Kuran sadece Araplara mı gönderilmiştir?

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Soru
Allah “...Biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur'ân kıldık” (Zuhruf 2-3), ya da “Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik” (Yûsuf, 2) diye konuşmuştur. Bu Kitab'ı Mekke ve çevresinde oturanlar için gönderdigini (Sûrâ 7) eklemistir. Bu ve benzeri ayetler Kuran’ın Arapça indiğini göstermektedir. Öyleyse Tanrı Arap'lara hitaben konuşmaktadır; muhatabı Arap’lardır?

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;


- Gözü kör olası ön yargının sillesiyle kör olan nice gözler vardır! Kabus gibi çöktüğü insanların akıllarını mı çelmiyor, basiretlerini mi körleştirmiyor, gündüzlerini mi geceye dönüştürmüyor, ferasetlerini mi buharlaştırmıyor, yapmadık hangi kötülük bırakıyor? İşte açıklaması:

a. Onlarca ayet gösteriliyor, Kur’an’ın Arapça olduğunu ispat etmek için uğraş veriliyor. Sanki, Kur’an’ın Arapça olmadığını iddia eden varmış! Sanki Kur’an’ın Arapça olmadığını iddia etmek insanı dinden çıkaran bir hezeyan olduğunu kabul etmeyen varmış! Sanki on beş asırdır Kur’an’ın Arapça olduğunu sağır sultan daha duymamış!

b. Her peygamber gibi Hz. Muhammed(a.s.m) de -bir insan olarak- o da belli bir bölgede, belli bir kavim arasında doğmuştur. Aralarında doğup büyüdüğü insanların dilini konuşmasından daha tabii ne olabilir ki? Mesajını insanlara ulaştırmak için elçisini görevlendiren Allah, söz konusu mesajını onun ve kavminin konuştuğu bir dilin dışında bir lisanla göndermesi düşünülebilir mi? Bunun bir mantığı var mı? “Biz her peygamberi kendi milletinin lisanıyla gönderdik, ta ki onlara –Allah’ın gönderdiği- hakikatleri iyice açıklasın”(İbrahim, 14/4) mealindeki ayette bu işin gerekçesine yer verilmiş ve mantığı açıklanmıştır.

c. Eğer Hz. Muhammed(a.s.m) başka bir lisanla bir vahiy alsaydı, bu durum muhataplarını daha çok şaşırtacak ve onun Kur’an’ı başka-yabancı birinden ders almış olabileceğini düşünmüş olup tereddüde düşeceklerdi. Halbuki, Allah’ın maksadı, insanları saptırmak değil, doğru yola iletmektir. “Eğer Biz Kur’an’ı yabancı bir dille gönderseydik, ‘Neden onun ayetleri açıkça beyan edilmedi? Dil yabancı, muhatap Arap! Olur mu böyle şey?’ derlerdi”(Fussilet, 41/44) mealindeki ayette bu çelişkiye güçlü bir vurgu yapılmıştır.

d. Kur’an’ın Arapça olması, onun yalnız Araplara gönderildiğine delil yapılmak isteniyor. Peki, Kur’an’ın yalnız Araplara gönderilmediğini göstermek için onun Arapça olmaması gerektiğini savunanların gösterecekleri ne gibi bir alternatifleri vardır? Diyelim ki, Kur’an Arapça değil de Türkçe inseydi, sosyolojik bir realite olarak, ilk muhatapları olan Araplar bu dili nasıl öğreneceklerdi? Kaldı ki, Türkçe olması halinde yine aynı vesvese devam edecekti. Bu kez onlarca milletin fertleri “bizim dilimizle gelmedi, öyleyse bize hitap etmiyor” deyiverirlerdi. Bu takdirde Kur’an’ın yetmiş iki milletin dilleriyle gelmesi gerekirdi. Böyle bir mantık yürütenin bir önce doktora gitmesini tavsiye ederiz.

e. Daha Mekke devrinde inen Sebe’ Suresinin 28. ayetinde Hz. Muhammed(a.s.m)’in bütün insanlara gönderilmiş bir peygamber olduğunu -mealen- şöyle ifade etmiştir: “Resulüm! Biz seni bütün insanlara/insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı olarak gönderdik; lakin insanlarını ekserisi bunu bilmezler.” Başka bir ayette ise şöyle buyurulmuştrur: “Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik”(Enbiya, 21/107).

f. “Biz sana Arapça bir Kur’an vahiy ettik ki, sen anakent olan Mekke ile bütün etrafını uyarıp irşat edesin”(Şura, 42/7) mealindeki ayette -lisan konusunda ifade edildiği gibi- sosyal bir realiteden bahsedilmiştir. Yani önce kendi çevresinden başlamayıp da en uzak yerlerden mi başlamalıydı? Zerre kadar şuuru olan böyle bir ihtimale ihtimal vermez. Demek ki, önce bulunduğu memleketini, daha sonra yakın çevresini, daha sonra da uzak çevresini, yani bütün dünyayı aydınlatmak üzere gönderilmiştir. Yani, ayette geçen “Mekke’nin çevresi”nden maksat, bütün insanlardır(bk. Taberî, ilgili ayetin tefsiri).


Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör
 

FERASETLİ

KF Ailesinden
Özel Üye
“Biz sana Arapça bir Kur’an vahiy ettik ki, sen anakent olan Mekke ile bütün etrafını uyarıp irşat edesin”(Şura, 42/7) mealindeki ayette -lisan konusunda ifade edildiği gibi- sosyal bir realiteden bahsedilmiştir. Yani önce kendi çevresinden başlamayıp da en uzak yerlerden mi başlamalıydı? Zerre kadar şuuru olan böyle bir ihtimale ihtimal vermez. Demek ki, önce bulunduğu memleketini, daha sonra yakın çevresini, daha sonra da uzak çevresini, yani bütün dünyayı aydınlatmak üzere gönderilmiştir. Yani, ayette geçen “Mekke’nin çevresi”nden maksat, bütün insanlardır(bk. Taberî, ilgili ayetin tefsiri).

allah razı olsun eline koluna sağlık
 
Üst