Mahkûm

<<sevde>>

Deneyimli Üye
Üye
MAHKÛM
Mahkûm dendiği zaman, hemen insanın aklına, demir parmaklıklar arkası, loş cidarlar arası ve ufunet dolu bir hayat gelir. Eski devrin prangalı ve tasmalıları; yeni devrin dejenere olmaya terkedilmiş bedbahtları; mazideki gladyatörler ve aslan yemleri, modern çağın verem ve romatizma namzetleri hep mahkûm olarak insan aklına gelir ve ürperti verir.
Hele bunların içlerine girilse ve gerçek yüzlerine muttali olunsa, artık başka tarafta mahkûm armaya mecal kalmaz insanda. Senelerini dakikalara taksim edip sayanlar, çeşitli tarihlerde af çıkacağını hayal edip bekleyenler, idamını intizar ederken ümidini tamamen yitirenler, söz götürmez mahkûm sayılır bunlar.
Evet bunlar hürriyetsizdirler; hava, su kendilerine santim santim verilir. Bakım, görüm ve zarur^ı ihtiyaçlar, mahkûmların değil, idarecinin gönlüne göre yapılır. Buna binaen dış görünüş itibariyle var oluştan nasipsiz ve bedbinliği yüzlerine asılmış bir peçe gibi görürsün; gönüllerince yaşamadan fersah fersah uzaktır onlar.
Bir de başındakiler, soysuz ve cahil takımından ise!.. Ama eğer bu mahkûmların mahkûmiyetleri vicdanları tarafından verilmemişse hürdür onlar... Şahlar, prensler kadar hürdürler. Zincirlerin kaydı altına girmeyen, demir kapılarla önü alınmayan, kale duvarları gibi surları bir sıçrayışta atlayabilen, namütenahîliğe doğru mütemadiyen kanat çırpan bir insan böyle gönül taşıdıktan sonra her şey onun için bir sayılır.
Epiktetos, Neron karşısında Lateramus'u şöyle konuşturur: "Dostum ne diyorsun? Zincire vurmakla mı beni tehdit ediyorsun? Bunu yapamazsın, yalnız bacaklarımı zincire vurabilirsin. İrademe gelince, o daima hür kalacaktır. Jüpiter bile onun hürriyetine mani olamaz." Hemen boynunu vuracağım tehdidi karşısında: "Ben ne vakit boynumun vurulmama imtiyazı olduğunu söyledim?" der.
Hakikî hürriyet vicdan huzuru ve irade zindeliğidir. Bir zerre îmân sayesinde iradesi felce uğramamış Cehennem'dekileri dahi Allah, ısrarlı talepleri ile Cennet'e koyacaktır. Onun için bu günün sakim anlayışı ile hürriyet makûsen mütenasiptir, ters orantılıdır.
Prangalıların görünen tek esaretleri vardır, ama şuursuz kitleler hâlinde akıp giden sözde hürlerin yüzlerce esaretleri vardır. Başta esaretini bilmeyen o esirler, cehalet elinde oyuncak ve esirdirler... Her gün bir oyunun, bir kaprisin esiridirler. Şöhretin, makamın, soyun-sopun ve ikbalin esiridirler. Kadının, kızın, şehvetin daha binlerce mel'anetin... Bu serbest esirlerin gözlerine uyku girmez. Her an vicdanlarının verdiği ağır hükümler altında, kâlplerinin ezildiğini, beyin merkezlerinin tekallüs ettiğini, ruhlarının törpülendiğini hissederler... Ne hayatın rengârenk süslü eğlenceleri, ne de kendilerini sarhoş etmeleri vicdanlarının verdiği hükmün acısını onlara unutturabilir. Bin bir hece çare beklemektedir içlerinde... Cehennemî kâbuslar birbirini kovalamaktadır gönüllerinde...
Gerçek hürriyet Hakk'a esarettedir. Başını bütün varlık âleminin verasına uzatıp, topyekûn kâinatla beraber, şahlar şahının bendesi olduğunu itiraf etme; herşeye karşı dilenciliğin, her arzuya esir oluşun silinip gittiğini ilândır. Bu ilândan nasipli olanlar şu kayıtlar âleminin kayıtsız sultanlarıdır.
Ne şan, ne şöhret, ve ne de servet onların ruh dünyasında bulantı meydana getirebilir. Gecelerde gündüz hayatı yaşarlar, gündüzleri Cennet hizmetlerine makes bulunurlar. Artık hangi bulantı bunlara yüz ekşittirebilir?.. Hangi kapris boyunlarına kement olabilir?
Ermemişler, olmamışlar akıl erdiremezler bu sırra... Onun için en büyük hınçlarını, en büyük öfkelerini şuna buna zincir vurmakla yaşıyan bedbahtlar, yaptıkları şeylerle kendilerini esir ettiklerini bilemezler. Ölü tekmelemeyi, teneşir tahtasına tükürmeyi, mezardakileri çiğnemeyi onlara bir şey yaptım sanan talihsizler; ateş içinde Berd-ü selâm'ı bulmuşlara, can kaydından kurtulmuşlara, gerçek hürriyete ermişlere hiç bir şey yapamazlar.Çiğnenen onların vicdanları ve sefil ruhlarıdır. Ve binaenaleyh, iç içe esaret içinde oldukları hâlde kendilerini hür sanan kem talihli esirler de işte bunlardır.
Şu yığın yığın kalabalıklar, kâlbinde dayanağı olmayan bütün yolsuzlar ve sapıklar, bir dâne yüzünden kapana kısılmış topyekûn muhterisler, eski devrin esir pazarlarındaki alınıp-satılan mahlûklardan daha sefil ve daha talihsizdirler. Uzun bir devrin kendilerine tebessüm etmiş olduğu, nice kanaatsizler, zevkin sefanın behimîsini dahi az gören nice kâlbsizler vardır ki, şahsî huzur ve menfaatleri hesabına cihanı yangına verdiler, devirmedik çam bırakmadılar; ama hayatlarını hicrandan kurtaramadılar. Huzur adına attıkları her adımda karşılarına bir girdap çıkıverdi. İşte onlar, işte perişan vatan!
Zindandaki hürlerden dıştaki binlerce esire, esaretlerine duyduğumuz üzüntülerimizle...
 
Üst