Mihnetkeş

<<sevde>>

Deneyimli Üye
Üye
MİHNETKEŞ
Derdi derman gibi, gülü diken gibi görmek; açlığı tokluğu bir bilmek; rahatla rahatsızlık arasında ayrılık tanımamak; geceyi gündüz kadar aydın; gündüzü Cennet günü saymak büyük bahtiyarların şiârıdır. Zevkten yana oruçlu; hayat ihtiyaçlarına karşı perhizli; vakit bulursa uyur; bir kâlp kurtarırsa midesini düşünebilir; zevkten, lezzetten ızdırablı, eleme bin oh çeker; büyük insandır O... Mihnet, başta çözülmez bir sarık; çile, belde bir kemer. İşte Hakk erleri ve işte melekler katında, güvercinler gibi kanat çırpıp saf saf uçanlar...
Onlarda gergef itleyen narin parmaklardan daha ince, beyin operasyonunda işleyen elden daha hassas bir gönül vardır. Esasen örmek istedikleri hâlde böylesine incelerden ince bir ruh ve samimîlerden daha samimî bir gönül ister. Yaralı bir kâlb, karşısında, kâlbi atomlar hâlinde parça parça ve gerçek musibet karşısında kafası yüce dağlar gibi bulutlu bir er ister. Bir er ister ki, ağlaması, ızdırabı başkaları için olsun, neşelenmesi, vecde gelmesi de başkalarından olsun. Halktan hüsn ü kabul görüşü, Hakk'dan imtihan bilsin, atılıtı ve itilişi de tam kusurlarına göre bir ceza kabul etsin.
Boynu tasmalılar gibi bendesi bulunduğu kapıda sadakat gösterip, başına basılışı iltifat ve o uğurda yüzüne tükürülüşü nisan yağmuru saysın. Mensup olduğu şey hesabına elsiz, dilsiz ve gönülsüz yaşayan mihnetkeş, "olmadı" ya tasalanmaz, "oldu"dan ötürü de zafer sarhoşu olmaz. Ektiği tutmazsa nefsini kınar, attığı isabet etmezse nefsine döner. Izdırabla gönlünü, secdegâh tozu ile alnını süsler. Gözyaşları gözünde sürme. Hıçkırıklarına biner, Hakk katına yükselir.
Bu bezmin en nazlı varlığı, âlemin çekirdek ve meyvesi, getirdiği nuru hazmedemeyen Tâif halkı tarafından gerisin geriye dönmeye mecbur edildiği zaman, geçtiği yerleri ayaklarından akan kanlarla sulaya sulaya bir ağacın altına şeref verip istirahata çekildiler. O anda gök siyah bulutlarla dolmuş gibiydi. Gök ehli şimşeklerle vurulmuş gibiydi. Meleğin göz çağlayanı belki ikinci Nuh Tûfanı’nı haber veriyor, yer "Sarsıl" emrini, dağlar "Yürü" fermanını intizar ediyordu. Gönül safvetiyle olup bitenleri hisseden şanı yüce Nebi (sav) başını öfkeli semalara çevirip, dudağı tebessümle süslü olarak Hakk'ın rahmetini dilemişti: "Allahım zaafımı sana şikâyet ediyorum. Bu bilmezlerce hor ve hakir karşılanışımı sana arz ediyorum. Sen zaiflerin Rabbisin. Sen benim Rabbimsin" demiş, muvaffakıyet, kulağında küpe olan Âlemin efendisi (sav) muvaffakıyetsizlik saydığı şeyi nefsine vermiştir. Ululuk incisi bu uzun yolculukta bir kişiye hidayet hediye etmiş ve sevinçle geriye dönmüştü. O'nun sevinci ile o gün göklerin etekleri incilerle dolmuttu.
Hakk, rızasına giden yoldan gayrı bütün yolları bozar, köprüleri yıkar, düz yerleri dağ, dağları aşılmaz eyler. Tâ o yolda yürüyenler sadece, can duygusundan geçmişler, hiçliği kabul etmişler, güneşe karşı sızıntı hâline gelmişler olsun. Mihnet ehlinin bu dünyada dermanı hicrandır ve bu ehl–i irfan için hicrandan şikâyet de küfrandır. Hayatın gerçek yüzünü görmüşler için, onları görmek, yüzlerine bir lâhza bakmak, birkaç dakika onlarla hemdem olmak, etrafın ümitten şebnemlerle dolmasına ve gönlün huzura gark olmasına vesiledir. "Sadıklarla beraber olun" fermanına bir boyun eğmedir.
Kardeşleri, vatandaşları ve insanlık için inleyen bu büyük çilekeşlerdir ki, şirâzeden çıktığı her anda insanlık için inlemiş ve iniltisi etrafında bal arısı gibi kabiliyetleri toplamışlardır. Bu arada ziyadan rahatsız olan yarasalar; gönül dünyasından habersiz ruhsuzlar; etrafa salya saçan ipsizler; her önüne gelene kös kös uyup giden köksüzler; fezaya anlaşılmaz şerâreler uçurarak havayı bulandırmadık istemişlerse de çıkış lâhûti bir âlemden olduğu için sadece kulak tırmalamakla kalmışlardır.
Batılı'nın, Merih'ten, Zühre'den gelmiş garip varlık olarak karşıladığı "Campenalla" ve "More"nin iniltileri, hem gerçekten fersah fersah uzak oldukları hâlde, kısa zaman sonra Avrupa alıcılarında duyulur hâle geldi ve daha sonra pek çok milletleri çığırının sevdalısı hâline getirdi.
Bir de bu inilti bir melekte olursa, yer yüzünde bir melekte. Hem de yüzde yüz Hakk'ın hatırı için, gökler çınlar, Arş sarsılır, bütün his sahibi gönüller ihtizaza gelir.
O iniltiden havada esintiler meydana gelir, bulutlar üst üste yığılır, zait ve nakıs iç içe girer. Yüzlerce yıldırım hava sürtünmesiyle milyonlarca faydalı oksitler yere iner, hayırlı, elim gibi büyür, şer ve şerli, "Nerede sığınak?" der. Öyle tarrakalar olur ki körler dahi görür, kulaksızlar dahi duyar. Nevbahar olduğunu, bülbülün şakıdığını, gülün yaprak yaprak açtığını.. Hem çiftçiyi hayrete sevk edecek şekilde...
O inilti dünden kulaklara girmit gibi bir hâl var ruhlarında. O inilti kâlb cidarına çarpmış gibi bir meâl var gözde, kulakta ve çepeçevre bizi saran ufuklarda...
Bu, mihnetkeşin iniltisi. Bu inilti, Hakk katında ruhanî tesbihi kadar kudsî. Bu sızlanış, gök halkı yanında göklerden daha ulvî. Zira bunda, bütün bir çöküşün, tamamen yıkılışın feryadı saklı ve bütün bir geleceğin ümidi gizli.
Hakk'ın selâmı mihnetkeşlere olsun...
 
Üst