İnsanda yüzlerce benzeyiş, yüzlerce iz, sembol vardır. Fakat dünya işlerine dalmış, vicdanı nasırlaşmış azgınlar bunları nereden görecekler, nasıl bilecekler?
Allah’ın güneşinin nuru ile aydınlanmayan, karanlıklara dalmış gönül evleri de vardır.
O gönül evleri Yahudilerin canları gibi dar ve karanlıktır. Sevgi bağışlayan Allah’ın zevkinden, manevi lütfundan mahrumdur.
Böyle bir gönülde ne güneşin nuru parlar, ne sahası genişler, ne de kapısı ma’rifete ve hakikate karşı açılır.
Senin için böyle bir gönülden, mezar daha iyidir. Sen şimdi karanlıklar içinde kalmış, nursuz, daracık gönlünün mezarından çık, kurtul!
Aslında sen ölü değilsin! Sen bir dirisin. Senin bu daracık gönül mezarın nefesini daraltmadı mı? Yani böyle daracık bir gönülle nefes alamaz hale gelmiyor musun?
Sen vaktinin Yusuf’usun. Gökyüzünün güneşsin. Şu beden kuyusundan, şu karanlık dar zindandan çık, güzel yüzünü göster!
Senin Yunus gibi olan ruhun, balık karnı gibi olan bedeninde türlü sıkıntılar içinde kavruldu, pişti. Onun Allah’ı tesbih etmekten başka kurtuluşu yoktur.
Eğer Yunus balığın karnında Hakk’ı tesbih etmemiş olsaydı, kıyamette ölülerin dirileceği güne kadar orada mahpus kalırdı. O zindandan çıkamaz, kurtulamazdı.
Hz.Yunus, ettiği tesbih bereketiyle balığın karnından kurtuldu. Tesbih nedir? “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” gününün belirtisi, delili…
Eğer senin ruhun o can tesbihini unuttu ise, şu balıkların tesbihine kulak ver!
Gönül gözü ile Allah’ı hisseden, yarattığı eserlerde O’nun kudretini, yaratma gücünü gören Allah’a mensuptur. O’nun dostudur. O vahdet denizini müşahade eden de, o denizin balığıdır.
Bu dünya da denizdir. Beden de o denizin balığıdır. Ruh ise ilahi nuru görememiş, perde arkasında kalmış Yunus gibidir.
Beden balığı içinde mahpus olan ruh, Allah’ı tesbih ederse, balıktan kurtulur. Yoksa balığın karnında sindirilir, yok olur gider.
Bu denizde can balıkları çoktur. Sen görmüyorsun, ama onlar senin etrafında uçuşup duruyorlar.
O balıklar kendilerini sana çarpıyorlar. Gözünü aç da onları açıkça gör!
Sen can balıklarını açıkça göremiyorsun, elbette onların tesbihlerini işitmişsindir.
Senin işittiğin tesbihlerin ruhu sabretmektir. Sen de başına gelen musibetlere, belalara sabret ki, en doğru dürüst tesbih budur.
Hiçbir tesbih sabır derecesine varmamıştır. Sabret ki, sabır neşenin, ferahlığın anahtarıdır.
Sabır sırat köprüsüne benzer, cennetse öbür taraftadır. Her güzelin yanında çirkin bir lala vardır.
Laladan kaçarsan güzeli de göremezsin. Çünkü lala güzelden hiç ayrılmaz.
Ey hafif bir şeyden kırılan sırça gönüllü! Sen sabrın zevkini, hususiyle Hakk’a kavuşmak için çekilen sabrın, sıkıntının tadını ne bilirsin?
Dünya bizim boğazımızı adam akıllı sıkar; keşke şu boğaz ve şu ağız sadece toprak yeseydi de, haram şeyler yemeseydi!
Zaten bu ağız, toprak yer durur; fakat ağzın yediği toprak başka şekle girmiş, başka renge boyanmıştır.
Ey oğul! Bu kebap, bu su ve bu şeker renklere boyanmış, süslenmiş topraktan başka bir şey değildir.
Onları yedin de bedenine et, deri oldular; etinin, derinin rengine boyandılar.
Ama onlar yine de şu topraktır. Büyük ve eşsiz sanatkar bir avuç toprağı alır, diker, söker, çeşitli şekillere sokar; sonra tutar hepsini yine toprak eder.
Doğruluk rengi, takva rengi, gerçek iman rengi; kullukta bulunanlar, ibadet edenler ve iyi işler yapanlarda ebedi olarak kalır.
Şüphe rengi, nankörlük ve nifak rengi de isyan edenin canında ebedi olarak kalır.
Asi Firavun’un yüz karası gibi… Onun rengi kalmıştır; mumyalıda olsa bedeni yok olup gitmiştir.
alıntı