Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin

  • Konuyu başlatan AhDe_VeFaLi
  • Başlangıç tarihi
A

AhDe_VeFaLi

Ziyaretçi

Bismillahirrahmanirrahim

Ağlamak için değil, anlamak için…
Yas tutmak için değil, çözüm üretmek için varız...
Ağıt için değil, ahit için…
Ruhlar âleminde verdiğimiz söze bağlı olduğumuzu ispatlamak, ahdimizi tazelemek imanımız gereği borcumuzdur...
''(Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır''. Ahzab, 33/23
Ahdimizde hiçbir değişiklik yapmadık ya Rabb… Ahde vefa üzereyiz...
''Onlar ki,Allah'ın ahdini yerine getirirler,misakı bozmazlar.'' Râ'd,13/20
Allah'ın ahdini yerine geriren,misakı bozmayan mü'minler tarih boyunca hep azınlık olmuşlardır, olmaya da devam edeceklerdir...
Şehid Ahmed Yasin, şehadetinden önce, Rabbimize şu ifadelerde bulunarak, 21.asrın müslümanlarını Allah'a şikayet etmiştir:
''Allah'ım, ümmetin sesizliğini sana şikayet ediyorum...''
Biz mü'minler, ahirette hesaba çekileceğimizin bilinciyle, şikayet edilen müslümanlardan berî olmak ümidiyle sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. 21.asrın garib müslümanları olarak, Mescid-i Aksa’ya ve oradaki mü’min kardeşlere, mazlumlara gözyaşlarımızı, dualarımızı gönderiyoruz. Çözüm üretmek için kaleme aldığımız yazımızda, yüreğimizdekiler şunlardır ki, oraya bedenlerimizden önce yüreklerimizi gönderdik. Başta Filistin olmak üzere, tüm yeryüzündeki mazlumları, mustaz’afları, mücahidleri, mücahideleri kucaklıyoruz. Selam olsun yeryüzünün varisleri olan muvahhidlere… Davasına sımsıkı sarılanlara...
Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin
Rasulullah s.a.s buyurdular (O dönemde henüz Daru’l-Harb olan Mescid-i Aksa için):
‘’Oraya gidin ve içinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız, kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytin yağı gönderin.’’ (Sünen-i Ebu Dâvud, Kitabu’s-salat,14)
Burada zeytinyağı bir semboldür. Ahir zaman ümmetine verilen mesaj: Mescidin aydınlatılması…Kudüs’ün aydınlatılması…Filistin’in aydınlatılmasıdır. Çözüm üretmektir bir manâda… Filistin bizlere bütün Peygamberlerden emanettir.
"Ey iman edenler, Allah’a ve Peygambere hiyanet etmeyin ve bile bile emanet edilen şeylere hiyanet etmeyin. Enfâl, 8/77
Filistin ümmete emanettir, toprakları verilemez, yalnızlığa terk edilemez. 21.asırda yalnızlığa terk edilmiş Filistin, yahudiler tarafından zulme uğramıştır, fakat bu zulüm ilk değildir. Rasulullah s.a.s öncesi Peygamberlere de zulmetmişlerdir. Hz.Süleyman’ı Peygamber kabul etmemişler, iftira atmışlar, Hz.Dâvud a.s’da iftiralarda bulunmuşlardır. Hz.Dâvud a.s da onlara lânet etmiştir, Hz.Meryem’in oğlu İsa a.s da…
İsrâiloğullarından olup da küfredenlere Dâvud’un da, Meryem oğlu İsa’nın da diliyle lânet olunmuştur. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve ifrada sapmaları idi. Onlar,işledikleri herhangi fenalıktan birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı…" Maîde, 5/78-79
Zulmü büyümüş, bütün dünyayı kaplamış olan lânetlenmiş yahudi kavmine karşı birleşmemiz, nerde hata yaptığımızı sorgulamamız gerekir.
İnsanların İslâmdan çıkması veya yüz çevirmesi, Allah'a (O'nun dinine) yardım etmemeleri, mü'minlere ve İslam'a zarar veremeyecektir. Her müslümanın vazifesidir ki, Allah'a yardımcı olsun, mazlumların, mustaz'afların yardımına koşsun... Allah c.c ve Rasulullah s.a.s'ın müjdesi vardır; bu din için çalışanlar, çarpışanlar, tebliğ yapanlar kıyamete kadar varolacaktır...

Cabir b. Semura (r.a.)'dan;

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Bu din, Kaim olmakta mutlaka devam edecektir. Onun namına tâ kıyamet kopuncaya kadar Müslümanlardan bir cemaat çarpışacaktır." (Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B. 53, Hds. 172)

Muaz b. Cebel (r.a.)'dan;

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "İslâm artar, eksilmez!" (Sünen-i Enu Davud, Kitabu'l-Feraiz, B.10, Hds. 2912)

“Hadis şarihlerinin açıklamasına göre, "İslâm artar, eksilmez" sözü aslında; İslâm, İslâm'a yeni girecek kimselerle devamlı artacaktır. İrtidâd edenler yüzünden azalmayacaktır. İslâmî futuhat devam edeceği için İslâm ülkesinin sınırları genişleyecek, kâfirlerin galebesiyle bugünkünden daha küçük olmayacaktır. İslâm'ın hükmü daima galib gelecektir!" (Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hzr. Necati Yeniel, ist. 1991, C.11, sh. 148)

Dolayısıyla ne yahudiler, ne hristiyanlar, ne de müşrikler topluluğu asla İslâm'a zarar veremeyeceği gibi, birgün gelecek mutlaka hezimete uğrayacak, helak olup gideceklerdir... Bu önemli müjdenin farkında olamayan mü'minler, gaflet uykusuna ve rehavete devam etmektedirler... Mescid-i Aksa'nın işgali, ardından Kudüs ve Filistin'in işgali, aslında ümmetin yüreklerinin işgalidir... Önce yüreklerdeki Kudüs işgal edilmiştir, sonra topraklar... Müslümanların arasından çıkan hainler de...
Rasulullah s.a.s buyurmuştur ki; "Kim, bir zâlime yardım ederse, Allah, başka bir zâlimi ona musallat eder."
İslam ümmetinin başına getirilmiş hainler, o zalimlere yardım etmişlerdir ve halâ da buna devam etmektedirler. Bu yardım, inananlara başta Filistin olmak üzere tüm dünyada zarar vermektedir...

Mü'minlerin öncelikle bilmesi, anlaması gereken konular şunlardır:
Yahudi neye karşıdır, neye engeldir, neyi sevmez?
1- Müslümanların en doğru, en hayırlı ilmi yüklenmelerine ve hayata geçirmelerine (Kur’an’ı Kerim) karşıdırlar:Kitabımız Kur’an, yahudinin dünya saltanatına son verecek yegâne kitabdır. Müslümanların amel etmesini engellemek için bütün yollara baş vururlar. Oysa müslümanları yeniden inşa edecek, yeniden yahudi saltanatına son verecek, yeryüzünün varisleri olan Muhammed (s.a.s) ümmetini iktidar yapacak ilim ve hükümler ve Rabbâni metod Kur’an’dadır. Dolayısıyla ümmet olarak yeniden Vahye dönmek ve onu hayata geçirmekle mükellefiz.
‘’Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin’’(Ebu Davud)
Hadis’i Şerifi gereğince, onlara karşı dillerimizle, ilmimizle cihad etmeliyiz. Gelecek nesilleri yetiştirecek anneler, mutlaka ilim yüklenmeli, en doğru, en hayırlı ilmi yavrularına aktarmalıdır. İslâm’ın ilk sözü "Lâ ilâhe illallah" iyi kavranmalıdır. Çünkü tağutlar, yahudiler ve onların şerli saltanatları ancak bu sözün mahiyeti hayata geçirildiğinde devrilecektir, sönecektir…
Yahudinin en sevdiği şey, insanları Allah’a şirk koşturmaktır… İsrailoğulları'nda bu şirk sevgisini görüyoruz… Onların firavunun zulmünden kurtulmalarına vesile olan Hz.Musa (a.s) başlarında olduğu halde, bir vadiden geçerken, puta tapan bir kavimle karşılaştıklarında, Hz. Musa’ya hitaben "Ya Musa ! Onların taptıkları bir putları var, biz de bir put yapalım, ona tapalım" diyen bir kavimdir İsrailoğulları… Aynısının bir benzerini de Rasulullah’a ashabı tarafından söylemişti. Tebuk seferinden dönerken Allah’ın Rasulü'ne (s.a.s) hitaben,
"Ya Rasulullah, müşriklerin savaş sonrası silahlarını asmak, dinlenmek üzere belirledikleri bir ağaçları var, altında uyuyup dinleniyorlar. Biz de bir ağaç belirleyelim, kılıçlarımızı, yaylarımızı asıp altında dinlenelim."

Rasulullah s.a.s onlara şu cevabı verdi:
"Sizler, Musa’nın kavminin Musa’ya söylediğinin bir benzerini söylüyorsunuz, onlar da "Şu kavmin taptıkları bir putları var, biz de bir put yapalım ona tapalım diyorlardı…" (Bkz. A’raf,7/138)
Bilal Habeşi r.a, kızgın çöllerin üstünde işgence altında inim inim inlerken ''Ehad'' diyordu... Yıllar sonra kendisine ''Neden sadece Ehad diyordun ya Bilal?'' diye sorulduğunda, cevaben; ''Vallahi müşrikleri kızdıracak başka bir söz bilseydim onu da söylerdim, bildiğim ve onları kızdıracak tek kelime buydu, onu söyledim'' demişti... Oysa günümüz müslümanları (!) "Aman müşrikler kızmasın, aman yahudinin tepkisini üzerimize çekmeyelim" vs diyerek, şeytana ve nefislerine aldanmakta, hem dünyalarını hem de ahiretlerini kaybetmektedirler...
Allah’a değil, kullara kulluk etmek, şirk koşmak, ortaklar tanımak, israiloğulları'ndan sadır olan ve dünyayı etkileyen bir ideolojidir… 21. asrın ümmetinin bu ideolojiden, hastalıktan kurtulması, dünyası ve ahireti için şarttır… Zira bu şirk koşma meselesi, yahudinin saltanatını devam ettiren yegane unsurdur…
2- Yahudiler, Müslümanların mal elde etmelerine, zengin olup kalkınmalarına karşıdırlar:Dolayısıyla burada mal ile cihad devreye girmektedir. Malını, yeryüzünde dînin hakimiyeti, tağutların devrilmesi için infak etmek her muvahhid mü’minin imanı gereği vazifesidir. Kur’an’ı Kerim’de "Namazı kılın, zekâtı verin" hükmü birlikte zikredilir ve bu ikisi ayrılmaz bir ikilidir. Zekat, sadaka vs Allah’ın hükümleri tüm yeryüzünde tatbik edilsin diye verilmelidir; Yahudinin saltanatı devam etsin diye değil… Sonrasında boykot devreye girer, çünkü müslüman, yahudilere ve onların yardımcılarına karşı tavır koyacak, mallarını satın almayacaktır, kalkınmalarına ve iktidarlarının devamına engel olacaktır. Mü’minler, günahda yardımlaşmaz, mecbur bırakılmadıkça tağutlara mal vermez. Allah’ın vahyinde, kat’i emridir:
"Mallarınızı aklı ermezlere (düşük akıllılara) vermeyin." Nisa, 4/5
"Günah ve haksızlık üzerinde yardımlaşmayın." Mâide, 5/2
Muvahhid mü’minler, günahların, haramların devamı için yardımlaşmaz, paralarını, mallarını yine Allah için helâl yolda harcarlar… Mü’min müslümanın mal ile cihadının gerçekleşmesi için önce boykotu uygulaması gerekir. Siyonistlerle işbirliği içindeki iktisadi kuruluşların ürünlerini boykot etmeli, boykot kampanyasına katılımın artması için teşvik ve uyarılarda bulunmalıdır…
Yahudinin işbirlikçisi ABD'nin ve onun yardakçılarının mallarını boykot edeceksin, almayacaksın…Israrla müslümanın ürettiği malı alacaksın, tâ kî müslüman kalkınacak; israil değil! Ve kalkındırdığın zengin müslümana hesap soracaksın… Parasının kârından Allah c.c yolunda harcıyor mu? İslâm milletini kalkındırıyor mu? Mü’minlerin güçlenmesi için ne yapıyor?
Zengin müslümana hesap sorulacak elbet, ancak tek başına fert fert değil, işin ehli olanlar görevlendirilecek ve zengin müslümanlara gönderilecektir. Ümmet adına bu soruları sorulacaktır. Bunun adı, Nasrettin hoca misali, testiyi kırmadan önce tokat atmaktır, yani zenginler topluluğunun veya ümmetin başına helâk gelmeden önce infak etmelerini sağlamaktır. Salebe olmadan, tövbe kapısı kapanmadan, hesap verme işi ahirete bırakılmadan önce müslümanın aklını başına toplaması için uyarıdır bu. Hesap sorma işi ahirete kalırsa, ogün hüküm yalnız Allah’ındır. Bu ikaz, nasihat, Allah c.c içindir, Rasulü s.a.s içindir, mü’minler içindir, İslâm’ın ve yeryüzünün varisleri olan gelecek nesiller içindir… Zira yahudi, yeryüzünün hakimiyetini yeniden ele geçirecek olmamızdan korkmaktadır ve buna karşı çalışmaktadır.Tağutların saltanatına son vermek, Allah’ın hakimiyetini sağlamak için malımızı, varlığımızı bu uğurda feda etmemiz zaruridir…
3- Yahudiler, Müslüman kadının tesettürüne karşıdırlar:Namuslu, tesettürlü, edep ve haya timsâli mü’min kadınların varlığı tarih boyunca rahatsız etmiştir onları…Tesettüre ilk el uzatanlar, Medîne’de Benî Kaynuka yahudileridir.
Allah Rasulü s.a.s onlara karşı savaş başlatmış, bunun üzerine münafıkların başı Abdullah ibn Selül gelmiş ve Rasûlullah’a sataşarak "Yaklaşık 800 kişiyi kılıçtan mı geçireceksin, ben onlarla ittifak halindeyim ve onlar beni kızıllara ve karalara karşı koruyor" demişti. Allah Rasulü ise "Onları sana bağışladım, onlara Medine’den çıkmalarını ve civarında bile kalmamalarını söyle" şeklinde cevap vermiştir. Bunun üzerine yahudiler Medine'den çıkıp Şam Ezraatına gittiler, çoğunluğu da orada helâk oldu. (Fıkhu’s-Siyre, Dr. M. Said Ramazan El-Buti. Shf. 237-238, 1987. ist)
Benî Kureyza kuşatmasında, Sâd b. Muaz(r.a)’ın fetvasıyla, Allah Rasulü (s.a.s) onların erkeklerini idam etmiş, kadın ve çocuklarını esir almıştır. Bu zaferin ardından Rasulullah s.a.s şöyle buyurdu:
"Artık onlar, bundan sonra asla bize saldıramazlar. Ama siz onlara savaş açabileceksiniz." (Bkz. Fıkhu’s-Siyre, shf. 326)
Gerçekten de daha sonra Benî Nâdir yahudileri de Medine’den sürülmüştür. Yahudi varlığına İslâm devletinde son verilmiştir. Tesettüre düşmanlıkta yahudiler bugün de başı çekmektedirler. Tesettürün kalkması, haya, iffet örtüsünün yırtılması ve kadının dişiliğinin sergilenmesi, İslâm’ın hakimiyetini kaybetmesine, müslümanların yenilmesine, gerilemesine sebeb olmuştur ve yahudlerin işine gelmiştir. Gayri meşru İsrail devletinin devamı için bu yola özellikle başvurulmaktadır. Yeryüzünün varisleri, muvahhid mü’mine kadınlar, Hz. Meryem annemiz gibi, yeniden hayayı, namusu, imanı, tesettürü kuşanmalıdır. Yeniden İsa’ları, Musa’ları, Muhammed’leri doğurmak için… Yeniden İslâm ordusunu şahlandırmak için…
4- Yahudiler, Müslümanların çoğalmasına karşıdırlar:Mü’mine kadınlarımız, Filistin’deki müslümanların aldığı kararı Filistin dışında da uygulamalıdırlar. Davası için, mücahidler, mücahideler doğurup yetiştirmeli, hepsini de Allah’a kurban olarak adamalıdırlar. Bu konuda Hanne validemiz örnektir bizlere: Al-i İmrân ailesinin şerefli üyesi olan Hanne annemiz, karnındakini mescide adamış ve ‘’Bu adağı benden kabul buyur Allah’ım’’ diye niyazda bulunmuştur. Onun bu samimiyeti, bu içten duası kabul olunmuş ve Hz. İsa’yı dünyaya getirecek şerefli anneyi doğurmak ona nasib olmuştur…
21. asrın Hanne’si sen olacaksın, ben olacağım, hepimiz olacağız… Bizim samimi adayışımızla dünyaya gelecek salih evladlar, yeniden İslâm’ın hakimiyetini, mü’minlerin zaferlerini sağlayarak fetihlerden fetihlere koşan Allah erleri olacaktır biiznillah…
Canınla cihad etmendir adayış… Canını, sevdiklerini feda etmektir, bir dâvânın yücelmesi uğruna bedel ödemektir. Tıpkı Filistin’linin ödediği bedel gibi…
"Siz, sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe, iyiliğe (birr) erişemezsiniz…" Al-i İmrân, 3/92
En sevdiklerimizi, yavrularımızı, malımızı ve canımızı feda etmedikçe iyiliğe, güzelliklere erişemeyiz. Zaferler elde edemeyiz… Ne Filistin’de, ne de diğer toprak parçaları üzerinde…
Yahudinin istemediği, müslümanın Allah yolunda kullandığı üç değer:
İlimle, malla, canla Cihad…

Ve Allah yolunda olursa üç güzel değer:
Ter, gözyaşı, kan…

"Ter" deyip geçmeyin, Hz. Yusuf a.s’ın gömleğindeki ter, ağlamaktan gözleri kör olan Yakub (a.s)’ın gözlerinin açılmasına vesîle oldu… Sen de terle Allah yolunda, terin hangi zamanda, hangi mekanda, kimlerin gözünü açacak bilemezsin…
Gözyaşı… Ağlaya ağlaya Yusuf’una kavuştu Peygamber Yakup a.s…Hiç ummadığı zamanda, mekanda, zirvede… Senin, benim gözyaşlarımız, bizleri Filistin’e kavuşturacak, üstelik tahmin edemediğimiz yüksek mevkiilerde…
5- Yahudiler, Müslümanların birleşmesine, tek vücud haline gelip güçlenmesine karşıdırlar:Bu, gerek sivil, gerek askeri alanda savunma mekanizmasının hazırlanmasına, maddi-manevi güçlenilmesine karşı olmak demektir. Allah c.c’ın sevdiği, tağutun hiç sevmediği şey ümmetin birleşmesidir.
"Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda, birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf(lar) bağlayarak çarpışanları sever." Saf, 61/4
Kenetlenmek, birleşmek, güçlenmek! Bölük pörçük, darmadağınık haldeki müslümanlar, ne Filistini, ne de diğer beldeleri kurtaramayacaklar. Burada biz kadınlara düşen görev, vahdetin oluşmasına öncülük etmektir, her müslüman topluluğun başı çeken, önde giden hocasına, öncüsüne baskı yapacak, hesap soracak: "Neden birleşmiyoruz, bir ümmet çatısı altında toplanmıyoruz?" Bu hesabın, takva sahibi mü’min ve mü’minelerin başını çeken her cemaat liderine sorulması zaruridir. Zira hergün binlerce genç kızın, kadının kötü yola düşürüldüğü bu asırda, ümmetin başını çeken, Tevhid'in mahiyetini kavramış öncüler ve onların ardınca gidenler birinci derecede sorumludurlar… Dolayısıyla söz konusu kişiler, ümmetin başına helâk gelmeden önce akıllarını başlarına toplamalı ve bir an evvel birleşmenin, kaynaşmanın şartlarını yerine getirmelidirler. Aksi halde helâk geldiği zaman, kurunun yanında yaş da yanacaktır:
"Bir de öyle bir fitneden sakının ki, o, içinizden yalnız zulmedenlere çatmaz (ammeye-topluma siyaret eder)…" Enfâl, 8/25
Bu durumda müslümanlar da içinde yaşadıkları toplumla birlikte helâk olup giderler (Allah muhafaza)…
Ehli Sünnet ve’l-cemaat müslümanları bir araya gelmeli ve güç olduğumuzu, üstün olduğumuzu tüm dünya tağutlarına ilân etmelidir.
Afganistan’da, Irak’da, Sudan’da, Somali’de, Cezayir’de, Doğu Türkistan’da... Dünyanın dört bir tarafında kan ağlayan müslümanlar ve mazlumlaştırılmış, köleleştirilmiş, zillete mahkum edilmiş milyonlarca garib varken, İman edenler gerçekleri görmezden gelemezler, kulaklarını tıkayamazlar… Bu konuda önde gidenler birinci derecede mes’uldürler…
"Ey iman edenler, yahudileri de, hristiyanları da kendinize dost edinmeyin, onlar ancak birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden her kim onları dost edinirse o da onlardandır..." Maide, 5/51
İslâm milletinin başını çekenler, maalesef yahudileri ve hristiyanları dost edinmişlerdir bugün. Ve onların çıkarları doğrultusunda kararlar vermektedirler…
Yegâne hayat nizamı olan İslâm'ın, mutlak egemenlik devrinin geleceğini müjdeleyen önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'in şu hadisini dikkatli okuyalım ve üzerinde derin derin düşünelim:
Huzeyfe (r.a.)'ın rivayetiyle; Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Allah'ın dilediği zamana kadar Nübüvvet aranızda yaşamaya devam eder. Sonra Allah, dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra Nübüvvet devrine (yoluna) uygun bir hilafet meydana gelir ve Allah'ın dilediği zamana kadar aranızda kalır. Sonra Allah, dilediğinde onu ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı (zalim) krallık ortaya çıkar ve Allah ne kadar dilerse o kadar sürer. Sonra Allah, dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra diktatör (zorba) bir yönetim oluşur ve Allah'ın dilediği süreye kadar devam eder. Sonra Allah, dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra Nübüvvet devrine (yoluna) uygun bir hilafet meydana gelir." Ve Rasulullah (s.a.s.) sustu ! (Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, sh. 273 El-Hafız ibn Hacer el-Askalânî, Metalibu'l Âliye çev. Hüseyin Kaya, ist. 2006, C.5, shf. 254, Hds. 4401, İbn Ebi Şeybe'den. Ayrıca bkz. Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned Hds. 438)

Rasulullah (s.a.s.)'in hadisinde buyurduğu ümmetin beş merhalesinin üçü yaşanmış, dördüncüsü yaşanmakta, inşallah beşincisi de gelecektir. Hiç şüphesiz ki, bir gün mutlaka!...


6- Yahudiler, İslâm milletine haberlerin dosdoğru duyurulmasını asla istemezler:
Yalan haberlerin duyurulması tercihleridir, çünkü gayeleri, hakkı, adaleti, doğruyu gizlemektir. Dünyadaki yazılı ve görsel medyanın % 80'i yahudilerin elindedir. Toplumu istedikleri gibi etkilemekte ve kandırabilmektedirler. İnananlar en doğru haberi, en doğru kaynağından tüm dünyaya ulaştıracak çalışmalar başlatmalı, eğer halizhazırda bu çalışmalar mevcutsa bu çalışmalara deestek olmalıdırlar. Zira fasıkların getireceği haberler bizim için asla delil olamaz.
"Ey iman edenler, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu tahkik edin (araştırın). Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman." Hucurat, 49/6
Evet, "Onlar hayvanlardan da daha aşağı" iken (Furkan, 44 - A’raf,179), "Nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet damgası vurulmuş" iken (Al-i İmran, 3/112)…Ve üstün olan biz inananlar iken (Al-iİmran, 3/139), yeryüzünün varisleri, biz, Muhammed s.a.s ümmeti iken…boyun eğmek, teslim olmak, korkmak, itaat etmek neyin nesidir?
"O zâlimleri muhakkak helâk edeceğiz ve onlardan sonra sizi muhakkak o yurda yerleştireceğiz…" İbrâhim,14/14-15
Yeter ki eğilmeyelim, korkmayalım….
Mescid-i Aksa ve Kabe bizim için kutsaldır, değerlidir... Kabe kıyamete kadar kıblemiz olarak kalacaktır, Mescid-iAksa ise kıyamete kadar manevi değerini koruyacaktır... Bu tartışmasız bir gerçektir... Filistin ise inananların cihad aşkını, bir imamet çatısı altında toplanma arzusunu ve farziyetini daima körükleyecektir... Çünkü o topraklar, Peygamberlerin ve güzel mü'minlerin yaşadığı, iman ve şehadet şerbetiyle sulandığı topraklardır...
Lâkin Allah c.c'a şirk koşmaksızın inanan biz muvahhid mü'minlerin bilmesi, oturup üzerinde tefekkür etmesi gereken bir konu var; o toprakları kutsal görmek, haddinden fazla gözümüzde büyüterek şirke kapı aralamamalıdır. Zira ümmet için dava önemlidir, davayı hakim kılmak için çalışmak, kendine düşen görevi yerine getirerek Rabbine dönmek önemlidir. Filistin ve cihadın zirvede olduğu diğer beldeler, ümmet için cihad ve şehadet aşkını kamçılamaktadır, imanı ve hizmeti zirvede tutmaktadır. Dolayısıyla bunlar birer vesiledir... Ama üstünlük ancak takva ile değerlendirilir.
Ebu Derda r.a, ''Mukaddes yere gel' 'diye bir mektup yazıp Selman-ı Farisi'ye r.a gönderdiğinde, Selman-ı Farisi r.a : ''Herhangi bir yer, özellikle de mukaddes topraklar, hiç kimseyi takdis edip yüceltmez. Kulu ancak ameli yüceltir'' şeklinde bir mektup yazarak mukâbelede bulunmuştur.
Yine unutulmamalıdır ki, Mekke'nin fethinden sonra Rasulullah s.a.s Medine'ye dönmüştür. Kabe'yi içinde barındıran Mekke, kutsallığı sebebiyle insanı da yüceltecek olsaydı, Allah Rasulü (s.a.s) Medine'ye dönmez, Mekke'de kalırdı. ''Yeryüzü bizim için Mescid kılındı'' diyen Rasulullah s.a.s böylece, yeryüzünün hangi toprak parçası üzerinde olunursa olunsun, o toprakları İslâm beldesi haline getirmek için çalışmanın, cihad etmenin daha üstün olduğunu belirtmiş oldu. Zira herkes, "Kutsal topraklar" diyerek Mekke'de ya da Kudüs'te yaşayacak olsaydı, dünyanın diğer beldelerine İslâm nasıl olacaktı?
Cihadın, tebliğin gayesi, İslâm'ı tüm dünyaya yaymaktır. Bunu da ancak takva ehli olanlar yapabilirler...
''(Ey müşrikler) Siz, hacılara su verme ve Mescid-i Haram'ı onarma işini, Allah'a ve ahiret gününe inanıp Allah yolunda cihad etmekle bir mi tuttunuz? Bunlar, Allah yanında bir olmazlar. Allah zâlimler topluluğuna yol göstermez." Tevbe, 9/19
Ayetten de anlaşıldığı üzere, Rabb'imiz, Kabe'de hizmetçi olmakla, oraya gelen hacılara su dağıtmakla dahi Allah yolunda cihad eden mücahidlerden üstün olunamayacağını belirtmektedir...
Bu açıklamadan kastımız şudur ki, inananları düşünmeye davet etmekteyiz... Peygamberlerin ve güzel mü'minlerin varlığı, o topraklarda bulunmuş olmaları ne kadar güzeldir, lâkin o beldeleri kutsamamız, şirke kapı aralamamalıdır. Aksine o yüce insanların verdiği mücadeleyi vererek kendimizi ve amellerimizi Allah c.c katında yüceltmeye çalışmalıyız... Hak ve batıl savaşının, imtihan olunmanın, cihad etmenin ve bu yüce dîni hakim kılmanın gayesidir o topraklar, bu emekler, mücadeleler, bedel ödemeler, canları ve malları feda etmeler...Ve yine unutulmamalıdır ki, Kabe'nin içinde bulunduğu beldeyi terk edip hicretin gerçekleştirilmesi gerektiği bize öğretilmiştir. O vatanı vatan yapan içindeki Kabe değil, İslâm beldesi olmasıdır... Yöneticilerinin, Allah'ın indirdikleriyle hükmediyor olmaları, inananların da Allah'ın indirdikleriyle hükmolunuyor olmalarıdır... Tâ kî Hak, yeryüzüne hakim kılınsın, her toprak parçası islâm beldesi olsun, adalet yerini bulsun ve Allah c.c nurunu tamamlasın...
Doğru düşünüp, düzgün yürüyebilmemiz için, zaferler elde edebilmek için tekrar düşünelim... Tefekkürün ibadet olduğunu unutmayalım...

Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmeye çalışanların küfür ve şirk hareketleri, tarihte olduğu gibi zamanımızda da bütün imkanlar kullanılarak devam etmektedir… Geçmişte Allah'ın nûru onların bütün çabalarına rağmen sönmedi ve onların karşı çıkışlarıyla daha da parladı. Bugün de parlamaya devam eden Allah'ın nûrudur ve gelecekte de parlaklığı daim olacaktır…

Rabb'imiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"İslâm'a çağrıldıkları hâlde Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kim vardır? Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nûrunu tamamlayıcıdır. Kâfirler hoş görmese bile... Rasullerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki, onu (hak din olan İslâm'ı), bütün dinlere karşı üstün kılacaktır, müşrikler hoş görmese dahi..." (Saff, 61/7-9)
Allah azze ve celle'den dileğimiz, bu nurun tamamlanmasında, hakim kılnmasında, bizleri de, bizim neslimizden yürüyecek olanları da vesile kılması, derecelerimizi yükseltmesidir.


Dua:
Sahih-i Buharî de "Erkeklerin ve kadınların, mücahid olmak ve şehid olmak için dua etmeleri" başlıklı bir bâb açılmış ve Ömer ibnu’l-Hattab’ın şu duasını aktarılmıştır:
"Allah’ım, Rasulünün beldesinde beni şehid olmakla rızıklandır." (Fethu’l-Bâri, 6/10)
Onun içindir ki, Allah yolunda şehadetle rızıklandırılmak için dua etmeliyiz…
"Ey Rabbimiz, Allah’ımız, biz onların yanına bedenlerimizden önce yüreklerimizi gönderdik, Sen, bedenlerimizle, mallarımızla, evladımızla, onların yanında yer almayı bize nasib et... Bizi, ya şehidler kervanına katılanlardan ya da zaferler elde edenlerden yaz."
"Rabb'imiz, üzerimize sabır yağdır, 21.asrın muvahhidlerine, mücahidlerine yardım et…"
Amin!
Selam hidayete tâbî olanların üzerine olsun...

Sevda Nur Göksel


 

Mu@YMe

Vip Üye
Özel Üye
Gelecek nesilleri yetiştirecek anneler, mutlaka ilim yüklenmeli, en doğru, en hayırlı ilmi yavrularına aktarmalıdır. İslâm’ın ilk sözü "Lâ ilâhe illallah" iyi kavranmalıdır. Çünkü tağutlar, yahudiler ve onların şerli saltanatları ancak bu sözün mahiyeti hayata geçirildiğinde devrilecektir, sönecektir…

çok güzel bir yazıydı ALLAHU teala yazandan ve okumamıza vesile olduğun için razı olsun inşeALLAH
 
Üst