasında olamazlar. Kendilerine verileni sıradan bilmezler. Sonsuz bir minnettarlık göğünde ağırlandıklarını dillendiremeseler de derinden hissederler. Sevinç eşikleri o kadar düşüktür ki, ne taşarsa oradan sınırsız bir tebessüme bürünürler, lekesiz bir mutlulukla gülerler.
İşte kırklı yaşlarında bir insan. Sadece şükür telaşında. Hiç bitmez teşekkürler derdinde. Ayaklarını çekinerek basıyor yere. Gözlerini utanarak gezdiriyor göklerde. Her nefesi eşsiz ve sessiz bir hediye bilerek ağırlıyor göğsünde. Kalbinin kıpırtısının bile kendisine duyurulmamasını sonsuz bir cömertliğin dokunuşu olarak okuyor. Verirken, verdiğini bile unutturacak denli sessizce ve teklifsizce verenden utanıyor o titreyen çocuk kalbi. Yağmur tanelerini misafir ediyor saçlarında, göğsünde. Diyor ki, "Onlar henüz Rabblerine verdikleri sözü unutmadılar!" Yağmur yağmur sevinç olup yağıyor üzerimize. Bir damla bile taşırmaya yetiyor ağzına kadar dolu minnet bardağını.

Sadece minnetini ifadeye ayırıyor vaktini. Tam mesai kullukta. Kulluğun ötesi peygamberlik olabilir mi? O ötesini düşünmüyor minnettarlık duygusunun yamaçlarını canhıraş tırmanmaya çalışırken. Yalnızca şükür kaygısında. Şükrün karşılığı "En Sevgili" olarak el üstünde tutulmak mı? Karşılığını hesap ettirmiyor içine sığdıramadığı sonsuz memnuniyetler.

Çocuklar da öyle değil midir? Büyüklerin alışverişlerindeki karşılıklılık ve dengeyi aramaz onlar. Öğrenememişlerdir bir şeyi hak edeceklerini. Akıllarına getirmezler bir iyiliğin altından kalkabilecek bir karşılıkta bulunabilecekleri.

Ümmî O. Saf bir teşekkür dili. Duru bir şükür ırmağı. "Peygamberlik gelecekse benim gibi şerefli birine gelmeli!" diye bir an bile geçirmiyor içinden. "Bana ‘emin' diyorlar madem, lider ben olmalıyım!" türü hesapların noktasına dokunmuyor aklı.
Akıyor sadece. Aktığını bilmeyen bir ırmak gibi. Çağlıyor sadece. Denize yaklaştığını hesap etmeyen bir çağlayan gibi. Dallanıp budaklanıyor sadece. Güneşe uzandığının farkında olmayan bir ağaç gibi. Büyüyor sadece. Büyüdüğünü bilmeyen bir çocuk gibi. Hacmini artırdıkça, genleşip sınırlarını zorladıkça çeliği bile parçaladığını fark etmeyen su gibi.. Övülmeyi en çok hak ettiği halde, övünmeye vakit ayıramıyor. Övülmeye değer işler yaptığının hesabına koyulmuyor. Övülesi olduğunu bilmiyor. Ümmî kalıyor.

Ümmîdir O. "Peki ya sonra.." demeye fırsat bulamayacak kadar önceliyor minnettarlığını. "Hani ya benim ödülüm!" diyememecesine sevincinin içinde kayboluyor, dilsizleşiyor. Hâliyle, varlığıyla, edasıyla, tavrıyla, duruşuyla, susuşuyla dil oluyor. Keskin bir dil. "Hamd" oluyor baştan ayağa, tepeden tırnağa. Ete kemiğe bürünüyor "hamd"; "Muhammed" diye görünüyor. Öyle ki, Muhammed (sav)'den hamd'i çıkarsan geriye bir şey artmıyor. Hamd olmayan bir hali yok. Varedildi diye utanmadan geçirdiği bir an yok. Kendisine istemeden verildi diye mahcup olmaksızın durduğu bir yer yok.

Elçiliğe lâyık görüldüğü halde, beklemediği bir makama oturtulmuş birinin mahcubiyetiyle çocuklar gibi masa altına saklanıyor. "Örtünüyor." Vahye muhatap olduğunda, Cebrail'le yüzleştiğinde, hiç hak etmediğini düşündüğü ödülün utancıyla yüzünü perde arkasında tutuyor. Utanıyor.

Her birimiz üzerinde titreyen, kılımıza zarar gelsin istemeyen o ana yürekli "ümmi"nin titrek kalbinin nabızlarını göğsümüzde yeniden hissetmek için masa altına saklanan beklentisiz çocuk masumiyetini titreyen kalbimizle keşfetmemiz gerek. Kur'ân'ı güya saygı adına örtüp duvara asıp kendimizden saklamak yerine, "Nasıl oldu da Rabbim beni adam yerine koydu?" şaşkınlığıyla, mahcubiyetiyle "örtünen"lerden olmamız gerek. Kabuk bağlamış duyarsızlığımızın altında kanayıp duran o kutlu sevgilinin utanmasıyla yeniden örtünmeliyiz. Masa altına saklanan çocuklar gibi...


Senai Demirci.......
 
Üst