
Psikiyatri son zamanların yıldızı yükselen bilim dalı. Birçok insan, insanı ve hayatı psikiyatrinin veri ve kavramlarını esas alarak değerlendirmeye çalışıyor. Bu nereye kadar doğru?
Soru
Freud’un görüşleri ile İslam alimlerinin nefis kavramı hakkındaki açıklamalarını bir arada değerlendirdiniz mi? Arada bir uyum yok mu sizce? Meselâ Freud’un ‘id-ego-süperego’ üçlemesi, bizim ‘nefis-benlik-vicdan’ tariflerimize benzemiyor mu? Freud’un tespitlerini İslâmî kavramlarla bağdaştıramaz mıyız?
Cevap
Freud’un bazı görüşleri, İslamî kavramlara da kısmen uyabilir. Meselâ, bahsettiğiniz ‘id-ego-süperego’ üçlemesinin ‘nefis-benlik-vicdan’ üçlemesine hayli benzediği açıktır. O da kendince gerçeği bulmaya çalışan, hayli de zeki bir insandı ve bazı doğrulara yakınlaşmıştı. Zaten, “Her fırka-i dalalette bir dane-i hakikat bulunur.” Yani, her yanlış fikrin tamamen yanlış olması gerekmez.
Ancak Freud, birçok yerde büyük, hatta komik hatalar da yapmıştır. Bu, bugün bilimsel olarak, hatta taraftarlarınca dahi kabul edilmektedir. Meselâ o, süperego’nun sadece bilinç düzeyinde olduğunu; bilinçaltının ise tamamen id denilen dürtülerden oluştuğunu iddia eder. Oysa meselâ suçluluk duygusu hem (onun tabiriyle) süperego’ya aittir, hem de bilinçaltı bir süreçtir.
Veya onun neredeyse yok saydığı, görmezden geldiği ölüm gerçeğini, yok olmaktan korkmayı, bugünkü psikiyatri bilimi en temel bir problem olarak görür. “İnsan, öleceğini bile bile yaşayan tek canlıdır ve bu, insan için en önemli stres kaynağıdır” denilir. Oysa
Freud’un âleminde ölüm gerçeği yok gibidir. Bin dereden su getirir de, ölüm vadisine uğramaz. Freud’un, annesinin ölümünden sonra depresyona giren bir çocukla ilgili meşhur bir analizi vardır: “Anne objesini, ölümünden sonra içselleştirmiş; ama ona karşı olan ambivalan duygularından dolayı, süperego anksiyetesi yaşayıp depresyona girmiş, falan filan…” Bu yorum, günümüzde psikiyatri çevrelerinde neredeyse gülerek karşılanmakta ve “Onca ince mekanizmayı görüp de apaçık ve dehşetli ölüm gerçeğinin bu depresyondaki rolünü görmemek nasıl bir analizdir?” denilmektedir.
İslâmî tarife hiç uymayan bir diğer nokta olarak, onun süperego tanımı, aile ve toplum baskısı ve tepkileri sonrası gelişen, yani kökü dışarıda bir kavramdır. Doğuştan gelen fıtrî bir temeli yoktur. Oysa bizim vicdan dediğimiz his, insanın doğuştan sahip olduğu bir ‘fıtrat-ı zişuur’dur. Sadece yapılması, yapılmaması gereken şeyleri değil, bazı hakikatleri de fısıldayan bir histir.
Freud’un bunlar gibi birçok açık hatası, bugün psikiyatri ile uğraşanların malumudur. O yüzden, onun psikiyatri âleminde bile artık tam kabul görmeyen fikirlerini esas gibi kabul edip, İslâmî terimleri onlarla tefsir etmek çok yanlış olur.
Aslında belirtmem lazım ki, sizin gibi soru soranlar da olmasa, Freud’un adını unutacağım neredeyse. Zira bugünkü psikiyatri dünyasında Freud’un görüşleri pek kabul görmemekte ve onu onaylayanlar bile fikirlerini ancak hayli değiştirerek kabul etmektedirler